Doğayı kirleten sen. Su kaynaklarını kirleten sen. Ormanları yakan sen. Çip takılan biz, Su Samurlari yunuslar balinalar, boz ayılar, zebralar, leylekler... Hadi oradan çiptir git artık be insanoğlu... Neymiş efendim balinaları, yunusları, boz ayıları, leylekleri takip ediyorlarmış. Niye sebep ne? Leyleğin özel hayatını mı merak ediyorsun? Leylek sana çip takıp, seni takip ediyor mu? Ailesinde kaç kişi var? Çocuklarının kaçı kız kaçı erkek leylek... Boyları ne kadar, huyları nasıl? Çok mu merak ediyorsun bunları?
Yahu başka işin gücün yok mu senin be insanoğlu? Zırt pırt hayvanlara çip takacağına, vahşileşen insanları nasıl ehlileştirir, yola getiririm, onun hesabını yap bir kerede... Denizleri, gölleri kirleten sen. Havaya zehirli gazları salan sen. Irmakları sanayi atıkları ile yaşanmaz kılan sen. Her şeyi hallettin, dünyayı düzelttin de bir hayvanlara çip takmaya mı geldi sıra?
Yaşamak için yiyen masum hayvanlar, yemek için yaşayan ve de yeri geldi mi vahşileşen gezegenimizin zaman zaman akıllı olarak algıladığı ancak zaman zaman da aptalın aptalı olan bir varlık, insan oğlu insan...
İş hayatının olmazsa olmazlaŕındandır, çıraklık, kalfalık ve ustalık... İllaki bir çok meslek erbabı usta olmadan önce, mutlaka çıraklık geçirmiş, sonra kalfa olmuş, daha sonrada usta olmuş ya bir dükkan açmış kendine ya da yine bir meslek erbabının yanında ustalık yaparak rızkını kazanmıştır...
Zanaat dediğimiz, genellikle fazlaca el emeği gerektiren işlerde daha önce bir deneyiminiz yoksa yirmili otuzlu yaşlarda başlayıp da bir şeyler öğrenemezsiniz... Doksanlı yıllarda ülkemizde sadece ilköğretim zorunlu, orta ve lise eğitimi zorunlu değildi... Babalar annelerde çocukları ilkokulu bitirdiği zaman alır götürür, bir ustanın yanına ’’Eti senin kemiği benim.’’ diye verirlerdi, teşbihte hata olmaz. Çocukta orada kabiliyetli ise eğer kısa zamanda kalfa olur sonrada ustalaşırdı... Zorunlu eğitim sekiz yıla çıkınca, haliyle herkes çocuğunu okutma derdine düştü... Daha sonra bu zorunlu eğitim on iki yıla da çıkınca iyice çırak ve kalfa sıkıntısı baş gösterdi, küçük ve orta sınıf işletmelerde...
Çırak, kalfa ve usta adeta ticaret hayatının üçlü sacayağıdır. Bizler belli bir yaşa geldik mesleğimizde hamdolsun. Bizden sonra ne çırak yetişiyor memlekette ne de kalfa ve usta. Bu mesleklerde önlem alınmazsa yok olup gidecek ki çok vahim bir durum ülke ekonomisi için. Yapılacak en önemli ve elzem şey her mesleğin meslek lisesini yeterli sayıya ve seviyelere getirmektir. Benim mesleğim ayakkabıcılık, isterim ki ikamet ettiğim başkentte bir iki tane ayakkabıcılık ile ilgili meslek lisesi olsun. Araba tamirciliği ile ilgili meslek lisesi olsun, mobilyacılıkla ilgili meslek lisesi olsun. terzilik ile ilgili meslek liseleri olsun. Bu geleneksel meslekler de yok olmasın. İnsanlar evlerine helal lokma götürsün...
''Çitak nedir yahu?'' Dediğinizi duyar gibi oluyorum. Çıtak Delikanlı derler ya zaman zaman, onun ile bir alakası yok bizim Çitak'ın... Bizimkisinde (İ) var. Çitak bir gizli örgüt yeraltı örgütü de diyebilirsiniz... Yalnız bu örgütün kurucuları ve elemanları terörist değil, hiç olmadılar, olamazlar, yaşları ve cüsseleri buna müsait değil... Çitak üyelerinin hepsi çocuk...
Tekrar gelelim Çitak denen örgüte. Kısaca Çitak denen bu adın uzunca açılımı da şöyle, Çikolata Takip ve Arama Kurtarma, Örgütü de denilebilir... Kurucularının kim olduğu bilinmiyor. Arefe gününden başlayıp, bayramın son gününe kadar operasyon, eylem yapıyorlar bilumum tatlılara, başta çikolata ve şekerler olmak üzere... Çikolataları arıyorlar, buluyorlar ve özgürlüklerine kavuşturuyorlar.
Anne ve babalar bu yüzden arefe gününden başlayıp bayram bitene kadar, bu Çitak Örgütüne çikolata kaptırmamak için büyük çaba harcıyorlar... En çok uyguladıkları yöntemde yer değiştirme... Buna rağmen Çitak operasyonlarını bayram boyunca hiç ara vermeden sürdürüyor... Yakalanma riskleri bazı zaman çok düşük olsa da, bazı zamanda paçayı ele verip, genel af bekliyorlar...
Çıt dedik ya, ne zaman nerede çıkar belli olmaz. Çıtın çıkmadığı çok önemli yerler vardır. Teröristlerle gece gece mücadele ederken çıt çıkarmak, hayata mal olabilir mesela... Şehitlik yazılmışsa alnına askerimizin, kimse de önüne geçemez bu kaderin... Allah önce sevdiklerine, sonrada bizlere bağışlasın onları, ayaklarına taş, gözlerine yaş değdirmesin...
Yaz geceleri ormanlık bir yerdeyseniz hele de o ormanın sessizliği çıtların çıkmadığı, çıkmak için hiç çaba harcamadığı bir yer olsa da, tabiatta ki hayvan dostlarımızın bir çoğunun çıtı bilmedikleri, hiç tanımadıkları gün gibi aşikar olduğundan, zaman zaman sesleri ile çıtı kaile almazlar. Ha çıt da onlara fazla bozulmaz zaten...
O çıt bazen ufak tefek dalların odunların yandığı yerde çoğalır da çıtır çıtır olur bir anda... Güzeldir o çıtırçıtırları dinlerken tabiatın güzelliklerini de yüreklere nakşetmek...
Akıllı telefon akıllı telefon diye diye, sonunda bana o telefonu aldırdı benim oğlan. Tabi bütün arkadaşlarında da var ayrıca, onda olmadı mı utanıyor sıkılıyor çocuk. Oğlum diye de demiyorum Berkay iyi çocuktur. Hanım da bana hep söylenip duruyordu ''Şevket bu çocuğa da iyi bir telefon alalım bak.'' neyse kısmet oldu da aldık eninde sonunda. Teşekkür etmekten dilleri aşındı çocuğumun, helal olsun ama...
Ben de daha yok akıllı telefon, ama oğluma aldım hem de en iyisinden, en akıllısından. Olsun, onda olsun, ben de olmasın zararı yok. Ben de sonra belki ucuzlarsa alırım... Hem biz büyükler teknoloji özürlüyüz biraz, her bir şeyi hemen kavrayamıyoruz, onlar ise hemen kapıyorlar. Bana bir alo demek bir de mesaj çekmek yetiyor, onlar ise neler neler yapıyorlar küçücük telefonda... İnternet'e bağlanıyorlar, whatsapı kullanıyorlar. Gruplar filan oluşturmuşlar, mesajlaşıp duruyorlar...
Çocukken ben
Bir şimşekler çaktığında korkardım
Bir de ufak bir kızın gözlerine baktığımda...
Yorganı başıma alırdım usul usul
Başlardım salâvat getirmeye
Çocuklarım,Barış ve Nazlı,
Size bunları,bir Temmuz akşamında yazıyorum.
Öncelikle yapacağınız en önemli iş,
Rabbinizi bilmek ve tanımaktır.
Hayatta bundan daha önemli bir iş yoktur...
Benim canlarım;beni sevmezseniz sevmeyin,
Bu olay, bundan seneler önce, oğlumun daha yeni yeni satrancı öğrendiği sıralarda yaşanmıştır. Önce bir müddet taşların nasıl hareket edeceğini öğrettim. Baaak bu at, L şeklinde hareket eder, bu kale, düz ve yan gider, bu fil, çapraz gider, piyonlar düz gider, çapraz yer... Piyonlara dikkat et de büyüyünce sen de sakın kimselerin piyonu olma emi... Vezire de dikkat et, vezirin kellesini verdin mi işin zor... Sonra başladık oynamaya sürekli yeniliyorum ama ona...
Tabi ben sürekli yenilince o da mutlu oluyor haliyle... İçinden de ‘’Üfff be ben neymişim, babamı bile deviriyorum.’’ Diye düşünüyordur... Bazen çakar gibi oluyor ‘’Baba ya sen bana mahsus mu yeniliyorsun sanki?’’ demeye getiriyor. Ben de yok oğlum olur mu öyle şey deyip çaktırmıyorum yine...
Bir gün yine oynuyoruz; bu bana ‘’şah mat’’ baba dedi, ben de şahı dışarı çıkardım ''fork'' dedim. Şahı dinlenmeye alıyorum. Baştan yer gibi oldu, sonra yemedi, o zamanlar çok küçüktü tabi...
Çocuklarınızı Bilgisayar Canavarının Elinden Kurtarın
Kendinizi ve çocuklarınızı bilgisayar canavarının elinden kurtarın. Belki de sokaklarda top tepen, oyun oynayan son nesil biz miydik acaba, diyede düşünemeden edemiyorum... İnsan ilişkilerinde uzman insanlar çocuklara en az yedi sekiz yaşına kadar akıllı telefon, bilgisayar, tablet verilmemesini ısrarla söylüyorlar...
Korona zamanlarında metro ile işe gider gelir oldum. Sabahları karşımda oturan beş kişinin dördünün elinde cep telefonu, oyun oynuyorlar. Kocaman kocaman adamlar bunlar. Bir iki kişi de kitap okuyor...




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!