Bu sabah yine sana özlemlerle uyandım. Sesine hasret günlerde… Konuşacak ne çok şey birikti. Özlem yağmur gibi bütün bedenimi ıslatırken. Dilin söyleyemediklerini.kalem yazmaya başladı.Bülbül gibi şeydalaşmaktan aciz yol iz bilmeden uçmaya başladım. Ayaklarımda sevdanın çarıkları sana doğru yol almaya başladım…
Dalından koparamadım sevda çiçeğini. Kendi döksün yaprağını istedim. İstedim ki kendi kendine can versin… Kızıla yanmış gül gibi yapraklarına dokundum, yandı ellerim. Yüreğim bedenim… Bir nefes çektim ciğerlerim yandı. Varlığının bir yüzüne benliğimi hibe ederken, nasibime yanmak düştü…
Gül dalından yapılmış bir kalemle akıttım yüreğimin figanını gül kokulu sayfalara. Mum alazı içinde pervanelerin huşu içinde ki aşk danslarını seyrederken, her muma yaklaştıklarında vuslata ermenin mutluluğunu yaşıyordum… Sanki sen, sanki ben, sanki bizmiş gibi…
Bilinmezliğe sürgün bu yürek
Ne bitebildi,ne de bitirebildi.
Çağla yeşili bahar, kayısı sarısı yaz,
Vişne çürüğü sonbahar,acılı kışlar geçirdi
Geçmedi bir türlü sevdali akşamlar,
Giz Açıklanmayı Değil Fark Edilmeyi Bekler
İçim sağır olmuştu söylenenleri duymuyor hissetmiyordum. Suskunluğumun sahip olduğu kelimeler, dilimin sahip olduğu kelimelerden daha çoktu. Gövdesiz ruhlar gibi dolanıp duruyorlardı. Göçebe yaşıyorlardı, beynimle dilimin arasında. Düşünce kelimelerim eylem kelimelerime söz geçiremiyordu. Derin gölgelerle gizlenmiş cümlelerin mateminde beklemeye geçmişlerdi.
Çoktan kapanmış yaralar, hiç açılmamış gibi tekrar tekrar kanıyordu. Uğrunda savaştıklarımız ise çoktan yok olmuştu. Çukuru görmeden yuvarlanıyoruz, dipsiz kuyulara. Hayatta kalmak için tutunmaya bile çalışmıyoruz. Konuşma balonları havada patlarken sessiz çığlıklarla etrafa dağılıyor.
Zamanı öteleyemiyorduk, önümüze konanı çalakaşık yerken sahipsizliğimizi sahiplenmeyi bile becermedik. Hırçınlıkla kabaran dalgalar gibi sakinleşmek için sığınacak sahiller aradık.
Sözcüklerle giydirdiğimiz duygularımızı gözlerimizle okşayamıyorduk. Sessizliğin ayak basmadığı topraklarda çığlık çığlığa dolanıyorduk. Çünkü sevgimiz tuz tadındaydı. Acılarımız sessiz kalmayı beceremiyorduk.
Dilimizde üşüten sözcükler dökülüyordu. Gece yarısının sokaklarında, yalnızlığın kollarında acı bir özgürlüktü yaşadığımız. Tırmanmaya çalıştığımız çukurların en alçak yerindeydik.
Korkularım, sevmenin korkusuzluğu idi sende yaşadıklarım. Çocuksu düşlerimle sarmaladığım evcilik oyunumdun. Sevgi ile sardığım sol yanımın bahçesiydi seninle oynadığım oyunlar. Muhtaçlığımın göstergesiydi yaslandığım sinen, omzunda ağlamalarım.
Karanlık gecelerin kâbusunda kan ter içinde uyanışlarımın sık nefeslerindeydin, korkusuzca sana sarılmalarım bundandı.
Bedeli belli olmayan, cezası verilmemiş suçlunun gözaltı zamanlarıydı yaşadıklarım. Dünlerin sevda türküleri kulaklarımda son volüm çalarken, yarınların hayalini bile kurmaya cesaret edemiyordum. Sen ise ‘’hayat bizim için kısa’’ deyip beni çağırıyorsun.
Bir çöl yangını indi kalbimin ortasına ruhumun sılasına. Sürgünden yurduna dönmesi için kurban gerekliydi. Gözlerime yasak koydum, senin için yaş akmasın diye. Geceleyin arz, gündüzleri de sema tanıklık etti bu yakarışa. Yüzüne bakmadan, sırrı kaybolmuş aynalarda siluetine konuştum. Sessizliği dinledim tüm duygularımın yalnızlığında…
Önce sözcüklerimi verimdim sana, sonra rüyalarımı. Benim sözcüklerimle konuşmaya, benim rüyalarımı görmeye başladın sonra kalbimi verdim, benim kalbimle sevmeye başladın. Kendine ait hiçbir şeyin yoktu. Sevmek için başkasının sözcüklerine, yaşamak için başkasının kalbine muhtaçtın. Benim sözcüklerimle konuştun, benim kalbimle sevdin…
İçimde yanan ateş, gök kubbede yankılanarak dökülürken kalbim ne çok acı çekiyordu. Kanatlarımı boşluğa her açışımda muhabbet ehlinin kalbine düştü yolum. Bu kalpte doğarken ben gözlerinin aydınlığında şelale gibi döküldüm. Bir yanım gökyüzünde sevdan ile dolanırken diğer yarım yerin altında azap çekiyordu…
Sen
Sen, bulunmazlıklar içindeki kaybolmuşluğum.
Sen, kaybolmuşluklar içindeki benliğim.
Sen, giderken ardımda bıraktığım özlemim.
Sen, yokluğunda avunduğum varlığım.
Aşka sıkılan kurşunların hedefinde duruyordum. Yüreğim savaş alanına dönse de hala bir umutla yaşama sarılıyordum. Hüzünle boyanmış yürek acıtan tabloda sahte boyaları kullanmıştın.
Beraber yeşerttiğimiz tutkularla inşâ ettiğimiz sevgi cumhuriyetini sürdürmeye çalışıyorduk. Yönetimini yüreğine vermiştim. Yalnızlık zırhıyla çevrili yüreğimi aşarak, hem içerden, hem de dışardan sözlerinle, gözlerinle fetih etmiştin.
Sevda cumhuriyetini kurdun. Senin olduğun her yerde ve her şeyde sınır yoktu. Yüreğinde özgürlüğümü yaşıyordum. Elini kolunu sallayarak girdiğin duygu meydanlarında ki topraklarımda aşk eylemleri yaptın. Yalnızlıklarla çevrili benliğimde sevda bombasının pimini çekerek şarapnel parçalarını yüreğimin duvarlarına sapladın.
Ey gökyüzü boşalt bulutlarla gözyaşlarını,
Donmuş vicdanlara, taşlaşmış kalplere,
Karışsın gözlerimden akan yaşlar, sele dönüşsün,
Kaybolmuş gecelerin ıssız sokaklarında…
Ben sensizliğin koynunda büyürken yavaş yavaş,
Biz zıt kutupların birbirini çekmesi gibiyiz. Sıcak ile soğuk, siyah ile beyaz, gece ile gündüz gibi tezatların yansıması. Hiç ortak yanımız yok. Buna rağmen ne sen bensiz, nede ben sensiz olabiliyoruz. Eksikliğimizi yada yaşayamadıklarımızı yaşıyoruz. Yaşamak istediğimiz diğer yarımızla.
Sen buz dağının görünmeyen bölümü, ben gün yüzündeki. Duyguların gizlendiği derinlikler. Sen hüzün kuşlarının çığlıklarıyla konuşurken. Ben turnaların, kurmaların sevdasını yaşarım. İşte yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımız bizi birleştiren. Bu nedenledir ki, sen hırçınlığının dalgalarında sürüklenip, yorulduğunda sığındığın dingin limanım.
Akıntıya kapıldığım duygu denizinde avare avare gezinirken acımasız oltana sakin balık olarak takıldım. Çırpınışlarımla kurtulmaya çalıştığım anda, dokunuşunla acımasızlığın ile kapattığın sakinliğini ruhuma geçiriyordun farkında olmadan.
çok güzel bir şiir yazanı kutluyorum...bir yürek çırpıntısı bir ağrı...kaleminize sağlık...