Ömrün baharında tanıdım onu,
Kavurdu kalbimi, volkan eyledi.
Açmıştı gönlümde aşkın her tonu,
Dağıttı derdimi, hayran eyledi.
Yarama merhemdi sıcacık eli,
Final haftasıydı. Sekiz saattir konuların, soruların, özetlerin dik yamaçlarında kürek çekiyordum. Kazan gibi olmuştu kafamın içi, hem de keşkek kazanı. “Bu kadar yeter, nefesleneyim biraz.” dedim.
Mutfağa gidip kahve pişirmeyi denedim, olmadı. Sallama çay yapsam diyecek oldum, “boş ver, test sorularını çözerken zaten yeterince salladım” dedim. Balkona çıktım. Beni görünce gülümsedi begonvil, fesleğen, kalanşo, biber, nar ve fasulyeler... Güneş saklambaç oynuyordu bulutlarla. Sokağa sapan seyyar satıcının sesi doldurmuştu sokağı. Bir sürü insan toplanmış, köşe başındaki inşaat alanında hafriyat çalışması yapan kepçeye bakıyordu. Ne kadar meraklı oluyordu şu insanlar!.. Bir bardak soğuk su içip çıktım mutfaktan.
“Ne yapsam, ne yapsam?” diye düşünürken miktarını günledir merak ettiğim kumbaramdaki paraları saymak geldi aklıma. Keyifle koştum kumbaranın bulunduğu misafir odasına. Tam kapıya uzanmak üzereydim ki birden yerde buluverdim kendimi. Baktım, gerçekten yerdeki kendimim. “Ne oldu?” diye soracak zamanım çoktu.
Mor ufuklu çöllerde seken topal ceylanım,
Handân okunla vurdun, kalp kuşumun kalbini;
Sır sende, letâfet sende; ben koyu yalanım,
Merhem olmaz sensiz, tesellinin biri, bini…
Mevsimler bile erirken matemimden,
Çöreklenirken saçlarıma kış,
Suskunluğumun, dibi yanık hıçkırığıdır,
Titrek kâğıtlardaki sıska kelimelerim,
Konuyorlar lâl olmuş kuşlar gibi dilime...
Ezeli dostum kalemi daldırıp elime,
Esmer sahifelerde derdime ağlıyorum,
Küllenmiş satırlarla sızımı dağlıyorum…
Trenler gelir gider sürekli bu şehre;
Neşe mi taşır, gam mı bilinmez.
Bir fukara yolcuyum hasret çölünde
Raylara değil, kumlara hiç değil,
Gözbebeklerime kazıdım adını,
Gayri silinmez.
Fethiye kordon boyundayım;
Güneş, pastel boyalarını almış eline
Manzara kondurmuş huzur sandalına.
Mora, maviye, laciverte dönen
Denize daldırıyorum önce gözlerimi,
Bir de çok sevdiğim turkuaz düşlere.
Sinem çöle döndü, gözlerim uzun göle
Hayat gülüm yâd ellerde mahzun köle.
Bir zehirli çığlıktır göçebe yalnızlığım
Ruhuma heyelan gibi boşluk doldu.
Atıldığım ateşler düğüm düğüm
Yalvaç gurbetinin boz bulutları
Savrulan ruhumun son umutları.
Açılır intizârımın gri boyutları
Koşarım süzülen günün ardından.
Alnımda buğu buğu erir zaman
Mutluluk rü’yadır, beklemez bir an.
Serin ikindilerle yıkanırken
Şu kısa ömrün sonbaharı,
Çıngırağını çalar çılgın rüzgâr.
Yağmur yağmur savruluyor,
Saçların rüzgârda.
Esiyor, dağıtıyorsun,
Bahar yüklü bulutları,
Sel oluyorsun yollarda.
Sonra,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!