Gecenin bu en karanlık anında,
Venüs’ü andıran hatıranı izliyorum.
Buluşuruz diye mehtabın koynunda,
Yemyeşil bahçeler gizliyorum...
Sıcak gülüşün, cömert bakışların,
Gurbet yamaçlarını hüzün kapladı,
Güz gürzünü eylül dala sapladı.
Pitoresk bir tablo, notası: sızı
Yaprak dökümüdür dökülen dizelerden.
Sürgüne uğramış sürgünler gün ötesine,
Kederden hıçkırıyor, bak her sine.
-I-
Çılgın sahraların göğsüne kadar
Uzanır zamanın parmak uçlar
Ruhumun aynasıdır, ruhun.
Nazın, edan, sevdan alır aklımı
Yola, çöle, dile düşürür.
Yavaşça uzatsam ellerimi göğe
Hissetsem bulutların yumuşaklığını.
Çeksem içime doya doya
Baharın misk ü amber havasını.
Koşsam taptaze kırların üstünde,
Hatıra kuşandım cepken yerine
Kurşundan maziyi sıkasım gelir.
Yıllardır ağlarım kendi kendime
Keban olup bendi yıkasım gelir.
Ezelden işlenmiş yazgına adım,
(28/01/1999, 16:13)
Yaktın bağrımı cayır cayır ey cani!
Aşkımızı bir pula sattın da gittin.
Saadet derecektik dört mevsim hani?
Cana hicran okunu attın da gittin.
Aydınlığımdır gözlerinin karası,
Tatlı tatlı kaşınır gönül yarası,
Âşık ile maşuğun has aşk şırası,
Gül kanatlı hasret kazanında pişer...
Doğduğu ay olduğundan mı, yoksa kimliğini en çok besleyen çağ olduğundan mı bilinmez!..
Aşkın, umudun, ışığın olduğu kadar mayısın da tutkunuydu; fakat eylülün mahkûmuydu. Ekvatorla kutuplar kadar zıt, sarmaşıklar gibi iç içe olan bu hâl, onu kâh ateş olup kahreder, kâh bayram gibi sevindirirdi.
Gülün ayı mayısla birlikte gönlünün ve tabiatın bin bir cilvesine şahit olmak, mutluluğun ta kendisiydi; ama ya eylül?
Yüz yıllık gamı zedeler,
Efkarı imbikten süzer,
Suyun elmas sırçası…
-I-
Göğün yamacına saplanır
Kül rengi akşamlar,
Gömülür derin yalnızlıklara
İzbe damlar.
Gün çok yorgun




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!