muhammed, soylu, dürüst, adil ve lekesizdi. eli hiçbir zaman, üzerinde hakları olmadığı, veya evli olmadığı bir kadının eline değmedi. insanların en cömertiydi o. akşam olduğunda elinde ne bir dirhem, ne de bir dinar kalırdı. vereceği kimse bulamayıp da elinde bir şey kalırsa, onu ihtiyacı olan birine verinceye kadar evine girmezdi. hiçbir zaman bir şey istemezdi ama istenilen şeyi verirdi. başkalarını kendisine ve ailesine tercih ederdi ve çoğu zaman yıllık tahılın saklandığı kiler yıl sonu gelmeden boşalmış olurdu. ayakkabılarını ve elbiselerini onarır, ev işleri yapar, ev halkıyla birlikte yemek yerdi. utangaçtı. insanların yüzüne gözlerini dikmezdi. ister köle isterse özgür olsun bütün insanların davetlerini kabul etti. ve açlıktan karnının üzerine taş bağladığı zamanlarda kendisine sunulanları yalnızca bir yudum süt ve bir tavşan ayağı olsalar bile kabul etti. elde olanı yedi ve hiçbir zaman izin verilmiş olanı yemekten kaçınmadı. bir yere yaslanarak yemedi. davetlere katıldı, hastaları ziyaret etti, cenaze törenlerine katıldı ve düşmanları arasında koruyucusu olmaksızın dolaştı. insanların en alçak gönüllüsüydü, saygısızlığa varmayan ölçülerde insanların en sessizi ve sözünü uzatmadan insanların en güzel konuşanıydı. her zaman neşeliydi ve hiçbir zaman dünya işlerinden dehşete kapılmadı. at, deve, katır ve eşeğe bindi, bazı zamanlarda çıplak ayakla ve çıplak başla dolaştı. güzel kokuları sevdi ve kötü kokulardan hoşlanmadı.yoksullarla oturdu ve onlarla birlikte yedi. hiç kimseye zorbalık etmedi ve kendisinden özür dileyenleri bağışladı.
şaka yaptığı zaman bile yalnızca doğruyu söyledi. gülerdi ama gülerken kahkaha atmazdı. hizmetçilerinden daha iyi yiyecekler yemedi ve onlarınkinden daha iyi giyecekler giymedi.
bu kusursuz yönetici öğrenim görmemişti. okuma ve yazma bilmiyordu. kimsesiz bir çölde çobanların yanında büyüdü ve hem annesiz hem babasız bir öksüzdü. düşmanlarına lanet etmeyi şu sözlerle reddetti: “ben lanetlemek için değil, bağışlamak için gönderildim.” kendisinden birisi üzerine kötülük dilemesi istendiğinde, bunun yerine onları kutsadı.
hizmetçisi enes ibn malik şöyle dedi: “bana, onaylamadığı bir şey yaptığımda hiçbir zaman ‘niçin öyle yaptın? ’ demedi. ayrıca eşleri de onun ‘varsın olsun, olacağı varmış.’ sözünü söylemeden beni azarlamadılar.”
eğer bir yatak varsa onun üzerinde uyudu, yoksa yerin üzerinde yattı. selamı veren hep o olurdu. el sıkışırken hiçbir zaman elini ilk çeken kişi o olmazdı. konuklarını kendine tercih eder, kabul edilinceye kadar üzerine oturduğu minderi vermekte ısrar ederdi. onurlandırmak için arkadaşlarını ve kalplerini yumuşatmak için çocukları künyeleriyle çağırırdı. karşısında hiç kimse tartışmadı. o yalnızca doğruyu söyledi. arkadaşlarının sözlerini takdir eder, onlara katılırdı ve onların önünde en çok gülümseyen ve en çok gülen kişi oydu.
yediklerinde hiçbir kusur bulmadı: eğer hoşlandıysa yer, hoşlanmadıysa yemezdi. hoşlanmadığı zaman başkalarını yiyecekten iğrendirmedi. çok sıcak yemedi. tabağı parmaklarıyla sıyırarak temizlerdi. “son lokma çok kutsaldır.” derdi. parmaklarındaki yemeği yalayarak temizlemeden ellerini yıkamazdı. sütü kana kana, suyu yudum yudum içti.
en yakın sahabesi hz ali şöyle dedi: “insanların en cömerti, en açık yüreklisi, en doğru sözlüsü, sözünde en çok duranı, en yumuşak huylusu, ailesine karşı en yüce gönüllü olanı oydu. onu umulmadık bir anda gören dehşete kapılır ve kim onun yakınıysa onu severdi.”
kendisi, hz muhammed, şöyle dedi: “ben tam, kusursuz insanım.”
ali g: eee genç beckham söktü mü konuşmayı. viktorya(brooklynden bahsediyo zanneder) : sorma ali g abisi bülbüller gibi ötüyo. hatta geçen anne didi. ali g: peki ya brooklyn? ya işte böyle.
((: ehu
yakisikLiLina ve FutboL kabiLiyetine sözumuz yok Zaten ((:
yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... eyüp öksüz, kadıköy süslü, moda kurumlu, adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından hala çığlıklar gelir topkapı sarayından. ana gibi yar olmaz, istanbul gibi diyar; güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
hasreti denizlerin, denizler kadar derin ve okadar bucaksız.... ta karşımda, yapraksız, kullanılmış bir takvim... üzerinde bir resim: azgın, sonsuz bir deniz; kaygısız düşüncesiz, çalkalanıyor boşlukta. resimdeyse bir nokta; yana yatmış bir gemi.... kaybettiği âlemi arıyor deryalarda bu resim rüyalarda gibi aklımı çeldi; bana sahici geldi. geçtim kendi kendimden, yüzüme, o resimden, köpükler vurdu sandım; duymuş gibi tıkandım, ciğerimde bir yosun. artık beni kim tutsun? denizler oldu tasam. yakar, onu bulmazsam, beni bu hasret, dedim, varırım, elbet, dedim, bir ömür geze geze, takvimdeki denize, ne var bana ne oldu, odama nasıl doldu, birden bire bu meltem? ve dalgalandı perdem, havalandı kâğıtlar. odamda kıyamet var! ah yolculuk, yolculuk! ne kadar baygın, soluk, o gün bizde betbeniz; ve ne titrek kalbimiz ve eşyamız ne küskün! yola çıktığımız gün, bir sıraya dizilmiş, gözyaşlarını silmiş, bakarlar sinsi sinsi. niçin o ân da hepsi, bir kuş gibi hafifler, arkadan geleyim der? niçin o güne kadar, dilsiz duran ne kadar eşya varsa dirilir, yolumuza serpilir? ufak böcekler gibi, gezer onların kalbi, üstünde döşemenin. bir gizli didişmenin saati çalar o ân; birden bakar ki, insan, her şey karmakarışık. ayırmak olmaz artık bir kalbi bir taraktan; ve kalb, ağlayaraktan, çekilir geri geri, terkeder bu mahşeri. bu mahşerin içinden o gün ben de geçtim, ben; nem varsa, evim, anam, çocukluğum hatırm ve ne sevdalar serde, bıraktım gerilerde, kaçar gibi yangından. rüzgârların ardından, baktımda süzgün süzgün, kurşun yükünü gönlün, tüy gibi hafiflettim, denize hicret ettim....
yeralti
gönül sultanım ve her zaman dilimde virdim,
başımın zümrütten tâcı sultânım efendim.
ayrılmaz bendenim, sâyende kulluğa erdim,
bir mücrim olsam da, sana hayrânım efendim.
kime baksam, kimi görsem gönlüm hep sendedir,
kulun boynundaki tasmasıyla bir bendedir;
onu almak, onu satmak senin elindedir,
işığım, ziyam, rehberim, burhânım efendim.
ne dizimde tâkat ne irademde fer kaldı,
şu biten hayatımdan bir sürü keder kaldı;
sermâyem yok, ümmetin olduğum eser kaldı,
bir de kapında nâlân u giryânım efendim.
sen sahip çıkmazsan bu sîne virâne olur,
bu bağı tımar edecek de bir tâne olur.
keremkânım bir de bana lütfetsen ne olur.!
gözde nûrum, tende cânım, cânânım efendim.
- m. fethullah gülen -
muhammed, soylu, dürüst, adil ve lekesizdi. eli hiçbir zaman, üzerinde hakları olmadığı, veya evli olmadığı bir kadının eline değmedi. insanların en cömertiydi o. akşam olduğunda elinde ne bir dirhem, ne de bir dinar kalırdı. vereceği kimse bulamayıp da elinde bir şey kalırsa, onu ihtiyacı olan birine verinceye kadar evine girmezdi. hiçbir zaman bir şey istemezdi ama istenilen şeyi verirdi. başkalarını kendisine ve ailesine tercih ederdi ve çoğu zaman yıllık tahılın saklandığı kiler yıl sonu gelmeden boşalmış olurdu. ayakkabılarını ve elbiselerini onarır, ev işleri yapar, ev halkıyla birlikte yemek yerdi. utangaçtı. insanların yüzüne gözlerini dikmezdi. ister köle isterse özgür olsun bütün insanların davetlerini kabul etti. ve açlıktan karnının üzerine taş bağladığı zamanlarda kendisine sunulanları yalnızca bir yudum süt ve bir tavşan ayağı olsalar bile kabul etti.
elde olanı yedi ve hiçbir zaman izin verilmiş olanı yemekten kaçınmadı. bir yere yaslanarak yemedi. davetlere katıldı, hastaları ziyaret etti, cenaze törenlerine katıldı ve düşmanları arasında koruyucusu olmaksızın dolaştı. insanların en alçak gönüllüsüydü, saygısızlığa varmayan ölçülerde insanların en sessizi ve sözünü uzatmadan insanların en güzel konuşanıydı. her zaman neşeliydi ve hiçbir zaman dünya işlerinden dehşete kapılmadı. at, deve, katır ve eşeğe bindi, bazı zamanlarda çıplak ayakla ve çıplak başla dolaştı.
güzel kokuları sevdi ve kötü kokulardan hoşlanmadı.yoksullarla oturdu ve onlarla birlikte yedi.
hiç kimseye zorbalık etmedi ve kendisinden özür dileyenleri bağışladı.
şaka yaptığı zaman bile yalnızca doğruyu söyledi.
gülerdi ama gülerken kahkaha atmazdı. hizmetçilerinden daha iyi yiyecekler yemedi ve onlarınkinden daha iyi giyecekler giymedi.
bu kusursuz yönetici öğrenim görmemişti. okuma ve yazma bilmiyordu. kimsesiz bir çölde çobanların yanında büyüdü ve hem annesiz hem babasız bir öksüzdü. düşmanlarına lanet etmeyi şu sözlerle reddetti: “ben lanetlemek için değil, bağışlamak için gönderildim.” kendisinden birisi üzerine kötülük dilemesi istendiğinde, bunun yerine onları kutsadı.
hizmetçisi enes ibn malik şöyle dedi: “bana, onaylamadığı bir şey yaptığımda hiçbir zaman ‘niçin öyle yaptın? ’ demedi. ayrıca eşleri de onun ‘varsın olsun, olacağı varmış.’ sözünü söylemeden beni azarlamadılar.”
eğer bir yatak varsa onun üzerinde uyudu, yoksa yerin üzerinde yattı. selamı veren hep o olurdu. el sıkışırken hiçbir zaman elini ilk çeken kişi o olmazdı. konuklarını kendine tercih eder, kabul edilinceye kadar üzerine oturduğu minderi vermekte ısrar ederdi. onurlandırmak için arkadaşlarını ve kalplerini yumuşatmak için çocukları künyeleriyle çağırırdı. karşısında hiç kimse tartışmadı. o yalnızca doğruyu söyledi. arkadaşlarının sözlerini takdir eder, onlara katılırdı ve onların önünde en çok gülümseyen ve en çok gülen kişi oydu.
yediklerinde hiçbir kusur bulmadı: eğer hoşlandıysa yer, hoşlanmadıysa yemezdi. hoşlanmadığı zaman başkalarını yiyecekten iğrendirmedi. çok sıcak yemedi. tabağı parmaklarıyla sıyırarak temizlerdi. “son lokma çok kutsaldır.” derdi. parmaklarındaki yemeği yalayarak temizlemeden ellerini yıkamazdı. sütü kana kana, suyu yudum yudum içti.
en yakın sahabesi hz ali şöyle dedi: “insanların en cömerti, en açık yüreklisi, en doğru sözlüsü, sözünde en çok duranı, en yumuşak huylusu, ailesine karşı en yüce gönüllü olanı oydu. onu umulmadık bir anda gören dehşete kapılır ve kim onun yakınıysa onu severdi.”
kendisi, hz muhammed, şöyle dedi: “ben tam, kusursuz insanım.”
iissiz bir adaya dustugunde yaninda buLunmasi gereken en önemLi seyy...
ölüm hayatın sonu değil sonucudur demiş birisi...
diniimm..vatanim miLLetimm..
ali g: eee genç beckham söktü mü konuşmayı.
viktorya(brooklynden bahsediyo zanneder) : sorma ali g abisi bülbüller gibi ötüyo. hatta geçen anne didi.
ali g: peki ya brooklyn?
ya işte böyle.
((: ehu
yakisikLiLina ve FutboL kabiLiyetine sözumuz yok Zaten ((:
yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
eyüp öksüz, kadıköy süslü, moda kurumlu,
adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından
hala çığlıklar gelir topkapı sarayından.
ana gibi yar olmaz, istanbul gibi diyar;
güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
gecesi sünbül kokan
türkçesi bülbül kokan,
istanbul,
istanbul...
hasreti denizlerin,
denizler kadar derin
ve okadar bucaksız....
ta karşımda, yapraksız,
kullanılmış bir takvim...
üzerinde bir resim:
azgın, sonsuz bir deniz;
kaygısız düşüncesiz,
çalkalanıyor boşlukta.
resimdeyse bir nokta;
yana yatmış bir gemi....
kaybettiği âlemi
arıyor deryalarda
bu resim rüyalarda
gibi aklımı çeldi;
bana sahici geldi.
geçtim kendi kendimden,
yüzüme, o resimden,
köpükler vurdu sandım;
duymuş gibi tıkandım,
ciğerimde bir yosun.
artık beni kim tutsun?
denizler oldu tasam.
yakar, onu bulmazsam,
beni bu hasret, dedim,
varırım, elbet, dedim,
bir ömür geze geze,
takvimdeki denize,
ne var bana ne oldu,
odama nasıl doldu,
birden bire bu meltem?
ve dalgalandı perdem,
havalandı kâğıtlar.
odamda kıyamet var!
ah yolculuk, yolculuk!
ne kadar baygın, soluk,
o gün bizde betbeniz;
ve ne titrek kalbimiz
ve eşyamız ne küskün!
yola çıktığımız gün,
bir sıraya dizilmiş,
gözyaşlarını silmiş,
bakarlar sinsi sinsi.
niçin o ân da hepsi,
bir kuş gibi hafifler,
arkadan geleyim der?
niçin o güne kadar,
dilsiz duran ne kadar
eşya varsa dirilir,
yolumuza serpilir?
ufak böcekler gibi,
gezer onların kalbi,
üstünde döşemenin.
bir gizli didişmenin
saati çalar o ân;
birden bakar ki, insan,
her şey karmakarışık.
ayırmak olmaz artık
bir kalbi bir taraktan;
ve kalb, ağlayaraktan,
çekilir geri geri,
terkeder bu mahşeri.
bu mahşerin içinden
o gün ben de geçtim, ben;
nem varsa, evim, anam,
çocukluğum hatırm
ve ne sevdalar serde,
bıraktım gerilerde,
kaçar gibi yangından.
rüzgârların ardından,
baktımda süzgün süzgün,
kurşun yükünü gönlün,
tüy gibi hafiflettim,
denize hicret ettim....
ruhumun kanatları ufuklara sığmıyor
ve o ufuklara çarpan kanatlarım kanıyor,kanıyor,kanıyor