İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta denetlenmiş, büyük, küçük, kainat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
Şiir: Necip FAZIL KISAKÜREK
VAR OLSUN MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETI
YASASIN MÜSLÜMAN TÜRK MILLETI
EVLADI FATIHANA SELAM OLSUN
HEPINIZIN YERI CENNET OLSUN.
Velî kelimesinin çoğuludur. (Bkz. Velî)
1. Dostlar.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Mü'minler (inananlar) , mü'minleri bırakıp da kâfirleri (inanmıyanları) evliyâ edinmesin. (Âl-i İmrân sûresi: 28)
2. Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu ve nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. (Yûnus sûresi: 62)
Allahü teâlâ buyurdu ki: 'Evliyâmdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur...' (Hadîs-i kudsî-Buhârî)
Evliyâ görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ) .
Evliyânın alâmeti üçtür:Birincisi, derecesi yükseldikçe tevâzûsu, alçak gönüllülüğü artar. İkincisi, elinde imkân bulunduğu halde dünyâya değer vermez. Üçüncüsü, intikam almaya gücü yettiği halde merhametli ve insaflı davranarak intikam almaz. (Ebû Abdullah Seczî)
Bir kimse velîlik mertebesine ulaşsa, onun üzerine Hak teâlânın bir perde örtmemesi, onu halkın gözünden gizlememesi mümkün değildir. 'Evliyâm kubbelerim altında (saklı) dır. Onları benden gayrısı tanıyamaz.' hadîs-i kudsîsinin mânâsı da budur. Burada bildirilen 'Kubbeler', beşeriyyet sıfatlarıdır. Pamuktan veya başka maddelerden dokunmuş perde değildir. İnsanlık sıfatları öyle bir şeydir ki, o velîde, Hak teâlâ hazretleri açık bir kusur kılar veya bir hünerini ayıp sûretinde gösterir. 'Onu Allah 'tan başka kimse tanıyamaz.' demek, 'İçi ilâhî irâde nûru ile dolu olmayan kimseler o velîyi anlıyamaz' demektir. Ancak o nûr ile nurlanan kimseler anlayabilir. (Alâüddevle Semnânî)
Evliyânın sohbetine kavuşan, şeytanın elinden kurtulur, her an Allahü teâlâ ile berâber olur. (Yahyâ bin Muâz)
Allahü teâlânın evliyâsı büyük günâh işlemekten mahfûzdurlar, korunmuşlardır. (Kuşeyrî)
Evliyânın huzûruna boş olarak gelmelidir ki, dolu olarak dönülebilsin. Onların acıması, ihsânda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lâzımdır. Böylece feyz, ihsân yolu açılır. (İmâm-ı Rabbânî)
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün âile fertleri. Mübârek zevceleri, çocukları, kızı hazret-i Fâtıma ile hazret-i Ali ve bunların mübârek evlâdları olan hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn'den kıyâmete kadar gelecek nesilleri.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey Habîbimin ehl-i beyti! Allahü teâlâ, sizin günâhtan uzak olmanızı istiyor. (Ahzâb sûresi: 33)
Ehl-i beytim, Nûh'un (aleyhisselâm) gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen boğulur. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr-Müstedrek)
Sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, ehl-i beytimi ve eshâbımı çok sevenlerdir. (Hadîs-i şerîf-Resâil-i İbn-i Âbidîn)
Zâhir ve bâtın ilimlerinde yâni kalb ilimlerinde büyük âlim olan babam, her zaman ehl-i beyti sevmeği tavsiye ve teşvik ederdi. Bu sevginin, son nefeste îmânla gitmeye çok yardımı vardır derdi. Ehl-i beytin sevgisi, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. Âhire t kazançlarını hep bu sermâye getirecektir. (İmâm-ı Rabbânî) İlâhi! Fâtımâ evlâdı hâtırına, Son sözüm kelime-i tevhîd ola, Eğer bu duâmı edersen red ya kabûl, Sarıldım Ehl-i Beyt-i Nebî eteğine.
(Ahmed Fârûkî)
CUM'A (Cumâ) :
Müslümanlara mahsûs mübârek, kıymetli bir gün.
Cumartesi günleri yahûdîlere, Pazar günleri hıristiyanlara verildiği gibi, Cumâ günü, müslümanlara verildi. Bugün, müslümanlara hayır, bereket, iyilik vardır. (Hadîs-i şerîf-Rıyâdün-Nâsihîn)
Güneş, Cumâ gününden daha iyi bir gün üzerine doğmaz. Âdem (aleyhisselâm) Cumâ günü yaratıldı. Cumâ günü Cennet'e girdi. Cumâ günü Cennet'ten çıktı. Kıyâmet Cumâ günü kopar. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Cumâ günü gusl edip, namaz için câmiye gidip nâfile namaz kılan ve imâm hutbeden ininceye kadar sessizce oturup, sonra imâmla berâber Cumâ namazını kılanın, bir hafta sonraki Cumâya üç gün daha ekleyerek olan gün miktârı işlediği günâhları af ve mağfiret olunur. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Cumâ günü gusül abdesti alınız. Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde Allahü teâlâyı hatırlayınız, anınız. (Ebû Ali Dekkâk)
Cumâ günleri duânın kabûl olunacağı bir zaman vardır. Bu zaman, hutbe ile, Cumâ namazı içindedir diyenler çoktur. Hutbe dinlerken duâ kalbden olur. Ses çıkarmak câiz değildir. Bu zaman, her şehir için başkadır. Cumâ günü, gecesinden daha kıymetlidir. Gecesinde veya gündüzünde Kehf sûresini okumak çok sevâbdır. (Senâullah Pâni-pütî)
Cum'â Gecesi:
Perşembe'yi Cumâ'ya bağlayan gece.
Allahü teâlâ Cumâ gecesinde bütün müslümanları mağfiret eder, günahlarını bağışlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Ya'lâ)
Cumâ gecesi ve günü bana çok salevât okuyunuz. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Cumâ gecesi, Cumâ gününe tâbidir. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Cum'â Hutbesi:
Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.
Cumâ hutbesi okunurken, bir kimsenin başka bir kimseye, sus yâhut iyi dinle demesi lüzumsuzdur. (İbn-i Âbidîn)
Hatîbin, Cumâ hutbesinde emr-i ma'rûftan, dînin emirlerinden başka şeyleri, Arapça bile söylemesi harama yakın mekrûhtur. İmam efendi, içinden E'ûzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât ü selâm okur. Sonra vâz eder, yân i sevâba ve azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Sonra oturur. Kalktığında, ikinci hutbede vâz yerine, mü'minlere duâ eder. Dört halîfenin isimlerini söylemesi lâzımdır, müstehâbdır. Hutbeye dünyâ sözü karıştırmak haramdır. Namaz kılarken yapması haram olan şeyler, hutbe dinlerken de haramdır. (Abdülhayy Lüknevî)
Cumâ hutbesini Arapça'dan başka dil ile okumak, namaza dururken, başka dil ile iftitâh tekbîri almak gibidir. Bu ise, namazdaki diğer zikirler ve duâlar gibidir. Namaz içindeki zikirleri ve duâyı Arapça'dan başka dil ile söylemek ise tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. Hazret-i Ömer yasak etmiştir. (Abdülhayy Lüknevî, İbn-i Âbidîn)
Cum'â Namazı:
Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cumâ günü, öğle ezânı okunduğu zaman, hutbe dinlemek ve Cumâ namazı kılmak için câmiye koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cumâ namazı ve hutbe size, başka işlerinizden daha faydalıdır. Cumâ namazını kıldıktan sonra, câmiden çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hatırlayınız ki, kurtulabilesiniz. (Cum'a sûresi: 9-10)
Bir kimse, mâni yok iken, üç Cumâ namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Yâni iyilik yapmaz olur. (Hadîs-i şerîf-Mesâbih)
Cumâ namazından sonra yedi defâ İhlâs ve (yedi) Mu'avvizeteyn (Felak ve Nâs sûrelerini) okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Sünnî)
Cumâ namazı için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek, câmide buhur (koku) yakmak, câmiye erken gelmek sünnettir. (İbn-i Âbidîn)
Cum'â Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin altmış ikinci sûresi.
Cumâ sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir) . On bir âyettir. Cumâ namazının farz oluşunu bildirdiği için, dokuzuncu âyet-i kerîmede geçen Cumâ kelimesi sûreye isim olmuştur.Cumâ sûresinde; bütün varlıkların Allahü teâlânın yüceliğini, büyüklüğünü anıp durdukları, Peygamber efendimizin Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetine öğrettiği, Cumâ ezânı okununca, müslümanların ticâretlerini bırakıp namaza gitmeleri, namazdan sonra dağılıp meşrû (günâh olmayan) işleri ile meşgûl olma ları istenmekte, Allahü teâlâyı çokça anmaları tavsiye edilmektedir. (Râzî, Alâüddîn Hâzin)
Cumâ sûresinde meâlen buyruldu ki:
De ki: Sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. (Âyet: 8)
1. İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.
Cemâatle kılınan namaza, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi kat fazla sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Güzel bir abdest alıp, mescidlerden birine cemâatle namaz kılmak için gidenin, Allahü teâlâ her adımına bir sevâb yazar, her adımında amel defterinden bir günâhı siler ve Cennet'te onu bir derece yükseltir. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergib vet-Terhîb)
Nâfile namazları cemâatle kılmak mekrûhtur. (İmâm-ı Rabbânî)
Ey kardeşim! Sizin için üç şeyi seviyorum. Kur'ân-ı kerîmi gece gündüz okumanızı, cemâate devâmınızı ve kötü işlere mâni olmanızı. (Abdullah ibni Avn)
Açıkta, gizlide her zaman Allahü teâlâdan kork. Beş vakit namazı cemâatle kıl. Harama yönelme. Böylece, Allahü teâlâya yakınlardan olursun. (Abdullah bin Dînâr)
Dünyâda, Allahü teâlânın sevdikleri ile berâber bulunmak ve cemâatle namaz kılmaktan daha lezzetli bir şey kalmadı. (Câkîr el-Kürdî)
2. Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.
Şeytan, insanın kurdudur. Kenarda köşede kalmış, sürüden ayrılmış koyunu kurt yakaladığı gibi, şeytan da cemâatten ayrılanları yakalar. Sakın cemâatten ayrılmayınız. (Hadîs-i şerîf-Muhtasar fî İlm-il-Hadîs)
Cemâat rahmettir. Ayrılık azâbdır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Cemâate yapışınız. Çünkü Allahü teâlâ bu ümmeti dalâlet üzere bir araya getirmez. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Kim cemâatten bir karış ayrılırsa, İslâm ipini boynundan çıkartmıştır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Cemâat-i İslâmiyye: Ebü'l-A'lâ el-Mevdûdî'nin Pakistan'da kurduğu bozuk teşkîlât.
Cemâat-i İslâmiyye reisleri, Ümmet-i Muhammediyye'yi parçalamak ve Ehl-i sünnetin dışında sapık bir çığır açmak gâyesiyle yeni bir teşkîlât kurdular ve kendilerinden başkasının doğru yolda olmadığını söylediler. (Mevlevî Ebû Ahmed)
Kâfirlerin devamlı, günahkâr müslümanların ise, günahları kadar âhirette azab görecekleri yer.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kim Allahü teâlâ ve Resûlüne ısrarla isyân eder, inkar etmek sûretiyle Allahü teâlânın koyduğu sınırları çiğneyip geçerse, onu içinde sonsuz kalıcı olarak Cehennem'e koyar. (Allahü teâlânın ve peygamberi Muhammed'in (aleyhisselâm) emirlerine aldırış etmiyenler, beğenmiyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyâçlara kâfi değildir diyenler, kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamıyacaklardır.) Bunlara Cehennem'de, çok acı azâb vardır. (Nisâ sûresi: 14)
Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından Cehennem'inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn, Tezkîre-i Kurtubî)
Cehennem yedi tabakadır: Birinci tabaka en hafifidir. Fakat dünyâ ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı Cehennemdir. Burada müslümanlardan bir kısmı yanıp, günahlarından temizleneceklerdir. Kâfirlerin devamlı azab görecekleri Cehennemin diğer ta bakaları ise; Sa'îr, Sakar, Cahîm, Hutame, Lazy ve Hâviye'dir. (Bkz. İlgili maddeler) (Seâdet-i Ebediyye)
Bir şeyi arayan onun peşinden koştuğu ve bir şeyden korkan ondan kaçtığı halde, Cennet'i arayıp, Cehennem'den kaçan kimselerin bunlara hiç aldırış etmeden uyuyup kalmaları ne kadar şaşılacak şeydir. (Âmir bin Abdullah)
Cehennem'e girmek ve sonsuz olarak orada kalmak, îmânı duyduktan sonra şirk (Allah'a ortak) koşanlar içindir. (Kâdızâde)
Cennet ve Cehennem hâlihâzırda vardırlar ve ebediyyen bâkidirler (kalıcıdırlar) . (Ömer Nesefî)
Cehennem'den en son çıkacak mü'min, yedi bin âhiret senesi yanacaktır. Âhiretin bir günü, dünyânın bin senesi kadar uzundur. (Kâdızâde Ahmed Emîn Efendi)
Günahlar gaflete, Allahü teâlâyı unutmaya, gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Allahü teâlâdan uzaklaşmak ise, Cehennem'e götürür. (Hâris el-Muhâsibî)
Toplayan.
1. Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed. (Bkz. Mescid)
Hayızlı ve cünüp olanın Câmi'e girmesi harâmdır. Abdestsiz olanın girmesi mekruhtur. (Molla Hüsrev)
2. Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağılmış bulunan et, kemik, kafa ve diğer organlarını tekrar birleştirici.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey Rabbimiz, muhakkak ki sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde insanları câmi'sin. Şüphesiz Allah vâdinden dönmez. (Âl-i İmrân sûresi: 9)
3. Hadîs kitaplarında yer alan sekiz bâbın hepsini içine alan kitaplar. Bu sekiz bâb şunlardır: a) İlm-i tevhîd ve sıfat, b) Sünen, c) Rikâk, d) İlmü'l âdâb, e) Tefsîr, f) Sîre, g) İlmü'l fiten, h) İlmü'l menâkib.
Peygamber efendimizin Mekkeli müşriklerle yaptığı ilk savaş. Bu muhârebede müslümanlar üç yüz on üç, müşrikler bin kişiydi.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Bedr muhârebesinde düşmana nisbetle daha az ve zayıf olduğunuz hâlde, Allahü teâlâ size yardım etti, kesin zafer verdi. Allah'tan korkun ki, şükretmiş olasınız. (Âl-i İmrân sûresi: 123)
Bedr harbinde Eshâb-ı kirâm güç durumda kaldıkları sırada sevgili Peygamberimiz; 'Yâ Rabbî! Bana vâdettiğin yardımı lütfet! ' diye duâ ettiğinde, Enfâl sûresinin 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup (inip) , meleklerin müslümanlara yardım için gönderildikleri şöyle bildirilmiştir: 'O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size; 'Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile (meleklerle) imdâd ediyorum' diye duânızı kabûl buyurmuştu. (İbni Abbâs, Taberî, Kurtubî)
Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: 'Bedr Gazvesi'nde bulunanları nasıl sayarsınız? ' Ben; 'Onlar ümmetimin en hayırlıları (üstünleri) ' dedim. Cebrâil (aleyhisselâm): 'Meleklerden (o muhârebede) hazır bulunanlar da bizim yanımızda aynen böyle olup, meleklerin en hayırlılarıdır' dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Bedr Gazvesi'nde her birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı salladığımız zaman, daha kılıç hedefine varmadan, kâfirin kellesinin bedeninden ayrılıp yere yuvarlandığını görüyorduk. (Sehl radıyallahü anh)
1. Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
En güzel söz, (şâir) Lebîd'in 'Allahü teâlâdan başka her şey bâtıldır' sözüdür. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)
2. Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz bâtıl olarak yaratmadık. (Bilâkis, kudretimize ve birliğimize delîl olsunlar diye yarattık.) (Sâd sûresi: 27)
3. Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Aranızda birbirinizin mallarını bâtıl (yollar) ile yemeyin. (Bekara sûresi: 188)
Bir kimsenin malını içki, kumar ve zinâ gibi dînin yasakladığı şeylere harcaması da bâtıl (yol) ile yemektir. (Yûsuf Sinânüddîn)
4. Şirk, putlara tapmak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hak (İslâmiyet) gelince bâtıl gider. Bâtıl her zaman gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)
Dehrî, dinsiz.
Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak (ateist olmak) tır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ateistler, Allahü teâlâya inanmazlar. 'Her şey tabîat kânunları ile vâr oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr yâni zaman ilerledikçe, her şey değişmektedir' derler. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Kitablarında din ile mücâdele eden ve 'Dinleri yok etmek, materyalizmin, marksizmin alfâbesidir' diyen Lenin, iktidârı ele geçirdikten sonra Rusya'da ateistler birliğini kurmuştur. (Seâdet-i Ebediyye)
Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır: 1) Ateistler. 2) Herşeyi tabîat yapıyor diyen tabî'iyyeciler. 3) Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo'nun yolunda olanlar. (İmâm-ı Gazâlî)
İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
... Akıl, sâhibini iyiliğe götürür, kötülükten alıkor. Aklı olgunlaşmadıkça kişinin dîni doğru ve îmânı kâmil (olgun) olmaz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sizin akılca en üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. En güzeliniz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edeninizdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Kişi güzel ahlâk ile gündüz oruç tutup gece ibâdet edenler derecesine ulaşır. Fakat akılca kâmil (olgun) olmadıkça, ahlâkı kâmil olmaz. Aklı olgunlaşınca, îmânı da olgunlaşır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Akıllı kimsenin, dünyâ ile ilgili bir menfaati kaçırdığı zaman, bunu kendine gam ve üzüntü yapması uygun değildir. Çünkü üzülmekle ele bir şey geçmez. Fazla üzülmek akla zarar verir. (İbn-i Hibbân)
Akıl göz gibidir, din bilgileri ışık gibidir. Akıl yalnız başına din bilgilerini, faydalı ve zararlı şeyleri anlayamaz. Bunun için Allahü teâlâ, peygamberleri ile râzı olduğu, beğendiği yol olan İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği peygamberlerin gö nderilmesiyle tamamlandı. (İmâm-ı Rabbânî)
Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yâni his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlıyamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdi r. İnanmaktan başka çâresi yoktur. (İmâm-ı Gazâli)
İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kim de mü'min olduğu hâlde âhireti ister ve onun için gereken şekilde çalışırsa, işte onların çalışmaları makbûl olur. (İsrâ sûresi: 19)
Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış. Âhiret için orada sonsuz kalacağına göre çalış. Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itâat et. Cehennem'e dayanabileceğin kadar günâh işle. (Hadîs-i şerîf-Eyyühel Veled)
Sizden öncekiler, âhiret işleri ile uğraşıp, sâdece artan zamanlarını dünyâ işlerine harcarlardı. Siz ise, bugün hep dünyâ işleri ile uğraşıyor, zaman kalırsa âhiret işlerini yapıyorsunuz. (Avn bin Abdullah)
Âhireti düşünmek akıllılığın alâmeti, kalbin canlılığıdır. (Ebû Süleymân Dârânî)
Bir kalbde, âhiret arzusu çoğaldıkça, dünyâ düşüncesi o kalbden kaybolur. (Ali Müzeyyen)
Allahü teâlânın bildirdiği bir âhiret günü bin dünyâ senesi kadardır. Böyle olduğu Hac sûresinde açıkça bildirilmiştir. Niçin bu kadar zaman olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü âhirette, dünyâda bulunan gece, gündüz, ay ve sene yoktur. (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
1. Efendi.
Genç olarak Cennet'e girenlerin Seyyidi Hasen ve Hüseyin'dir.' (Hadîs-i şerîf-Üsüd-ül-Gâbe)
2. Hazret-i Hüseyin'in neslinden (soyundan) gelenler.
Seyyidlerin bulunduğu bir memlekette ben oturamam. Zîrâ Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem bağlı bir nesebden (soydan) gelmenin şerefini taşıyanlara lâyık oldukları tâzimi (hürmeti) gösterememekten korkuyorum. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Seyyidler, İmâm-ı Hasen'in torunları olan şerîflerden daha üstündür. Osmanlı Devleti zamânında Haleb'de seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı. Bütün evlâdları orada kayıtlı olup, yalancılar seyyidlik iddiâ edemezdi. Seyyidlerin kıymeti bil inmeli, hürmette ve hizmette kusûr edilmemelidir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biz Dâvûd'a Süleymân'ı (aleyhisselâm) verdik. O (Süleymân aleyhisselâm) ne güzel kuldur. Hakîkaten o, (bütün vakitlerini zikr, tesbîh ve tövbe ile) Allahü teâlâya dönen bir kuldur. (Sâd sûresi: 30)
Biz, Dâvûd ve Süleymân'a (aleyhimesselâm hüküm ve kazâya dâir) ilim verdik. Onlar da; 'Allahü teâlâya hamd olsun ki, (nübüvvet, kitap ve sâir ilimler ve hikmetle) bizi (kendilerine bu hasletler verilmeyen) mü'minlerin çoğu üzerine üstün kıldı' dediler. (Neml sûresi: 15)
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mü'min, ikisi de kâfir idi. Mü'min olan iki kişi Zülkarneyn ile Süleymân aleyhisselâm idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdî de mâlik olacaktır. (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar fî Alâmet-il-Mehdî)
Süleymân'a (aleyhisselâm) verilen (o kadar) geniş mülk, onda huşûdan (Allah korkusu) başka bir şeyi arttırmadı. Rabbine olan huşûundan dolayı gözünü semâya bile kaldıramıyordu. (Hadîs-i şerîf-Arâis-ül-Mecâlis)
Süleymân aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâmın oğludur. Gazze'de doğdu. Babası vefât edince 12 veya 13 yaşında sultân, daha sonra peygamber oldu. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etti, bildirdi. Babasının temelini attığı Kudüs'teki Mescid-i A ksâ'yı yedi yılda pek san'atlı ve gösterişli olarak inşâ ettirdi. Saraylar inşâ ettirip kaleler yaptırdı. Şehirler kurdu. Zamânın medenî dünyâsı olan Akabe körfezinden Fırat'a kadar olan bölgeye hâkim oldu. Ticâret gemileri yaptı. Kızıldeniz ile Umman denizinde ticâret yaptırdı. Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Yemen'deki Sebe' sultanı (melikesi) Belkıs ile evlendi. İnsanlara, cinnîlere, yerdeki ve havadaki hayvanlara hükm eder, onlarla konuşurdu. Rüzgâr emrine verilmişti. Kudret ve ihtişâm sâhibi bir peygamberdi. Kırk sene adâletle hüküm sürdü ve Kudüs'te vefât etti. (İbn'ül-Esîr, Molla Miskîn, Nişancızâde)
Sultan Ikinci Abdülhamid Hân’i tahtindan indirenlerin basinda Talât Pasa vardir. Mason, hem de Üstad-i-a’zam derecesinde mason olan bu Talât Pasa için Falih Rifki Atay: “Imlâsini bizim düzeltecegimiz kadar Türkçesi vardi” der! .. Iste bu masonun basinda bulundugu çete, “tamamen uydurma bir fetvâ” ile Abdülhamid Hân’i devirdikten sonra, yeni bir “afvolunmaz hatâ”, “silinmez leke” ile, içlerinde ünlü bir Yahudi’nin, bir Ermeni’nin ve iki de karanlik islerin adamindan kurulu bir heyeti, “Osmanli tarihinde tek bir misli olmayan fâcia” ile Müslümanlarin Halifesi olan alti yüz yillik Osmanli devletinin hâkanina göndererek tahttan indirildigini bildirmekten utanmadilar! .. Ve sonra da ayni günün gecesinde alelacele bir kararla Selânik’e gönderdiler! .. Yirmi dört kisilik maiyyetiyle çok zor sartlar içindeki bu yolculugun ne müdhis bir eziyet içinde geçtigine dair pâdisahin kizlarindan Sadiye Sultan (1886–1977) ile Ayse Sultan’in (1887–1960) yayinlanmis hâtiralarinda ibretle okunacak sayfalar vardir! ..
Kibris seferi sirasinda II. Selim bir gece Peygamberimiz (s.a.v.) 'i rüyasinda görür. Peygamberimiz: ' Selim eger Kibris'i fethedersen Edirne'de su bizim isaret ettigimiz yerde görkemli bir camii yaptiracaksin ' der. II. Selim Kibris seferinin mesgalesiyle bu rüyayi unutur. Daha sonra Lâlâ Mustafa Pasa komutasindaki bir donanma Kibris'i fetheder. II. Selim Kibris'in fethinden cok memnun olur. Fakat bir gece tekrar Peygamberimiz: ' Selim bize verdigin sözü tutmadin. Sen Kibris'i fethedersen Edirne'de cami yaptiracagina söz vermedin mi? ' diye ikazda bulunur. Selim o günden sonra Mimar Sinan'a bu camiyi yapma görevini tevdi eder. Böylece dünyaca taninmis Selimiye Camii bir fetih müjdesinin meyvesi olarak Edirne ufuklarinda tecessüm etmis olur.
sehzade mustafa yı katletmesı bence gercekten cok buyuk bır hata ıdı sayet yapmasa ıdı osmanlı devem edebılırdı.
Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur. Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle 'Kanunî Sultan Süleyman' diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini 'Muhtesem ve Büyük' (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir.
Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: 'Kanunî, 'Muhtesem' ve 'Büyük' gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece 'Kanunî' ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin 'Büyük' sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495) dogmus olmasi da mânali sayilmistir.'
Kaynaklarin, ortaboylu, toparlak ve kirmiziya çalan beyaz yüzlü, çatik kasli, beyaz disli, omuzlari ile gögüs arasi açik, sakalsiz, pala biyikli, sert bakisli, cesur, gayretli, çok mahir bir avci, harp sanatinda emsalsiz bir komutan olarak bildirdikleri Yavuz Sultan Selim, âlim ve edipleri seven, Sark dillerinden Arapça ve bilhassa Farsça'ya tam manasi ile vâkif bir hükümdar idi. Kendi el yazisi ile olan Farsça manzumeleri, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde bulunmaktadirlar. Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti. Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî, onun meclisinin müdavimleri idiler. Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir. Bos zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi. Ilmi sever ve ülemaya hürmet ederdi. Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir bilgisi vardi. Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan 'Tarih-i Vassaf'i çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir. Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu. Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin 'en-Nücûmu'z-Zâhire' adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu. Yine o, Misir'daki ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti. O, sair, mutasavvif ve filozof bir hükümdardi.Uzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi. Sam'in Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin türbesini de bulup yaptirdi. Böylece o, () Sam'daki bu tesisler ile Konya'da Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti. Zira benzer hayir isleri için fazla zaman bulamamisti. Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti. Osmanli Devleti'nin 9. hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa 'Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn' ünvanini almisti. Babasi II. Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur. Babasinin sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m. l466, l467 ve l470) yillari seklinde epey farkliliklar göstermektedir.
Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda yeterli bilgi verirler. Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887 (l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti. Öyle anlasiiyor ki o, diger sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti. Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim, sert bir yaratilisa sahipti. Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür, etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi. Istisare ve arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi. Bu konuda önüne çikacak bütün engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi. Kararlarini uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi. Adam seçmesini iyi bilirdi. Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci derecede rol oynadi. Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina gönderdi. Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti.Zira adamlari nasil hareket etmesi gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi. Onun, tahta geçmeden önce kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da buldular. Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de vâkif bulunuyordu. Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti. Devlet hazinesini devamli surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi. Sadeligi severdi. Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti. Ülkesinin her tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi.
Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:
'Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir.' Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. 'Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan 'Iznik ve Bursa Tarihi'nin 152-153. sayfalarinda 'Hâtuniye Künbedi' ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir
Babasi, Murad Hüdavendigâr'in tahta cülûs etikleri 761 (1360) yilinda dünyaya gelen Bâyezid, âdil, yigit, bilginlerle yoksullari seven, zenginlere sefkat, zahidlerle iyi insanlara saygi gösteren bir hükümdar idi. Ela gözlü, arslan simali, kumral sakalli, görünüsü kirmiziya mail, ak, müdevver ve berrak idi. Heykel gibi saglam ve güçlü kuvvetli idi. Cenk ve savas günlerinde korkusuz bir padisah idi. Giydigi elbise genellikle Bursa kadifesindendi. Annesi Gülçiçek hatundu.
Osmanli pençesinin kavradigi Rumeli agacinda, harp sahasinda hükümdar ilân edilip babasinin tahtina oturan Yildirim'in bâzusu, daha nice meyvelerini Osmanlilarin etegine düsürmek üzere bekleyici idi. O, harp sahasinda hükümdar ilân edildiginden muharebeye devam etmekten geri durmadi. Ayrica komutanlardan Pasa Yigit'i Bosna, Firuz Bey'i de Vidin taraflarina akina gönderdigi gibi bizzat kendisi de Kratova gümüs madenlerini zapt ile Üsküp sehrine Türk göçmenlerini iskân ettirdi.
Avrupa'nin siyaset aktörleri, Yildirim ünvani ile anilan Bâyezid'in fikir ve düsüncelerini pek de bilmez sayilmazlardi. Babasinin biraktigi hududu, mucizeli ordusuyla gögüsleyip alabildigine açan, açarken de karsilastigi sayisiz müsküllere yutkunmadan katlanan, özellikle kilise için bir Isa düsmani sayildigi halde, feth ettigi Hiristiyan ülkelerinin halkina bu kilise mensuplarindan, hatta papalardan daha müsfik ve anlayisli davranan koca Hüdâvendigâr gibi, oglu da acaba ayni siyaset ve insanlik yolu üstünde mi yürüyecekti?
necip fazıl kısakürek
21.07.2007 - 12:11SEVININ DOSTLAR BASLAR YUKSEKTE
OLSEKTE SEVININ EVE DONSEKTE
SANMA BU TEKERLEK KALIR TUMSEKTE
GUN DOGMUS GUN BATMIS GUZEL GUNLER BIZIMDIR.
SAYGI SEVGI HURMET RAHMET VE SUKRANLA
necip fazıl kısakürek
24.08.2006 - 13:22İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta denetlenmiş, büyük, küçük, kainat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
Şiir: Necip FAZIL KISAKÜREK
VAR OLSUN MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETI
YASASIN MÜSLÜMAN TÜRK MILLETI
EVLADI FATIHANA SELAM OLSUN
HEPINIZIN YERI CENNET OLSUN.
ALLAH TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN.
evliya
14.07.2005 - 18:19Velî kelimesinin çoğuludur. (Bkz. Velî)
1. Dostlar.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Mü'minler (inananlar) , mü'minleri bırakıp da kâfirleri (inanmıyanları) evliyâ edinmesin. (Âl-i İmrân sûresi: 28)
2. Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu ve nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. (Yûnus sûresi: 62)
Allahü teâlâ buyurdu ki: 'Evliyâmdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur...' (Hadîs-i kudsî-Buhârî)
Evliyâ görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ) .
Evliyânın alâmeti üçtür:Birincisi, derecesi yükseldikçe tevâzûsu, alçak gönüllülüğü artar. İkincisi, elinde imkân bulunduğu halde dünyâya değer vermez. Üçüncüsü, intikam almaya gücü yettiği halde merhametli ve insaflı davranarak intikam almaz. (Ebû Abdullah Seczî)
Bir kimse velîlik mertebesine ulaşsa, onun üzerine Hak teâlânın bir perde örtmemesi, onu halkın gözünden gizlememesi mümkün değildir. 'Evliyâm kubbelerim altında (saklı) dır. Onları benden gayrısı tanıyamaz.' hadîs-i kudsîsinin mânâsı da budur. Burada bildirilen 'Kubbeler', beşeriyyet sıfatlarıdır. Pamuktan veya başka maddelerden dokunmuş perde değildir. İnsanlık sıfatları öyle bir şeydir ki, o velîde, Hak teâlâ hazretleri açık bir kusur kılar veya bir hünerini ayıp sûretinde gösterir. 'Onu Allah 'tan başka kimse tanıyamaz.' demek, 'İçi ilâhî irâde nûru ile dolu olmayan kimseler o velîyi anlıyamaz' demektir. Ancak o nûr ile nurlanan kimseler anlayabilir. (Alâüddevle Semnânî)
Evliyânın sohbetine kavuşan, şeytanın elinden kurtulur, her an Allahü teâlâ ile berâber olur. (Yahyâ bin Muâz)
Allahü teâlânın evliyâsı büyük günâh işlemekten mahfûzdurlar, korunmuşlardır. (Kuşeyrî)
Evliyânın huzûruna boş olarak gelmelidir ki, dolu olarak dönülebilsin. Onların acıması, ihsânda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lâzımdır. Böylece feyz, ihsân yolu açılır. (İmâm-ı Rabbânî)
esma-ül hüsna
14.07.2005 - 18:17Güzel isimler. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen doksan dokuz ism-i şerîfi.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsı vardır. O hâlde O'na bunlarla duâ edin. (A'râf sûresi: 180)
Hadîs-i şerîfte bildirilen Esmâ-i hüsnâ şunlardır.
1. Allah, 2. Er-Rahmân, 3. Er-Rahîm, 4. El-Melik, 5. El-Kuddûs, 6. Es-Selâm, 7. El-Mü'min, 8. El-Müheymin, 9. El-Azîz, 10. El-Cebbâr, 11. El Mütekebbir, 12. El-Hâlık, 13. El-Bârî, 14. El-Musavvir, 15. El-Gaffâr, 16. El-Kahhâr, 17. El-Vehhâb, 18. Er-R ezzâk, 19. El-Fettâh, 20. El-Alîm, 21. El-Kâbid, 22. El-Bâsit, 23. El-Hâfıd, 24. Er-Râfi', 25. El-Muizz, 26. El-Müzill, 27. Es-Semî', 28. El-Basîr, 29. El-Hakem, 30. El-Adl, 31. El-Latîf, 32. El-Habîr, 33. El-Halîm, 34. El-Azîm, 35. El-Gafûr, 36. Eş- Şekûr, 37. El-Aliyy, 38. El-Kebîr, 39. El-Hafîz, 40. El-Mukît, 41. El-Hasîb, 42. El-Celîl, 43. El-Kerîm, 44. Er-Rakîb, 45. El-Mucîb, 46. El-Vâsi', 47. El-Hakîm, 48. El-Vedûd, 49. El-Mecîd, 50. El-Bâis, 51. Eş-Şehîd, 52. El-Hakk, 53. El-Vekîl, 54. El-Kaviyy, 55. El-Metîn, 56. El-Veliy, 57. El-Hamîd, 58. El-Muhsî, 59. El-Mübdî, 60. El-Muîd, 61. El-Muhyî, 62. El-Mümît, 63. El-Hayy, 64. El-Kayyûm, 65. El-Vâcid, 66. El-Mâcid, 67. El-Vâhid, (El-Ahad) , 68. Es-Samed, 69. El-Kadîr, 70. El-Muktedir, 71. El-Mukaddim, 72. El-Muahhir, 73. El-Evvel, 74. El-Âhir, 75. Ez-Zâhir, 76. El-Bâtın, 77. El-Vâlî, 78. El-Müteâlî, 79. El-Berr, 80. Et-Tevvâb, 81. El-Müntekım, 82. El-Afüvv, 83. Er-Raûf, 84. Mâlikü'l-Mülk, 85. Zül-Celâli ve'l-İkrâm, 86. El-Muksit, 87. El-Câmi', 88. El-Ganiyy, 89. El-Muğnî, 90. El-Mâni', 91. Ed-Dârr, 92. En-Nâfi', 93. En-Nûr, 94. El-Hâdî, 95. El-Bedî', 96. El-Bâkî, 97. El-Vâris, 98. Er-Reşîd, 99. Es-Sabûr (celle celâlüh) . (Bkz. İlgili Maddeler) (Câmi-us-Sagîr)
Esmâ-i hüsnâdan her birini söyledikten sonra celle celâlüh gibi tâzim, hürmet (saygı) ifâdesini de söylemelidir. Yoksa edebe riâyet edilmemiş olur. (Abdülhakîm Arvâsî)
ehlibeyt
14.07.2005 - 18:14Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün âile fertleri. Mübârek zevceleri, çocukları, kızı hazret-i Fâtıma ile hazret-i Ali ve bunların mübârek evlâdları olan hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn'den kıyâmete kadar gelecek nesilleri.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey Habîbimin ehl-i beyti! Allahü teâlâ, sizin günâhtan uzak olmanızı istiyor. (Ahzâb sûresi: 33)
Ehl-i beytim, Nûh'un (aleyhisselâm) gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen boğulur. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr-Müstedrek)
Sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, ehl-i beytimi ve eshâbımı çok sevenlerdir. (Hadîs-i şerîf-Resâil-i İbn-i Âbidîn)
Zâhir ve bâtın ilimlerinde yâni kalb ilimlerinde büyük âlim olan babam, her zaman ehl-i beyti sevmeği tavsiye ve teşvik ederdi. Bu sevginin, son nefeste îmânla gitmeye çok yardımı vardır derdi. Ehl-i beytin sevgisi, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. Âhire t kazançlarını hep bu sermâye getirecektir. (İmâm-ı Rabbânî) İlâhi! Fâtımâ evlâdı hâtırına, Son sözüm kelime-i tevhîd ola, Eğer bu duâmı edersen red ya kabûl, Sarıldım Ehl-i Beyt-i Nebî eteğine.
(Ahmed Fârûkî)
derviş
14.07.2005 - 18:07Allahü teâlâdan başka şeyleri kalbinden çıkarıp bütün âzâsıyla İslâm dîninin emir ve yasaklarına uyan, dünyâ malına gönül bağlamayan kimse.
Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada bulunmak değildir. Dervişlik, gönlü mâsivâdan yâni Allahü teâlâdan başka her şeyden çevirmektir. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Derviş dünyâ ve âhirette mes'ûddur. Dervişten dünyâda sultan vergi almaz. Âhirette de Allahü teâlâ hesap sormaz. (Ebû Bekr Verrâk) Dervişlik didükleri hırkayıla tâc değül, Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtâç değül.
(Yûnus Emre)
cuma
14.07.2005 - 17:58CUM'A (Cumâ) :
Müslümanlara mahsûs mübârek, kıymetli bir gün.
Cumartesi günleri yahûdîlere, Pazar günleri hıristiyanlara verildiği gibi, Cumâ günü, müslümanlara verildi. Bugün, müslümanlara hayır, bereket, iyilik vardır. (Hadîs-i şerîf-Rıyâdün-Nâsihîn)
Güneş, Cumâ gününden daha iyi bir gün üzerine doğmaz. Âdem (aleyhisselâm) Cumâ günü yaratıldı. Cumâ günü Cennet'e girdi. Cumâ günü Cennet'ten çıktı. Kıyâmet Cumâ günü kopar. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Cumâ günü gusl edip, namaz için câmiye gidip nâfile namaz kılan ve imâm hutbeden ininceye kadar sessizce oturup, sonra imâmla berâber Cumâ namazını kılanın, bir hafta sonraki Cumâya üç gün daha ekleyerek olan gün miktârı işlediği günâhları af ve mağfiret olunur. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Cumâ günü gusül abdesti alınız. Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde Allahü teâlâyı hatırlayınız, anınız. (Ebû Ali Dekkâk)
Cumâ günleri duânın kabûl olunacağı bir zaman vardır. Bu zaman, hutbe ile, Cumâ namazı içindedir diyenler çoktur. Hutbe dinlerken duâ kalbden olur. Ses çıkarmak câiz değildir. Bu zaman, her şehir için başkadır. Cumâ günü, gecesinden daha kıymetlidir. Gecesinde veya gündüzünde Kehf sûresini okumak çok sevâbdır. (Senâullah Pâni-pütî)
Cum'â Gecesi:
Perşembe'yi Cumâ'ya bağlayan gece.
Allahü teâlâ Cumâ gecesinde bütün müslümanları mağfiret eder, günahlarını bağışlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Ya'lâ)
Cumâ gecesi ve günü bana çok salevât okuyunuz. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Cumâ gecesi, Cumâ gününe tâbidir. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Cum'â Hutbesi:
Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.
Cumâ hutbesi okunurken, bir kimsenin başka bir kimseye, sus yâhut iyi dinle demesi lüzumsuzdur. (İbn-i Âbidîn)
Hatîbin, Cumâ hutbesinde emr-i ma'rûftan, dînin emirlerinden başka şeyleri, Arapça bile söylemesi harama yakın mekrûhtur. İmam efendi, içinden E'ûzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât ü selâm okur. Sonra vâz eder, yân i sevâba ve azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Sonra oturur. Kalktığında, ikinci hutbede vâz yerine, mü'minlere duâ eder. Dört halîfenin isimlerini söylemesi lâzımdır, müstehâbdır. Hutbeye dünyâ sözü karıştırmak haramdır. Namaz kılarken yapması haram olan şeyler, hutbe dinlerken de haramdır. (Abdülhayy Lüknevî)
Cumâ hutbesini Arapça'dan başka dil ile okumak, namaza dururken, başka dil ile iftitâh tekbîri almak gibidir. Bu ise, namazdaki diğer zikirler ve duâlar gibidir. Namaz içindeki zikirleri ve duâyı Arapça'dan başka dil ile söylemek ise tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. Hazret-i Ömer yasak etmiştir. (Abdülhayy Lüknevî, İbn-i Âbidîn)
Cum'â Namazı:
Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cumâ günü, öğle ezânı okunduğu zaman, hutbe dinlemek ve Cumâ namazı kılmak için câmiye koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cumâ namazı ve hutbe size, başka işlerinizden daha faydalıdır. Cumâ namazını kıldıktan sonra, câmiden çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hatırlayınız ki, kurtulabilesiniz. (Cum'a sûresi: 9-10)
Bir kimse, mâni yok iken, üç Cumâ namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Yâni iyilik yapmaz olur. (Hadîs-i şerîf-Mesâbih)
Cumâ namazından sonra yedi defâ İhlâs ve (yedi) Mu'avvizeteyn (Felak ve Nâs sûrelerini) okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Sünnî)
Cumâ namazı için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek, câmide buhur (koku) yakmak, câmiye erken gelmek sünnettir. (İbn-i Âbidîn)
Cum'â Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin altmış ikinci sûresi.
Cumâ sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir) . On bir âyettir. Cumâ namazının farz oluşunu bildirdiği için, dokuzuncu âyet-i kerîmede geçen Cumâ kelimesi sûreye isim olmuştur.Cumâ sûresinde; bütün varlıkların Allahü teâlânın yüceliğini, büyüklüğünü anıp durdukları, Peygamber efendimizin Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetine öğrettiği, Cumâ ezânı okununca, müslümanların ticâretlerini bırakıp namaza gitmeleri, namazdan sonra dağılıp meşrû (günâh olmayan) işleri ile meşgûl olma ları istenmekte, Allahü teâlâyı çokça anmaları tavsiye edilmektedir. (Râzî, Alâüddîn Hâzin)
Cumâ sûresinde meâlen buyruldu ki:
De ki: Sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. (Âyet: 8)
cemaat
14.07.2005 - 17:561. İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.
Cemâatle kılınan namaza, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi kat fazla sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Güzel bir abdest alıp, mescidlerden birine cemâatle namaz kılmak için gidenin, Allahü teâlâ her adımına bir sevâb yazar, her adımında amel defterinden bir günâhı siler ve Cennet'te onu bir derece yükseltir. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergib vet-Terhîb)
Nâfile namazları cemâatle kılmak mekrûhtur. (İmâm-ı Rabbânî)
Ey kardeşim! Sizin için üç şeyi seviyorum. Kur'ân-ı kerîmi gece gündüz okumanızı, cemâate devâmınızı ve kötü işlere mâni olmanızı. (Abdullah ibni Avn)
Açıkta, gizlide her zaman Allahü teâlâdan kork. Beş vakit namazı cemâatle kıl. Harama yönelme. Böylece, Allahü teâlâya yakınlardan olursun. (Abdullah bin Dînâr)
Dünyâda, Allahü teâlânın sevdikleri ile berâber bulunmak ve cemâatle namaz kılmaktan daha lezzetli bir şey kalmadı. (Câkîr el-Kürdî)
2. Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.
Şeytan, insanın kurdudur. Kenarda köşede kalmış, sürüden ayrılmış koyunu kurt yakaladığı gibi, şeytan da cemâatten ayrılanları yakalar. Sakın cemâatten ayrılmayınız. (Hadîs-i şerîf-Muhtasar fî İlm-il-Hadîs)
Cemâat rahmettir. Ayrılık azâbdır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Cemâate yapışınız. Çünkü Allahü teâlâ bu ümmeti dalâlet üzere bir araya getirmez. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Kim cemâatten bir karış ayrılırsa, İslâm ipini boynundan çıkartmıştır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Cemâat-i İslâmiyye: Ebü'l-A'lâ el-Mevdûdî'nin Pakistan'da kurduğu bozuk teşkîlât.
Cemâat-i İslâmiyye reisleri, Ümmet-i Muhammediyye'yi parçalamak ve Ehl-i sünnetin dışında sapık bir çığır açmak gâyesiyle yeni bir teşkîlât kurdular ve kendilerinden başkasının doğru yolda olmadığını söylediler. (Mevlevî Ebû Ahmed)
cehennem
14.07.2005 - 17:52Kâfirlerin devamlı, günahkâr müslümanların ise, günahları kadar âhirette azab görecekleri yer.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kim Allahü teâlâ ve Resûlüne ısrarla isyân eder, inkar etmek sûretiyle Allahü teâlânın koyduğu sınırları çiğneyip geçerse, onu içinde sonsuz kalıcı olarak Cehennem'e koyar. (Allahü teâlânın ve peygamberi Muhammed'in (aleyhisselâm) emirlerine aldırış etmiyenler, beğenmiyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyâçlara kâfi değildir diyenler, kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamıyacaklardır.) Bunlara Cehennem'de, çok acı azâb vardır. (Nisâ sûresi: 14)
Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından Cehennem'inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn, Tezkîre-i Kurtubî)
Cehennem yedi tabakadır: Birinci tabaka en hafifidir. Fakat dünyâ ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı Cehennemdir. Burada müslümanlardan bir kısmı yanıp, günahlarından temizleneceklerdir. Kâfirlerin devamlı azab görecekleri Cehennemin diğer ta bakaları ise; Sa'îr, Sakar, Cahîm, Hutame, Lazy ve Hâviye'dir. (Bkz. İlgili maddeler) (Seâdet-i Ebediyye)
Bir şeyi arayan onun peşinden koştuğu ve bir şeyden korkan ondan kaçtığı halde, Cennet'i arayıp, Cehennem'den kaçan kimselerin bunlara hiç aldırış etmeden uyuyup kalmaları ne kadar şaşılacak şeydir. (Âmir bin Abdullah)
Cehennem'e girmek ve sonsuz olarak orada kalmak, îmânı duyduktan sonra şirk (Allah'a ortak) koşanlar içindir. (Kâdızâde)
Cennet ve Cehennem hâlihâzırda vardırlar ve ebediyyen bâkidirler (kalıcıdırlar) . (Ömer Nesefî)
Cehennem'den en son çıkacak mü'min, yedi bin âhiret senesi yanacaktır. Âhiretin bir günü, dünyânın bin senesi kadar uzundur. (Kâdızâde Ahmed Emîn Efendi)
Günahlar gaflete, Allahü teâlâyı unutmaya, gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Allahü teâlâdan uzaklaşmak ise, Cehennem'e götürür. (Hâris el-Muhâsibî)
cami
14.07.2005 - 17:50Toplayan.
1. Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed. (Bkz. Mescid)
Hayızlı ve cünüp olanın Câmi'e girmesi harâmdır. Abdestsiz olanın girmesi mekruhtur. (Molla Hüsrev)
2. Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağılmış bulunan et, kemik, kafa ve diğer organlarını tekrar birleştirici.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey Rabbimiz, muhakkak ki sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde insanları câmi'sin. Şüphesiz Allah vâdinden dönmez. (Âl-i İmrân sûresi: 9)
3. Hadîs kitaplarında yer alan sekiz bâbın hepsini içine alan kitaplar. Bu sekiz bâb şunlardır: a) İlm-i tevhîd ve sıfat, b) Sünen, c) Rikâk, d) İlmü'l âdâb, e) Tefsîr, f) Sîre, g) İlmü'l fiten, h) İlmü'l menâkib.
bedir savaşı
14.07.2005 - 17:46Peygamber efendimizin Mekkeli müşriklerle yaptığı ilk savaş. Bu muhârebede müslümanlar üç yüz on üç, müşrikler bin kişiydi.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Bedr muhârebesinde düşmana nisbetle daha az ve zayıf olduğunuz hâlde, Allahü teâlâ size yardım etti, kesin zafer verdi. Allah'tan korkun ki, şükretmiş olasınız. (Âl-i İmrân sûresi: 123)
Bedr harbinde Eshâb-ı kirâm güç durumda kaldıkları sırada sevgili Peygamberimiz; 'Yâ Rabbî! Bana vâdettiğin yardımı lütfet! ' diye duâ ettiğinde, Enfâl sûresinin 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup (inip) , meleklerin müslümanlara yardım için gönderildikleri şöyle bildirilmiştir: 'O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size; 'Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile (meleklerle) imdâd ediyorum' diye duânızı kabûl buyurmuştu. (İbni Abbâs, Taberî, Kurtubî)
Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: 'Bedr Gazvesi'nde bulunanları nasıl sayarsınız? ' Ben; 'Onlar ümmetimin en hayırlıları (üstünleri) ' dedim. Cebrâil (aleyhisselâm): 'Meleklerden (o muhârebede) hazır bulunanlar da bizim yanımızda aynen böyle olup, meleklerin en hayırlılarıdır' dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Bedr Gazvesi'nde her birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı salladığımız zaman, daha kılıç hedefine varmadan, kâfirin kellesinin bedeninden ayrılıp yere yuvarlandığını görüyorduk. (Sehl radıyallahü anh)
batıl
14.07.2005 - 17:431. Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
En güzel söz, (şâir) Lebîd'in 'Allahü teâlâdan başka her şey bâtıldır' sözüdür. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)
2. Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz bâtıl olarak yaratmadık. (Bilâkis, kudretimize ve birliğimize delîl olsunlar diye yarattık.) (Sâd sûresi: 27)
3. Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Aranızda birbirinizin mallarını bâtıl (yollar) ile yemeyin. (Bekara sûresi: 188)
Bir kimsenin malını içki, kumar ve zinâ gibi dînin yasakladığı şeylere harcaması da bâtıl (yol) ile yemektir. (Yûsuf Sinânüddîn)
4. Şirk, putlara tapmak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hak (İslâmiyet) gelince bâtıl gider. Bâtıl her zaman gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)
ateizm
14.07.2005 - 17:40Dehrî, dinsiz.
Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak (ateist olmak) tır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ateistler, Allahü teâlâya inanmazlar. 'Her şey tabîat kânunları ile vâr oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr yâni zaman ilerledikçe, her şey değişmektedir' derler. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Kitablarında din ile mücâdele eden ve 'Dinleri yok etmek, materyalizmin, marksizmin alfâbesidir' diyen Lenin, iktidârı ele geçirdikten sonra Rusya'da ateistler birliğini kurmuştur. (Seâdet-i Ebediyye)
Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır: 1) Ateistler. 2) Herşeyi tabîat yapıyor diyen tabî'iyyeciler. 3) Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo'nun yolunda olanlar. (İmâm-ı Gazâlî)
aklin gosterdigi yol
14.07.2005 - 17:37İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
... Akıl, sâhibini iyiliğe götürür, kötülükten alıkor. Aklı olgunlaşmadıkça kişinin dîni doğru ve îmânı kâmil (olgun) olmaz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sizin akılca en üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. En güzeliniz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edeninizdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Kişi güzel ahlâk ile gündüz oruç tutup gece ibâdet edenler derecesine ulaşır. Fakat akılca kâmil (olgun) olmadıkça, ahlâkı kâmil olmaz. Aklı olgunlaşınca, îmânı da olgunlaşır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Akıllı kimsenin, dünyâ ile ilgili bir menfaati kaçırdığı zaman, bunu kendine gam ve üzüntü yapması uygun değildir. Çünkü üzülmekle ele bir şey geçmez. Fazla üzülmek akla zarar verir. (İbn-i Hibbân)
Akıl göz gibidir, din bilgileri ışık gibidir. Akıl yalnız başına din bilgilerini, faydalı ve zararlı şeyleri anlayamaz. Bunun için Allahü teâlâ, peygamberleri ile râzı olduğu, beğendiği yol olan İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği peygamberlerin gö nderilmesiyle tamamlandı. (İmâm-ı Rabbânî)
Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yâni his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlıyamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdi r. İnanmaktan başka çâresi yoktur. (İmâm-ı Gazâli)
ahiret
14.07.2005 - 17:34İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kim de mü'min olduğu hâlde âhireti ister ve onun için gereken şekilde çalışırsa, işte onların çalışmaları makbûl olur. (İsrâ sûresi: 19)
Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış. Âhiret için orada sonsuz kalacağına göre çalış. Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itâat et. Cehennem'e dayanabileceğin kadar günâh işle. (Hadîs-i şerîf-Eyyühel Veled)
Sizden öncekiler, âhiret işleri ile uğraşıp, sâdece artan zamanlarını dünyâ işlerine harcarlardı. Siz ise, bugün hep dünyâ işleri ile uğraşıyor, zaman kalırsa âhiret işlerini yapıyorsunuz. (Avn bin Abdullah)
Âhireti düşünmek akıllılığın alâmeti, kalbin canlılığıdır. (Ebû Süleymân Dârânî)
Bir kalbde, âhiret arzusu çoğaldıkça, dünyâ düşüncesi o kalbden kaybolur. (Ali Müzeyyen)
Allahü teâlânın bildirdiği bir âhiret günü bin dünyâ senesi kadardır. Böyle olduğu Hac sûresinde açıkça bildirilmiştir. Niçin bu kadar zaman olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü âhirette, dünyâda bulunan gece, gündüz, ay ve sene yoktur. (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
seyid
14.07.2005 - 17:281. Efendi.
Genç olarak Cennet'e girenlerin Seyyidi Hasen ve Hüseyin'dir.' (Hadîs-i şerîf-Üsüd-ül-Gâbe)
2. Hazret-i Hüseyin'in neslinden (soyundan) gelenler.
Seyyidlerin bulunduğu bir memlekette ben oturamam. Zîrâ Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem bağlı bir nesebden (soydan) gelmenin şerefini taşıyanlara lâyık oldukları tâzimi (hürmeti) gösterememekten korkuyorum. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Seyyidler, İmâm-ı Hasen'in torunları olan şerîflerden daha üstündür. Osmanlı Devleti zamânında Haleb'de seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı. Bütün evlâdları orada kayıtlı olup, yalancılar seyyidlik iddiâ edemezdi. Seyyidlerin kıymeti bil inmeli, hürmette ve hizmette kusûr edilmemelidir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
sultan süleyman
14.07.2005 - 17:21Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biz Dâvûd'a Süleymân'ı (aleyhisselâm) verdik. O (Süleymân aleyhisselâm) ne güzel kuldur. Hakîkaten o, (bütün vakitlerini zikr, tesbîh ve tövbe ile) Allahü teâlâya dönen bir kuldur. (Sâd sûresi: 30)
Biz, Dâvûd ve Süleymân'a (aleyhimesselâm hüküm ve kazâya dâir) ilim verdik. Onlar da; 'Allahü teâlâya hamd olsun ki, (nübüvvet, kitap ve sâir ilimler ve hikmetle) bizi (kendilerine bu hasletler verilmeyen) mü'minlerin çoğu üzerine üstün kıldı' dediler. (Neml sûresi: 15)
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mü'min, ikisi de kâfir idi. Mü'min olan iki kişi Zülkarneyn ile Süleymân aleyhisselâm idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdî de mâlik olacaktır. (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar fî Alâmet-il-Mehdî)
Süleymân'a (aleyhisselâm) verilen (o kadar) geniş mülk, onda huşûdan (Allah korkusu) başka bir şeyi arttırmadı. Rabbine olan huşûundan dolayı gözünü semâya bile kaldıramıyordu. (Hadîs-i şerîf-Arâis-ül-Mecâlis)
Süleymân aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâmın oğludur. Gazze'de doğdu. Babası vefât edince 12 veya 13 yaşında sultân, daha sonra peygamber oldu. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etti, bildirdi. Babasının temelini attığı Kudüs'teki Mescid-i A ksâ'yı yedi yılda pek san'atlı ve gösterişli olarak inşâ ettirdi. Saraylar inşâ ettirip kaleler yaptırdı. Şehirler kurdu. Zamânın medenî dünyâsı olan Akabe körfezinden Fırat'a kadar olan bölgeye hâkim oldu. Ticâret gemileri yaptı. Kızıldeniz ile Umman denizinde ticâret yaptırdı. Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Yemen'deki Sebe' sultanı (melikesi) Belkıs ile evlendi. İnsanlara, cinnîlere, yerdeki ve havadaki hayvanlara hükm eder, onlarla konuşurdu. Rüzgâr emrine verilmişti. Kudret ve ihtişâm sâhibi bir peygamberdi. Kırk sene adâletle hüküm sürdü ve Kudüs'te vefât etti. (İbn'ül-Esîr, Molla Miskîn, Nişancızâde)
uğur ışılak
14.07.2005 - 17:10sesıylen sozuylen ANADOLU ugur ısılak adam gıbı adam.
talat paşa
13.07.2005 - 20:39Sultan Ikinci Abdülhamid Hân’i tahtindan indirenlerin basinda Talât Pasa vardir. Mason, hem de Üstad-i-a’zam derecesinde mason olan bu Talât Pasa için Falih Rifki Atay: “Imlâsini bizim düzeltecegimiz kadar Türkçesi vardi” der! .. Iste bu masonun basinda bulundugu çete, “tamamen uydurma bir fetvâ” ile Abdülhamid Hân’i devirdikten sonra, yeni bir “afvolunmaz hatâ”, “silinmez leke” ile, içlerinde ünlü bir Yahudi’nin, bir Ermeni’nin ve iki de karanlik islerin adamindan kurulu bir heyeti, “Osmanli tarihinde tek bir misli olmayan fâcia” ile Müslümanlarin Halifesi olan alti yüz yillik Osmanli devletinin hâkanina göndererek tahttan indirildigini bildirmekten utanmadilar! .. Ve sonra da ayni günün gecesinde alelacele bir kararla Selânik’e gönderdiler! .. Yirmi dört kisilik maiyyetiyle çok zor sartlar içindeki bu yolculugun ne müdhis bir eziyet içinde geçtigine dair pâdisahin kizlarindan Sadiye Sultan (1886–1977) ile Ayse Sultan’in (1887–1960) yayinlanmis hâtiralarinda ibretle okunacak sayfalar vardir! ..
Selimiye Camii
13.07.2005 - 20:20Kibris seferi sirasinda II. Selim bir gece Peygamberimiz (s.a.v.) 'i rüyasinda görür. Peygamberimiz: ' Selim eger Kibris'i fethedersen Edirne'de su bizim isaret ettigimiz yerde görkemli bir camii yaptiracaksin ' der. II. Selim Kibris seferinin mesgalesiyle bu rüyayi unutur. Daha sonra Lâlâ Mustafa Pasa komutasindaki bir donanma Kibris'i fetheder. II. Selim Kibris'in fethinden cok memnun olur. Fakat bir gece tekrar Peygamberimiz: ' Selim bize verdigin sözü tutmadin. Sen Kibris'i fethedersen Edirne'de cami yaptiracagina söz vermedin mi? ' diye ikazda bulunur. Selim o günden sonra Mimar Sinan'a bu camiyi yapma görevini tevdi eder. Böylece dünyaca taninmis Selimiye Camii bir fetih müjdesinin meyvesi olarak Edirne ufuklarinda tecessüm etmis olur.
kanuni sultan süleyman
13.07.2005 - 20:16sehzade mustafa yı katletmesı bence gercekten cok buyuk bır hata ıdı sayet yapmasa ıdı osmanlı devem edebılırdı.
Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur. Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle 'Kanunî Sultan Süleyman' diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini 'Muhtesem ve Büyük' (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir.
Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: 'Kanunî, 'Muhtesem' ve 'Büyük' gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece 'Kanunî' ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin 'Büyük' sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495) dogmus olmasi da mânali sayilmistir.'
yavuz sultan selim
13.07.2005 - 20:08Kaynaklarin, ortaboylu, toparlak ve kirmiziya çalan beyaz yüzlü, çatik kasli, beyaz disli, omuzlari ile gögüs arasi açik, sakalsiz, pala biyikli, sert bakisli, cesur, gayretli, çok mahir bir avci, harp sanatinda emsalsiz bir komutan olarak bildirdikleri Yavuz Sultan Selim, âlim ve edipleri seven, Sark dillerinden Arapça ve bilhassa Farsça'ya tam manasi ile vâkif bir hükümdar idi. Kendi el yazisi ile olan Farsça manzumeleri, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde bulunmaktadirlar. Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti. Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî, onun meclisinin müdavimleri idiler. Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir. Bos zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi. Ilmi sever ve ülemaya hürmet ederdi. Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir bilgisi vardi. Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan 'Tarih-i Vassaf'i çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir. Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu. Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin 'en-Nücûmu'z-Zâhire' adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu. Yine o, Misir'daki ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti. O, sair, mutasavvif ve filozof bir hükümdardi.Uzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi. Sam'in Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin türbesini de bulup yaptirdi. Böylece o, () Sam'daki bu tesisler ile Konya'da Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti. Zira benzer hayir isleri için fazla zaman bulamamisti. Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti. Osmanli Devleti'nin 9. hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa 'Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn' ünvanini almisti. Babasi II. Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur. Babasinin sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m. l466, l467 ve l470) yillari seklinde epey farkliliklar göstermektedir.
Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda yeterli bilgi verirler. Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887 (l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti. Öyle anlasiiyor ki o, diger sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti. Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim, sert bir yaratilisa sahipti. Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür, etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi. Istisare ve arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi. Bu konuda önüne çikacak bütün engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi. Kararlarini uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi. Adam seçmesini iyi bilirdi. Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci derecede rol oynadi. Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina gönderdi. Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti.Zira adamlari nasil hareket etmesi gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi. Onun, tahta geçmeden önce kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da buldular. Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de vâkif bulunuyordu. Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti. Devlet hazinesini devamli surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi. Sadeligi severdi. Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti. Ülkesinin her tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi.
fatih sultan mehmet
13.07.2005 - 20:06Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:
'Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir.' Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. 'Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan 'Iznik ve Bursa Tarihi'nin 152-153. sayfalarinda 'Hâtuniye Künbedi' ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir
yıldırım bayezid
13.07.2005 - 20:02Babasi, Murad Hüdavendigâr'in tahta cülûs etikleri 761 (1360) yilinda dünyaya gelen Bâyezid, âdil, yigit, bilginlerle yoksullari seven, zenginlere sefkat, zahidlerle iyi insanlara saygi gösteren bir hükümdar idi. Ela gözlü, arslan simali, kumral sakalli, görünüsü kirmiziya mail, ak, müdevver ve berrak idi. Heykel gibi saglam ve güçlü kuvvetli idi. Cenk ve savas günlerinde korkusuz bir padisah idi. Giydigi elbise genellikle Bursa kadifesindendi. Annesi Gülçiçek hatundu.
Osmanli pençesinin kavradigi Rumeli agacinda, harp sahasinda hükümdar ilân edilip babasinin tahtina oturan Yildirim'in bâzusu, daha nice meyvelerini Osmanlilarin etegine düsürmek üzere bekleyici idi. O, harp sahasinda hükümdar ilân edildiginden muharebeye devam etmekten geri durmadi. Ayrica komutanlardan Pasa Yigit'i Bosna, Firuz Bey'i de Vidin taraflarina akina gönderdigi gibi bizzat kendisi de Kratova gümüs madenlerini zapt ile Üsküp sehrine Türk göçmenlerini iskân ettirdi.
Avrupa'nin siyaset aktörleri, Yildirim ünvani ile anilan Bâyezid'in fikir ve düsüncelerini pek de bilmez sayilmazlardi. Babasinin biraktigi hududu, mucizeli ordusuyla gögüsleyip alabildigine açan, açarken de karsilastigi sayisiz müsküllere yutkunmadan katlanan, özellikle kilise için bir Isa düsmani sayildigi halde, feth ettigi Hiristiyan ülkelerinin halkina bu kilise mensuplarindan, hatta papalardan daha müsfik ve anlayisli davranan koca Hüdâvendigâr gibi, oglu da acaba ayni siyaset ve insanlik yolu üstünde mi yürüyecekti?
Toplam 81 mesaj bulundu