senden kalbimin duvarlarına eski bir ferman asılı
dağınık, kırık dökük, derbeder
rengi alev dumanı o mağrur silsileden
yüz kez yanan yüz kez sönen günahlardan
dudaklardan akan,
sana hibe edilmiş bir aşk şarkısı
her biri bir dağdı savaşta,
onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
savaş meydanında ne gördün diye sor
düşmanlara sor onları
bedire sor
Ve ben Ömer Dede’yi izliyorum çaresizce.
Bu kışı geçirmesi öyle zor ki...
Oysa öğrendiğim şeylerden biriydi,
“olacağın içindeki hayra ,
olduktan çok sonra tesadüf edildiğini.”
Zamanın koyu renk saçlarını
sen ufkumda bir tutkusun
seni seyrederim bir daha bir kez daha
uzanır içime ince bir sızı
ayrılıktan vuslata
vuslattan hasrete sen yürürsün
senle yürürüm azap mevsimlerine
bu kitap ki
yoktan Yaratan’a özge bir sanattı o
hiçbir kelam
hiçbir söz, eş olmaz bir harfine
bu senin hayalinde canlanacak
kelimelerini senin boyayacağın bir hikaye
yanına bir fincan al lütfen
bir kum saatinden zerre zerre
savrulmadan iklimlere bir rüzgar gibi
billur kırıkları dağılmadan hayallere
kaç kara geceydi
bilir misin
bir fecir vakti ki
ömrümün tüm susuzluğuna eş
ıslanmıştım ruhuma kadar
ışıklı beyaz bir top gibiydi ay
gök kubbede gülümseyen bir yüzdü
Ve sonra seni yaratan Rabbinin adıyla oku dedi
Özgürlüğün ilk yağmurları düşerken tenine
Bağrında korlaşan her ateş
Bir volkan kadar
Ve sonra kuşatmışken benliğini nefsine şöyle dedi
ismi bile unutulmuşken
yokluğun tanımsız ayazı duvarlara sinmişken
teli koparılmış sazların sessiz nağmelerini çalalım
sonra sabaha varmadan infaz yemiş zamanı
ıslık yapıp düşürelim dudaklarımızın arasına



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!