kâkülü yüzüne düşmüş
bir pencerenin ağzı kadar süslü zaman
gözü hareli bir ağacın dallarının aynası ışık
küçüldüm bir bardak üzüm şırasının
ayağının dibine oturdum
I.
nadasa yatırılmış toprağın bezginliği gün
yön duygusunu kaybetmiş rüzgârların dağınıklığı saçlarım
göz olsa da izan bozuk sürünerek geçiyor günler
her yer pus cenneti ellerim pıtrak tarlası
dokundukça kanıyor yüzüm
olağan şeyler dürtüsü
içinde yağmurların koşturduğu bulutlar kümesi
sıradan rüzgârların yaprak uğultusu pencerelerde
olağan şeyler bunlar bulut yağmur ve rüzgârlar
nisan öpücükleri güller ve sarı kelebekler
kapımda
kırpıntılar
üzüntüler sanrılar beşiği kalbim
belki bir kuş gelir titrek gagasında
mor sümbüllerle
çalkantılı suların akışında sırlı zaman
yokluğa adım attıkça kalbim gömülür sessizliğe
lilyum çiçeklerinin saflığında
dirayetli ellerim kaleme
şiire uzanır
göğün yıldızları bezendi geceye
sisli bir çığlık kuşandı sükûtun rengini
yamalı düşlerin valsı başladı ıslak duvarlarda
saatin tik takları kadar heyecanlıydı düşler
kararsız gönlüm sızılar içinde
terk edip gitti kuşların gül şenliği
yollara vurdu sahranın matem çığlığı
kaldım hazanın sisli küllerinde
zaman uğradığı kapıların
uğrun uğrun uğradığında
alaz alaz bir yangın sarar ortalığı
içimde önce bir gül tutuşur
ardından katlanmış hüzünleri
ütüler zaman
ışığı arayan bir gölgenin öykünmesi rüzgârlar
serin bir kuytuda uyuyor şimdi tüm kelebekler
şeytanın salyalı ağzından dökülenlerse sarmış evreni
zebanilerin zil döken çağında kurtlar solucanlar
kırkayaklar sürüngenler
omuz omuza
bir göz yorgunluğu bir ruh iniltisi
hayal etmek artık seni
bolca körleşmiş arzu
yitik rüya
ardında




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!