bir lens icâd etmek isterdim.
görünmeyecek kadar ufak kablolarla kalbe bağlı bir lens.
otomatik olarak renk değiştirecek.
üzgünsem yeşertecek dünya mı bembeyaz yapacak gördüklerimi
çok sevinçliysemde hafiften karartacak.
vasat bir renkte tutacak görünenleri
'gri' olabilr mesela..
zaten üzüntülerimiz bir zamanlar yaşadığımız mutlulukların
çocukları değil mi?
ve sevinçlerimiz bize kederligünlerden yadigâr değil midir?
GRİ derim ben..
öyle ortalarda dengelerde bir yerde..
'derim' sadece
ama böyle bir şey icât etsem
bu lensi takma fikrinede gri bakardım galiba..
bugün hüküm sürmekte olduğu için haklı,
gelecekteki doğrusal ilerleme çizgisini belirleyeceği için önemli;
dün bugüne direnmekte olduğu için suçlu,
geleceği belirleme gücünden yoksun olduğu için önemsiz-mi-dir?
kulağa hoş gelsede
bugünü dünden kopartmak
biri olmadan biri olmayan iki şeyi birbirinden ayırmak gibidir.
bugünü geçmişten kopartmak istiyorum bazen
silmek istiyorum yaşanmışlıkları
ve bunun için
bugünü idâm etmekten başka çare bulamıyorum.
düne müdahale edemiyorum çünkü..
kimse idâm edilmesin
dün bugün elele verip
yarını inşâ etsin!
dışımızda ki dünyada
her ne oluyorsa
insanı örnek vererek o olayları açıklayabiliyoruz.
aynı bunun gibi kendimizde her ne oluyorsa
dışımızdaki dünyadan kendimize örnek verebiliyoruz.
bana bir duygu söyle ki
kainatta onu izdüşümü yaşanıyor olmasın.
bizim bu düya ile bir al^kamız var ama ne!
zıtlıklar vardır. biri olunca diğeri olmayan
yani biri gelince diğerinin o mekânı terkettiği
birbirlerini sevmeyen zıtlıklar.
karanlık ve aydınlık gibi.
sevgi ve nefret gibi.
ikisi bir arada olmaz.
insan içinde geçerli
hem sevip hem nefret edemez insan.
'aynı anda'
zaten insan tüm zıtlıkları kendinde toplayan yegâne canlı değil midir?
dünya gibi
güneş doğuyor aydınlanıyor dünyamız ve seviyoruz birisini.
ve gece oluyor kararıyor dünyamız ve nefret kaplıyor bir zamanlar aydınlık olan silüetleri...
kızılımsı mor renk
ayrıca yunan filozofu 'platon'un arapça söylenişi
eflatun rengi roma/bizans dünyasında soyluluk ve otoritenin simgesi olduğu için
'platon' yani 'eflatun' ismini bu özellikten alır.
siz!
dünyayı yaşanmazlıkla ithâm edenler!
sağo sola saldırıp bir lağım çukuru gibi tasvir ediyorsunuz bu dünyayı
isyan ediyorsunuz 'çirkin' 'yaşanmaz' diyerek!
bakın!
bir bakın şu yazdıklarınıza
beyaz sayfalara düşürdüğünüz sürdüğünüz kirli harflere bakın!
küçük sanal bir sayfayı kirleten sizler
'dünya nasıl kirlendi'
türünden riyakâr sorularınızı alın
ve yaratılış hikmeti düşünmek olan o muhteşem beyinlerinize sokun!
Kadın Ruhunun Anahtarı, Merkezinin Kendi Dışında Oluşu
Ne lüzum var inkâra: Erkek başka, kadın başka.. Herkesin bildiği vücut ve ruh farkları bir yana, kadını erkekten ayıran önemli bir fark var.. Aşağı yukarı ötekilerin temeli bu fark. Kadın özgecidir (diğergam) , merkezi kendi dışındadır. Yani, hazlarının da kaygılarının da bir başkasıdır kaynağı: Sevdiği ve sevilmek istediği biri: Koca, çocuklar, baba, dost, vs... Çevresindekilerin ne sevinçlerine yabancı kalabilir, ne acılarına; kadın onlarsız kâm alamaz hayattan. Onlara beğendirmek için yaratır, onlar beğenmiyor diye yıkar. Onların hoşuna gitmeye çalışır. Damak zevkleri de kulak, göz, kafa zevkleri de vız gelir kadına.
Düşündüğü ve kendisinin düşünen biri yoksa, kendisiyle beraber kâm alacağı, kendisiyle beraber hareket edeceği biri yoksa zevk alamaz hayattan, yaratamaz, iş göremez. Başkaları için yaşamaya can atan kadın, kendisini başkalarına feda etmeye hazır olan kadın, başkalarından gördüğü iyiliklere sonsuz bir minnettarlık duyan kadın, başkalarından minnettarlık görmeyince, başkaları kendisiyle ilgilenmeyince, kendisi için yaşayacağı, kendisi için hayatını fedadan çekinmeyeceği biri olmayınca mahvolur. Böyle birine kavuşunca coşar, üzülüyorsa böyle birinden mahrum olduğu içindir. Yani, aydınlatacağı biri yoksa alevi söner kadının.
Erkek öyle mi? Ne egoisttir o. Daha doğrusu merkezi kendi içindedir. Yani, yaşadığı dünyanın merkezi kendi şahsı, kendi çıkarı, kendi hazları, kendi meşgaleleridir. Tek başına yaşayabilir erkek, hayatın tadını çıkarabilir. Çevresindekiler sevinçliymiş, üzüntülüymüş ona ne! İlgilenmez başkalarıyla. Onlar da kendisiyle ilgilenmeyince fazla üzüntü duymaz. Kendi rahatını düşündüğü için her heyecandan kaçmak ister. Aşksız da yaşayabilir, kinsiz de. Sevinçli olmuş veya olamış aldırmaz. Başkaları beğenmiş veya beğenmemiş umurunda mı? Çizdiği yolda yürür gider. Damak, göz, kulak zevklerine bayılır. Zengin olacak, hükmedecek herkese, kafasını geliştirecek. Hazlarının merkezi kendisi.
Çocuklara bakın: Kız, bebeklere düşkündür. Erkek, tüfeğe. Kız, anne olmak ister, öğretmen, hastabakıcı olmak ister. Küçüklerle oynamaktan, onları okşamaktan, okşanmaktan hoşlanır. Kendisini annesine veya hocasına beğendirmek için deli divane olur. Erkek kendinden büyüklerini arar. Ya arabacı olmak ister, ya general. Kumanda edecek, herkes boyun eğecek ona. Durup dururken yardım etmez annesine, ya korktuğu için yardım eder ya mükâfat beklediği için.
İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Yaşlanan erkek kavgadan çekilir. Başkasının kendisiyle ilgilenmesini ister, ama kendisi hiç kimseyle ilgilenmek istemez. Fakat, yaşlanan kadın hayat kavgasından çekilmek şöyle dursun, çalışma sahasının daraldığını gördükçe kendini yer. Daha çok çalışmak ister, daha hassaslaşır. Kendini başkalarına feda edemeyince, ister ki başkaları doğruluğuna inandığı davaları için fedakârlık yapsınlar. Tapar torunlarına. Yavrular onun için hem büyük bir dert, hem büyük bir hazdır. Çocuklarından çok torunları için çırpınır. Kimsenin yaptıklarını beğenmez. Hep iş arar kendine. Hep kaygı arar. Arkada kalan yılların yalnız üzüntülerini hatırlar. Hayatın tadını çıkaracağı yıllarda eskisinden bin kat beter üzülür.
Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın, çocuğu için hem süt anne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır.
Uğrunda didineceği kimsesi yoksa, kendine bağlanacağı kimse yoksa ölür gider kadın. Evlenmemiş bir kız düşünün. Ne kardeşi var ne yeğeni. Sevmiyor ve sevilmiyor. Acılarını dindirecek kimsesi yok, fedakârlık edemiyor. Duyguları hiç kimsenin işine yaramıyor, ne öğretmen ne hemşire. Canlı bir hedefi yok. Ne olur bu kızcağız? Solar ve kurur.
İşsizlik, ilgisizlik, en büyük felâket kadın için. Heyecansız bir hayat, bağlanamamak, kendine bağlayamamak. Ölümden beter....
'Yolculuğumun bu bölümünde “Ahiler” denilen toplulukla tanıştım. Bilâd-i Rûm’a yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her vilayette, her şehirde ve her köyde bulunan Ahiler, bekâr ve sanat sahibi gençlerin oluşturduğu bir tür cemiyetti. Bunlar birbirleriyle çok sıkı bir dayanışma içindedirler. Her birinin halk içinde muteber birer mesleği vardır. Memleketlerine gelen yabancılara yakın bir ilgi gösterir; onların yiyecek ve içeceklerini temin eder; konuklarının insanî ihtiyaçlarını karşılamakta ellerinden gelen bütün itinayı gösterirler.
Öte yandan, yaşadıkları yerlerdeki zorbaları da yola getirir, herhangi bir sebeple bunlara iltihak eden kötüleri tek tek ortadan kaldırırlar. İşte, bu gibi hususlarda Ahilik cemiyetinin dünyada eşi ve benzeri yoktur.
Ahilerin biraraya gelerek oluşturduğu bu cemiyete “Fütüvve” (Gençlik) adı verilir. Reis seçilen kimse bir zaviye yaptırarak içini halı, kilim, kandil ve diğer lüzumlu eşyalarla donatır. Arkadaşları gündüz çalışarak kazandıklarını ikindiden sonra reise getirirler. Bu para ile yiyecek-içecek ve zaviyede sarfolunan diğer ihtiyaç maddelerini satın alırlar. O gün yörelerine bir misafir gelirse onu zaviyelerinde ağırlar ve ortak sermayeleriyle aldıkları bu yiyeceklerle kendisine güzel bir ziyafet çekerler. O kimse yöreden gidinceye kadar da onların misafiri olur. Konuklarını uğurlarken arkasından raks eder ve nağmeler söylerler.
Ahiler, yörelerine yabancı bir misafir gelmediği zamanlarda da birbirlerinden kopmazlar, yine zaviyelerinde toplanıp yemek yerler. Sabahleyin düzenli olarak işlerine gider, gün içinde kazandıklarını ikindiden sonra getirip reislerine verirler. Bunların reislerine verdikleri paraya “fityan” denilir. “Ahi”, cemiyetin olduğu gibi aynı zamanda reisin de ismidir.
Ben İbn-i Battuta, dünyada bunlardan daha güzel ve daha hayırlı işler yapan kimseler görmedim. Şiraz ve Isfahan halkının hareketleri bunlarınkine biraz benzemekte ise de. Ahiler, memleketlerine gelen ve giden yolculara yakın ilgi göstermek, şefkat ve iltifatta bulunmak bakımından onları bir hayli aşmış durumdadırlar.'
ibn-i batuta: terimi ekledim fakat açılmamış. ibn-i batuta 14. yüzyılda yaşamış faslı müslüman bir seyyah.
Boğarak öldürülme de engizisyonun sıkça tercih ettii işkencelerden biriydi.
Ancak bu metot genellikle 'Cadı' olduğu düşünülen kişilere uygulanırdı. Mahkumun elleri ve ayakları bağlanır, ayaklarına bağlanan bir ağırlıkla birlikte suya atılırdı.
Şayet kişi kurtulabilirse (!) cadı olduğu onaylanmış olurdu,
zira sıkıca bağlanmış bir düğümden kimse kurtulamazdı.Düğümlerden kurtuluş elbette insazdan kurtuluş değildi
cadı olduğu için türlü işkencelere maruz kalacak
ve infaz edilecekti..
Şayet ölürse, mahkumun halâ iyi bir hıristiyan olduğu için ailesine teşekkür edilirdi...
yaklaşıyor vakit. alsın birisi saatleri gözümün önünden. söyleyin güneşe gitmesin bugün. ayda doğmasın. zaman çarkına sokun bulduğunuz çomak cinsi nesneleri.kayıp zamanlar gemisine yetişmem lazım. aradığım bir atlantis. yirmi bin fersaha dalış yapacağım. oksijen.. oksijen enjekte edin damarlarıma. ve çabuk alaaddinin cinini bulup getirin. bir dilek borcu vardı yapmadı. mahkemeye vermekle tehdit ediyor deyin. o bilir hatırlatılınca sözün kıymetini. ve bir balta getirin. kıldan ince kılıçtan keskin. moleküllere ayırın beni. fırtına çıkacak yetiştirin parçalarımı gelmekte olan hortuma. savursun gökyüzüne ve uyanayım annemin kucağında. samimi gülüşler görmek istiyorum. nerede belkısın tahtını getiren cin. gözümü kapattım. açıncaya kadar burada olsun taze ıhlamur yaprakların. budayın saçlarımı. hindistanda bir tapınağın foseptik çukuruna atın. ruhum kalsın geriye. kurun saatlerini ibadete. gerekirse bir cami mimberinin altına bağlayın zincirle. kaçmasın kaçamasın..
hezeyan bulutları.. yağdırmayın acıtan yağmurlarınızı. zihnimde talan var bugün. hücreler isyanda..
1-Batı devletlerinin ilerlemelerinin temelinde sömürü,kan,vahşet vardır:Afrika’yı sömürüp,yeraltı ve yer üstü zenginliklerini yağmalayan batılı emperyalistler, afrikalı zencileri amerika’da köle diye satarlar.Amerika’yı işgal eden ingiltere,fransa,ispanya …gibi emperyalist devletler oradaki ” aztek-maya-inka” medeniyetlerini yok edip, katliamlar yaparak altınlarını ele geçirip,yer üstü zenginliklerini de batıya taşırlar …!
Şu an kovboy deyince cesur ve atılgan insanlar, kızılderili denince kafaderisi soyan yabani insanlar akla gelir …Halbuki o kızılderililer ülkelerini savunan vatansever insanlar topluluğu idi ama medya-sinema insanların beynini yıkayarak olayları tam tersine bizlere belletmişlerdir.İngiltere Hindistanı işgal edip yaklaşık iki yüz yıl sömürürken,İngiltere’deki halı fabrikaları halı satabilsin diye hindistan’da el emeği halı yapan tam 50.000 hintlinin ellerinin kesilmesine izin verirler ingiliz hükümeti…Hindistanlılar bisiklete binen bir ingiliz kıza gülüp alay ettikleri için ingiliz silahlı kuvvetleri tarafından silahlı yaylıma ateşine tutulurlar ve onlarca kişi sadece bir alay gülüşünün sonunda canlarından olurar…Batılılar Çin’i yönetim altında tutabilmek için yüzbinler-milyonların esrarkeş-eroinman olmalarına göz yumar hatta desteklerler…Evet batı ileri ama temeli kan-vahşet ve gözyaşı ile örülü!
2-Batılılar Rönesans’ın temellerini İslam ülkelerinden aldıkları bilgi, ilim sayesinde atmışlar ve bu sayede hamle yapabilmişlerdir…Orta çağ denen dönemde batı karanlık ve zulüm içinde yüzerken İslam ülkeleri ilim-fen-matematikte batıya liderlik yapıyor, batılı öğrenciler Arap ülkelerine ve Endülüs’e ilim tahsiline geliyorlardı…Evet bir zamanlar İslam ülkeleri ileri batı ülkeleri geri idi çünkü Müslümanlar; İslam ile iç içe idi ve İslam hayata aktarılmış idi, Kısaca;
3-İlk emri ” OKU ” olan,8 yıllık eğitimi değil; ” Beşikten mezara dek ilim öğrenmeyi ” tavsiye eden, O zamanın uzak ülkelerinden olan Çin hedef gösterilip, ” İlim Çin’de bile olsa onu alın ” buyurulan, “ilim Öğrenmek kadın -erkeğe farzdır” diye emredilen, Kutsal Kitabında (Kur’an-ı Kerim’de) “Hiç düşünmez misiniz? ”, “Akılınızı hiç kullanmaz mısınız? ”, ” Ne de az düşünürsünüz! ” gibi yönlendirici ayetleri bünyesinde bulunduran MÜSLÜMANLAR GÜNÜMÜZDE NE YAZIK KI İSLAM’DAN UZAKLAŞIP,ADLARI İLE MÜSLÜMAN, YAŞAYIŞLARI İLE HIRİSTİYAN OLDUKLARI İÇİN İLİM-TEKNOLOJİ-KÜLTÜRDEKİ ÖNDERLİKLERİNİ KAYBETMİŞLER VE ÇAĞIN İLERİSİNDE BULUNAN KUR’AN’IN GERİSİNDE BULUNAN BATILI ÜLKELERİNDE GERİSİNDE KALMIŞLARDIR! OKU EMRİ BİZDE OKUYAN BATILILAR, İÇKİ ONLARIN KİTABINDA SERBEST BİZİM DİNİMİZDE YASAK,İÇKİ TÜKETİMİNDE DÜNYA 3.SÜ ÜLKEYİZ!
Geçen senelerde ramazan da Rize de erken top atılıp
erken iftar açma olayı olmuştu.
Haber bültenlerine çıkmıştı bu olay. ve diyanet
Rizelilerin 1 günlük orucu kaza etmeleri gerektiğini söylemişti..
Almanya da yaşayan bir Rizeli hemşehrimizde
telefonla bağlanarak
-bende rizeliyim benim de kaza etmem gerekir mi?
diye sormuştu... :)
kıyafetlerinden kazma küreğine kadar aynı techizat ve kıyafetle
donanmış iki insan.
bir bahçede yanyana çukur kazıyorlar.
dışardan gözüken manzara şu ki
ikiside kazıyor
ikiside terliyor
ikiside durup aradabir gökyüzüne bakıp dalıyor...
eylem aynı eylem..
fakaaat.
bir tanesi bir define haritası ele geçirmiş ve haritanın gösterdiği yer
kazdığı yer. niyeti o hazineyi ele alıp sefa sürmek tabir-i caizse kırılmamış fındık bırakmamak.. öyle bir hırslı ve hayal kuruyor arada bir..
diğerinin niyeti ise
yolun kenarı olması ve bir çok insanın hatta hayvanların gelip geçtiği bir yer.
fakat çeşme yok yakınlarda.
niyeti kazıp su çıkartmak ve bir çeşme yapmak.
yaparken mutlu
arada gökyüzüne bakıyor ve çeşmeden faydalanacak olanların edecekleri duayı düşünerek daha bir sarılıyor kazmaya...
herkes bu kıssadan dilediği hisseyi çıkartmakta özgürdür.
ister amellerin niyetlere göre olduğunu, ister insanların niyetlerinin eylemlerinin sonunda belli olacağını, ister dış görünüşe aldanılmamasını,
ister...
şu geldi aklıma bu da bir hisse
hazine için kazan hazineyi bulamazsa yaşadığı büyük bir hayal kırıklığı olur.
fakat çeşme için kazan su bulamazsa bile yaptığı müspet eylem ve onun verdiği mutluluk yanına kâr olacaktır.
vesaire vesaire vesaire..
abbas: evet arkadaşlar münübüsümüzüde almışık
abbas: bundan sonra alibeyköy hattında benimde münübüsüm çalışacak
abbas: herkese benden çay
şakir: ben istemem
abbas: peki şakire çay yok
şakir: ne demek şakir
abbas: adınımı degiştirdin
şakir: sen bana nasıl şakir dersin lan kelek
abbas: ne diyem mesela mağmutmu diyem.. şakir!
şakir: şakir abi dayı ağa diyeceksin
abbas o günler bitti şakir!
şakir: ne demek bitti
abbas: bayağı bitti ikimizinde minibüsü var. karrrdeşinim artık şakir!
'fer' (nur, ışık, parıltı)
'fecir' (gün doğumundan önceki aydınlık)
fecir ayrıca 'yırtmak' anlamında da kullanılıyor arapçada.
karanlığı yırttığı için sabahın o vakitlerine bu isim verilmiş.
'ferfecir' birbiriyle benzeşen iki kafiyeli kelime olsada
arapçada anlam ifade eden bir kelime olarak kullanılmaz.
uykum var. hayır gece beşik sallamadım. salıncaklardada sallanmadım. dağın yamacında bir ceren görüp peşine de düşmedim. gecenin bir yarısı efkarlar bastı aniden. odamın camını açtım. kanatlarımı takıp kendimi boşluğa bıraktım. uyusana dedi birisi. mesai deyim dedim. ben bir sokak lambacısıyım. geceleri aydınlatmam lazım. sapan taşlarıyla kırılan patlayan ampülleri tek tek takmam lazım. ama.. ama uykum vat. çatında kiremitlerin arasında bir kuş gördüm geçen yaz. galiba bir yuva yapmıştı oraya.
bana 1 geceliğine o kuş yuvasını kiralar mısın?
uykum var benim. gecenin karanlığından kalmayım. bir o yana dönüşler, bir bu yana dönüşler uyutmadı beni. bir fasit dairenin içinde, kendi içimde döndüm durdum. ve şimdi uykum var. ninniler istemem..
mercan dedeyi koyun cd çalara
yansımalar III..
ve sessizlikte uyuyamam ben lütfen gürültü yapın biraz..
uykum var..
müddet
02.10.2006 - 08:09'med' denizin yükselip yer kaplaması, karaya yayılması
'medd' uzama, yayılma
'müddet' zaman veya mekânda uzunluk, yayılım, süre
icat
01.10.2006 - 23:52bir lens icâd etmek isterdim.
görünmeyecek kadar ufak kablolarla kalbe bağlı bir lens.
otomatik olarak renk değiştirecek.
üzgünsem yeşertecek dünya mı bembeyaz yapacak gördüklerimi
çok sevinçliysemde hafiften karartacak.
vasat bir renkte tutacak görünenleri
'gri' olabilr mesela..
zaten üzüntülerimiz bir zamanlar yaşadığımız mutlulukların
çocukları değil mi?
ve sevinçlerimiz bize kederligünlerden yadigâr değil midir?
GRİ derim ben..
öyle ortalarda dengelerde bir yerde..
'derim' sadece
ama böyle bir şey icât etsem
bu lensi takma fikrinede gri bakardım galiba..
dün
01.10.2006 - 23:40bugün hüküm sürmekte olduğu için haklı,
gelecekteki doğrusal ilerleme çizgisini belirleyeceği için önemli;
dün bugüne direnmekte olduğu için suçlu,
geleceği belirleme gücünden yoksun olduğu için önemsiz-mi-dir?
kulağa hoş gelsede
bugünü dünden kopartmak
biri olmadan biri olmayan iki şeyi birbirinden ayırmak gibidir.
bugünü geçmişten kopartmak istiyorum bazen
silmek istiyorum yaşanmışlıkları
ve bunun için
bugünü idâm etmekten başka çare bulamıyorum.
düne müdahale edemiyorum çünkü..
kimse idâm edilmesin
dün bugün elele verip
yarını inşâ etsin!
alçakgönüllü
01.10.2006 - 23:27ey gönül!
tüm çirkinlikler sende hayat buluyor,
öyle ki;
'alçak' dese birisi kavga sebebi olurken
yanına sen gelince
iltifat olup çıkıyor anlam..
insan
01.10.2006 - 23:25dışımızda ki dünyada
her ne oluyorsa
insanı örnek vererek o olayları açıklayabiliyoruz.
aynı bunun gibi kendimizde her ne oluyorsa
dışımızdaki dünyadan kendimize örnek verebiliyoruz.
bana bir duygu söyle ki
kainatta onu izdüşümü yaşanıyor olmasın.
bizim bu düya ile bir al^kamız var ama ne!
zıtlıklar armonisi
01.10.2006 - 23:22zıtlıklar vardır. biri olunca diğeri olmayan
yani biri gelince diğerinin o mekânı terkettiği
birbirlerini sevmeyen zıtlıklar.
karanlık ve aydınlık gibi.
sevgi ve nefret gibi.
ikisi bir arada olmaz.
insan içinde geçerli
hem sevip hem nefret edemez insan.
'aynı anda'
zaten insan tüm zıtlıkları kendinde toplayan yegâne canlı değil midir?
dünya gibi
güneş doğuyor aydınlanıyor dünyamız ve seviyoruz birisini.
ve gece oluyor kararıyor dünyamız ve nefret kaplıyor bir zamanlar aydınlık olan silüetleri...
eflatun
01.10.2006 - 23:07kızılımsı mor renk
ayrıca yunan filozofu 'platon'un arapça söylenişi
eflatun rengi roma/bizans dünyasında soyluluk ve otoritenin simgesi olduğu için
'platon' yani 'eflatun' ismini bu özellikten alır.
müstehzi
01.10.2006 - 23:03'hezee'
aşağıya çekmek
'müstehzi' aşağıya çeken, aşağılayan
siz
01.10.2006 - 21:48siz!
dünyayı yaşanmazlıkla ithâm edenler!
sağo sola saldırıp bir lağım çukuru gibi tasvir ediyorsunuz bu dünyayı
isyan ediyorsunuz 'çirkin' 'yaşanmaz' diyerek!
bakın!
bir bakın şu yazdıklarınıza
beyaz sayfalara düşürdüğünüz sürdüğünüz kirli harflere bakın!
küçük sanal bir sayfayı kirleten sizler
'dünya nasıl kirlendi'
türünden riyakâr sorularınızı alın
ve yaratılış hikmeti düşünmek olan o muhteşem beyinlerinize sokun!
sting
01.10.2006 - 15:47shape of my heart
bu saatlerde pek gitmez ama
sessizliğin sesinden yorgun düşme saatinde olanlar olabilir..
'soru işaretinden sonraki boşluğu kapatın
kürt
01.10.2006 - 15:27insan..
kadın
01.10.2006 - 14:48Kadın Ruhunun Anahtarı, Merkezinin Kendi Dışında Oluşu
Ne lüzum var inkâra: Erkek başka, kadın başka.. Herkesin bildiği vücut ve ruh farkları bir yana, kadını erkekten ayıran önemli bir fark var.. Aşağı yukarı ötekilerin temeli bu fark. Kadın özgecidir (diğergam) , merkezi kendi dışındadır. Yani, hazlarının da kaygılarının da bir başkasıdır kaynağı: Sevdiği ve sevilmek istediği biri: Koca, çocuklar, baba, dost, vs... Çevresindekilerin ne sevinçlerine yabancı kalabilir, ne acılarına; kadın onlarsız kâm alamaz hayattan. Onlara beğendirmek için yaratır, onlar beğenmiyor diye yıkar. Onların hoşuna gitmeye çalışır. Damak zevkleri de kulak, göz, kafa zevkleri de vız gelir kadına.
Düşündüğü ve kendisinin düşünen biri yoksa, kendisiyle beraber kâm alacağı, kendisiyle beraber hareket edeceği biri yoksa zevk alamaz hayattan, yaratamaz, iş göremez. Başkaları için yaşamaya can atan kadın, kendisini başkalarına feda etmeye hazır olan kadın, başkalarından gördüğü iyiliklere sonsuz bir minnettarlık duyan kadın, başkalarından minnettarlık görmeyince, başkaları kendisiyle ilgilenmeyince, kendisi için yaşayacağı, kendisi için hayatını fedadan çekinmeyeceği biri olmayınca mahvolur. Böyle birine kavuşunca coşar, üzülüyorsa böyle birinden mahrum olduğu içindir. Yani, aydınlatacağı biri yoksa alevi söner kadının.
Erkek öyle mi? Ne egoisttir o. Daha doğrusu merkezi kendi içindedir. Yani, yaşadığı dünyanın merkezi kendi şahsı, kendi çıkarı, kendi hazları, kendi meşgaleleridir. Tek başına yaşayabilir erkek, hayatın tadını çıkarabilir. Çevresindekiler sevinçliymiş, üzüntülüymüş ona ne! İlgilenmez başkalarıyla. Onlar da kendisiyle ilgilenmeyince fazla üzüntü duymaz. Kendi rahatını düşündüğü için her heyecandan kaçmak ister. Aşksız da yaşayabilir, kinsiz de. Sevinçli olmuş veya olamış aldırmaz. Başkaları beğenmiş veya beğenmemiş umurunda mı? Çizdiği yolda yürür gider. Damak, göz, kulak zevklerine bayılır. Zengin olacak, hükmedecek herkese, kafasını geliştirecek. Hazlarının merkezi kendisi.
Çocuklara bakın: Kız, bebeklere düşkündür. Erkek, tüfeğe. Kız, anne olmak ister, öğretmen, hastabakıcı olmak ister. Küçüklerle oynamaktan, onları okşamaktan, okşanmaktan hoşlanır. Kendisini annesine veya hocasına beğendirmek için deli divane olur. Erkek kendinden büyüklerini arar. Ya arabacı olmak ister, ya general. Kumanda edecek, herkes boyun eğecek ona. Durup dururken yardım etmez annesine, ya korktuğu için yardım eder ya mükâfat beklediği için.
İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Yaşlanan erkek kavgadan çekilir. Başkasının kendisiyle ilgilenmesini ister, ama kendisi hiç kimseyle ilgilenmek istemez. Fakat, yaşlanan kadın hayat kavgasından çekilmek şöyle dursun, çalışma sahasının daraldığını gördükçe kendini yer. Daha çok çalışmak ister, daha hassaslaşır. Kendini başkalarına feda edemeyince, ister ki başkaları doğruluğuna inandığı davaları için fedakârlık yapsınlar. Tapar torunlarına. Yavrular onun için hem büyük bir dert, hem büyük bir hazdır. Çocuklarından çok torunları için çırpınır. Kimsenin yaptıklarını beğenmez. Hep iş arar kendine. Hep kaygı arar. Arkada kalan yılların yalnız üzüntülerini hatırlar. Hayatın tadını çıkaracağı yıllarda eskisinden bin kat beter üzülür.
Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın, çocuğu için hem süt anne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır.
Uğrunda didineceği kimsesi yoksa, kendine bağlanacağı kimse yoksa ölür gider kadın. Evlenmemiş bir kız düşünün. Ne kardeşi var ne yeğeni. Sevmiyor ve sevilmiyor. Acılarını dindirecek kimsesi yok, fedakârlık edemiyor. Duyguları hiç kimsenin işine yaramıyor, ne öğretmen ne hemşire. Canlı bir hedefi yok. Ne olur bu kızcağız? Solar ve kurur.
İşsizlik, ilgisizlik, en büyük felâket kadın için. Heyecansız bir hayat, bağlanamamak, kendine bağlayamamak. Ölümden beter....
Cemil Meriç- Kırk ambar (kadın ruhu)
ahilik
01.10.2006 - 14:33'Yolculuğumun bu bölümünde “Ahiler” denilen toplulukla tanıştım. Bilâd-i Rûm’a yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her vilayette, her şehirde ve her köyde bulunan Ahiler, bekâr ve sanat sahibi gençlerin oluşturduğu bir tür cemiyetti. Bunlar birbirleriyle çok sıkı bir dayanışma içindedirler. Her birinin halk içinde muteber birer mesleği vardır. Memleketlerine gelen yabancılara yakın bir ilgi gösterir; onların yiyecek ve içeceklerini temin eder; konuklarının insanî ihtiyaçlarını karşılamakta ellerinden gelen bütün itinayı gösterirler.
Öte yandan, yaşadıkları yerlerdeki zorbaları da yola getirir, herhangi bir sebeple bunlara iltihak eden kötüleri tek tek ortadan kaldırırlar. İşte, bu gibi hususlarda Ahilik cemiyetinin dünyada eşi ve benzeri yoktur.
Ahilerin biraraya gelerek oluşturduğu bu cemiyete “Fütüvve” (Gençlik) adı verilir. Reis seçilen kimse bir zaviye yaptırarak içini halı, kilim, kandil ve diğer lüzumlu eşyalarla donatır. Arkadaşları gündüz çalışarak kazandıklarını ikindiden sonra reise getirirler. Bu para ile yiyecek-içecek ve zaviyede sarfolunan diğer ihtiyaç maddelerini satın alırlar. O gün yörelerine bir misafir gelirse onu zaviyelerinde ağırlar ve ortak sermayeleriyle aldıkları bu yiyeceklerle kendisine güzel bir ziyafet çekerler. O kimse yöreden gidinceye kadar da onların misafiri olur. Konuklarını uğurlarken arkasından raks eder ve nağmeler söylerler.
Ahiler, yörelerine yabancı bir misafir gelmediği zamanlarda da birbirlerinden kopmazlar, yine zaviyelerinde toplanıp yemek yerler. Sabahleyin düzenli olarak işlerine gider, gün içinde kazandıklarını ikindiden sonra getirip reislerine verirler. Bunların reislerine verdikleri paraya “fityan” denilir. “Ahi”, cemiyetin olduğu gibi aynı zamanda reisin de ismidir.
Ben İbn-i Battuta, dünyada bunlardan daha güzel ve daha hayırlı işler yapan kimseler görmedim. Şiraz ve Isfahan halkının hareketleri bunlarınkine biraz benzemekte ise de. Ahiler, memleketlerine gelen ve giden yolculara yakın ilgi göstermek, şefkat ve iltifatta bulunmak bakımından onları bir hayli aşmış durumdadırlar.'
ibn-i batuta: terimi ekledim fakat açılmamış. ibn-i batuta 14. yüzyılda yaşamış faslı müslüman bir seyyah.
boş
01.10.2006 - 14:26bir insan boşuna
hatta ve hatta boşu boşuna konuşabilir..
fakat boşu konuşamaz..
engizisyon
01.10.2006 - 14:13Boğarak öldürülme de engizisyonun sıkça tercih ettii işkencelerden biriydi.
Ancak bu metot genellikle 'Cadı' olduğu düşünülen kişilere uygulanırdı. Mahkumun elleri ve ayakları bağlanır, ayaklarına bağlanan bir ağırlıkla birlikte suya atılırdı.
Şayet kişi kurtulabilirse (!) cadı olduğu onaylanmış olurdu,
zira sıkıca bağlanmış bir düğümden kimse kurtulamazdı.Düğümlerden kurtuluş elbette insazdan kurtuluş değildi
cadı olduğu için türlü işkencelere maruz kalacak
ve infaz edilecekti..
Şayet ölürse, mahkumun halâ iyi bir hıristiyan olduğu için ailesine teşekkür edilirdi...
hezeyan
27.09.2006 - 19:51yaklaşıyor vakit. alsın birisi saatleri gözümün önünden. söyleyin güneşe gitmesin bugün. ayda doğmasın. zaman çarkına sokun bulduğunuz çomak cinsi nesneleri.kayıp zamanlar gemisine yetişmem lazım. aradığım bir atlantis. yirmi bin fersaha dalış yapacağım. oksijen.. oksijen enjekte edin damarlarıma. ve çabuk alaaddinin cinini bulup getirin. bir dilek borcu vardı yapmadı. mahkemeye vermekle tehdit ediyor deyin. o bilir hatırlatılınca sözün kıymetini. ve bir balta getirin. kıldan ince kılıçtan keskin. moleküllere ayırın beni. fırtına çıkacak yetiştirin parçalarımı gelmekte olan hortuma. savursun gökyüzüne ve uyanayım annemin kucağında. samimi gülüşler görmek istiyorum. nerede belkısın tahtını getiren cin. gözümü kapattım. açıncaya kadar burada olsun taze ıhlamur yaprakların. budayın saçlarımı. hindistanda bir tapınağın foseptik çukuruna atın. ruhum kalsın geriye. kurun saatlerini ibadete. gerekirse bir cami mimberinin altına bağlayın zincirle. kaçmasın kaçamasın..
hezeyan bulutları.. yağdırmayın acıtan yağmurlarınızı. zihnimde talan var bugün. hücreler isyanda..
islam
27.09.2006 - 19:18Müslüman ülkeleri neden geri kalmıştır?
1-Batı devletlerinin ilerlemelerinin temelinde sömürü,kan,vahşet vardır:Afrika’yı sömürüp,yeraltı ve yer üstü zenginliklerini yağmalayan batılı emperyalistler, afrikalı zencileri amerika’da köle diye satarlar.Amerika’yı işgal eden ingiltere,fransa,ispanya …gibi emperyalist devletler oradaki ” aztek-maya-inka” medeniyetlerini yok edip, katliamlar yaparak altınlarını ele geçirip,yer üstü zenginliklerini de batıya taşırlar …!
Şu an kovboy deyince cesur ve atılgan insanlar, kızılderili denince kafaderisi soyan yabani insanlar akla gelir …Halbuki o kızılderililer ülkelerini savunan vatansever insanlar topluluğu idi ama medya-sinema insanların beynini yıkayarak olayları tam tersine bizlere belletmişlerdir.İngiltere Hindistanı işgal edip yaklaşık iki yüz yıl sömürürken,İngiltere’deki halı fabrikaları halı satabilsin diye hindistan’da el emeği halı yapan tam 50.000 hintlinin ellerinin kesilmesine izin verirler ingiliz hükümeti…Hindistanlılar bisiklete binen bir ingiliz kıza gülüp alay ettikleri için ingiliz silahlı kuvvetleri tarafından silahlı yaylıma ateşine tutulurlar ve onlarca kişi sadece bir alay gülüşünün sonunda canlarından olurar…Batılılar Çin’i yönetim altında tutabilmek için yüzbinler-milyonların esrarkeş-eroinman olmalarına göz yumar hatta desteklerler…Evet batı ileri ama temeli kan-vahşet ve gözyaşı ile örülü!
2-Batılılar Rönesans’ın temellerini İslam ülkelerinden aldıkları bilgi, ilim sayesinde atmışlar ve bu sayede hamle yapabilmişlerdir…Orta çağ denen dönemde batı karanlık ve zulüm içinde yüzerken İslam ülkeleri ilim-fen-matematikte batıya liderlik yapıyor, batılı öğrenciler Arap ülkelerine ve Endülüs’e ilim tahsiline geliyorlardı…Evet bir zamanlar İslam ülkeleri ileri batı ülkeleri geri idi çünkü Müslümanlar; İslam ile iç içe idi ve İslam hayata aktarılmış idi, Kısaca;
3-İlk emri ” OKU ” olan,8 yıllık eğitimi değil; ” Beşikten mezara dek ilim öğrenmeyi ” tavsiye eden, O zamanın uzak ülkelerinden olan Çin hedef gösterilip, ” İlim Çin’de bile olsa onu alın ” buyurulan, “ilim Öğrenmek kadın -erkeğe farzdır” diye emredilen, Kutsal Kitabında (Kur’an-ı Kerim’de) “Hiç düşünmez misiniz? ”, “Akılınızı hiç kullanmaz mısınız? ”, ” Ne de az düşünürsünüz! ” gibi yönlendirici ayetleri bünyesinde bulunduran MÜSLÜMANLAR GÜNÜMÜZDE NE YAZIK KI İSLAM’DAN UZAKLAŞIP,ADLARI İLE MÜSLÜMAN, YAŞAYIŞLARI İLE HIRİSTİYAN OLDUKLARI İÇİN İLİM-TEKNOLOJİ-KÜLTÜRDEKİ ÖNDERLİKLERİNİ KAYBETMİŞLER VE ÇAĞIN İLERİSİNDE BULUNAN KUR’AN’IN GERİSİNDE BULUNAN BATILI ÜLKELERİNDE GERİSİNDE KALMIŞLARDIR! OKU EMRİ BİZDE OKUYAN BATILILAR, İÇKİ ONLARIN KİTABINDA SERBEST BİZİM DİNİMİZDE YASAK,İÇKİ TÜKETİMİNDE DÜNYA 3.SÜ ÜLKEYİZ!
fıkra gibi
27.09.2006 - 16:23Geçen senelerde ramazan da Rize de erken top atılıp
erken iftar açma olayı olmuştu.
Haber bültenlerine çıkmıştı bu olay. ve diyanet
Rizelilerin 1 günlük orucu kaza etmeleri gerektiğini söylemişti..
Almanya da yaşayan bir Rizeli hemşehrimizde
telefonla bağlanarak
-bende rizeliyim benim de kaza etmem gerekir mi?
diye sormuştu... :)
niyet
27.09.2006 - 14:27kıyafetlerinden kazma küreğine kadar aynı techizat ve kıyafetle
donanmış iki insan.
bir bahçede yanyana çukur kazıyorlar.
dışardan gözüken manzara şu ki
ikiside kazıyor
ikiside terliyor
ikiside durup aradabir gökyüzüne bakıp dalıyor...
eylem aynı eylem..
fakaaat.
bir tanesi bir define haritası ele geçirmiş ve haritanın gösterdiği yer
kazdığı yer. niyeti o hazineyi ele alıp sefa sürmek tabir-i caizse kırılmamış fındık bırakmamak.. öyle bir hırslı ve hayal kuruyor arada bir..
diğerinin niyeti ise
yolun kenarı olması ve bir çok insanın hatta hayvanların gelip geçtiği bir yer.
fakat çeşme yok yakınlarda.
niyeti kazıp su çıkartmak ve bir çeşme yapmak.
yaparken mutlu
arada gökyüzüne bakıyor ve çeşmeden faydalanacak olanların edecekleri duayı düşünerek daha bir sarılıyor kazmaya...
herkes bu kıssadan dilediği hisseyi çıkartmakta özgürdür.
ister amellerin niyetlere göre olduğunu, ister insanların niyetlerinin eylemlerinin sonunda belli olacağını, ister dış görünüşe aldanılmamasını,
ister...
şu geldi aklıma bu da bir hisse
hazine için kazan hazineyi bulamazsa yaşadığı büyük bir hayal kırıklığı olur.
fakat çeşme için kazan su bulamazsa bile yaptığı müspet eylem ve onun verdiği mutluluk yanına kâr olacaktır.
vesaire vesaire vesaire..
film replikleri
27.09.2006 - 12:18abbas: evet arkadaşlar münübüsümüzüde almışık
abbas: bundan sonra alibeyköy hattında benimde münübüsüm çalışacak
abbas: herkese benden çay
şakir: ben istemem
abbas: peki şakire çay yok
şakir: ne demek şakir
abbas: adınımı degiştirdin
şakir: sen bana nasıl şakir dersin lan kelek
abbas: ne diyem mesela mağmutmu diyem.. şakir!
şakir: şakir abi dayı ağa diyeceksin
abbas o günler bitti şakir!
şakir: ne demek bitti
abbas: bayağı bitti ikimizinde minibüsü var. karrrdeşinim artık şakir!
çiçek abbas..
ferfecir
27.09.2006 - 11:44'fer' (nur, ışık, parıltı)
'fecir' (gün doğumundan önceki aydınlık)
fecir ayrıca 'yırtmak' anlamında da kullanılıyor arapçada.
karanlığı yırttığı için sabahın o vakitlerine bu isim verilmiş.
'ferfecir' birbiriyle benzeşen iki kafiyeli kelime olsada
arapçada anlam ifade eden bir kelime olarak kullanılmaz.
kafiye
27.09.2006 - 09:34'ka-fa-ve' (peşinden gelmek, ayak izlerini takip etmek)
fiilinden türemiştir.
hezeyan
27.09.2006 - 09:25uykum var. hayır gece beşik sallamadım. salıncaklardada sallanmadım. dağın yamacında bir ceren görüp peşine de düşmedim. gecenin bir yarısı efkarlar bastı aniden. odamın camını açtım. kanatlarımı takıp kendimi boşluğa bıraktım. uyusana dedi birisi. mesai deyim dedim. ben bir sokak lambacısıyım. geceleri aydınlatmam lazım. sapan taşlarıyla kırılan patlayan ampülleri tek tek takmam lazım. ama.. ama uykum vat. çatında kiremitlerin arasında bir kuş gördüm geçen yaz. galiba bir yuva yapmıştı oraya.
bana 1 geceliğine o kuş yuvasını kiralar mısın?
uykum var benim. gecenin karanlığından kalmayım. bir o yana dönüşler, bir bu yana dönüşler uyutmadı beni. bir fasit dairenin içinde, kendi içimde döndüm durdum. ve şimdi uykum var. ninniler istemem..
mercan dedeyi koyun cd çalara
yansımalar III..
ve sessizlikte uyuyamam ben lütfen gürültü yapın biraz..
uykum var..
ayağa kalk uyumak için önümüzde sonsuzluk var
27.09.2006 - 00:23uyku sonsuzlukla insanın sonluluğu arasında perde ise eğer,
o halde ben ayağa kalkıp uyumaya gidiyorum.
herkese iyi geceler..
Toplam 3332 mesaj bulundu