Yağmur yağmur yanarken gecem,
Alev topuyla düğümlenir bilmecem.
Gittin gideli içim boş, gözüm loş,
Hem yakarsın hem ferahlatırsın,
Dumansız ateş misin kuzum sen?
Bir görünürsün, bir kaybolursun,
Zamansız güneş misin kuzum sen?
Çiftçimiz ekin eker,
Kışın buğday, yazın tütün diker.
Tembellik yavaş yavaş yiter,
Bizim çiftçimiz sayesinde.
Buğdaylar atar başak,
Eskimez bestedir dilime dolanan
Nice aşkların, savaşların, ilklerin
Bahar gözlü, bal özlü, kınalı
“Et ü kemik büründüm, Yunus diye göründüm.”
Aradan yedi yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ gönlümüze dolmaya, ruhumuzu beslemeye, manevî dünyamızı aydınlatmaya devam eden bir nefes, bir ışık, bir pınar, bir ulu denizdir “Bizim Yunus”. Gönlümüzün, kültürümüzün, dil ve edebiyatımızın baş tacıdır. Onun Allah ve insan sevgisi gibi Türkçe sevgisi de yüzyılları aşıp günümüze ulaşmıştır.
“Mühim olan zaman, mekân, mesafe değil, bir gönle girebilmektir.” hükmü gereği; zikri, fikri, memleketi, yaşı ne olursa olsun Anadolu ve Rumeli’nin en ücra köylerinde bile adını, sanını duymayan; şiirlerini, en azından birkaç mısraını ezbere bilmeyen; ilâhîlerini şevkle dinlemeyen ve onu sevmeyen bir Türk insanı düşünülebilir mi?
Perişan kaldım çamurlu yollarda
Yılanlar zehirli, kan kusturuyor
Bir anına razıyım sonsuzluğun
Karanlık dehlizler göz açtırmıyor.
Semayı sarmış kapkara bulutlar
-I-
Alnımda karış karış çizgiler
Kokusu burnumda tüter ekmeğin
Işıltılı rüyadan akseden
Umut desteleri emzirir
Altın kâsesinde kavrulan taneleri.
Ejderha alevidir güzün gürzden nefesi
Esmer vadilerin yorgun türküsünde.
Savrulur yılkı atlarının terkisinde
Deniz gözlü yağmur kuşları,
Bulanır yine su başları.
Günler hızla geçiyor,
Hayat yavaş yavaş bitiyor,
Karanlık üzerime çöküyor,
Bir yaş daha yaşlandım.
Geçen günlere baktım tek tek
Kıştan kalma efkârlı bir bahar günüydü. Siyah benekli kurşunî bulutlarla kaplanmıştı gökyüzü. Güneşin zerresi bile yoktu. Sırtına lime lime, kahverengi, dar bir ceket geçirmişti kır saçlı, derin düşünceli, göç yorgunu adam.
Başı, bağrı, yakası açık; yağmura, çamura, sele aldırmadan, ağır aksak tırmanıyordu yokuşu. Yırtık ayakkabılarından sular sızıyordu ayağına. Hafif kambur olan beli yılların ağırlığı altında eğilen tavan tahtası gibi biraz daha bükülmüştü. Arada bir esen rüzgârın keskin kırbacını, iliklerine kadar hissediyordu.
Saçlarında şebnem, gözlerinde buğu, kalbinde çığlık çığlığa hicran şarkısı. Gidilememiş yerlerin, söylenememiş sözlerin, küllenmiş közlerin yankısı… Hatıralar zihnine, hasretler gönlüne, hayal kırıklıkları ruhuna, son yılların bir şiiri de diline dolanmıştı:




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!