incecik bir şal gibi geziniyor rüzgârlar üstümde
masmavi beyaz köpüklü bir cennet gökyüzü
kupamda sıcacık kahvem yüzüme gülümserken
incecik dumanıyla
derinden derine
sabaha
elinde matrası
yürür piyade zaman
gecenin kirli saçlarına dolanır
sokağınsa kafası duman başı döner
rüyasız bir uykunun eğilip gözlerini
öper pencere
sustu vakitler
sustu şamdanlar
kırıldı gözlerinin berrak piyalesi
söndü nefesler söndü sesler söndü ışık
indi kepengi buzlu kirpiklerinin
yıkıldı duvarlar silindi efsane
uzayan günlerin son arifesinde son yılgınlık
üstünde hâlâ dumanı tüten bir mazinin
ıslak güncelerinde kederin
kırk boğumluk izi
uzayan günlerin son arifesinde son yılgınlık
üstünde hâlâ dumanı tüten bir mazinin
ıslak güncelerinde kederin
kırk boğumluk izi
umduğum ama kaybettiğim her şeyin boynumda
uyandım
sehpadaki porselen kuşlarımı öptüm
keyifsiz çiçeksiz menekşeme dokundum
kahve fincanlarını dağınık çay tabaklarını
topladım
dingin
mevsimleri yutarak geldi fırtınalar
ürkütücü çığlıklarında kuzgun siyahı nehirler
karanlık sular içiyor içimizin kuraklığını
yağmura yaşa ant olsun ki
ruhumu çekip alacağım dikenli tellerden
erişilmeyen yollardan ulaşılmayan sözlerden
dilimi temizleyip rüzgâr kanadıyla savrulacağım
dağlara taşlara
gecenin ayazı vurunca
taş duvarlar kendi sessizliğine durgunlaşır
hayat esrik bir sancı çekilir kirpiklerime
savrulur hiçliğin ateşi
kırık pencerelerime
diyardan diyara uçur beni rüzgâr
yeknesak günlerin getirdiği kederlere
dallarına ah’lar astığım ağacıma dokunma
izim kalsın bir tomurcuk ucunda
ahval-ı perişandı gönlü yılgındı
desin kırlangıçlar




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!