namütenahi gözlerin birazcık sokulurdu gözlerime
göz aynama dökülürdü sonsuz mavilikte ki sevinci
o sıcacık muhabbeti epeyce uzun sürerdi
vakitsiz olurdu göz ayrılıkları
göz sancılarına dönüşen hele o kaş çatmaları
güneş ışığını yayar gibi ay nurunu salar gibi
karanfil kokusu serptim yollara
ışıkların sustuğu zamandan beri
yanmış hislerin külleriyle dolu kalbim
mezar kazıyorum onlara hafızamın boşluklarında
bir damla yaş
acı bir sızı
sabaha koşan nehirlerin
ötelere akar birikmiş zemheri suları
ne peygamber kalır hasırlarda
ne de kullara mesken olacak taze uykuları
bir müberra beldenin mücella makamından
Çocuk olup kaçardım düşlerime
ya da hayallerimi uyuturdum dizlerimde
böyle gecelerde
gözümü açsam
tavan üstüme inecek gibi olurdu
her akşam yetim düşler
öksüz sokaklar ,
çıplak ayaklı anne seslerini bekliyor
zihnin en aç yerine yapışık sefalet çilesi
sıcak çorba buğusu
ekmeğin buğday kokusunu bekliyor
akıp giden zaman ırmağının ardından
insanlara dair hikayelerle örülü
her bir sokağı ayrı bir duyguyla yüklü
hüzün ve özlem dolu
insan hayatlarını besteleyen
kendi türküsünü söyleyen şehirler
İyi başlar tüm hikâyeler, ama değişir insan
Neden sert olmanın kırılmayla,
dalgalanmanın sakinleşmeyle neticelendiğini unuturuz?
Altın ışıklarıyla o ihtişamlı ağustos ayı geldi,
artık tabiat kendi içine dürülüp nefeslenerek
yanmayı seçecek.
dalga sesleri cama vuruyor
vapurun buğulu penceresine adımı yazıyorum
elimde bir simit
bir bardak çay
hülyalara dalmışım
deniz mavi
yokluk nedir
yokluk ne zindandaki yusuf nede zindandan kurtulmaktır
bütün dileklerden, bütün yönelişlerden bütün emellerden
bir çırpıda vazgeçebilmektir yokluk
aşk efsanesindeki şirinin aşkıdır yokluk
gecenin loşluğu yavaş yavaş ortalığa yayılmaya başlamıştı
gözlerinden gözlerime hayranlık akıyordu
yüzünde hasıl olan her heyecan
daha evvelinden beklenen bir dost gibi
renk vermemek kaygısını içinde



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!