-I-
Beriler serseri, çağımız çılgınca acı ve çiğ;
Ateşböceği şavkında söylenen cılız sözler,
Yankısı susan ses, umutsuzluğa çalınan nefes,
Işığa karşı yabancı…
Çırpındı pirina iştahında fena arzular,
Hasret ateşimden tutuştu faylar
Heyecan, endişe, nice olaylar.
Sevda kuraklığı, matem lalesi
Gömgök ekin iken yandı buğdaylar.
Yalnızlık diyarıdır bu ıssız yer
Sokaklarında huzur aranan.
Geçse de pek çok seneler
Gurbetlik dinmez bir an.
Buğulu gözler, titrek eller,
Dil-rüba “ses”in yolunu gözler.
Sitem edip saplama yarama hançer,
Bu saatten sonra sitem kâr etmez.
Tamam, dost acı söyler amma,
Gücümüz geçmişi getirmeye yetmez.
Kabre dek taşınır bu onurlu yük,
Ihlamurlar diyordun ya hani;
Geçen mevsim, aşk bayramında
Ihlamurlar bir açsa diyordun;
Ferah, içten, baygın
Cennet tadında
Ekmek gibi
Ayvaya fıstık der şu insanoğlu
Tahlilde netleşir gerçeğin özü.
Burnunun ucunu göremez amma
Koparma derdinde gökten yıldızı.
Sirkeye yatırır asrî bilimi
Türlü tuzaklar kurulmuş hayat yoluma,
Bilemedim ne yapayım, nasıl aşayım?
Kırmızıdan şaştım, sarılardan usandım,
hava, gözlerin gibi ışıl ışıl;
silinmiş gökten kasavet, hüzün.
nihayet geldi nevruz
Üstüme çöktü yine sılanın acısı;
Bu buruk sonbahar gününde.
Güneşin cılız ve loş ışığı,
Titriyor gönül telimde.
Yürüyorum,
İki büklüm yollarda.
Altı neresi bu dünyanın, üstü nerede ey bilge hallaç?
Ne oldu, neredeyim, kimdi bana seslenen, saat kaç?
Acımaz zaman adlı atlı; vurur kırbaç üstüne kırbaç,
Düşmüşüz sarı saçlı güz ırmağına, kaçabilirsen kaç…




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!