gün kadar aydınlık gece kadar karanlık
duvar kadar ölü sarmaşık kadar canlı
telkari kıvrımlı oyalı bir ömrün döşünde
camekan gibi saydam ışığın şavkıyla tavlanmış
örgüden bir işlemede ajurlu revzene
yağmur peçeli bulutların
nal seslerinde yundu yıkandı zaman eskizleri
kuruntu masallarının kirli urbası sökülüp atıldı
öfkenin rem uykusuna gebe olan felçli aşk uyandı
füsun fışkıran mutluluğun pırıllığında artık
mehtaplar
yârim
ateşin harıyla yandım suyun şavkıyla aynalandım
aştım sarp yolları geçtim dikenli çölleri
geldim kapına yüz sürdüm toprağına
el yerine koyma kıyma bana
titreşimi
baskın dağınıklığın ortasında beli ince köprüler
debisi yükselirken suların gök üstünde yürür bulutlar
küf atan yüzümdeki karıncalanmış çizgileri kutsayan yıllar
bakın acımadı ki hiç vurgun yiyen dallarım
cayır cayır yanan gözlerim
uykudayım
........
anesteziyle uyuttuğum
dertlerle koyun koyuna yatıyoruz
fakat bir türlü rahat bırakmıyor felek
uyandırıp uyandırıp falakaya
bir koru ayazı sırtımda üşüyor
yine de ağaçlara çiçeklere merhaba
ne kadar yavaş yürüsem de
çare olmuyor yol
tükeniyor
üst üste katlanıyor yıllar
kör topal ağlayarak geçiyor günler
tükenmiş zamanların çetelesini tutan zihin
öfkelenme sinirlenme derdin ne
uçup gitti gidenler geride kaldı her şey
hiç kimse kalıcı değil
oturdum balkonun sarmaşık köşesine
akşamın serinliği çöktü üzerime
onunda yalnızlıktan dili şişmiş
ee... napalım muhabbetin belini
kıralım istedim
"Ne şair yaş döker ne âşık ağlar tarihe karıştı eski sevdalar."
F. N. Çamlıbel
sabahın serin yeşil buğusu çimlerde
yalçın kayaların
umursuz duruşu gibi öfke
ellerim hoyrat kasırga çiçekleri
ellerim panjurları çarpa çarpa yürüyen rüzgâr
gözyaşlarım odadan odaya dolan yağmur bulutu
dokunsa parmaklarım maazallah




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!