Çok fena insanlar bu sosyal medya fenamenleri... Nasıl fenamenlerse servetleri dudak mudak uçuklatıyor, hatta uçuklatmakla da kalmıyor bize kafayı yedirtiyor, hatta yedirtmekle de kalmıyor saç baş yolduruyor... Saç baş yoldurmakla da kalmayıp içimizden yüzlerine karşı küfürde ettiriyor.
Ne ara aldınız bu kadar lüks arabayı? Ben yıllardır aynı arabaya binerken helal param ile ’’On yaşında bir arabaya’’ sizde ki bu lüks arabalar garaja nasıl girdi... ’’Ehliyetimiz var herhalde biz soktuk garaja’’ demeyeceksiniz... Bunların yirmi yirmi beş tane son model arabaları varmış. Allah daha çok versin, diyemiyorum tabi ki Allah akıl fikir versin demek varken. Onu diyorum ama, yine de akılsızca davranmaya devam ediyorlar...
Aklayabildiniz mi siyah mı kara mı neyse o paraları? İki çitileyip öyle atsaydınız çamaşır makinesine pirüpak olup çıkarlardı kara paracıklarınız... İki üç de kese attırırdınız paracıklarınıza... Duymamış olabilirsiniz o güzel sözü belki, ben bir hatırlatayım ey fukara fenamenler ’’ Paradan başka harcayacak hiç bir şeyi olmayanlar dünyanın en fakir insanlardır.’’ demişler. Siz şimdi en fakir hem de en hakir insan durumuna düştünüz...
''Facebook'tan İnstagram'dan paylaşmayacaksak neden tatile gidelim, yeni kıyafetler alalım, arkadaşlarımızla yemeğe çıkalım, ev döşeyelim, öyle değil mi?'' Hürriyet Gazetesi Magazin Eki...
İnsan hiç başkaları için bir şeyler yapmayı düşünür mü? Eskiden düşünmüyordu lakin sosyal medya çıktı çıkalı bir çok kişi, yaptıklarının büyük bölümünü sosyal medya ağlarında paylaşıyor... ''Komşuma kahve içmeye gittik.'' clik clik çek akıllı cep telefonu ile hemen at Faceye ve Twittıra tabi İnstagramı da atlama, darılır bak sonra arkadaşların küserler senden...
Sen, dostum, arkadaşlarına hava atmak için mi tatile gidiyorsun? ''Ay efendim bu sene Çeşme'de idik, oradan Kuş Adasına geçtik, sonracıma ver elini Marmaris, kimleri gördük kimleri, hepsi ile selfilerimiz bilem var.'' İyi, ne güzel, biz ne yapalım, tüh gelemedik oraya diye dizlerimizi mi dövelim? Anladık bir iki tane ünlü ile hasbelkader cep telefonu ile selfi çektiniz diye, karakteriniz mi değişti ya da daha zengin mi oldunuz? Elektrik ya da su faturanız daha mı az geldi? İnşallah o çektiğiniz selfinin altına ''Hıh o mu asker arkadaşım ya da aynı site de oturuyoruz İstanbul'dan komşum yahu!'' diye de yazmıyorsunuz...
Sosyal sorumluluk dendi mi akan sular durmalı... Adı üstünde sosyal sorumluluk, normal sorumluluktan farklı tabi ki... Toplumsal bir bilinç gerektirir bu sosyal sorumluluk projeleri... Eğer ki toplumsal bilinciniz yoksa zor başarırsınız bu projelerde çalışmayı ve başarılar kazanmayı...
Su Samurlarının daha iyi şartlarda beslenmesi ve diyet yapmalarına yardımcı olunması adlı projeye katılmadıysanız siz de ki sosyal sorumluluğu ve bilinci sorgulamak lazım en ince ayrıntısına kadar... Su Samuru deyip geçmeyin doğaya büyük faydaları vardır...
Karıncalar ile Ağustos Böcekleri arasında ki sorunların ta Lafonten'den beri çözülememiş olmasının toplum üzerinde ki sosyolojik, organik ve sosyoekonomik etkilerinin irdelenmesi ve incelenmesine katkılarınız ne olabilirdi, bunu bir test etmemiz lazım...
Merak ettiniz sanırım. Recep İvedik hayali bir kahraman olsa da sosyolojik ve psikolojik bir toplumsal sorun aslında. Her türlü kıroluk, her türlü magandalık film boyunca sergileniyor, bizimde bunlara gülmemiz gerekirmiş gibi bir hal alıyor. İyi ama gülenler var, deyip de işin içinden sıyrılamayız. Gülenlerin kafa yapısını ya da eğitimini biliyor muyuz?
Bir mesaj kaygısı var mı? Bence var olumsuz mesajlar dolu her dakikasında. Hayır birde adam en çok izlenme, hasılat yapma rekorunu elinde tutuyor. Demek ki toplumun kafa yapısı bu işte. Kıroluğu seven, kıro olmaktan hoşlanan, kıroluğu baş tacı yapan bir kesim var ve bunlar aslında içimizde yaşayan birileri... Olur olmaz yerde gaz çıkarmak, kimseyi dikkate almadan orasını burasını kaşımak, daha da neler neler...
Tabi bu filimi izleyen kırolar, onlar haliyle hiç üstlerine alınmazlar, bu adam biraz da bizi anlatıyor yahu, deyip. Kıroluk hiç bu kadar zirve ve zırva yapmamıştı... Komik olalım derken, iş çığırından çıkıyora örnek bu filmler olsa gerek...
''İranlı taraftar İran-Portekiz maçı öncesi Ronaldo'yu uyutmadı.''
''Dün gece Portekiz milli futbol takımının Saransk'ta kaldığı otelin etrafında toplanarak tezahürat yapıp şarkı söyleyen İranlı taraftarlar, davul çalmakla kalmayıp Güney Afrika'nın ev sahipliğindeki Dünya Kupasından beri en büyük kabus olan vuvuzelalara da üfledi.'' BASINDAN
Hepinizin bildiği gibi Dünya Kupası 15 Haziran da Rusya'da başladı... Çok iyi üst düzey takımlar olduğu gibi, orta derecede takımlar ve daha zayıf takımlarda var... Güçlü takımlar, sistem takımları, ekol sahibi takımlar, haliyle diğerlerine göre başarı şansları da daha fazla... Sürprizlerde olabiliyor zaman zaman az da olsa... Bu Dünya Kupasında olur mu, belli olmaz bekleyip göreceğiz, yarı finale ve finale çok var daha...
Srebrenitsa 11 Temmuz 95 Birleşmiş Milletlerin Bittiği Gündür
’’Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı - 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)’nda Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenitsa’ya karşı giriştiği Krivaya ’95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995’te yaşanan ve en az 8.372 - Bosnalının Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır.’’
İşte o gün, o karanlık 11 Temmuz 1995 günü Birleşmiş Milletlerin ya da kod adıyla ’’Birleşmiş İlletlerin’’ benim gözümde, bittiği gündür... Bizler ki Müslümanlar olarak hiç bir zaman, kadına, çocuğa, silahsıza, aman dileyene, ateş etmemişiz, bizler ki bu alçaklıkları çoğu zaman yaşamışız, geride şehitler bırakmışız, sakın ola sevinmeyin Sırp Canileri ve Hollanda’nın yalaka askerleri bunun sizin için çok acı sonuçları olacak hem dünyada, hem de ahirette...
Siz tanımazsınız Stanislavı... Ben de tanımıyordum bir sene öncesine kadar, ama bir vesile ile tanıştık işte. Stanislav koyu mu koyu bir Rus Vatandaşı... Ben yaşlarda, ya bir iki eksik ya bir iki fazla... Türkçeyi iyi biliyor dokuz yıldır Türkiye’de imiş, eee daha bilmesin mi? Gerçi zamanında İngiliz Gordon Milne Beşiktaş’ın Teknik Direktörü olan hani canım, o işte, En Buyuk Beşiktas’dan başka bişey söylemeden çekip gitmişti, yedi sene kaldığı Türkiye’den...
Aldım karşıma bir gün Stanislavı ’’Yahu dedim bu dil en güzel nasıl öğrenilir bana yardımcı ol.’’ O da bana ’’En güzel dil yatakta öğrenilir dostum.’’ dedi... Eee ben durur muyum doğru eve... İlla ki öğreneceğim bu Rusçayı...
Akşam yemeğimi yedikten sonra yatağa yattım aldım elime Rusça Gramer Kitabını başladım okumaya. Biraz biraz harfleri öğretmişti Stanislav öncesinde... Okuyorum ama çoğunu anlamıyorum. Yatakta oturuyorum biraz olur gibi, olacak gibi, ancak sonra yine olmuyor. Yorganı üstüme çekiyorum el fenerini yakıyorum okumaya çalışıyorum yine de olmuyor yahu! Bu Stanislav benim ile dalga mı geçti yoksa? Da’yı biliyorum bir de spasibayı biliyorum. Öğrendiğimin hepsi bu işte... Yoksa uykuda mı öğrenmeye çalışsam. Yatakta derken bunu mu demişti bana Stanislav?
Şöyle bir tanım var ''Bilinçaltını etkilemeye çalışan mesajlara subliminal mesajlar denir.'' Bu tip mesajların üç şekilde uygulandığı varsayılıyor... 1- Reklam afişleri ve logoları gibi görsel malzemelerin içine gizlenmiş şekil, kelime ve rakamlar yoluyla 2- Gözle algılanmayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla 3- İşitsel yollarla...
Tanınmış bir bilgisayar markasının Budizm Felsefesi ile ne ilgisi olabilir? Ama oluyor işte, reklamlarda çakı çakıveriyorlar adının başına da başka değişik bir isim getirerek... Hiç mi akla mantığa uygun bir isim bulamadılar? İsteseler mutlaka bulurlardı da onu izleyenlerin kafasına kafasına çakmak lazım diye düşündüler demek ki...
Bu işi iyice çığırından çıktı. Müslümanların yegane ibadethaneleri olan mescitlerde ve camilerde bile halıların üstüne ya da başka başka değişik yerlere bu tür subliminal mesajları siz farkında olmadan yerleştiriveriyorlar. Benim saf ve temiz cami cemaatim de gıkını bile çıkartmıyor... Din Görevlilerinin bir çoğu tabi ki işin farkında ve gereken tepkiyi gösteriyorlar. Diyanetinde bunun neticesinde devreye girip bu tür pislikleri temizlemesi gerekiyor... Camide ki halıların üstünde şeytan başına benzeyen birbirinin aynısı resimler...
Şu Dükkanın bir sıcaklığı var
yıllardan beri
karmışız alın terimiz ile
soba ya da kaloriferden değil
müşterilerin yüreklerinden...
''Bir Köy Delikanlısının Ağzından ''
Başımız da onca yoksulluk varken
masalların devlerini hiç kafaya takmadık bilesiniz
mum ışıklarının bizim gibi titreyen alevlerinde
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!