eger yapilmis ve yapilacak binbir cesit tarifleri kaale alacak olsaydim, sadece bir kisinin aski dogru tarif ettigine inanmaktansa hic kimsenin aski tarif edemedigine inanirdim...ask odur iste...evet o...sonra gelip de ne diye sorma...sen de ben de biliyoruz ki o var...mahiyeti neymis nasil biseymis nereden bileyim...ugradigi zaman gorulemiyor...cunku herseyini alip kendi hesabina kullaniyor, seni onlarsiz birakip...o geldigi zaman onu bilebilecegin herseyi kaybediyorsun...sonra gittiginde de bilmedigin sey hakkinda tarifler diziyorsun...
ne dinlere, yerlesik degerlere saldirmak ne de kadinlara(bu kucuk mesele ne kadar muhimmis meger) ...hic biri bence bu adamin yonu degilmis....o sanki baska bir limana bakiyor, kor olduguna bakmadan...
su alemde oyle pislikler isleniyor ki ben idamin bile o pislikleri temizleyecegini kabul etmiyorum....ve bu fitrat lisanimla, her zaman onlari temizleyecek bir kazanin kaynatilmasini diliyorum...burada imkansiz, cunku o zaman tum dunyayin kaynamasi gerekirdi...
merhum, yasadigini yazmistir ve bu bakimdan en hasbi sairlerimizdendir...o tasannu' yani yapmacik nedir bilmez...muhakkak ki o muthis bir enkazin, dumani bile yanan bir yanginin, temeli basli basina bir saray olan bir harabenin kan aglayan bulbulu idi...ama hep sasarim, ben su rahat denizinde ye's yani umitsizlik icinde her dem bunalmisimdir da O cile pazarinda, namus pazarinda hep umitten ve azimden bahsetmistir...ah elimizde olsa da O'nu zamanin edip(!) lerinin gozunun onune sahsiyet abidesi diye dikebilseydik...
turkce'yi cogu turk'ten iyi kullanir...tasavvuf bilgisi takdire sayandir...ikbal'den yaptigi cevirilerle turkce'ye cok seyler kazandirmistir...topragi bol olsun, cogu musluman'in yapmadigi iyiligi o Islam'a yapmistir...
'ben' Allah'i bilebilmek icin insanogluna verilmis vahid-i kiyasi hukmunde bir sey...oldukca seffaftir, bir turlu ele avuca gelmez...yakalayamazsiniz ama hakkinda en acik fikir sahibi oldugunuz seydir 'ben'...ampirik olarak ulasilmaz bilgisine...nasil ulasildigini da kimse bilmez...ama her insan kendi ben'ine ulastigi kadar hicbir seye ulasmamistir bu kadar muvaffakiyetle...son olarak, muthis bir hikmet usaresi olarak, darb-i mesel olarak bir soz:'kendini bilen Rabb'ini bilir...'...dedik ya vahid-i kiyasidir...
cogu kere taninmis isim vererek bir satir yazmak, kendi fikrinizle yuzlerce satir yazmaktan daha prestijli oluyor...asagida alintiladiklarima katiliyorum demiyorum, ama necip fazil'in vucudu, bazi meshur isimleri nasil da kopurtmus bakin diyorum...evet manaya degil, belki heyecana bakmalisiniz asagidakileri dogru anlayabilmek icin...
«— Türkiye'nin tuzu biberi tarzında insanlar vardır. Bilhassa İstanbul'da, bilhassa Ankara caddesinde... Bunlardan biri Süleyman Nazif'ti; biri Ahmet Haşim'di; biri Yahya Kemal'dir. Bunların kimi daha büyük, kimi devâsâ... Gençler arasında da –Necip tabiî gençtir– bir tip aramak lâzım gelirse, Necip Fazıl gelir. Yalnız şairliğiyle değil, orjinalliği ile mühim bir şahsiyettir. İnsanlar yeknesaklıktan bıkıyor; orjinal iklimlere doğru bir pencere açmak istiyor. İşte o zaman Necib'e rastlayınca güzel bir hava insanın yüzüne çarpıyor. Gerçi bu hava bazan çok şiddetli geliyor. Pencere önünde oturamaz oluyorsunuz. Fakat herhalde başka bir penceredir. Bilhassa benim için fazla enteresan... Bu pencere, adi sokak esprilerine bakmıyor. Gayet güzel bir çeşnisi var; Maveradan bahsediyor. Necib'in «Ben ve Ötesi» şiirini hatırlarsak, şairin kendi ötesinden bahsediyor. Dünyada Mistisizm kalmadı. Bu, Neo-mistisizm yapıyor...»
«— Şairliğinde mükemmeldir. Bence, dünkü sofî şiir mezhebini bugünkü lisanla halihazırda en iyi söyliyenlerden biridir. Görüşleri, ruhu şairdir... Yalnız mizacı bakımından, şair olduğu mezhebin buradaki büyüklerine benzemekten ziyade, Avrupa'daki orjinal büyük şairlere bilâ ihtiyar benzemek yolunu tutmuştur. Meselâ Mevlâna'nın mesleğini, janrını, onun tasavvurunu ve yaşayışını alacak yerde Baudelaire'inkini alır.
…………………….
Bütün kendine zararlı olan kabahatleri de, kendi içindeki mahkemede, Baudelaire'e ve Baudelaire gibi bazı mübalâğaları görülen diğer Avrupa şairlerine benzemekle mazur gösterir. Fakat şunu daima hatırda tutmalı ki, kendi lisan edasını, gençliğin bir kısmına aşıladığı muhakkaktır. Bu itibarla bir ekol başlangıcı yapmış sayılabilir.»
«— Fransız edebiyatında Baudelaire, Verlaine nasıl bir yeni ürperişse bizim edebiyatımızda da Necip Fazıl o kadar başka bir görünüştür. Duyuş ve lirizm bakımından kendi içimizde hiçbir üstadı yoktur. Onun getirdiği duyguları Hâmit ve Fikret te bilmezlerdi. Gerçi bizim edebiyatımızda ötedenberi ferdî ruhun şiiri vardır, fakat Necib'in getirdiği yeni ürperişten mahrumdur. Garpte Hugo, Byron, Shakespare, bizde Hâmit, Fikret, Kemal, parlak ve gürültülü bir şiirin sahibidirler. Necip Fazıl'ın şiiri, Baudelaire'in, Verlaine'in ruhu gibi, gürültüden, sesten, hattâ tabiîlikten kaçan bir ruhtur. Bizim eskilerden Fuzulî ve Yunus onu biraz andırabilir.»
dinsizlik aslinda bir kayit tanimazlik tezahurudur...dinsiz millet olamaz cunku milletin fertlerini birbirine baglayan en buyuk amil dindir...ve din millete guven duygusu verir, sirtini yaslayacagi bir tukenmez gucu gosterir din...hatirlayalim roland'in sarkisi, odesa, ilyada ve daha nice destanlar hep bu hakikatin bir tezahuru olarak cikmislardir...bu suna benzer, bir cocuk tren yolu uzerinde oturmus duruyor...derken bir tren beliriyor...simdi eger o cocuk bilse ki o trenin bir kullanicisi var, bunun kullanicisi beni muhakkak gorur cunku onun gozu keskindir der ve o trenden korkmaz, hem bilir ki onun kullanicisi treni rayindan cikarmaz ve boylelikle en azindan rayin uzerinden kalkar ve selametle hayatina devam eder...ama eger o cocuk trenin bir kullanicisi oldugunu bilmezse, onun muazzam bir canavar zanneder ve delicesine, zelilcesine oraya buraya kosmaya baslar ki beni yakalamasin diye...iste bunun gibi milletler ve fertlerde bu cocuk hukmundedir...eger bilseler ki baslarina gelen her hadise velev ki musibet olsun, biri tarafindan gozetiliyor; onu boyle anlayip selametle yasarlar...ama iste bu gozeticiyi bilemeyen millet ve fertler ise her musibette zelil olurlar onun bunun maskarasi olurlar...iste bundandir ki din milletlerin hayatidir...
nietzsche az sozle cok sey ifade etmeyi amaclayan birisi...dolayisiyla bilhassa bu kitabinda oldukca kapali bir dil kullanmis...kendisi bu ozelligiyle ovunur...bir yerde bazilarinin bir kitapta anlattiklarini ben on cumlede anlatiyorum dedigini hatirliyorum...ayrica bazi arkadaslarin yaptigi gibi hemen silinip atiliverilecek bir adam degildir nie...o herseyden once cins bir kafadir ve ben bu adamin cehennem icindeki heyecanli ruyalarindan cok sey ogrenilebilecegini dusunuyorum...
arif nihat asya'nin ideolojisini falan paylasmiyorum, ama kendisini takdir ederim cok guzel siirleri vardir...oncelikle kim ne derse desin dile hakimiyet kurmustur....her ne kadar divan edebiyati diliyle yazdigi zibil gibi siirleri olsa da, zamanenin anlayabilecegi tarzda yazdigi guzel siirleri de vardir...ornegin duasi, naat'i, bayrak'i falan falan...
Hatice’nin goncası
Aişe’nin gülüydün..
Ümmetin göz bebeği
Göklerinresulüydün..
Elçi geldin, elçiler gönderdin;
Ruhunu Allah’a; elini ümmetine verdin,
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan;
Medine’ye göçerdin..
Biz,
Bu dünyadan nereye
Göçelim ya muhammed!
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“ebu leheb öldü” diyorlar;
Ebu leheb ölmedi ya muhammed!
Ebu cehil; kıt’alar dolaşıyor...
.
.
.
Hased gururla savaşta;
Gurur; kaf dağında derebeyi..
Onu da yaralarlar kanadından
Gelse bir şefkat meleği..
İyiliğin türbesine,
Türbedar oldu iyi..
Vicdanlar sakat
Çıkmadan ya muhammed yarına!
İyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına...
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi taiftir, kimi hayberdir...
Fethedemedik ya muhammed
Senelerdir...
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi;
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği..
Bayram yaptı yabanlar
Semave’yi boşaltıp;
Save’yi dolduranlar
Atını hendeklerden – bir atlayışta –
Aşırdı aşıranlar..
Ağlasın yesrib!
Ağlasın selmanlar...
ustadin nesre hakimiyeti ve uslubuna bir ornek mahiyetinde baska derin maksatlara da kaynaklik edebilecek bir yazisini aktariyorum....
• ÇIFITA CEVAP!
Kâfirin Abdullah, ahmağın Zeki, erzelin Afif ismini alması gibi kendisini (Vatan) diye isimlendirmiş ufunet bezinin, bize bundan onbeş gün kadar evvel çıkmış bir nüshasını gösterdiler.
Bu paçavrayı, hakkımızdaki deni ve şenî tahrike iştirak etmemek suretiyle Türlüklerini, mukaddesatçılıklarını, insanlıklarını gösteren ve büyük Türk okuyucusu kütlesine tamamen malik bulunan gazetelerin hiçbir şartına sahip telâkki etmemekle beraber, üzerimize ondan bir hücum gelmesi ihtimalini hayal bile edemezdik. Zira, o gazeteyi temsil eden, ona renk ve seciye veren insanlık lekesinin bütün cemaziyülevvel ve âhirine, dosyalık çapta bir bilgi, görüş ve anlayışla vâkıf bulunuyorduk. O da bu kuvvetimizi herkesten iyi bilenlerdendi. Zira bundan evvel Fatih'in muazzez ruhaniyeti huzurunda patriklere fâtiha okuttuğu, Türk ocaklarına burnunu soktuğu, Nâzım Hikmet vesilesiyle resmen ve alenen komünizmayı müdafaaya kalkıştığı zaman maskesini o tarzda düşürmüş ve öyle bir söz söylemiştik ki, bir insanın bu sözü duymamazlıktan gelmesi için ancak 'bütün ahlâki kayıtlarla alâkasını kesmiş' olması lâzımdı. Fakat duymamazlıktan geldi. Zira korktu. Zira o günlerde aleyhimizde bir hava görmemekte, gerçek âmme vicdanı ve gençlik kütlesinin saflarımızda oludğunu bilmekte; ve bembeyaz 'Müslüman -Türk' tenimize arkadan sokmağa yelteneceği pıhtı kusan kıskacını kullanabilmek için gereken hain şartları ittifakına alamamış bulunmaktaydı.
Nihayet, fırsat bu fırsattır sandı; ve zehirini, metodların esfellik ve erzellikte yektâ bir nümunesiyle dökmiye yeltende. Ne yaptı, biliyor musunuz? Gûya mücerret ve umuî, bizimle ve şahıslarla alâkasız bir başmakale içine ayrı bir fasıl ekleyerek, böylece hakikî kastını cesaret ve sarahatle belirtmek erkekliğini gösteremeyerek, sadece birkaç okuyucusuna ve hükûmete karşı bize çattığını belli ederek, fakat bunu bizim gözümüzden saklıyabilecek olursa bir kat daha mes'ut olacağını ve bu suretle yerin dibine geçirilmekten kurtulacağını düşünerek, hâsılı cihanda en pespaye bir insanın dahi tenezzül etmeyeceği bir sinsilik derekesine düşerek, bize, kundakçılık, hayâsızlık, pervasızlık, fesat ve irtica isnat etti. Hakkımızda, koskoca bir başmakalenin içine gömülü ve dışından belirsiz olarak da 'her türlü ahlâki kayıtla alâkasız' tabirini kullanmaya kadar gitti. İşte adam, işte usul, işte hayâ, işte hüner! Bu denî taktiğinde de kısmen muvaffak oldu. Çünkü hâdibeden, tam onbeş gün sonra haberdar olabildik. Yukarıda insanlık lekesi diye sıfatlandırdığımız ve daima böyle sıfıtlandıracağımız bu adam, eğer hakkımızdaki iğrenç tahkirin, hiçbir fezahat ve redaet yuvasında eşine rastgelinmez serseriler ve şantajcılar arasından elde ettiği, Polis ikinci şubesindeki dosyalarından başka kimsenin tanımadığı tiplerden olsaydı, derhal bu yazısiyle onu kanun huzuruna çeker, kendisiyle orada hesaplaşmayı tercih ederdik. Fakat bu insanlık lekesi, gûya bir başmuharrirdir, yılan vücutlu bir gazetenin tepesinde başkuş kafasıdır, son derece hain ve gizil bir metodun sahibidir, içtimaî bir suikast eserinin seri müelliflerinden birisidir, binaenaleyh kendisiyle hesaplaşacak yer, mahkeme değil, âmme huzurudur, kalem ve kelâm kürsüsüdür, dâva meydanıdır, babıâli kubbesidir! ! !
Gel berû, iman ve ahlâk kayıtlarının (K) harfini bile rüyasında bir kere görmemiş olan sefil!
Sen ne cesaretle müslüman Türkler memleketinde konuşabilirsin ki, bir dönmesin; büyük baban Sabatay Sevi'nin zakkum kanını taşıyor; ve İslâm diyanetini, Türk milletini parçalamak gayesini güdüyorsun!
Sen, birtakım bulanık şartlara güvenip nasıl kuruyası dudaklarını kıpırdatabilirsin ki, bir zamanlar, Türk İstiklâk Hareketinin mâsûm günlerinde resmen ve alenen Amerikan mandasını istemek suretiyle vatan hainliğini göstermiş ve bu babda hakkında broşürler neşrolunmuş müseccel bir nâmertsin!
Sen nasıl ve ne yüzle 'ahlâk' kelimesini kanalizasyon lezzetli ağzına alabilirsin ki, 'ahlâk' kelimesinin baş harfi diye (a) işaretini gördüğün her yerde sıhhi imdat çağırması icap eden bir tipsin! (Büyük Doğu) sahibinin 'Bir Adam Yaratmak' piyesi temsil edilirken 'oradaki kadınla kimi kastettiniz? ' sualinden, tâ Elhamra sineması ve klüp hikâyelerine kadar, istersen ve dilersen, bu mevzua senin için baş vurmaya lüzum görmediğimiz Türk hâkiminin huzurunda ve senin müracaatınla konuşalım! Eğer ister ve dilersen, bize edeceğin tek mukabeleyle, bu işi Linotipler ve baskı makineleri huzurunda da konuşabiliriz. Her şey senin istek ve dileğine bağlıdır.
Elverir ki, bir zamanlar, muazzez ve mübarek bir soydan gelen 'Ehli Sünnet' gazetesinin ismet ve nezaket örneği sahibine yaptığın ve bütün zayıf müslümanlara tevcih ettiğin gibi, hakikatte bize değil, Allaha ve Resûlüne düşman olan suikastçı kalemini (Büyük Doğu) ya yöneltmek cesaretini göstermeyesin; ve hesabını görecekleri güne kadar menfur ve melûn köşende 'sus, pus' oturasın! ... Sen bilirsin, tercih hakkını sana bırakıyoruz.
sezai karakoç
06.02.2004 - 04:02cok buyuk mutefekkir cok...degeri gun gectikce daha iyi anlasilacak...
aşk
02.07.2003 - 17:51eger yapilmis ve yapilacak binbir cesit tarifleri kaale alacak olsaydim, sadece bir kisinin aski dogru tarif ettigine inanmaktansa hic kimsenin aski tarif edemedigine inanirdim...ask odur iste...evet o...sonra gelip de ne diye sorma...sen de ben de biliyoruz ki o var...mahiyeti neymis nasil biseymis nereden bileyim...ugradigi zaman gorulemiyor...cunku herseyini alip kendi hesabina kullaniyor, seni onlarsiz birakip...o geldigi zaman onu bilebilecegin herseyi kaybediyorsun...sonra gittiginde de bilmedigin sey hakkinda tarifler diziyorsun...
friedrich wilhelm nietzsche
02.07.2003 - 17:43ne dinlere, yerlesik degerlere saldirmak ne de kadinlara(bu kucuk mesele ne kadar muhimmis meger) ...hic biri bence bu adamin yonu degilmis....o sanki baska bir limana bakiyor, kor olduguna bakmadan...
cahit sıtkı tarancı
02.07.2003 - 17:39Gün Eksilmesin
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulum, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
nicesi boyle diye diye gitti, ama illaki gitti...demek ki olume baska bir care aramak lazim...
idam cezası
02.07.2003 - 17:34su alemde oyle pislikler isleniyor ki ben idamin bile o pislikleri temizleyecegini kabul etmiyorum....ve bu fitrat lisanimla, her zaman onlari temizleyecek bir kazanin kaynatilmasini diliyorum...burada imkansiz, cunku o zaman tum dunyayin kaynamasi gerekirdi...
mehmet akif ersoy
02.07.2003 - 17:30merhum, yasadigini yazmistir ve bu bakimdan en hasbi sairlerimizdendir...o tasannu' yani yapmacik nedir bilmez...muhakkak ki o muthis bir enkazin, dumani bile yanan bir yanginin, temeli basli basina bir saray olan bir harabenin kan aglayan bulbulu idi...ama hep sasarim, ben su rahat denizinde ye's yani umitsizlik icinde her dem bunalmisimdir da O cile pazarinda, namus pazarinda hep umitten ve azimden bahsetmistir...ah elimizde olsa da O'nu zamanin edip(!) lerinin gozunun onune sahsiyet abidesi diye dikebilseydik...
cahit sıtkı tarancı
01.07.2003 - 00:07siirlerini olgunlastiramadan goctu gitti...bilmem erken gitti demek dogru olur mu? ..
annemarie schimmel
28.06.2003 - 13:12turkce'yi cogu turk'ten iyi kullanir...tasavvuf bilgisi takdire sayandir...ikbal'den yaptigi cevirilerle turkce'ye cok seyler kazandirmistir...topragi bol olsun, cogu musluman'in yapmadigi iyiligi o Islam'a yapmistir...
ben
26.06.2003 - 01:10'ben' Allah'i bilebilmek icin insanogluna verilmis vahid-i kiyasi hukmunde bir sey...oldukca seffaftir, bir turlu ele avuca gelmez...yakalayamazsiniz ama hakkinda en acik fikir sahibi oldugunuz seydir 'ben'...ampirik olarak ulasilmaz bilgisine...nasil ulasildigini da kimse bilmez...ama her insan kendi ben'ine ulastigi kadar hicbir seye ulasmamistir bu kadar muvaffakiyetle...son olarak, muthis bir hikmet usaresi olarak, darb-i mesel olarak bir soz:'kendini bilen Rabb'ini bilir...'...dedik ya vahid-i kiyasidir...
ölüm
24.06.2003 - 18:40hic iki hic ya da yok arasi bir hep ya da var olabilir mi? ..bunu nasil dusunebiliyoruz...
insan
20.06.2003 - 00:25her insan potansiyel insandir...insan olmaya calismak insani insan eder...belki sultan eder...
necip fazıl kısakürek
19.06.2003 - 23:57cogu kere taninmis isim vererek bir satir yazmak, kendi fikrinizle yuzlerce satir yazmaktan daha prestijli oluyor...asagida alintiladiklarima katiliyorum demiyorum, ama necip fazil'in vucudu, bazi meshur isimleri nasil da kopurtmus bakin diyorum...evet manaya degil, belki heyecana bakmalisiniz asagidakileri dogru anlayabilmek icin...
necip fazıl kısakürek
19.06.2003 - 23:53Yaşar NABİ:
« — BİR MISRAI BİR MİLLETE ŞEREF VERMEYE YETER! …»
necip fazıl kısakürek
19.06.2003 - 23:53Nurullah ATAÇ:
«— Yarına kalacak tek şair: Necip Fazıl... Bence şimdiye kadar gelen şairlerin en büyüğüdür O...»
necip fazıl kısakürek
19.06.2003 - 23:53Vâlâ NUREDDİN:
«— Türkiye'nin tuzu biberi tarzında insanlar vardır. Bilhassa İstanbul'da, bilhassa Ankara caddesinde... Bunlardan biri Süleyman Nazif'ti; biri Ahmet Haşim'di; biri Yahya Kemal'dir. Bunların kimi daha büyük, kimi devâsâ... Gençler arasında da –Necip tabiî gençtir– bir tip aramak lâzım gelirse, Necip Fazıl gelir. Yalnız şairliğiyle değil, orjinalliği ile mühim bir şahsiyettir. İnsanlar yeknesaklıktan bıkıyor; orjinal iklimlere doğru bir pencere açmak istiyor. İşte o zaman Necib'e rastlayınca güzel bir hava insanın yüzüne çarpıyor. Gerçi bu hava bazan çok şiddetli geliyor. Pencere önünde oturamaz oluyorsunuz. Fakat herhalde başka bir penceredir. Bilhassa benim için fazla enteresan... Bu pencere, adi sokak esprilerine bakmıyor. Gayet güzel bir çeşnisi var; Maveradan bahsediyor. Necib'in «Ben ve Ötesi» şiirini hatırlarsak, şairin kendi ötesinden bahsediyor. Dünyada Mistisizm kalmadı. Bu, Neo-mistisizm yapıyor...»
necip fazıl kısakürek
19.06.2003 - 23:52Eşref ŞEFİK:
«— Şairliğinde mükemmeldir. Bence, dünkü sofî şiir mezhebini bugünkü lisanla halihazırda en iyi söyliyenlerden biridir. Görüşleri, ruhu şairdir... Yalnız mizacı bakımından, şair olduğu mezhebin buradaki büyüklerine benzemekten ziyade, Avrupa'daki orjinal büyük şairlere bilâ ihtiyar benzemek yolunu tutmuştur. Meselâ Mevlâna'nın mesleğini, janrını, onun tasavvurunu ve yaşayışını alacak yerde Baudelaire'inkini alır.
…………………….
Bütün kendine zararlı olan kabahatleri de, kendi içindeki mahkemede, Baudelaire'e ve Baudelaire gibi bazı mübalâğaları görülen diğer Avrupa şairlerine benzemekle mazur gösterir. Fakat şunu daima hatırda tutmalı ki, kendi lisan edasını, gençliğin bir kısmına aşıladığı muhakkaktır. Bu itibarla bir ekol başlangıcı yapmış sayılabilir.»
necip fazıl kısakürek
19.06.2003 - 23:51Vasfi Mahir KOCATÜRK:
«— Fransız edebiyatında Baudelaire, Verlaine nasıl bir yeni ürperişse bizim edebiyatımızda da Necip Fazıl o kadar başka bir görünüştür. Duyuş ve lirizm bakımından kendi içimizde hiçbir üstadı yoktur. Onun getirdiği duyguları Hâmit ve Fikret te bilmezlerdi. Gerçi bizim edebiyatımızda ötedenberi ferdî ruhun şiiri vardır, fakat Necib'in getirdiği yeni ürperişten mahrumdur. Garpte Hugo, Byron, Shakespare, bizde Hâmit, Fikret, Kemal, parlak ve gürültülü bir şiirin sahibidirler. Necip Fazıl'ın şiiri, Baudelaire'in, Verlaine'in ruhu gibi, gürültüden, sesten, hattâ tabiîlikten kaçan bir ruhtur. Bizim eskilerden Fuzulî ve Yunus onu biraz andırabilir.»
dinsizlik
18.06.2003 - 00:02dinsizlik aslinda bir kayit tanimazlik tezahurudur...dinsiz millet olamaz cunku milletin fertlerini birbirine baglayan en buyuk amil dindir...ve din millete guven duygusu verir, sirtini yaslayacagi bir tukenmez gucu gosterir din...hatirlayalim roland'in sarkisi, odesa, ilyada ve daha nice destanlar hep bu hakikatin bir tezahuru olarak cikmislardir...bu suna benzer, bir cocuk tren yolu uzerinde oturmus duruyor...derken bir tren beliriyor...simdi eger o cocuk bilse ki o trenin bir kullanicisi var, bunun kullanicisi beni muhakkak gorur cunku onun gozu keskindir der ve o trenden korkmaz, hem bilir ki onun kullanicisi treni rayindan cikarmaz ve boylelikle en azindan rayin uzerinden kalkar ve selametle hayatina devam eder...ama eger o cocuk trenin bir kullanicisi oldugunu bilmezse, onun muazzam bir canavar zanneder ve delicesine, zelilcesine oraya buraya kosmaya baslar ki beni yakalamasin diye...iste bunun gibi milletler ve fertlerde bu cocuk hukmundedir...eger bilseler ki baslarina gelen her hadise velev ki musibet olsun, biri tarafindan gozetiliyor; onu boyle anlayip selametle yasarlar...ama iste bu gozeticiyi bilemeyen millet ve fertler ise her musibette zelil olurlar onun bunun maskarasi olurlar...iste bundandir ki din milletlerin hayatidir...
dinsiz
17.06.2003 - 17:47dinsiz en mutaassip dindardir...
din
17.06.2003 - 17:44dinsizlik de aklin afyonudur...
böyle buyurdu zerdüşt
17.06.2003 - 17:37nietzsche az sozle cok sey ifade etmeyi amaclayan birisi...dolayisiyla bilhassa bu kitabinda oldukca kapali bir dil kullanmis...kendisi bu ozelligiyle ovunur...bir yerde bazilarinin bir kitapta anlattiklarini ben on cumlede anlatiyorum dedigini hatirliyorum...ayrica bazi arkadaslarin yaptigi gibi hemen silinip atiliverilecek bir adam degildir nie...o herseyden once cins bir kafadir ve ben bu adamin cehennem icindeki heyecanli ruyalarindan cok sey ogrenilebilecegini dusunuyorum...
böyle buyurdu zerdüşt
17.06.2003 - 12:45nietzsche'nin insanliga en derin eseri verdigini soyleyerek ovundugu kitabi...
arif nihat asya
14.06.2003 - 13:28arif nihat asya'nin ideolojisini falan paylasmiyorum, ama kendisini takdir ederim cok guzel siirleri vardir...oncelikle kim ne derse desin dile hakimiyet kurmustur....her ne kadar divan edebiyati diliyle yazdigi zibil gibi siirleri olsa da, zamanenin anlayabilecegi tarzda yazdigi guzel siirleri de vardir...ornegin duasi, naat'i, bayrak'i falan falan...
Hatice’nin goncası
Aişe’nin gülüydün..
Ümmetin göz bebeği
Göklerinresulüydün..
Elçi geldin, elçiler gönderdin;
Ruhunu Allah’a; elini ümmetine verdin,
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan;
Medine’ye göçerdin..
Biz,
Bu dünyadan nereye
Göçelim ya muhammed!
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“ebu leheb öldü” diyorlar;
Ebu leheb ölmedi ya muhammed!
Ebu cehil; kıt’alar dolaşıyor...
.
.
.
Hased gururla savaşta;
Gurur; kaf dağında derebeyi..
Onu da yaralarlar kanadından
Gelse bir şefkat meleği..
İyiliğin türbesine,
Türbedar oldu iyi..
Vicdanlar sakat
Çıkmadan ya muhammed yarına!
İyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına...
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi taiftir, kimi hayberdir...
Fethedemedik ya muhammed
Senelerdir...
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi;
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği..
Bayram yaptı yabanlar
Semave’yi boşaltıp;
Save’yi dolduranlar
Atını hendeklerden – bir atlayışta –
Aşırdı aşıranlar..
Ağlasın yesrib!
Ağlasın selmanlar...
necip fazıl kısakürek
12.06.2003 - 19:20ustadin nesre hakimiyeti ve uslubuna bir ornek mahiyetinde baska derin maksatlara da kaynaklik edebilecek bir yazisini aktariyorum....
• ÇIFITA CEVAP!
Kâfirin Abdullah, ahmağın Zeki, erzelin Afif ismini alması gibi kendisini (Vatan) diye isimlendirmiş ufunet bezinin, bize bundan onbeş gün kadar evvel çıkmış bir nüshasını gösterdiler.
Bu paçavrayı, hakkımızdaki deni ve şenî tahrike iştirak etmemek suretiyle Türlüklerini, mukaddesatçılıklarını, insanlıklarını gösteren ve büyük Türk okuyucusu kütlesine tamamen malik bulunan gazetelerin hiçbir şartına sahip telâkki etmemekle beraber, üzerimize ondan bir hücum gelmesi ihtimalini hayal bile edemezdik. Zira, o gazeteyi temsil eden, ona renk ve seciye veren insanlık lekesinin bütün cemaziyülevvel ve âhirine, dosyalık çapta bir bilgi, görüş ve anlayışla vâkıf bulunuyorduk. O da bu kuvvetimizi herkesten iyi bilenlerdendi. Zira bundan evvel Fatih'in muazzez ruhaniyeti huzurunda patriklere fâtiha okuttuğu, Türk ocaklarına burnunu soktuğu, Nâzım Hikmet vesilesiyle resmen ve alenen komünizmayı müdafaaya kalkıştığı zaman maskesini o tarzda düşürmüş ve öyle bir söz söylemiştik ki, bir insanın bu sözü duymamazlıktan gelmesi için ancak 'bütün ahlâki kayıtlarla alâkasını kesmiş' olması lâzımdı. Fakat duymamazlıktan geldi. Zira korktu. Zira o günlerde aleyhimizde bir hava görmemekte, gerçek âmme vicdanı ve gençlik kütlesinin saflarımızda oludğunu bilmekte; ve bembeyaz 'Müslüman -Türk' tenimize arkadan sokmağa yelteneceği pıhtı kusan kıskacını kullanabilmek için gereken hain şartları ittifakına alamamış bulunmaktaydı.
Nihayet, fırsat bu fırsattır sandı; ve zehirini, metodların esfellik ve erzellikte yektâ bir nümunesiyle dökmiye yeltende. Ne yaptı, biliyor musunuz? Gûya mücerret ve umuî, bizimle ve şahıslarla alâkasız bir başmakale içine ayrı bir fasıl ekleyerek, böylece hakikî kastını cesaret ve sarahatle belirtmek erkekliğini gösteremeyerek, sadece birkaç okuyucusuna ve hükûmete karşı bize çattığını belli ederek, fakat bunu bizim gözümüzden saklıyabilecek olursa bir kat daha mes'ut olacağını ve bu suretle yerin dibine geçirilmekten kurtulacağını düşünerek, hâsılı cihanda en pespaye bir insanın dahi tenezzül etmeyeceği bir sinsilik derekesine düşerek, bize, kundakçılık, hayâsızlık, pervasızlık, fesat ve irtica isnat etti. Hakkımızda, koskoca bir başmakalenin içine gömülü ve dışından belirsiz olarak da 'her türlü ahlâki kayıtla alâkasız' tabirini kullanmaya kadar gitti. İşte adam, işte usul, işte hayâ, işte hüner! Bu denî taktiğinde de kısmen muvaffak oldu. Çünkü hâdibeden, tam onbeş gün sonra haberdar olabildik. Yukarıda insanlık lekesi diye sıfatlandırdığımız ve daima böyle sıfıtlandıracağımız bu adam, eğer hakkımızdaki iğrenç tahkirin, hiçbir fezahat ve redaet yuvasında eşine rastgelinmez serseriler ve şantajcılar arasından elde ettiği, Polis ikinci şubesindeki dosyalarından başka kimsenin tanımadığı tiplerden olsaydı, derhal bu yazısiyle onu kanun huzuruna çeker, kendisiyle orada hesaplaşmayı tercih ederdik. Fakat bu insanlık lekesi, gûya bir başmuharrirdir, yılan vücutlu bir gazetenin tepesinde başkuş kafasıdır, son derece hain ve gizil bir metodun sahibidir, içtimaî bir suikast eserinin seri müelliflerinden birisidir, binaenaleyh kendisiyle hesaplaşacak yer, mahkeme değil, âmme huzurudur, kalem ve kelâm kürsüsüdür, dâva meydanıdır, babıâli kubbesidir! ! !
Gel berû, iman ve ahlâk kayıtlarının (K) harfini bile rüyasında bir kere görmemiş olan sefil!
Sen ne cesaretle müslüman Türkler memleketinde konuşabilirsin ki, bir dönmesin; büyük baban Sabatay Sevi'nin zakkum kanını taşıyor; ve İslâm diyanetini, Türk milletini parçalamak gayesini güdüyorsun!
Sen, birtakım bulanık şartlara güvenip nasıl kuruyası dudaklarını kıpırdatabilirsin ki, bir zamanlar, Türk İstiklâk Hareketinin mâsûm günlerinde resmen ve alenen Amerikan mandasını istemek suretiyle vatan hainliğini göstermiş ve bu babda hakkında broşürler neşrolunmuş müseccel bir nâmertsin!
Sen nasıl ve ne yüzle 'ahlâk' kelimesini kanalizasyon lezzetli ağzına alabilirsin ki, 'ahlâk' kelimesinin baş harfi diye (a) işaretini gördüğün her yerde sıhhi imdat çağırması icap eden bir tipsin! (Büyük Doğu) sahibinin 'Bir Adam Yaratmak' piyesi temsil edilirken 'oradaki kadınla kimi kastettiniz? ' sualinden, tâ Elhamra sineması ve klüp hikâyelerine kadar, istersen ve dilersen, bu mevzua senin için baş vurmaya lüzum görmediğimiz Türk hâkiminin huzurunda ve senin müracaatınla konuşalım! Eğer ister ve dilersen, bize edeceğin tek mukabeleyle, bu işi Linotipler ve baskı makineleri huzurunda da konuşabiliriz. Her şey senin istek ve dileğine bağlıdır.
Elverir ki, bir zamanlar, muazzez ve mübarek bir soydan gelen 'Ehli Sünnet' gazetesinin ismet ve nezaket örneği sahibine yaptığın ve bütün zayıf müslümanlara tevcih ettiğin gibi, hakikatte bize değil, Allaha ve Resûlüne düşman olan suikastçı kalemini (Büyük Doğu) ya yöneltmek cesaretini göstermeyesin; ve hesabını görecekleri güne kadar menfur ve melûn köşende 'sus, pus' oturasın! ... Sen bilirsin, tercih hakkını sana bırakıyoruz.
Toplam 104 mesaj bulundu