Kim bu gece kuşu yada kuşları? Uçar mı, kaçar mı, kanatları var mı? Hemen Baykuş mu geldi aklınıza? Gelmesin gelmesin... Gece kuşu bendeniz oluyor efem... Geceniz sessizliği ve sakinliği içinde sabahı bulmaya, sabaha varmaya gayret gösteriyoruz...
Ne yapalım bizim öyle kolay kolay uykumuz gelmiyor. Çağırsak da gelmiyor çağırmasak da. Bağırsak da gelmiyor bağırmasak da... Filistin de öldürülen, gelecekleri çalınan, hayattan koparılan çocuklar geliyor aklımıza zaman zaman. Sokaklarda yatan evsizler geliyor kimi... Bazı bazı dağlarda ki civan gibi evlatlarımız Mehmetçikler geliyor... Gel de Gece Kuşu olma hadi...
Hemen raftan bir kitap bana uçarak geliyor oku beni oku beni diyor... Biraz baksam kitaba sayfalarını çevirirken zaten uykum gelir... Gelir mi be! Gelmeyebilir de hiç belli olmaz... Yüzbaşı Tommiks ile operasyona mı gitsem yoksa Red Kit atını sürerken arkasına mı atlasam, çizgi mizgi romanlara dalıp uçsam...
Dedemin bir eski kılıcı vardı, ta Çanakkale Savaşından kalma, aldım elime ’’Gel ulan zındık Korona gel bakalım, bak seni tam ortadan ikiye böleceğim billahi.’’ dedim, demeye de arkadaşım Sinan ’’Oğlum o öyle bir şey değil, onu kılıçla kolay kolay öldüremezsin, hatta kılıç sinek vızıltısı 0’na, O, efsunludur.’’ dedi...
İyi de ne yapalım, böyle bekleyip, içimize girmesine göz mü yumacağız? Bir de beylik tabancam var alsam onu elime, herhalde kaçacak delik arar Korona... Ne dersin Sinan? Sinan da bir alem ’’Tabancayla bıçakla olmaz oğlum olmaaaaaz ben sana hep anlatıyorum ama anlamak istemiyorsun galiba.’’ Anlasam ne anlamasam ne? Anlayana da bulaşıyor, anlamayana da...
Sinan da bir alem ki ne alem, şaşar buna el âlem... Sinan kardeşim, ’’Bunun tek çaresi aşı aşı, kolunu açacaksın, cızzzz diye iğneyi yiyeceksin, sonrada yakalanmadım ve de aşı oldum diye Allah’a şükür edeceksin, bu kadar yani bu olay.’’ diyor da başka bir şey demiyor...
Olabilir bir müddettir uyku problemleri ile sıkıntılar ile boğuşuyorsunuz ve düzenli bir uyku uyuyamıyorsunuz. Hiç dert değil, hemen bizi arayın, size yardımcı olalım... Biz kim miyiz? Önce size kim olmadığımızı söyleyelim, sonra kim olduğumuzu anlarsınız belki...
Biz bir kere uyku problemleri ile uğraşan psikolog, psikiyatr filan değiliz. Hatta biz üniversite mezunu bile değiliz, ama karşımızda yeter ki bir uyku problemi olan, bayan, erkek ya da çocuk bir vatandaş olsun. Şak diye geliriz tak diye çözeriz, çözmeye çalışırız. Bunun için sizlerden talep edeceğimiz ücret ise maksimum alacağınız hizmete göre, on on beş Türk Lirasını geçmez. Yanınız da, oldu ya Türk Parası yok, dolar yuro İngiliz Sterlini, Japon Yeni, Rus Rublesi ya da kredi kartı bile olur, hatta taksit bile yaparız...
Biz yoğurt ve süt ürünleri satan ve bu piyasada kendini kanıtlamış bir firmayız. Ayran, süt ve yoğurdun uykuya azami derecede katkı yaptığını bilmeyen yoktur herhalde bu toplumda... Olur ya evinizde ne yoğurt, ne ayran ne de süt var gecenin bir saati, hemen arıyorsunuz bizim Süt ve Yoğurt hattımızı, tak diye şiparişinizi alıyoruz şak diye gecenin bir yarısı kapınızda bitiyoruz.
Açık maviden siyaha dönüp de
bulutları sarınca gece
bana da dost bana da arkadaş
bir de ay çıksa da
olsak sarmaş dolaş...
Geceyi tutuşturdum bir şiir ile
yürek zaten yangın yeri
kalmışım ki sabahtan bir kemik bir deri
dizeler odanın içinde dolanır durur
saat tam oniki de beni beynimden vurur
dök içinde ki hırsları yere
Bazılarına anlatıyorum, anlatıyorum anlamıyorlar ya da anlamamazlığa gelip salağa yatıyorlar. Yatsınlar bakalım daha ne kadar yatacaklar salağa çok merak ediyorum? Hazreti Mevlana merhum, büyük mutasavvıf da ''Sen ne söylersen söyle, söylediğin karşındakinin anladığı kadardır.'' diyor. Anlatacaklarımı ya ben anlatamıyorum ya da onlar anlamıyorlar, buradan o sonuç çıkıyor. Kimse anlamak istemiyorsa o zaman ben de külahıma anlatırım, ne yapalım? Güzel güzel konuşurken, dünya işlerini, uğraşlarını''Sen onu benim külahıma anlat'' deyince, arkadaşlarım, düşündüm ki Külaha anlatacaklarımı bir bir gözden geçirip, kafamda toparlayıp bir şeyler anlatmam lazım bu Külaha...
Ey Külahım, aslanım, koçum, canımın içi, konuşa konuşa, anlata anlata dilimizde tüy bitti... Bir ülke de eğitim ve öğretim sorunu çözülmeden o ülke gelişmiş bir ülke olarak kabul edilemez Sayın Külah, bilmem anlatabildim mi? Eğitim ve öğretimin de ana unsuru öğrenci ve öğretmenlerdir. Eğer ki ülke de öğretmenler kendilerini geçindirecek kazancı elde edemiyorlarsa, hele hele ilkokul öğretmenleri, ek gelir elde etmek için, ikinci bir işte çalışmak zorunda kalıyorsa, o ülke de eğitimin nitelikli olduğundan söz edilemez. Bir ülkenin milli eğitim sisteminde iki sene de bir müfredat değişir mi, not sistemi değişir mi, söyle bana külahım? Ben bunları kime anlatayım, kimseye anlatamıyorum da sana dert yanıyorum canım Külah...
Yani iş mi şimdi sizin söylediğiniz Bor'un pazarı geçtiyse biz de Mercedes'i Niğde'ye süreriz değil mi ama? Eşeği mi sürecektik Niğde'ye? Yok canım o eskidenmiş, eşekler varmış o zaman, yoksa şimdi millet Bor'un Pazarı geçince Mercedes'e atlıyor doğru Niğde'ye...
Yani bir de bu Bor ile Niğde'nin adı çıkmış muhteremler. Hani derler ya insanın adı çıkacağına canı çıksın diye lakin Niğde'de de Bor'da insan gibi, canlı bir varlık olmadıklarından onlara böyle bir şeyler söyleyemiyoruz...
Başka şehirlerde niye böyle yakıştırmalar yok anlayabilmiş değilim. Mesela geçti Ezine Pazarı sür eşeğin Çanakkale'ye ya da Geçti Mudanya Pazarı sür eşeğin Gemlik'e ya da Bursa'ya ... Vallahi kıskanırlar bak buranın adamları Bor ile Niğde'yi benden söylemesi...
Evet en önemli bir mesele bu şimdilerde. Cimbombom tur atladı ve şampiyonlar ligine kaldı nihayet. Tabi tribünler, yani 12. adam seyirci hemen başladı ’’Gerçekleri Tarih Yazar Tarihi de Galatasaray.’’ hadi canım dedim ben de... Ben de Galatasaraylıyım, ancak ’’Gerçekleri tarih yazarsa da tarihi de tarihçiler yazar.’’ eski zamanlarda hani şu vakanüvis dediğimiz tarihçiler...
Yine bizim tarafımızdan fazla abartılmış bir tezahürat vardır bilirisiniz ’’Avrupa Avrupa duy sesimizi işte bu Türklerin ayak sesleri Türklerle kimse başa çıkamaz Avrupa Avrupa kolla kendini.’’ Elli ya da altmış senelik futbol tarihimizde, seksen milyonluk bir ülke olarak bir iki geçici başarıların haricinde pek de dişe dokunur sonuçlar alamadığımız gün gibi aşikar... Bu tezahürat biraz da AB ye yani Avrupa Birliğine sitemdir anlayana...
İki binli yılların başında gelen bir Dünya Üçüncülüğü ve Galatasaray’ın UEFA ve Süper Kupa Şampiyonluğu, onun dışında dişe dokunur bir başarı ben hatırlamıyorum, siz biliyorsanız söyleyin. Avrupa’nın Çekya gibi, İsviçre gibi, Hollanda gibi, Romanya gibi, Macaristan gibi küçük ülkeleri bile bizim gibi büyük bir ülkeden çok fazla başarılar elde ettiler...
Bir kaç zamandır toplumda böyle bir muhabbet başladı... Başladı derken konumuz, gezmek ve durmak. Ama öyle bildiğiniz gezmek ve durmak değil. Bu tavukların ve horozların gezmesi ile durması... Bundan böyle marketlerde yumurtalar ikiye ayrılıyor gezen tavuk yumurtası ve duran tavuk yumurtası diye... Acaba bu gezen ve duran tavuk yumurtaları da kendi içinde çok gezen ve az gezen ya da çok duran az duran tavuk yumurtaları diye de ikiye ayrılıyor mu? Bunu da bilmemiz lazım gelir...
Tamam anladık da sonuç ne? Gittiniz, tam gezen tavuk yumurtası alacaktınız da duran tavuk yumurtası aldınız yanlışlıkla... Vallahi hanım yakar çıranızı... Allah muhafaza boşanma nedeni bile olabilir benden söylemesi... Çıkarsınız hakimin karşısına, hanımınız da ''Sayın Hakim bu adam beni zehirlemeye çalıştı ben ona gezen tavuk yumurtası al dedim gitmiş duran tavuk yumurtası almış hem de nerede durduğu bile belli değil, ölüyordum billahi boşayın bizi gitsin.'' diyebilir. Der yani... Demiş midir?
Evet, çok kısa da olsa ona iyi davranmalıydım. Canım cicim demeli, birazda ellerimle sevmeliydim. Bu da onun kaderiydi işte... Allah onu da biz insanlar için yaratmıştı. Gıkı bile çıkmıyordu kardeşlerinden ayrıldığı, koparıldığı zaman.
Kim kopardıysa onu hayattan, öyle ya ağzı dili yok ki ona lanet bile okuyamaz, küfür bile edemez, tek bir kötü söz dahi söylemezdi... Hatta içinde birileri varsa, onlar bile sesini çıkaramazdı... Nihayetinde onlarda elma kurduydular, ağızları var dilleri yok. Hatta ağızları dilleri bile yok belki... Şehzadeler Şehri Amasya'dakiler de bayağı meşhurdu...
Hani Nazım demiş ya ''Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?'' sanırım öyle bir mecburiyet yok... Elmanın bizi sevmesi şart olmasa da, elma yanaklı ufacık çocukları, mini mini bebeleri hepimiz bir başka severiz, gider yanaklarında bir de makas alırız... Makas da bizi tatmin etmez bazen, bir de popolarına şaplak vururuz... Şaplak da yetmez bazen alırız kucağımıza havaya atıp tutmaya çalışırız. Tutarsak sıkıntı yok da tutamazsak, sıkıntılar çıkabilir...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!