Osman Demircan Şiirleri - Şair Osman Dem ...

Osman Demircan

Türkler rüşvetle ve haksız kazançla Kürtler uyuşturucu parasıyla imtihan oluyor. Allah her iki milletin de yar ve yardımcısı olsun diyorum başka bir şey demiyorum. Yoksa her iki milleti de parada kazanmış iyilikte kaybetmiş bir hayat bekliyor. Eğer böyle olursa beni iki milletten de yapma Allah'ım bunu senden istiyorum. Beni iyilikte yarışanlar zümresinden kıl diye sana yalvarıyorum.
Ve öyle anlaşılıyor ki Türkiye'de Kürtlerin uyuşturucu parası ile Türklerin yolsuzluk geliri iktidara oynuyor.
Alkışlayanlar bu kirli para simsarlarını alabildiğine alkışlıyor. Garibim Türkiye sırtlarlar ülkesi ve çakallar ülkesi olarak ikiye bölünüyor.
Bir yanda yolsuzluklar, adam kayırmalar, rüşvetler, iltimaslar, diğer yanda kaçakçılık ve uyuşturucu ticareti.... Türkiye ikiye bölünüyor. Her ikinde de hayır yok bilesiniz.
Bu ülke ya uyuşturucuyla uyutuluyor ya da haram parayla dövülüyor. Bunu kim yapıyor? İngiliz mi? Fransız mı? Rus mu? Hayır bunları Kürt'ün uyuşturucusu Türk'ün yolsuzluğu yapıyor.
Bu ülke kendi insanının kötülük işgaliyle yaşam savaşı veriyor. Bu ülke kendi iyilik kalelerini, burçlarını yıkıyor. Bu ülke iyiliklerini yok ediyor ve bu ülkede iyiler vatansız kalıyor.

Devamını Oku
Osman Demircan

gözlerimi oyarken taşları yontar gibi
arnavut kaldırımı olursun bakışımda
özlemin kızıl hisleri dolarken kalbime
gül yaprakları gibi dökülürsün içime

uzayıp giderken hasretin gözlerimde

Devamını Oku
Osman Demircan

kör bir şeytandır benim aşkım
gözlerimi karartsam gece gibi
yıldız gibi parlar bakışlarımda
kapanan kapı sesi o gitti der
titrer onun aşk yeliyle perdeler
giden o mudur beni götürürken

Devamını Oku
Osman Demircan

Kimsenin suçu yok.Bilirim tabancanın bile bir asaleti vardır.Kendimi vursam kurşun yüreğime saplansa, bütün silahlar benden iğrenir.Kendimi denizlere atsam, dalgalar bedenimi sahile vursa, martılar bile ağlamaz.Bilirim hayat boynumdaki kirdir.Yaşarken her gün gömlek değişsem de, ölümümden sonra kefenim üzerime kanımla yapışacak, o zaman kirimi kim çıkaracak? Boynuma ip geçirsem enseme yapışan bu kirden beni hangi intihar kurtaracak?
O kadar yalnızım ki ne eşim ne dostlarım ne de çocuklarım beni hiç anlayamayacak? Ah ölüm bile bana hiç yakışmayacak! İçimde yankılanan duygu çığlıklarımı kim susturacak? Bilirim yaşamak bir etikettir çok pahalıya mal olan.Ve hiç beceremedim yaşamayı, hep üzerimde ateşten elbiseler bırakmıştır.Bu yüzden bir yangının gözleriyle bakmak zorunluluğum yansır göz pınarlarıma.Artık gözyaşlarım bile benden utanır.
Bütün dualarımda ölüm istediği gökyüzünü deler.Kan yağmurları dökülür üzerime.Canımı acıtır tüm yağmurlar.Ne olur bağışlayın beni kuşlar.
Kimseden yana derdim yoktur.Sadece ben bir gözyaşı şişesiyim.Her saat her gün çile dolar bedenime.İçin için ağlarım da gözyaşı dökülmez gözlerimden. Dilediğince gülemeyen yüzüm, bir gözyaşının yanaklarımdan okşar gibi aktığını bile göremez.
Niçin beni kara geceler sever? Niçin gündüzler hep ışığımı yok eder? Üzerimde karanlığın beyaz kanatlı kuşları dolaşır.Beni uçurumlara uçurur bu ölüm kuşları. Ah yaşamak hep bana zehir olur.
Şu an sadece ölmeyi isterim.Çünkü kafeslerinden özgür bıraktığım tüm kuşların kanatları kırılır.Ve yeryüzünde sadece kediler dolaşır.Gözlerimdeki güvercin tedirginliğindeki kalbim çırpınır.Neden hep gözlerim ölümün gözleriyle buluşur.

Devamını Oku
Osman Demircan

Sana baktıkça ıslık çalmak istiyorum.
Sen bana yemyeşil çayırları, masmavi denizleri hatırlatıyorsun. Sana baktıkça atlar koşuyor dörtnala yaylalarda. Çiçekler açıyor yalçın kayalıklarda.Sana baktıkça içimde bir ateş yanıyor ve sanki içim seninle ısınıyor. Bütün takvim yaprakları bir mutluluk habercisi gibi bana en güzel yaşanmışlıkları bağışlıyor. Öyle huzurla doluyor ki gönlüm, Allah'ın yarattığı uzun saplı tüm güller gökyüzünün en ışıltılı yerinde açıyor. Ve ben sevmeyi şükrederek öğreniyorum o vakit.
İnsanların yüreklerinden sızan irinli duyguları daha iyi anlıyorum. Niçin hastalıklı duygulara sahip olduklarını daha iyi biliyorum. Çünkü sevginin kıyısından geçenler, dudaklarına ne mutluluk şarkıları ne de ıslık öğretebilirler. Sadece ağızlarında ya küfür olur ya da alay. Oysa kendi dillerini ateşten demirlere sürdüklerini fark edemezler. Her şeye uzun tırlaklarıyla yaklaşırlar ve her şeye bir hayvan gibi saldırırlar. Asla insan gibi sevemezler. Bir daire çizip o çemberin içine insanca bir yaşamı dolduramazlar.
Sadece ellerinden geldiğince dünyaya kan kusarlar. Yeryüzünü kendi iç dünyalarının kusmuklarıyla doldurmak isterler. Neden mi böyle yaparlar. Çünkü onların sevdikleri kişiler veya karşılarına çıkan insanlar aslan terbiyecisine benzerler. O sebepten, sevdiklerine şirin görünmek isteyen bu tarz insanlar aslanlar gibi kükreyip dururlar veya sağa sola saldırırlar.
İsterim ki onların karşısına senin gibi bir güzel insan çıksın ve onlara çayırları, denizleri hatırlatsın. İşte bu yüzden sana baktıkça ıslık çalmak istiyorum. Yaşamak istiyorum doya doya. Ve sana baktıkça bütün insanları seviyorum. Dua etmeyi seviyorum. Allah'ım beni sevdiklerime bağışla diyorum. Dudaklarımdan sevmenin tadı dökülüyor. Yaşamaktan haz alıyorum.
Şu dünyada biliyorum ki iki kelime edecek insan bulmak zordur. Oysa sen yanımdayken dünyanın bütün dilleriyle sana seni ne kadar sevdiğimi söylemek istiyorum. Ve avuçlarımı su doldurup kana kana içtiğim en hararetli saatlerde olduğu gibi ellerimi havaya kaldırıp yana yakıla Allah'tan seni diliyorum. Avuç dolusu dualar ediyorum. İşte o saatlerde ellerimden ve dudaklarımdan gurur duyuyorum. Çünkü seni sevmenin ayrıcalığını yaşıyorum. Sana kavuşacağım günü iple çekiyorum.

Devamını Oku
Osman Demircan

Pantolonun dalgalarında güç alanına zevk olmuşum
Ölüm kalım savaşı verirken bacak aranda ezilmişim
Coşkun çığlıklarının arasında mor mor boğulmuşum
Aşka susamış güzel bir çiçeğin düşüne düşmüşüm.

Pantolon dalgasında deniz kızı cesedine dönmüşüm

Devamını Oku
Osman Demircan

Çocuktum topum uçuruma takıldı.Ne yapacaktım.Küçük ellerimi havaya kaldırdım.Gökyüzü masmaviydi.Tanrı gülümsüyordu.Bulutlar beyaz kanatlı kuşlar gibi baş ucumda uçmaktaydı. Ama benim topum uçurumdaydı.Dua ettim o an.Dudaklarımdan döküldü acı dolu sözcükler.Ağlamaklıydı bütün cümleler.
Allah’ım ben şimdi ne yapacaktım.Ellerim küçüktü ama dualarım büyüktü.Uzattım ellerimi gökyüzüne.Ağladım topumu bana ver diye.O an bir kelebek uçtu yanımdan.Çiçek dolu dallarda öttü kuşlar.Herkes anladı halimden.Sesim bir haykırış halinde yayıldı masmavi gökte.Bir dua ki çocuktan daha masumdu bir dua ki kırk gün ağlamış gözlerden daha yaslıydı.
Demeyin ki Tanrı çocuğun duasını duyar mı.Demeyin ki koskoca Tanrı bir topla uğraşır mı. Tanrı isterse insanı kuru bir dala çevirirdi ya da yağmur ortasında koskoca bir ağaca benzetirdi.Değil miydi ki dağları yaratırdı.Sonra uçurumlarında çiçekleri yaşatırdı.En ıssız yerde biterdi zambaklar.Zambaklara benzerdi bütün leylaklar.Kokusu yayılırdı yemyeşil yamaçlara.Organik bir birliktelik olurdu doğada.Güzel bir terkip yaşanırdı dağlarda ve bağlarda.Niçin beni unutsun.Niçin bu birliktelikte bana da yer vermesin ki.
Niçin bir çocuğun ağlayışını kelebekler duymasın.Neden gözyaşlarına dereler katılmasın. Uçurum utandı halinden.Bir çocuğun topunu işgal etmesinden.Dağların da elleri vardır. Onların da Allah’a verecek hesapları vardır.Dayanamadı dağ, taş, kaya.Topa esti bir rüzgar. Allah’ım bu ne güzel mutluluk.Sen ki topumu geri verdin.Bir çocuğun topuna sahip çıktın.Sen her şeye sahipsin.Ve seni sevmek en güzel bahtiyarlıktı.
Bunca güzellik arasında topum dikene takıldı.Gövdesinde kocaman bir yarık açıldı.Oyunum yarıda kaldı.Dedim vardır bunda bir hayır.Gülleri öptüm dikenlerinden.Şükrettim çocuk oluşuma.Şükrettim insan oluşuma.Bu sefer ağlamadım.Allah’ım seni sevmenin hazzını aldım.
Ben o gündür bu gündür hiç koşmadım.Hayat yolunda güle oynaya bir çocuk gibi kaldım. Yürüdüm çiçeklerin kokusunu ala ala.Yürüdüm Allah’ı renkli bir hayatın masmavi gülümseyişinde araya araya.

Devamını Oku
Osman Demircan

İntihar etmek istiyorum senin kurşununla
Parmağını tetikten çekme vur öldür hadi
Bir çocuğu oyuncağıyla dövmektir sevdan
Bırak senin elinle kırmızı güle bulanayım

Bunca vakit recm edildim linçler gördüm

Devamını Oku
Osman Demircan

Saçlarımın rüzgarda dağılışı yalnızlığımdı. Çünkü bir daha toplayamamacasına karanlığa kaptırdım siyah saçlarımı. Gündüz seni düşünürken saçlarımı yoldum. Gece yolduğum saçlarımı karanlığa kaptırdım. Ne yıldız düşürdün saçlarıma ne de gözlerimde mehtap ışıltısı verdin. Sen sadece kendini sevdin. Seni düşündükçe bir iskele kadar yalnız kaldım. Hiç beyaz yelkenli gemiler hayal ettirmedin bana. Yaktın beynimdeki İstanbulu. Ne fethedeceğim bir şehir bıraktın bana ne de karadan yüretebileceğim gemiler... Sen beni Bizans surları gibi delik deşik ettin. Yıktın tüm sağlam duruşlarımı. Mahvettin aşk halicimi. Tüm zincirler aşkının top atışları karşısında darma duman oldu ya da hiçbir işe yaramadı. Şimdi sen kazandığın aşk zaferiyle mesutsun. Ben ise gururum ile sevgim arasındayım. Ben şimdi tıpkı İstanbul gibi iki şehrim. Ya seni Kadıköy iskelesinde sevdim ya da kendimi Galata Kulesinden ayrılığın taştan kollarına attım. Ne zaman yüreğimin kapılarını sana açtıysam, beni yüreğimden kapı dışarı ettin. Gururumdan yüreğime seslenemedim. Çünkü içerdeki sen çoktan tahtını kurmuştun ve bana boyun eğdirmek için beklemekteydin. Nasıl siyah karanlığı severse, ben de kara gözlerini öyle sevdim. Ardından bir daha kendimi bulamadım. Siyah gözlerinin içinde kayboldum. Sonra İstanbul oldu gözlerin. Gözlerinin caddelerinde adresimi yitirdim. Gözlerin tıpkı İstanbul gibi aşk tabutu olmuştu. Gözlerinde ölmüştüm ve gözlerinde gömülmüştüm. Önce bir kişilik polistin. Sonra iki, üç, dört, beş kişilik polistin. Ellerime beş kere kelepçe vurdun. O da yetmedi bir karakol oldun. Beni orada yüreğimden vurdun. İşte tarihe geçen en büyük karakol işkencesi buydu. Sen beni başkalarıyla acıttın ve incittin. Sen aramıza hep başkalarını bir bıçak gibi soktun. Keskin tarafı bana dönüktü. Bu yüzden yaralanan hep ben oldum. Sen sevmeyi bilmedin, bu yüzden görüş ayrılığına düştük. Bir aşkta fikir ayrılığı şakağa dayanan bir silahtır. Silahın namlusu en çok düşüncesiz olandadır. Beni bir türlü anlamadın. Şakağımdan vurdun. Düşünce tarihine bir kara leke gibi düştü kanım. Ben aşkımı düşüncesi yarım ekmek kadar olan, yüreği çeyrek helva olan bir sevgiliye kaptırdım. Bir türlü bir masaya kurulup tam tadında bir aşk yaşayamadım.

Devamını Oku
Osman Demircan

Bir İngiliz'in tüm sevgilerini ve yaratılarını İngilizce ifade ettikten sonra, Türkçe küfretmesi gibidir milletimin yaşantısı. Bir millet küfrederken, söverken değil, severken millet olmalıdır. Millet olarak sevgiyi ve saygıyı yitirdiğimize göre, geride küfürden bir milliyetçilik kalmaktadır. Küfürle de sataşmayla da milliyetçilik olmaz, anca faşizm olur. Millet olarak, kelimelerin solunu da seçsek, sağını da seçsek, edeplisini de seçsek, cümle kurarken kelimeleri kurşuna dizmek istercesine yan yana getiririz. Böyle olunca da, ne zaman kişiler olarak yan yana gelsek, hemen bir çatışmaya gireriz. Edepli kelimeler edepsizleşir. Namus, tacizle, tecavüzle yan yana konulur. Ve sonrasında kelimeler kurşun gibi havada uçuşur. Tüm kelimelerin gerçek anlamları ölür. Geride hortlayan yan anlamlar kalır. Millet olarak, Türkçemizi tükürükleştirmekteyiz. Birbirimizin suratına tükürür gibi kelimeler savurmaktayız. Biz millet olarak Türkçeyi küfürleştirmekteyiz. Rujlu dudaklardan mal, salak, manyak kelimeleri çıkmakta. Sosyalistim diyen dudaklardan, ağzını yamulturum lan ifadeleri çıkmakta. Türkçenin adı değişecek bu gidişle. Türklan olur dilimiz. Benimle Türklan konuş lan demeye başlarız. Ben sosyalistim lan ibne! Ben muhafazakarım zevzek! Ben dindarım ulan kitapsız! Ben Türk'üm ey durzi! Ben Kürt'üm piç! Artık kendimizi böyle ifade etmeye başlarız. Örneğin dünya hakkında ne düşünmektesin sorduğumuzda: Orasına burasına koyduğumun dünyası deriz. Arkadaşın nasıl birisi diye sorduğumda ise: O tam bir orospu çocuğu cevabını veririz. Bu şekilde anlaşıp gideriz. En çok argo kullanan, en çok küfür eden mahallenin muhtarı olur. Minareden ezandan sonra namaza gelin ey cenabetler diye anons edilir. Selalardan sonra geberip gitti, zaten köpeklerle yatar kalkardı, it oğlu itti, denir. Millet olarak birbirimizi ana avrat söveriz. Ey güzel Türkçem, sen sevgi dili, saygı dili olmadıkça, bu millet faşist kalacaktır. Bu millet özür dilerim, nasılsın, bir sorunun mu var, günaydın, merhaba demedikçe Türkçeye ihanet etmeye devam edecektir. İhanet bir düşüncedir. İnsan ise, kelimelerle düşünür. Kelimeleri pis, iğrenç, arsız olanların dünya görüşleri de aynıdır. Küfürden ve sataşmadan ibaret kılınan bir düşünce dünyası, kültür bazında dünyaya ne verebilir. Düşünce olarak dünyanın niçin gerisindeyiz diyenler, millet olarak küfürbaz olduğumuzu görememekteler harhalde. Artık sanatımız da bu gidişe ayak uydurmakta. Sinemada ve tiyatroda belden aşağı ve oldukça şapşalca espriler seyircileri güldürmekte. Örneğin bir şovmen, hoşgeldiniz geri zekalılar dediğinde bunun çok zekice bir espri olduğunu düşünen seyirci gülmekte. Gülmezse anlamayan konumuna düşecek. Böyle olmaktansa çakma zekiler gibi anlamış görünmek daha iyidir diyerek gülmekte. Toplu gülüşmeler faşizandır. Tüm komedilerde faşizanlık vardır. Yetkili biri biriyle alay eder, tüm personel güler. Bir şovmen ya da oyuncu bir trajediye dikkat çekmek ister, insanlar güler. Şu an Türkçe trajikomik bir durumdadır ve millet olarak gülmeye devam etmekteyiz. Biz millet olarak, Türkçeyi linç etmekteyiz.

Devamını Oku