Sen Olmak Seninle Olmak
Durgun gölün gizlerine bırakmak duyguları
Dinginliğin içinde kopan fırtınalarda kaybolmak
Ruhun derinliklerinde yaşarken umutlar
Suya dokunan parmakların sesinde seni dinlemek
Hesapsız Kullandığım Zamanın Acısı
Ben senin yokluğunu kar tanelerinin saflığında, ayazın göğsüne yaslanıp senin sıcaklığını hissederken gökten sevda türküleri gibi yere düşen kar taneleri, titreyen bir serçenin nefesinde can buluyordu. Yılların ardında kalan terk edilişlere lanet ediyordum, unutulmaya dair ne varsa hepsini hapsediyordum beynimin kıvrımlarına.
Yalnızlın boğuk sesindeki yitikliğe kapı açmanın son darbeleriydi. Kimsesizliğim boşlukta vuran saat gonkları gibi yankılanırken hatırlanmakla hayal edilmek arasındaki gelgitlerdeyim. Seninle yaşamak için doğduğumu düşünürken sensizliğin hasretinde boğuluyorum.
Nefesimden nefes, suretimden suretsin,
Ruhumdan ruh olup,bedenime geçensin,
Söze harfe sığmayan bir ilişki
Böyle bir aşk kime nasip olmuşki..
Şimdi şah damarımdan daha yakınsın bana
Seni sevmek sana inanmaktı,
Seni sevmek sana teslim olmaktı,
Seni sevmek sende huzur bulmaktı,
Senin yokluğun ise ateşlerde yanmaktı...
Hüzün gemisine bindirdin sonunda,
Anı raflarından süzüldü yaşananlar, her biri kalın bir romanın arasına sıkıştırılmış küçük hikâyeleri gibi. Adını koyamadığımız duyguların esiri olmuştuk. Yeniden, hayata dönüş yolunun başında, söylenmemiş cümleler ile yürüyorduk. Sözcükler yüreklerimize tane tane düşerken keşif edilmemiş kentin sokaklarında el ele dolaşıyorduk.
Geceyi sabaha vuran zamanların gizeminde kelimelerin nefeslerinde soyunup, göz bebeklerimizle sevişiyorduk. Zaman denen ağır küllerin altında, yavaş yavaş yok olmanın arifesini yaşarken. İşgal altında bile duyguların avaz avaz haykırdığı zamanı yaşayanlardandık. Parçaları savrulmuş bir yaşamın ortalarında sevgi susuzluğumuzu gideriyorduk aşkı kana kana içerken.
Biz aşkı oyun sananlardan değil, dolu dolu yaşayanlardandık. Verilen hükümsüzlüklerde bile cezanın en ağırına razı olanlardandık. Yarınların korkuları olmadı hiç, ellerimizin birbirimize dokunması yeterdi. Göz pınarlarımızın birikintileri yürek gölümüzü doldurması ile hayat bulduk. Avuçlarımızda sıcaklığımız gözlerimizde kaybolmayan görüntülerimizle. Yasak sevişmelerin tutsaklığında yeni günlere yeni umutlar doğurduk. Ömür sonbaharını bitirip kışa dönerken.
Sabahçı mekânlarda dönüp dönüp sana susuyorum. Sana dair hatıralarda ne varsa yakıp yıkıp attım. Unutmaya çalışıyorum yaşanmışlıkları, seni ve senden kalanları bir çırpıda silmek istiyorum, unutulmaya dair ne varsa. Ölüm unutmaksa eğer yaşama son vermek gibi, aşka da ölümle son vermek istiyorum.
Anıları içime nefes gibi çekip, seni hatırlatan ne varsa unutmak için çekilesi dertlere katlanıyorum. Yeni yaşamımda sensizliğe dönmek istiyorum ölüm denen sonsuzluğun yeni başlangıçlara neler getireceğini bilmeden.
Neden her aşkın içinden ayrılık geçer ve bu ayrılıklar giderken bir şeylerde götürür insandan. Unutmak unutulmadığının göstergesi dense de yinede yaşarsın yüreğinin en ücralarında. Yalnızlığın nefesinde ısınırsın bazen de kavurucu ateşler yakar bedenini
Yeryüzüne düşürdüğüm gözyaşlarımın birikim sebebiydin, açtıkça çoğalan, açıldıkça büyüyen. Aklımın ardına attığım yüreğimin odalarına sakladığımdın. Konuşmadan dinlendirdiğim, sarılmadan sarmaladığımdın. Nefesinde ısınırken üşüdüğüm, ayazında yandığımdın. Günahımın korkusu, sevgimin ateşiydin. Dillere düşen gizim, aşikarı sevdamdın. Sen yürek mekanından düşene kadar.
Önce umutlarımı toparladın, çünkü onlar ortalıktaydı. Sonra hayallerimi çıkardın çekmecelerden birer birer ve ben toz duman içinde kaldım. Yüreğimin bir köşesinde terk edilen çocuğun titremeleriyle seyrettim seni toparlanıp giderken.
Kendini götürüyordun ama bilmiyordun ki ben sen olmuştum. Beni alıp gidiyordun yanında; uzattığın el, aldığın nefes olarak yanındaydım. Ardında kalan ise içi boşaltılmış, sadece gözleri bakan bez bebek gibi kalakalmıştım.
Coştukça çoğaldı yüreğim bend vuramadım,
Özü ateş olan aşk, kalbimi kavurdu.
Göze perde indi, kulaklara kurşun,
Masumluğumu yitirdim, gözlerinde kayboldum.
Kalbimi kalbinin yanına yasladım,
Sokak lambalarının fısıltılarına karışıyordu Ağustos böceklerinin sesi. Gecenin yalnızlığına ortak olup yıldızların altında sokak namelerini söylüyorlardı. Günün karmaşasında duyulmayan nefeslerin sıcaklığı ile serinlerken bir yığın hüzün dökülmüştü kaldırımlara.
Her adımda ayrı bir hüzün vardı, gülüşü sönen yüzlerden toprağa düşen damlalar, çaresizlikten sürünen ayaklardan dökülen tozlar yorgun günün ardında bıraktıklarıydı. Sessiz sakin kentin içinde yaşadıkları.
Uzak diyarlarda ki sokaklar geldi aklına. Sabahı bilmeyen, sevinci, özlemi, aşkı, gülmeyi unutan insanların yaşadıkları kent sokakları. Silah seslerinde karışan çocuk ağlamaları. Duvarlarında çığlıkları yankılanan kadınlar. Günlerden hangi gün? Aylardan hangisiydi? Sahi en son ne zaman yemek yemişlerdi? Yeni elbiselerini ne zaman giymişlerdi? Güneş artık toz bulutlarının ardından doğuyordu. Gece ile gündüzün farkı yoktu. Kıyamet mi kopmuştu da onların haberi yoktu.
Düşlerimde dinlediğim ninnilerimin makamındasın alıp götürmediğim. Yüreğimin sunak taşına damlayan gözyaşımda seni yıkıyorum. Yüreğim acıyor yazılmamış sözcüklerin ağıtlarına duruyorum. Kadere isyanım almış başını gidiyor ve ben isyankâr ruhumun günahları ile ellerine uzanıyorum.
Vurulduğum topraklarda sesin yankılanır, anılar düşer toprağa. Nadasa kalan ömrümün arta kalanlarından olursun. Başka sevgileri barındırmayan yüreğimde zaman hep kendi şarkılarını söyler. Bir şarkı sözü, bir film karesi beni sana getirirken ben parçalanmış yüreğimin parçalarını topluyor olurum.
Gülün yapraklarında ki nefesin ısıtsa da tenimi ben senin sıcaklığını özlüyorum. Bir sigara yakıyorum, dumanında senin yüzün, elimi dokunmak için uzattığım da yakamozlar arasında kayboluyorsun. Zifiri gecenin koynunda sarılmış beklerken katran karası boşluk beni içine alıyor. Boğulan sesim içimde yükseldikçe içimde patlayan volkanın közlerinde yanıyorum.
çok güzel bir şiir yazanı kutluyorum...bir yürek çırpıntısı bir ağrı...kaleminize sağlık...