Kaleminize sağlık Maria Puder. Yine ilginç bir hikaye olmuş. Okumaya başlayınca Aziz Nesinin ''Du Bakali N'olcek'' hikayesi aklıma geldi. Sonra mehmetle elif nerde kaldı demeye başladım.
Medyaya yansınyan bir sürü olay hatırlıyorum. Aslında ülkemizdede ve dünyanın geri kalmış bir çok yerinde cocuk istismarı medyaya yansıyandan daha cok gibi. Bazı insanların inancımızda bademleme var deyip bu tür olayları sıradanlaştırdıklarını hatırlıyorum.
Kimsenin cinsel tercihi beni ilgilendirmez , ama çocuk istismarını kabullenmek, insanlıktan uzaklaşmaktır. Milena; ressama bende kızdım. İkinci çırak veya ailesi temiz bir soba çektikleri aşikar.
İlginç bir hikaye olmuş yine Maria Puder. Okumaya başlayınca Aziz nesinin hikayesi aklıma gelmeye başladı ''Du Bakali N'olcek''. Kalemine sağlık. Ülkemizde çocuk istismarı medyaya yansıyanlardan bence daha fazla. Bir kısım insanlar, bu tür olayları inancımızda bademleme var deyip sıradanlaştırdıklarını hatırlıyorum.Bende ressama kızdım, Milena. İkinci çıraktan temiz bir dayak yediği kesin.
duygusu çok sağlam bir öykü ''D'',tebrik ederim ..
..bir duygu seline kapıldım okurken hatta bir bombardıman desem yeri:)simit satan çocuklar,mülteciler,yaradılış,...Da Vinci,Dali ve Gala'sı,Zenne,Cani,.Persona............ Ehilleşmemiş duygularımızı göstermesi açısından da ayrıca değerli.
Ressam Allah belanı versin..(demesem içimde kalacaktı) Ah bana neler etti:))
Kaldırımlara değen topukları gecenin sessizliğine başkaldırıyordu. Bulunduğu izbe sokak arasından bir an önce çıkmak istiyordu. Daha birkaç ay önce iki sokak öte de arkadaşını bıçaklamıştı sevgilisi. Artık geceleri korkarak sokağa çıkıyordu. Her gece bu ara sokakları geçmek zorunda olmaktan nefret ediyordu. O başarılı bir ressam olacaktı…
Nefes nefese ana caddeye ulaştı sonunda. Kaldırımın kenarındaki tinerciler her zaman ki sotelerine çekilmişlerdi. Torbacı Arif karşı caddedeki kafede tezgâhı açmıştı. Beden pazarı sokak boyunca kurulmuştu. Bir dükkânın önünden geçerken durdu. Camdaki aksini inceledi. Daracık mini eteği, göğüslerini çok güzel gösteren dekolteli askılı bluzu, abartılı makyajı ile tam da buraya ait bir orospuya bakıyordu. Yıllar önce gömdüğü hayallerinin yası sadece gözlerinden okunuyordu. Ama kimse, hiç kimse görmüyordu. O başarılı bir ressam olacaktı…
Ağzındaki sakızı patlata patlata çiğnerken elindeki küçük el çantasını sallıyordu. Bir saattir tek bir müşteri bile onun yanında durmamıştı. Bu gece biraz para kazanamazsa işler oldukça zorlaşacaktı. Ev kirası yakındı ve dolapta artık yiyecek pek bir şey kalmamıştı. ‘’Ulan orospuluğu bile beceremiyorum’’ dedi yüksek sesle. Uzun zamandır bu işi yapmaya mecbur kalmıştı. Ama bir türlü üzerindeki tutukluğu atamıyor, müşterilerini kızdırıyordu. Ondan beklediğini alamayan bazıları öfkelenip dövmüşler, araçlarından kum çuvalı gibi yolun ortasına atıp gitmişlerdi. İnsanların en fazla ne kadar kötü olabileceklerini en iyi o bilirdi. Bu iğrenç kıyafetlerin içinde, bu sokakta ne işi vardı? O başarılı bir ressam olacaktı…
Yıllar önce oturduğu varoş semtin yetenekli çocuğu idi. Okul çıkışlarında ayakkabı boyayarak kazandığı para ile sprey boyalar almıştı. Sokakta duvarları boyayan o ressam abi gibi gördüğü bütün boş alanlara hayallerini çiziyordu. Muhteşem resimler değillerdi belki ama onun yaşında bir çocuk için çok başarılı resimlerdi. Bir gün yine duvar boyarken yanına bir araba yanaştı. Her şey ‘’sana resim yapmayı öğretmemi ister misin?’’ cümlesi ile başladı. Babasından her gün okul çıkışı onu atölyesine götürmek için izin almıştı bu iyi adam. Ücretsiz olarak resim kursu verdiği yetmiyormuş gibi kullandığı tüm malzemeleri de ressamın kendisi karışılıyordu. Evi ve atölyesi aynı bahçe içinde idi. Çok para kazandığını belli eden bir mal varlığı ve yaşantısı vardı. Arada sırada atölyeye gelen ilginç giyimli ve tuhaf konuşan arkadaşları ile onu sanki önemli biriymiş gibi tanıştırıyordu. Henüz on iki yaşında bir çocuk olmasına rağmen herkes onunla bir yetişkinmiş gibi konuşuyordu. Kendi ailesinden bile görmediği ilgiyi ve sıcaklığı bu garip insanlardan görüyordu.
Babası bazen bu işin çok uzadığını, ayakkabı boyarken hiç olmazsa üç beş kuruş getirdiğini söyleyip duruyordu. Yaptığı bir tabloyu ressamın bir arkadaşına satmıştı. Kendi eserinden para kazanıp babasına götürünce artık ailesi onun ressamla vakit geçirmesine hiçbir şey demiyorlardı. Herkes olan bitenden çok memnundu. Sanki bir rüyada yaşıyor gibiydi. Orada kaldığı süre boyunca hayalleri çığ gibi büyüdü. Artık kendisini önemsiz bir gölge gibi değil önünde güzel yarınları olan yetenekli genç bir insan gibi hissediyordu. ’’insan’’ gibi …! Artık biliyordu başarılı bir ressam olacaktı. Üç ayın sonunda ressam ile artık iyice samimi olmuşlardı. Koca adam ona abi demesini istememişti. İlk isteklerinden biri de bu idi, ressama her zaman ismi ile hitap ediyordu. Alıştığı kültür gereği başta bu ona biraz tuhaf gelmişti ama orada gördüğü her tuhaflık gibi buna da zamanla alışmıştı. Mesela atölyeye gelen arkadaşlarının onunla sürekli dokunarak konuşmalarına, konuşurken bol küfürlü olmasına rağmen anormal kibar bir dil kullanmalarına, kadınla erkek arası acayip giyim tarzlarına, gündüz vakti bile içki içmelerine alışmıştı.
Yine okul çıkışından onu arabasıyla alan ressam ona yeni bir sürprizi olduğunu söylemişti. Çok heyecanlanmıştı. Önce birlikte yemeğe çıkmalarını ve orada bu sürprizi konuşmalarını rica etti. Onu hem yemeğe götürüyordu hem de bunun için ricacı oluyordu. Bu ressam gerçekten bir melekti. İyi bir insan denilince ilk aklına gelen tek kişi bu adamdı. Her şeyden önce ona hayallerini hediye etmişti. En sevdiği şeyi, resim yapmayı kitabına uygun bir şekilde öğretmişti. Dünya üzerinde bir Tanrı olsa kesinlikle o, bu ressam olurdu.
Yemekte kendisinin bir resmini yapmak istediğini söyledi ressam. Yüzü ve bedeni bu iş için çok uygunmuş. Çok yakışıklı bir genç olduğunu, vücut hatlarının mükemmel olduğunu, bunun mutlaka resmedilmesi gerektiğini söylemişti. ‘’istersen babanla da konuşabilirim. Ama ben bunu kendi aramızda çözeriz diye düşünüyorum. Sen artık kendi kararlarını verebilecek yaştasın’’ demişti. Onunla böyle bir yetişkinmiş konuşmasına bayılıyordu. Kendini gerçekten büyük ve değerli bir kişi gibi hissediyordu. Sonuçta abisi gibi sevdiği, ona türlü iyilikler yapmış olan ressam sadece resmini yapmak istiyordu. Bunu babasına söylemeye neden gerek olsundu.
Atölyede yeni bir sürpriz daha olmuştu. Ressam, tıpkı kendilerinin giydiği gibi ilginç, tuhaf, havalı ve pahalı kıyafetlerden ona da almıştı. Beden ölçülerini tam olarak tutturmasına çok şaşırmıştı. Bunları kabul etmek istemese de aşırı ısrara dayanamayıp giymişti. Ressamın karşında geçirdiği saatler sonunda resim şekillenmiş ve gerçekten tıpkı kendisine benzemişti. Çok mutlu olmuştu. Resim bittiğinde ressam o tabloyu kendisine hediye edebileceğini ama bir şartı olduğunu söylemişti. Eğer kendisine çıplak poz verirse ilk tablo onun olacaktı. Daha önce atölyede para karşılığında çıplak poz veren insanları görmüştü. Buna nü resim dendiğini de öğrenmişti. Bu nedenle teklif onu pek şaşırtmamıştı.
İkinci tablo oluşurken ressamın hareketleri ve ilgisi iyice değişmişti. Sürekli bir bahane ile onun bedenine dokunuyordu. Bakışları çok arzulu oluyordu. İşin tuhafı ressamın kendisine böyle tarifi zor dokunuşları onunda hoşuna gitmeye başlamıştı. Ressam ona ‘’ içindeki dişiyi ilk gün o duvara çizerken gördüm ben. Hadi kendini serbest bırak. Ne olması gerekiyorsa olsun. Ben sana aşığım’’ dedikten sonra her şey değişmeye başlamıştı. İlk gün olan bitene çok tepki göstermişti. Midesi bulanmıştı ve kusmuştu. Hemen üzerini giyinip oradan kaçmıştı. Bir hafta onunla gitmeyi reddetmişti. Akşam yatağa yattığında onun tenine dokunduğu anlarda hissettiği heyecanı düşünüyordu ve ressamı çok özlüyordu. Hiç bıkmadan her gün okul çıkışına gelmeye devam etmesini düşününce yüzüne bir gülümseme yayılıyordu. Ailesi neler olup bittiğini hiç fark etmemişti. Zaten dokuz kardeşin arasında onu kimse görmüyordu. Eğer eve para getirirse sadece o gün biraz sevgi ve ilgi görüyordu. Bunun dışında kaldığı yerden gölge olarak yaşamaya devam ediyordu. Ressamın onun gözlerinin içine bakarak konuşmasını, söylediği her şeyi dinlemesini, ona değer vermesini ve en çok da dokunuşlarını özlemişti. Sıcacıktı… Ressamın ona âşık olduğundan bir haftanın sonunda emin olmuştu. Ama kendi hislerini inkâr etmeye devam ediyordu. Böyle bir şeyin olması imkânsızdı. Erkek adam gider bir kız bulur sevişirdi. İki erkeğin sevgili olmasını düşününce artık midesinin bulanmamasına şaşırıyordu. Ressamı düşününce heyecan duymasına çok ama çok şaşırıyordu.
Yatağına uzanmış yine bunları düşünürken kapı çalındı. Onu kimsenin arayıp sormayacağını bildiği için oralı olmamıştı. Az sonra annesi ona seslenip kapıya gelmesini söyleyince içini garip bir heyecan kaplamıştı. İçten içe kapıda onu bekleyenin ressam olmasını dilediğine hayret etmişti. Evet, kapıdaki ressamdı ve onu arabasına davet etti. Annesinden izin alarak yakındaki bir kafeye gittiklerinde ona elindeki poşeti uzattı. Poşetin içinden çıkan kitabı eline alıp biraz karıştırıp ressamın önüne bıraktı. Ressam yeniden kitabı ona uzatıp ilk sayfayı açtı. Ressamın kendi el yazısı ile ‘’ Bu kitaptaki çırağın tarihte ikincisi neden sen olmuyorsun? Bize bir şans ver. Seni seviyorum.’’ Yazıyordu. Yazıyı okuyup başını kaldırdığında ressam ona’’ Mona Lisa’ya hiç dikkat ettin mi? Yani gerçekten dikkat ettin mi? O bir kadından çok bizden birine benziyor. Bu kitap sana yol gösterecek. Sana boş hayalleri değil gerçeğin zorlu yollarını tarif edecek. Da Vinci bile zorluk yaşamadan tarihe geçemedi küçük sevgilim. Senin şansın sen o başarı merdivenlerini çıkarken yanında ben olacağım’’ demişti. Kitabın ismi bile çılgınca idi ‘’Aklın uçuşları’’ …
O gün ressamla yeni hayatına başlarken yeni kimliğine de uyum göstermeye çalışıyordu. Önceleri sadece dokunuşların ve öpüşlerin olduğu ilişkide ilk birlikte olduklarında ressamın tecrübesi ile çok keyif almıştı. Çok canının yanacağının sanmasına rağmen ressamın ona gösterdiği azami şefkat ile mutlu bir ilk yaşamıştı. Yaşanan mutlu anların ardından ressam ona ’’Kitabı hatırla, çocukluk ve çıraklık geçiyor. Şimdi özgürlük sayfalarını yazıyorsun. Sana bir atölye kuracağım. ‘’demişti.
Ressam başka her şeyi bir kenara bırakıp sürekli onun resimlerini çiziyordu. Gelen arkadaşlarından aralarındaki ilişkiyi hiç gizlemiyordu. Diğerleri de bunu hiç garipsemiyordu. Hem aralarındaki uçurum derecesindeki yaş farkı hem de iki erkeğin arasındaki sevgili ilişkisi oldukça kabul edilemez olmasına rağmen ressamın çevresi bunu oldukça sıradan karşılamıştı. Zaten bu sonucu biliyorlarmış gibi hiç şaşırmamışlardı. Zaman akıp gidiyordu ama ressam bırak söz verdiği atölyeyi kurmayı her fırsatta onunla sevişmek için fırsat kolluyordu. Sanki çok az zamanları kalmış gibi büyük bir iştahla sürekli olarak her anın tadını şehvetle çıkarmaya çalışıyordu. Artık ona eskisi gibi resim sanatının sırlarını da öğretmiyordu. Ona zaman içinde geyşası gibi davranmaya başlamıştı.
Birkaç ayın sonunda ressamın ona olan ilgisi hızla azalmıştı. Atölyeye yeni bir çırak almıştı. Daha çok onunla vakit geçiriyordu. Ona hala saygılı davranıyordu ama eskisi gibi önemsemiyordu. Böyle davranmasının onu ne kadar üzdüğünü hiç umursamıyordu. Bir gün yine böyle üzgün bir şekilde ve tabi ki kıskanmış bir âşık olarak yeni çırağı ve ressamı izlerken yanına ressamın o çok güler yüzlü mirasyedi dostu yanaşmıştı. ‘’ seni böyle üzgün görmek benim canımı çok sıkıyor. Biraz hava alalım mı? Hem sana da iyi gelir.’’ Cümlesi ile yeni bir yakınlaşma dönemi başlamıştı. Ressamı kıskandırmak ve ona geri dönmesini sağlamak için mirasyedinin tüm yakınlığına karşılık vermişti. Ama tüm bunlar ressamın hiç umurunda olmamıştı. O yeni oyuncağını bulmuştu. Maymun iştahlı bir avcıdan başka bir şey olmadığını artık görüyordu. Bu neyi değiştirecekti ki?
Ressam onun artık kendi hayatına dönmesi gerektiğini, ona verebileceği yeni bir bilgi kalmadığını söylemişti. Yani özetle kapı önüne koyulmuştu. Mirasyedinin açtığı şefkatli kollarına çaresiz bir şekilde kendini bırakıp geri dönülmez yola artık iyice girmişti. Eski hayatına dönemezdi. Ailesi ondaki değişikleri iyice bariz olduğunda ancak fark etmişlerdi. Babası ve ağabeyi hastanelik edene kadar dövüp evden atmışlardı. Tek çaresi hastanede onu yalnız bırakmayan miras yedi idi. Ona âşık değildi ama sağladığı imkânları seviyordu. Ressama olan aşkı hiç ama hiç azalmıyordu. Ondan nefret etmesi bile aşkını yok edemiyordu.
Mirasyediden sonra hayatına onlarca sevgili girmişti. Ama ressama olan aşkı en masum hali ile hep aynı yerinde duruyordu. Bu gün bu kaldırımda bir fahişe olmasının nedeni o ressam olsa bile onu hep seviyordu. Tüm hayatını alt üst eden ressam ona ;‘’ Sana kim olduğunu gösterdim. Bana kızmaya hakkın yok. Sen zaten günün birinde bu yolu seçecektin’’ demişti. Bundan emin değildi. O zamanlarda bir kızdan henüz hoşlanmamış olabilirdi. Bu asla bir kadını sevmeyeceği, âşık olmayacağı anlamına gelir miydi? O gerçekten bu muydu? Yoksa yaşadıkları onu böyle olmaya mı zorlamıştı. Aslında seçimini kendisi yapmış gibi gösterilse de o gün için ressamın tecrübeli manevraları ile tuzağa çekildiğini çok sonra anlamıştı. Şimdi istese de başka türlü olamıyordu. Bir kadınla birlikte olmak hiç içinden gelmiyordu. Bunu seçecekse bile kendi tercihi ile olmasını isterdi. Şimdi yaşadığı hayatı neden yaşadığını bilmeden sonuçlarına katlanıyordu.
Kaldırıma oturup çantasındaki ruju çıkardı. Kolları ve bacakları olan kocaman bir penis çizdi. Sonra bunun yanına iki koca meme çizerken yanında bir araba durdu. Onun bir müşteri olduğunu düşünüp ayağa kalktı. Sol kolunu arabanın üstüne koyup yeni yaptırdığı dolgun göğüslerini göstererek eğildi. Aracın içine baktığında an durmuştu. Hareketsiz bir şekilde öylece şoför koltuğundaki yaşlanmış, yıpranmış ama onun aşkı olan ressama bakıyordu. - Beni nasıl buldun? - Çok zor olmadı küçük sevgilim. Beni bilirsin çevrem geniştir. - Bunca zaman sonra ne istiyorsun? - Seni çok özlüyorum. Hadi gel evimize gidelim.
Üzerindeki şaşkınlığı atmak için yeniden kaldırıma oturup bir süre daha öyle kaldı. Başındaki peruğu çıkarıp, gözlerindeki yaşları sildi. Yeniden aracın camından eğilip ‘’ ben kullanacağım’’ dedi. Bir süre yol aldıktan sonra; - Evin yerini sormayacak mısın? - Ben yolu biliyorum. - Neden şimdi diye sormayacak mısın? - Hayır. - Çok hızlı gidiyorsun. - Evet. - Yapma dur refüje çarpacağız Mehmet. - Mehmet’i yıllar önce öldürmüştün. Bana lütfen Elif de…
Bugün Berlin sokaklarında Arnavut kaldırımlarına arkadaş notalar gibisiniz. Siz güzel bir şiir gibisiniz.
Kafka öldükten (verem- tüberküloz) sonra, milena yada Maria puder öldükten sonra (verem- tüberküloz) sonra Raif . Milena yada Raif aradan gecen onsuz onlarca yıl, biraz daha sevseydim demişlermidir.??
''Dene …. Belki… sevErsin…''
Bence sevgi yada aşk deneyerek sonuca varılan bir duygu değil. Sevilirseniz o aşkların en mükemmeli, sevmese ne olcak..
Tahir ile Zühre
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmakta Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte.... Mesela bir barikatta döğüşerek Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil.. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil...
Bugün Berlin sokaklarında , güzel bir şiir gibisiniz.
''Dene Belki Seversin''
Sevgi , aşk deneyerek ulaşılan duygulardan değil.
Hatta onunda sizi sevmesi, aşkların en mükemmeli ama, sevmese nolcak.
Tahir ile Zühre
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmakta Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte.... Mesela bir barikatta döğüşerek Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil.. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil...
Bir kaç şiir önce geceydi Komşunun kaldığı yerden kendi kulağıma misafir oldum Duvarlar arası Kavafis… Damızlık kahırlardan bir sürü sitem doğurdum Duvarlar emzirirken yalın ayak kalmışlığımın körpe acısını.
Birkaç şiir önce uyuyup kaldığım üçlü koltukta Düşlerimi örtündüm üstüme . Bekledim … ‘’Kalk yatağına geç’’ diyen olmadı .
Ve şimdi üç beş şiir sonra avunacağım Bir aşk yazıyorum nah şuraya Bilmediğim bütün dillerde aşık oluyorum ?????? ??.
Diyebilirim ki ; İmkansızlığın mümkünsüzlüğü boyunca Ve hatta uzun uzadıya Dudaklarını konuşalım istiyorum Ellerini yüzümde bitirip Avuç içlerin kadar büyümek istiyorum
Hanımefendi kaça kadar sayabiliyorsunuz ? Saymayı unutmuşum yanlızlık kere açıldığını kapının…
Bu gün seni giyinmişken üstüme bütün bütün Üşümeyen düşler ver bana Ve hatta bin buse kadar tutku olsun yanında
Uzun uzun bakınca güzel adam yüzüne Gözlerimden yudumlayacağım her bir çizgini Bir dokunuş, bir koku, içime işleyen nefesin Ne çok şeyin kalacak tenimde Tenim kalsın ellerinde Git sonra .. Sonrası olmasa da
Şurdaki kocaman boşluğa Özgürlüğümü sever gibi seni sokuyorum Öyle beylik laflar edip tapınmayacağım bu aşka Yağmur sonrası toprak kokusu kadar ol buralarda
Tanı…. Al işte ben bu kadarım Bunlar ağrıyan yanlarım Bunlar tutarsız adımlarım Şu köşedekiler travmalarım Ruhumdaki dağınıklığım Hazırlıksız yakalanmış duygularım
Sizin şiir ve romanlarınıza ilham kaynağı olmak,kendi adıma hatta irem hanım adına konuşayım, grur verici. Birden kendimi Raif gibi hissettim.:))) . Teşekkür ederim.
2000 yılında bodruma geliyor. 5 gün bir barda calıyorlar. Bodrumu çok seviyor, kalmak istiyor bir yaz. Günlüğü 50 dolardan gecede 4-5 şarkı teklif ediyor. Bizim işletmeci sahibi biraz uzak durunca gidiyor 2003 de grammy ödülü alıyor..:)) norah
Bilmem.... Belki de böyle bir şeydir aşk .. ''A'' ne dersin? :))))
''D'',aşk böyle bir şey miydi?
:))
Takılı akıl bedeni takırdatır, kaos normalleştirir; akıl duvarı: ruhsal durumların.
"A" burası aşk delilerin yeriymiş,
"A"ben filozofça deli kaldım.
''A'' ; aşk böyle bir şey mi ?
Bence hiç fena değil...
Siz aşkı bilir misiniz?
çakıl taşımı yuttum
boğaz çukurunda karetta karetta yüzmekte..
Şairin de dediği gibi"Ben az konuşan çok yorulan biriyim"
Arkadaş Zekai Özger seni ve kedileri seviyorum..
If I could
If I could
If I could
Bu böyle devam eder gider.
Ha Raif..:))))
:)) Tesadüfe bak, seneler evvel Milena rumuzunu kullanmıştım.
Raif ,Maria , Milena.. çocuklar plan nedir?
Kaleminize sağlık Maria Puder.
Yine ilginç bir hikaye olmuş.
Okumaya başlayınca Aziz Nesinin ''Du Bakali N'olcek'' hikayesi aklıma geldi.
Sonra mehmetle elif nerde kaldı demeye başladım.
Medyaya yansınyan bir sürü olay hatırlıyorum. Aslında ülkemizdede ve dünyanın geri kalmış bir çok yerinde cocuk istismarı medyaya yansıyandan daha cok gibi. Bazı insanların inancımızda bademleme var deyip bu tür olayları sıradanlaştırdıklarını hatırlıyorum.
Kimsenin cinsel tercihi beni ilgilendirmez , ama çocuk istismarını kabullenmek, insanlıktan uzaklaşmaktır.
Milena; ressama bende kızdım. İkinci çırak veya ailesi temiz bir soba çektikleri aşikar.
İlginç bir hikaye olmuş yine Maria Puder. Okumaya başlayınca Aziz nesinin hikayesi aklıma gelmeye başladı ''Du Bakali N'olcek''. Kalemine sağlık. Ülkemizde çocuk istismarı medyaya yansıyanlardan bence daha fazla. Bir kısım insanlar, bu tür olayları inancımızda bademleme var deyip sıradanlaştırdıklarını hatırlıyorum.Bende ressama kızdım, Milena. İkinci çıraktan temiz bir dayak yediği kesin.
Hayat kadar acımasız ve hayat kadar gerçek..
duygusu çok sağlam bir öykü ''D'',tebrik ederim ..
..bir duygu seline kapıldım okurken hatta bir bombardıman desem yeri:)simit satan çocuklar,mülteciler,yaradılış,...Da Vinci,Dali ve Gala'sı,Zenne,Cani,.Persona............
Ehilleşmemiş duygularımızı göstermesi açısından da ayrıca değerli.
Ressam Allah belanı versin..(demesem içimde kalacaktı)
Ah bana neler etti:))
Tavsiye :
http://bonpurloryan.com/2017/03/20/20-yuzyil-8-kadin-surrealist-ressam-10589/
Bazen iki kere ölünür
Kaldırımlara değen topukları gecenin sessizliğine başkaldırıyordu. Bulunduğu izbe sokak arasından bir an önce çıkmak istiyordu. Daha birkaç ay önce iki sokak öte de arkadaşını bıçaklamıştı sevgilisi. Artık geceleri korkarak sokağa çıkıyordu. Her gece bu ara sokakları geçmek zorunda olmaktan nefret ediyordu. O başarılı bir ressam olacaktı…
Nefes nefese ana caddeye ulaştı sonunda. Kaldırımın kenarındaki tinerciler her zaman ki sotelerine çekilmişlerdi. Torbacı Arif karşı caddedeki kafede tezgâhı açmıştı. Beden pazarı sokak boyunca kurulmuştu. Bir dükkânın önünden geçerken durdu. Camdaki aksini inceledi. Daracık mini eteği, göğüslerini çok güzel gösteren dekolteli askılı bluzu, abartılı makyajı ile tam da buraya ait bir orospuya bakıyordu. Yıllar önce gömdüğü hayallerinin yası sadece gözlerinden okunuyordu. Ama kimse, hiç kimse görmüyordu. O başarılı bir ressam olacaktı…
Ağzındaki sakızı patlata patlata çiğnerken elindeki küçük el çantasını sallıyordu. Bir saattir tek bir müşteri bile onun yanında durmamıştı. Bu gece biraz para kazanamazsa işler oldukça zorlaşacaktı. Ev kirası yakındı ve dolapta artık yiyecek pek bir şey kalmamıştı. ‘’Ulan orospuluğu bile beceremiyorum’’ dedi yüksek sesle. Uzun zamandır bu işi yapmaya mecbur kalmıştı. Ama bir türlü üzerindeki tutukluğu atamıyor, müşterilerini kızdırıyordu. Ondan beklediğini alamayan bazıları öfkelenip dövmüşler, araçlarından kum çuvalı gibi yolun ortasına atıp gitmişlerdi. İnsanların en fazla ne kadar kötü olabileceklerini en iyi o bilirdi. Bu iğrenç kıyafetlerin içinde, bu sokakta ne işi vardı? O başarılı bir ressam olacaktı…
Yıllar önce oturduğu varoş semtin yetenekli çocuğu idi. Okul çıkışlarında ayakkabı boyayarak kazandığı para ile sprey boyalar almıştı. Sokakta duvarları boyayan o ressam abi gibi gördüğü bütün boş alanlara hayallerini çiziyordu. Muhteşem resimler değillerdi belki ama onun yaşında bir çocuk için çok başarılı resimlerdi. Bir gün yine duvar boyarken yanına bir araba yanaştı. Her şey ‘’sana resim yapmayı öğretmemi ister misin?’’ cümlesi ile başladı. Babasından her gün okul çıkışı onu atölyesine götürmek için izin almıştı bu iyi adam. Ücretsiz olarak resim kursu verdiği yetmiyormuş gibi kullandığı tüm malzemeleri de ressamın kendisi karışılıyordu. Evi ve atölyesi aynı bahçe içinde idi. Çok para kazandığını belli eden bir mal varlığı ve yaşantısı vardı. Arada sırada atölyeye gelen ilginç giyimli ve tuhaf konuşan arkadaşları ile onu sanki önemli biriymiş gibi tanıştırıyordu. Henüz on iki yaşında bir çocuk olmasına rağmen herkes onunla bir yetişkinmiş gibi konuşuyordu. Kendi ailesinden bile görmediği ilgiyi ve sıcaklığı bu garip insanlardan görüyordu.
Babası bazen bu işin çok uzadığını, ayakkabı boyarken hiç olmazsa üç beş kuruş getirdiğini söyleyip duruyordu. Yaptığı bir tabloyu ressamın bir arkadaşına satmıştı. Kendi eserinden para kazanıp babasına götürünce artık ailesi onun ressamla vakit geçirmesine hiçbir şey demiyorlardı. Herkes olan bitenden çok memnundu. Sanki bir rüyada yaşıyor gibiydi. Orada kaldığı süre boyunca hayalleri çığ gibi büyüdü. Artık kendisini önemsiz bir gölge gibi değil önünde güzel yarınları olan yetenekli genç bir insan gibi hissediyordu. ’’insan’’ gibi …! Artık biliyordu başarılı bir ressam olacaktı.
Üç ayın sonunda ressam ile artık iyice samimi olmuşlardı. Koca adam ona abi demesini istememişti. İlk isteklerinden biri de bu idi, ressama her zaman ismi ile hitap ediyordu. Alıştığı kültür gereği başta bu ona biraz tuhaf gelmişti ama orada gördüğü her tuhaflık gibi buna da zamanla alışmıştı. Mesela atölyeye gelen arkadaşlarının onunla sürekli dokunarak konuşmalarına, konuşurken bol küfürlü olmasına rağmen anormal kibar bir dil kullanmalarına, kadınla erkek arası acayip giyim tarzlarına, gündüz vakti bile içki içmelerine alışmıştı.
Yine okul çıkışından onu arabasıyla alan ressam ona yeni bir sürprizi olduğunu söylemişti. Çok heyecanlanmıştı. Önce birlikte yemeğe çıkmalarını ve orada bu sürprizi konuşmalarını rica etti. Onu hem yemeğe götürüyordu hem de bunun için ricacı oluyordu. Bu ressam gerçekten bir melekti. İyi bir insan denilince ilk aklına gelen tek kişi bu adamdı. Her şeyden önce ona hayallerini hediye etmişti. En sevdiği şeyi, resim yapmayı kitabına uygun bir şekilde öğretmişti. Dünya üzerinde bir Tanrı olsa kesinlikle o, bu ressam olurdu.
Yemekte kendisinin bir resmini yapmak istediğini söyledi ressam. Yüzü ve bedeni bu iş için çok uygunmuş. Çok yakışıklı bir genç olduğunu, vücut hatlarının mükemmel olduğunu, bunun mutlaka resmedilmesi gerektiğini söylemişti. ‘’istersen babanla da konuşabilirim. Ama ben bunu kendi aramızda çözeriz diye düşünüyorum. Sen artık kendi kararlarını verebilecek yaştasın’’ demişti. Onunla böyle bir yetişkinmiş konuşmasına bayılıyordu. Kendini gerçekten büyük ve değerli bir kişi gibi hissediyordu. Sonuçta abisi gibi sevdiği, ona türlü iyilikler yapmış olan ressam sadece resmini yapmak istiyordu. Bunu babasına söylemeye neden gerek olsundu.
Atölyede yeni bir sürpriz daha olmuştu. Ressam, tıpkı kendilerinin giydiği gibi ilginç, tuhaf, havalı ve pahalı kıyafetlerden ona da almıştı. Beden ölçülerini tam olarak tutturmasına çok şaşırmıştı. Bunları kabul etmek istemese de aşırı ısrara dayanamayıp giymişti. Ressamın karşında geçirdiği saatler sonunda resim şekillenmiş ve gerçekten tıpkı kendisine benzemişti. Çok mutlu olmuştu. Resim bittiğinde ressam o tabloyu kendisine hediye edebileceğini ama bir şartı olduğunu söylemişti. Eğer kendisine çıplak poz verirse ilk tablo onun olacaktı. Daha önce atölyede para karşılığında çıplak poz veren insanları görmüştü. Buna nü resim dendiğini de öğrenmişti. Bu nedenle teklif onu pek şaşırtmamıştı.
İkinci tablo oluşurken ressamın hareketleri ve ilgisi iyice değişmişti. Sürekli bir bahane ile onun bedenine dokunuyordu. Bakışları çok arzulu oluyordu. İşin tuhafı ressamın kendisine böyle tarifi zor dokunuşları onunda hoşuna gitmeye başlamıştı. Ressam ona ‘’ içindeki dişiyi ilk gün o duvara çizerken gördüm ben. Hadi kendini serbest bırak. Ne olması gerekiyorsa olsun. Ben sana aşığım’’ dedikten sonra her şey değişmeye başlamıştı. İlk gün olan bitene çok tepki göstermişti. Midesi bulanmıştı ve kusmuştu. Hemen üzerini giyinip oradan kaçmıştı. Bir hafta onunla gitmeyi reddetmişti. Akşam yatağa yattığında onun tenine dokunduğu anlarda hissettiği heyecanı düşünüyordu ve ressamı çok özlüyordu. Hiç bıkmadan her gün okul çıkışına gelmeye devam etmesini düşününce yüzüne bir gülümseme yayılıyordu. Ailesi neler olup bittiğini hiç fark etmemişti. Zaten dokuz kardeşin arasında onu kimse görmüyordu. Eğer eve para getirirse sadece o gün biraz sevgi ve ilgi görüyordu. Bunun dışında kaldığı yerden gölge olarak yaşamaya devam ediyordu. Ressamın onun gözlerinin içine bakarak konuşmasını, söylediği her şeyi dinlemesini, ona değer vermesini ve en çok da dokunuşlarını özlemişti. Sıcacıktı… Ressamın ona âşık olduğundan bir haftanın sonunda emin olmuştu. Ama kendi hislerini inkâr etmeye devam ediyordu. Böyle bir şeyin olması imkânsızdı. Erkek adam gider bir kız bulur sevişirdi. İki erkeğin sevgili olmasını düşününce artık midesinin bulanmamasına şaşırıyordu. Ressamı düşününce heyecan duymasına çok ama çok şaşırıyordu.
Yatağına uzanmış yine bunları düşünürken kapı çalındı. Onu kimsenin arayıp sormayacağını bildiği için oralı olmamıştı. Az sonra annesi ona seslenip kapıya gelmesini söyleyince içini garip bir heyecan kaplamıştı. İçten içe kapıda onu bekleyenin ressam olmasını dilediğine hayret etmişti. Evet, kapıdaki ressamdı ve onu arabasına davet etti. Annesinden izin alarak yakındaki bir kafeye gittiklerinde ona elindeki poşeti uzattı. Poşetin içinden çıkan kitabı eline alıp biraz karıştırıp ressamın önüne bıraktı. Ressam yeniden kitabı ona uzatıp ilk sayfayı açtı. Ressamın kendi el yazısı ile ‘’ Bu kitaptaki çırağın tarihte ikincisi neden sen olmuyorsun? Bize bir şans ver. Seni seviyorum.’’ Yazıyordu. Yazıyı okuyup başını kaldırdığında ressam ona’’ Mona Lisa’ya hiç dikkat ettin mi? Yani gerçekten dikkat ettin mi? O bir kadından çok bizden birine benziyor. Bu kitap sana yol gösterecek. Sana boş hayalleri değil gerçeğin zorlu yollarını tarif edecek. Da Vinci bile zorluk yaşamadan tarihe geçemedi küçük sevgilim. Senin şansın sen o başarı merdivenlerini çıkarken yanında ben olacağım’’ demişti. Kitabın ismi bile çılgınca idi ‘’Aklın uçuşları’’ …
O gün ressamla yeni hayatına başlarken yeni kimliğine de uyum göstermeye çalışıyordu. Önceleri sadece dokunuşların ve öpüşlerin olduğu ilişkide ilk birlikte olduklarında ressamın tecrübesi ile çok keyif almıştı. Çok canının yanacağının sanmasına rağmen ressamın ona gösterdiği azami şefkat ile mutlu bir ilk yaşamıştı. Yaşanan mutlu anların ardından ressam ona ’’Kitabı hatırla, çocukluk ve çıraklık geçiyor. Şimdi özgürlük sayfalarını yazıyorsun. Sana bir atölye kuracağım. ‘’demişti.
Ressam başka her şeyi bir kenara bırakıp sürekli onun resimlerini çiziyordu. Gelen arkadaşlarından aralarındaki ilişkiyi hiç gizlemiyordu. Diğerleri de bunu hiç garipsemiyordu. Hem aralarındaki uçurum derecesindeki yaş farkı hem de iki erkeğin arasındaki sevgili ilişkisi oldukça kabul edilemez olmasına rağmen ressamın çevresi bunu oldukça sıradan karşılamıştı. Zaten bu sonucu biliyorlarmış gibi hiç şaşırmamışlardı. Zaman akıp gidiyordu ama ressam bırak söz verdiği atölyeyi kurmayı her fırsatta onunla sevişmek için fırsat kolluyordu. Sanki çok az zamanları kalmış gibi büyük bir iştahla sürekli olarak her anın tadını şehvetle çıkarmaya çalışıyordu. Artık ona eskisi gibi resim sanatının sırlarını da öğretmiyordu. Ona zaman içinde geyşası gibi davranmaya başlamıştı.
Birkaç ayın sonunda ressamın ona olan ilgisi hızla azalmıştı. Atölyeye yeni bir çırak almıştı. Daha çok onunla vakit geçiriyordu. Ona hala saygılı davranıyordu ama eskisi gibi önemsemiyordu. Böyle davranmasının onu ne kadar üzdüğünü hiç umursamıyordu. Bir gün yine böyle üzgün bir şekilde ve tabi ki kıskanmış bir âşık olarak yeni çırağı ve ressamı izlerken yanına ressamın o çok güler yüzlü mirasyedi dostu yanaşmıştı. ‘’ seni böyle üzgün görmek benim canımı çok sıkıyor. Biraz hava alalım mı? Hem sana da iyi gelir.’’ Cümlesi ile yeni bir yakınlaşma dönemi başlamıştı. Ressamı kıskandırmak ve ona geri dönmesini sağlamak için mirasyedinin tüm yakınlığına karşılık vermişti. Ama tüm bunlar ressamın hiç umurunda olmamıştı. O yeni oyuncağını bulmuştu. Maymun iştahlı bir avcıdan başka bir şey olmadığını artık görüyordu. Bu neyi değiştirecekti ki?
Ressam onun artık kendi hayatına dönmesi gerektiğini, ona verebileceği yeni bir bilgi kalmadığını söylemişti. Yani özetle kapı önüne koyulmuştu. Mirasyedinin açtığı şefkatli kollarına çaresiz bir şekilde kendini bırakıp geri dönülmez yola artık iyice girmişti. Eski hayatına dönemezdi. Ailesi ondaki değişikleri iyice bariz olduğunda ancak fark etmişlerdi. Babası ve ağabeyi hastanelik edene kadar dövüp evden atmışlardı. Tek çaresi hastanede onu yalnız bırakmayan miras yedi idi. Ona âşık değildi ama sağladığı imkânları seviyordu. Ressama olan aşkı hiç ama hiç azalmıyordu. Ondan nefret etmesi bile aşkını yok edemiyordu.
Mirasyediden sonra hayatına onlarca sevgili girmişti. Ama ressama olan aşkı en masum hali ile hep aynı yerinde duruyordu. Bu gün bu kaldırımda bir fahişe olmasının nedeni o ressam olsa bile onu hep seviyordu. Tüm hayatını alt üst eden ressam ona ;‘’ Sana kim olduğunu gösterdim. Bana kızmaya hakkın yok. Sen zaten günün birinde bu yolu seçecektin’’ demişti. Bundan emin değildi. O zamanlarda bir kızdan henüz hoşlanmamış olabilirdi. Bu asla bir kadını sevmeyeceği, âşık olmayacağı anlamına gelir miydi? O gerçekten bu muydu? Yoksa yaşadıkları onu böyle olmaya mı zorlamıştı. Aslında seçimini kendisi yapmış gibi gösterilse de o gün için ressamın tecrübeli manevraları ile tuzağa çekildiğini çok sonra anlamıştı. Şimdi istese de başka türlü olamıyordu. Bir kadınla birlikte olmak hiç içinden gelmiyordu. Bunu seçecekse bile kendi tercihi ile olmasını isterdi. Şimdi yaşadığı hayatı neden yaşadığını bilmeden sonuçlarına katlanıyordu.
Kaldırıma oturup çantasındaki ruju çıkardı. Kolları ve bacakları olan kocaman bir penis çizdi. Sonra bunun yanına iki koca meme çizerken yanında bir araba durdu. Onun bir müşteri olduğunu düşünüp ayağa kalktı. Sol kolunu arabanın üstüne koyup yeni yaptırdığı dolgun göğüslerini göstererek eğildi. Aracın içine baktığında an durmuştu. Hareketsiz bir şekilde öylece şoför koltuğundaki yaşlanmış, yıpranmış ama onun aşkı olan ressama bakıyordu.
- Beni nasıl buldun?
- Çok zor olmadı küçük sevgilim. Beni bilirsin çevrem geniştir.
- Bunca zaman sonra ne istiyorsun?
- Seni çok özlüyorum. Hadi gel evimize gidelim.
Üzerindeki şaşkınlığı atmak için yeniden kaldırıma oturup bir süre daha öyle kaldı. Başındaki peruğu çıkarıp, gözlerindeki yaşları sildi. Yeniden aracın camından eğilip ‘’ ben kullanacağım’’ dedi. Bir süre yol aldıktan sonra;
- Evin yerini sormayacak mısın?
- Ben yolu biliyorum.
- Neden şimdi diye sormayacak mısın?
- Hayır.
- Çok hızlı gidiyorsun.
- Evet.
- Yapma dur refüje çarpacağız Mehmet.
- Mehmet’i yıllar önce öldürmüştün. Bana lütfen Elif de…
D...
Yüreğinize sağlık, Maria Puder
Güzelmiş.
Bugün Berlin sokaklarında Arnavut kaldırımlarına arkadaş notalar gibisiniz. Siz güzel bir şiir gibisiniz.
Kafka öldükten (verem- tüberküloz) sonra, milena yada Maria puder öldükten sonra (verem- tüberküloz) sonra Raif . Milena yada Raif aradan gecen onsuz onlarca yıl, biraz daha sevseydim demişlermidir.??
''Dene ….
Belki…
sevErsin…''
Bence sevgi yada aşk deneyerek sonuca varılan bir duygu değil. Sevilirseniz o aşkların en mükemmeli, sevmese ne olcak..
Tahir ile Zühre
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmakta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte....
Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil..
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil...
Nazım HİKMET RAN
Yüreğine sağlık, Maria Puder.
Güzel olmuş.
Bugün Berlin sokaklarında , güzel bir şiir gibisiniz.
''Dene
Belki
Seversin''
Sevgi , aşk deneyerek ulaşılan duygulardan değil.
Hatta onunda sizi sevmesi, aşkların en mükemmeli ama, sevmese nolcak.
Tahir ile Zühre
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmakta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte....
Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil..
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil...
NAZIM HİKMET RAN
Bilmediğin bütün dillerde aşık olunca,işte o zaman ölüm uykudur Deniz .
Çok teşekkürler..
O ZAMAN ESKI BİR ŞIIRİM GELSİN :)
nE sEn kafka nE bEn milEna
Bir kaç şiir önce geceydi
Komşunun kaldığı yerden kendi kulağıma misafir oldum
Duvarlar arası Kavafis…
Damızlık kahırlardan bir sürü sitem doğurdum
Duvarlar emzirirken yalın ayak kalmışlığımın körpe acısını.
Birkaç şiir önce uyuyup kaldığım üçlü koltukta
Düşlerimi örtündüm üstüme .
Bekledim …
‘’Kalk yatağına geç’’ diyen olmadı .
Ve şimdi üç beş şiir sonra avunacağım
Bir aşk yazıyorum nah şuraya
Bilmediğim bütün dillerde aşık oluyorum
?????? ??.
Diyebilirim ki ;
İmkansızlığın mümkünsüzlüğü boyunca
Ve hatta uzun uzadıya
Dudaklarını konuşalım istiyorum
Ellerini yüzümde bitirip
Avuç içlerin kadar büyümek istiyorum
Hanımefendi kaça kadar sayabiliyorsunuz ?
Saymayı unutmuşum yanlızlık kere açıldığını kapının…
Bu gün seni giyinmişken üstüme bütün bütün
Üşümeyen düşler ver bana
Ve hatta bin buse kadar tutku olsun yanında
Uzun uzun bakınca güzel adam yüzüne
Gözlerimden yudumlayacağım her bir çizgini
Bir dokunuş, bir koku, içime işleyen nefesin
Ne çok şeyin kalacak tenimde
Tenim kalsın ellerinde
Git sonra ..
Sonrası olmasa da
Şurdaki kocaman boşluğa
Özgürlüğümü sever gibi seni sokuyorum
Öyle beylik laflar edip tapınmayacağım bu aşka
Yağmur sonrası toprak kokusu kadar ol buralarda
Tanı….
Al işte ben bu kadarım
Bunlar ağrıyan yanlarım
Bunlar tutarsız adımlarım
Şu köşedekiler travmalarım
Ruhumdaki dağınıklığım
Hazırlıksız yakalanmış duygularım
Dene ….
Belki…
sevErsin….
Eğlencesine yazdığım bu öykü bugün başka bir edebiyat sitesinde günün yazısı oldu: )
Ilham kaynağım sağlam. Nazım sizi tanımıyor da ondan :)
:)))), 10 numara olmuş.
:)) nedense bu geldi aklıma.
Bu da ''Yürü be Raif :))''. Milenanın Kafkaya ilk mektubu gibi, hissettirdi. :)))
Yürü be Raif :)))
Sizin şiir ve romanlarınıza ilham kaynağı olmak,kendi adıma hatta irem hanım adına konuşayım, grur verici. Birden kendimi Raif gibi hissettim.:))) . Teşekkür ederim.
2000 yılında bodruma geliyor. 5 gün bir barda calıyorlar. Bodrumu çok seviyor, kalmak istiyor bir yaz. Günlüğü 50 dolardan gecede 4-5 şarkı teklif ediyor. Bizim işletmeci sahibi biraz uzak durunca gidiyor 2003 de grammy ödülü alıyor..:)) norah
?t=3m9s