Konuğuydun sahibi oldun yüreğimin,
Bir adım atsaydın,titrerdi benliğim.
Ruhun ruhum,nefesin nefes,kalbin kalbim,
Kapadım gözlerimi kendimi kollarına bıraktım.
Bu aşk bahçesinde herşey birdi,
Öfkemdi, sabrımdı ayaklarıma derman dağıtan birde senin ihanetin, nasılda kaybolmuştum bir zamanlar dipsiz kuyularda. Nasılda ağlamıştım köşe başlarında fersiz sokak lambası altında. Şimdi o günlerin acısını çıkarıyorum, öfkemi kendime sakladım acıyla biraz daha bileyleyip yaşama daha da sıkı tutunuyorum.
Darmadağınık olmuş hayatımın parçalarını toplarken yaşamda kaybettiklerim çıkıyordu altında ve ben o yılların acısında nasılda kör olduğumu görüyordum. Her giz bir umudu örtüyordu, eşeledikçe balçık altında kalan gül yapraklarına dokunuyordum. Kırılmış, incinmiş, örselenmiş yaprakların arasında ki dikenler acıtmıyordu yapraklar kadar.
Kahpeliğin fotoğrafları umudun rengini almış her şeyi siyah beyaz görüyorum. Eksik kalan yaşamım mı? Yoksa yaşayamadıklarım mıydı? Anlamını bilmediğim sözcüklerle cevap arıyordum. Bir ışık huzmesinde hayatın renkleri beliriyordu önümde ve ben onlara tutunuyordum. Birazcık hayal çokcada umutla.
Omzumda sırt çantam içinde hayallerim ve umutlarım. İçimde fırtınalar azgın dalgalar vuruyor ruhumun sahillerine. Dalga vurmamış yalnızlık kumsalında hüznün ayak izlerinde yürüyorum…
Bir yorgun gemi kalkıyor bu yıkık limandan. Rotası belirsizlik, dümeninde Mecnun, yolcusu Leyla mürettebatı aşk. Sevda türküleri söyler geminin kürek mahkûmları. Bir melodi karışır nem kokan havaya, çatlamış dudaklardan yürekten gelen aşk acıları ile her birini bir sevdalının yüreğine götürür…
Bu gemide aşk, bu gemide yalnızlık, bu gemide taşınan sevda yüküdür. Yaşananlar yaşanacakların aynasıdır bir bakıma. Martıların çığlıklarına karışır yüreklerdeki hicran sesi. Tuz basılır açılan aşk yaraları üzerine…
Geri dönüşü olmayan sıkı korunaklı bir sınırı aşmıştır sevda gemisi.Giden gitmiştir artık, kalan ise yürekteki derin hançer izidir…
Akşamın sükûneti sızmıştı hissedilen hasrete,
Yaşadığım güzelliği, kaybettiğimi anladım.
Kurtulmak için yok ettiğim bu aşkın
Sonsuz hasretinin içinde kayboldum...
Unutmak diye bir kelime vardı lugatta,
Öyle yaratılmıştı, kalp unutmaya yasalı.
Ne kadar zordu hasretin üstesinden gelmek.
Unutturamadı seni aradaki mesafeler...
Canlıydı her bende her hatıran,
Karlı dağlardan akan soguk sular gibi,
Karanlık gecelerde açan çiçekler gibi,
Mevsimsiz açan güller misali,
Yalancı baharı yaşattın bana...
Issız kör kuyulara bırakıp giderken,
Ben güzellik yanılgısına düşerken,
Bir ebedilik vadiyle beni inandırdın.
Aşk adına içilmiş bir yemine kanarken,
Bir vesveseyle uçurumun kenarına attın...
Özünde acelecilik, ruhunda serserilik vardı,
Yalnızlığın Durağı
Yalnızlığın seni tamamen sarmıştır ve bakarsın ardına yaşanmışlıklarından geriye kalanlardır seni sarıp sarmalayan ve koynunda beslediğin sevgiyi sunacağın kimse kalmamıştır.
Sokak sokak gezersin ve her köşe başında başka bir yalnızlık karşılar seni konuşmaya çalışırsın sözcükler boğazında düğüm düğüm olur. Seninle aynı kaderi paylaşanların garında gelmeyecek olan mutluluk trenini beklemeye başlarsın. Kalabalıklar yorar seni, sen ise yalnızlığının adımlarına eşlik edişiyle ayrılırsın o gardan ve beklemenin acı çekmek olduğunun farkında bile değilsindir. Göz yağmurlarınla ıslanırsın birde dudaklarında ayrılık ıslığı son namelerini unuttuğun aynı makam dolanır diline.
Akşamın sukuneti sızmıştı hissedilen hasrete,
Yaşadığım güzelliği, kaybettiğimi anladım.
Kurtulmak için yok ettiğim bu aşkın
Sonsuz hasretinin içinde kayboldum...
Ruh dahamı dayanıklıydı, bedenim dayanmadı.
Örtmedim üstüme karasızlığımı,
Açıkça söyledim aşikar ettim.
Atmakla açığa vurmak arasında,
Bütün karasızlığımı AŞK’a yükledim.
Doygun ve mahzun, yıkıp ta yapamayan yanımla,
çok güzel bir şiir yazanı kutluyorum...bir yürek çırpıntısı bir ağrı...kaleminize sağlık...