Duydum ki karlar erimiş, su çağlarmış,
Kışın açtığı yara, kabuk bağlarmış,
Anacığım gelmedi diye ağlarmış,
Geçer mi memleketin baharı bensiz?..
Nasıl canlanmıştır yamacı, anızı,
Bulmak için gönlümdeki ışığı
Sinalar'ı aştım,
Everestler'den taştım ben.
Yalın ayak dolaştım
Buzdan yokuşları, közden kışları.
Şu dünya labirentinin
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
(Şeyh Galip, 1757-1799)
Bizi yoktan, hiçlikten; varlık ve insanlık âlemine çıkaran Hâlık’ımıza hamd olsun…
Bu sonbahar daha buruk benim için;
Bir o kadar sarımsı, tatsız, tutuklu,
Yüreğime saplandı ölümün paslı kılıcı,
Duruyor karşımda hayatın en girift bilmecesi.
Dallar perişan, yapraklar ıslak,
Kuşlar, sincaplar bile çekilmiş etraftan,
Yüreğime hapsolan iki damla yaş,
Kanıyor, kaynıyor bak yavaş yavaş,
Sabırsızlanıyor gül olup uçmak için.
Kaf dağına hapsolmuş şafak,
Günler, say say bitmez.
Yârin hayali ile aydınlanmış gözüm,
Masal, düş gibisin; efkârın derin,
Zümrüt yamacında sümbül olayım.
Düğümü çözülsün meçhul kaderin,
Hasreti bitiren formül olayım.
Ne güzeldir şimdi çiçek, yemişler,
Renk renk pullanır Yeşilırmak’ım, uzayıp gider,
Alaca kayalar, yüce doruklardan göz eder,
Yalısı, misketi namlıdır; Ferhat’tan söz eder,
Sıra tepeler içinde bir incisin Amasya’m.
Yâd edilmek dilemiş camisiyle Beyazıt han,
Acılar çekmiştin davan uğruna
Hapis gurbetini medrese bildin.
Mütevazı idin, mağrura yalçın
Edeptir çizgimiz, dedin daha dün.
Tebessümün ışık, varlığın candı
Kolum tutmadı, ayaklarım sürüklendi yola,
Efkârlı gözlerle baktım sağa sola.
Hüzün boşanır, kalmaz dizde derman,
Kalanlara son bir el daha sallanır.
Otobüs mecburen gurbete yollanır...
Güç verir bana seni sevmek,
Hem güç gelir.
Bir adın kar, bir adın güneş senin.
Sen yoksun diye;
Düştüm kan çanağı derde,
Sancılarım katlanır dörde.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!