Yüzün ki bir mahrem dünyadır gülüşlerinde saklanır bütün günahlar
Bakışlarından süzülür ateş nehirleri dudakların aşk aşk diye sayıklar
Çatlamış gonca güllerinde kızıl şafak zamanları alev rengiyle parlar
Bulutlardan dökülen kan yağmurları beyaz teninde yakut gibi ışıldar
Bağrına taş bastığın yere ellerin dolanır aşksızlıktan parmağın kanar
gül kokan bahçelerde endamıyla övünen lale gibisin
aşkınla sarhoşsam kızıl bahçelerde sebebi sensin
şarap rengi hüznünde avuçlarıma bir kadeh gibi yapış
gönlümü aşkla doldur bu gece ellerim boş kalmasın
tıpkı yaşamak istediğim şehir gibisin aşk ülkesinde
Bazen hayat seni seninle veya başkasıyla sınar
Bazen yüreğine yüklendikçe yüklenir durmadan
Bazen falyansa düşen gölgene tecavüze kalkar
Orman dahi olsan hayat kalbini dal misali kırar
Her şey sana dokunur çok korkmuş olsan dahi
Umay beni baştan çıkaracak kadar güzeldi. Her güzellikte bir tuzak olduğu gibi Umay'ın güzelliğinde de bir bıçak ışıltısı, bir tabanca zerafeti aradım. Umay hem bir bıçak kadar keskin bir güzelliğe hem de bir tabanca kadar zerafete sahipti. Güzelliğin ve baştan çıkarmanın bedeli belki de hapsedilmek ve öldürülmekti. Fakat her cazibenin yok edilmesi gerekmediği gibi, her cazibenin yok edici olmadığı da apaçık ortadaydı. Maktulün değil, katilin profilini çıkarmak esastı ama katili yakalamak gibi bir görev tanımınız yoksa bu gerekli değildi. Oysa ben katilimi bulmak amacındaydım. Umay heyecan verici bir aşkın en güzel kanıtı olarak cinayet öykümde altı çizilmiş bir cümle olarak gözükmekteydi ve ben artık bu cinayetin sayfalarını tek tek aralamak istiyordum. Bu sebepten ötürü bugün buluşacağımız saati iple çekiyordum. Saat henüz on sularıydı. Üsküdar sahilinde vapurun kalkmasını beklerken en az benim kadar aç martıları da besledim. Nasıl gökyüzü martı kalabalığıyla doluysa, yer de o kadar insan kalabalığıyla doluydu. Canlı bir tablo gibiydi bu çığlık çığlığa sıkışmışlık. Bir de bu çığlığı vapurun kalkarken çıkardığı ses iyice boğuyordu. Oysa ortada ne bir iki el ne de sıkılacak bir gırtlak vardı. Fakat insan ve martılar gırtlak gırtlağa kıta değiştirmekteydi. Üsküdar'dan Beşiktaş'a direkt giden vapurda oturmuş denizin ruhumu okşayan serinliğinde, soğuk kanlı kalmaya çalışarak karşı kıyıya vardım. Rıhtıma indikten sonra, sola yönelerek epeyce bir yürüdüm. Sonra sağa dönerek Beşiktaş Kültür Merkezi'nin olduğu sokağa ulaştım. Saate baktığımda on buçuk civarıydı. Umay'ın gelmesine daha çok zaman vardı. Çörekçiye gidip, bir köşede oturdum ve Umay'ı beklemeye başladım. Garson önce bir gölge, sonra bir siluet, ardından da kocaman bir dudak gibi karşımda belirdi. Hani bazı insanlar vardır ya, hayat boyu onları yanınızda hissedersiniz, ardından karşınızda olduğunu görürdünüz; işte öyle bir psikoloji uyandırdı bana sabahın öğleni gösterdiği saatlerde garson. Dudaklarından çıkan siyahlar giydirilmiş günaydın kelimesiyle sanki içimi kararttı ve bana bir şey içer misiniz diye sordu. Biraz kekemeledikten sonra bir tane çörek istedim. Daha çöreğin tadına bakmamıştım; ama dişlerim bir köpekbalığının dişleri kadar keskinleşmişti, neredeyse tüm denizi parçalayacak kadar. Çörek masama getirildiğinde, henüz sımsıcaktı. Kokusu ve buğusu yüreğimi gevşetti. Gerginliğim her lokmada azaldı. Üstüne de bir çay isteyip içtiğimde iyice rahatladım. Yan masalarda oturanların ayakları, kötülüğe bir yol ararcasına yerlerinde duramıyorlardı. Partnerlerinin ya orasına ya burasına dokunarak rahat durmuyorlardı. Canım sıkılarak, masadaki gazetelere baktım. Türkiye haberine bir göz gezdirdiğimde içimde daralma oldu. Haberlerde Türkiye'nin ne kadar ilerlediğinden söz ediliyordu. Belki de köşe yazarlardı haklıydı. Türkiye ilerliyordu; ama dolmuş edasıyla ilerliyordu. Türk insanı da Ferdi Tayfur olmuş arabesk şarkılar söylüyordu. Türkiye'nin din anlayışını yansıtan haberler de dikkatimi çekti. Tüm dini haberlerden Yasin suresinin sesleri yükseliyordu. Ölü toprağı atılmış Türkiye topraklarında, insanlar yaşam dolu ayetler peşinde koşuyordu oysa. İnsanların duyguları ve düşünceleri bu şekilde öldürülüyordu sonra da insanlardan inanç adına canlılık bekleniyordu. Türkiye'de anlayış noksanlığı varken, tüm köşe yazarları yine cümlelerinin sonlarını noktalarla doldurmaya devam ediyordu. Türkiye eksik bir cümle kalmaya devam ediyordu böylece. Zaman bir limon ağacı gibi gözlerimde limonlar büyüterek geçmişti. Gözlerim bir limon sıkacağı gibiydi ve bakışlarımı Umay’ın ellerine bırakmak isteğindeydi. Umay uzaktan bir deniz feneri gibi göründüğünde bütün gerginliğim gitti ve tüm yelkenlerimi indirdim. Yanıma yaklaştığında gözlerimde tuzlu su birikintisi oluştu. Duygusal dalgalanmaların ardından geniş bir kumsala vuran dalga gibi kendimi Umay adasının sahiline vurdum. Umay’la sıcak bir sohbet yaşayacağımın işaretleriydi bunlar. Yanıma iyice yaklaşınca masamın o an bir piyano olmasını istedim. Onu Beethoven’ın konçertosuyla karşılamayı içimden geçirdim. Ama ne hikmetse varlığını yanımda iyice hissedince yok olup gitmiş bir beste gibi kendimi hissettim. Elim ayağım birbirine dolanarak, ayağa kalktım. Bir gülümsemeyle Umay’ı karşıladım.
_Hoş geldin Umay.
_Hoş bulduk Erhan.
_Buyurmaz mıydınız?
_Teşekkür ederim. Umarım bekletmedim.
_İstanbul sürekli sorunlar doğuran bir kadındır. Dokuz ay beklemedim sonuçta. Erken geldiniz. Ben de teşekkür ederim.
Dert ezer, zaman savurur çölde kavrulan kumum ben.
Bin mislidir yalnızlığım, her bir yanımda yığınla pürüz.
Bir inilti halinde derdimi yıldızlara salarım sema kararır
Istırap, karanlık geceme dolar toz duman olurum ben.
Kum kavrulur yürek yangınımda ben yıllarca susarım.
Bazı insanlar vardır; bağırsaklarıyla düşünürler o yüzden düşünceleri pislik doludur ve kötü kokan bir hayat tarzları vardır. Dünyaya bağırsaklarıyla bağlanmışlardır. Kopacakları da yoktur.
Bu tarz insanlar içlerindeki pisliği her yere dökmekten çekinmezler. Ne olursa olsun dünyayla lağımvari bir bağ kurarlar. Bütün söylemlerinde işkembeden atarlar.
Bazı insanlar tabancalarını gülle donatırlar. Hayat onları tetikledikçe çok isabetli kararlar alırlar. Dünyayı savaşla, kanla değil; barışla, güzellikle doldururlar.
Bazı insanlar ise gül gibi kokarlar. Mis gibi bir iç dünyaları vardır. Bu insanlar, topluma gül bahçesi gibi renkli ve cümbüşlü bir hayat katarlar.
Bütün düşünceler dünyayı bir güzellik bahçesine çevirdiğinde, kalpten lağım suları değil; insan kanı akacaktır. Dünyayı güzellik kurtaracaktır.
Mide bulandıran insanlar dünyada lağım faresi olarak dolaşmaya devam etseler de kayalıklarda kendi pisliklerinin sarhoşluklarıyla bir şarapçı gibi kalacaktır. Yanı başlarındaki denizi hiç göremeyeceklerdir. Hiçbir zaman özgür olamayacaklar ve ufuk çizgisini geçemeyeceklerdir.
Türk siyasetinde en çok hakim olan duygunun hırs olduğunu gözlemlemekteyim. Siyasi partiler ' Bir hışımla geldi geçti; peh, peh, peh! ' profiliyle hareket etmekteler.
Ekranlarda bilmem hangi rektör yüz kaslarını gererek ' Benim semtime giremezsin, sen git kendi mahallende muhtarını seç! ' diyerek demokrasinin sınırlarını ortaya koymaktadır.
Bazı siyasi parti liderleri ise ' Ben yoksam felaket olur.' diyerek kurtarıcı rolüne girmektedir. Ben ise her zaman şunu derim 'Allah Türkiye'yi kurtarıcılardan kurtarsın.'
Gelgelelim Türkiye'de bu kadar hırsla hareket eden siyasetçiler içinden kimlerin kazanacağına? Bence bunlar hırslarıyla kendinden geçmiş, duygularını yitirmiş insanlar olduklarından hiçbir şey kazanamayacaklar.
Türkiye'de azimle yani sabırla yoluna devam edenler kazanacaklar. Çünkü bütün gerçek başarıların altında ezilmemiş güçlü sahsiyetler vardır.
Bu halk hiç süphesiz otobüslerin üzerinde konuşurken kendine tüküren siyasetçilere 'Yağmur yağar şakır şakır; Ya Rabbi çok şükür. ' demeyecektir.
Toprak kokusu yok etrafta. Ne çocuk gülüşmeleri ne de kadın çağırmaları işitilmemekte. Yaşamak güzel kokudur, bakışların parlamasıdır oysa. Mevsimlerden bahar... Bağırmalar, çağırmalar, küfürler, sövmeler havada uçuşmakta. Kelebekler yok. Herkes bir örümcek galiba. Kim dünyayı bu hale getirmekte. Sebzelerde ve meyvelerde eski tatlar yok. Toprak adeta taş, kaya, uçurum. Her şey intihar etmiş sanki. Hayaletler var sadece ortalıkta. Dünya büyük devletlerin, küçük devletlere yağdırdığı insan felaketlerinin bombardımanı altında. Küçük bir ülkede yaşamak, küçülmek gibi. Dünyadaki toprak ağalarının kurduğu savaşta bütün bombalar süslü olsa da, sonuçta kan akıtmakta ve can yakmakta. Tüm bombalar elle yapılmakta. Sıkılan eller, sıkılan kurşunlar aynı anda olmakta. Nezaket ve kabalık el sıkışmakta. Mevsimlerden bahar... Eski ağaçlar bardak olmakta. Bardaklar su dolu olsa da, yanmakta. Dünya kanayan bir yara. Tüm insanlık hasta. İyileşme başka bahara kalmakta. Savaş, üstünlük kurmanın bir yolu. Yollar araba leşleriyle dolmakta. Her yerde baskı, şiddet bir oyun adeta. Çocuklar barışa doğru yürümek istese de, mayınlar ayakları parçalamakta. İnsanlar iyiliğe ve doğruluğa gitmeye korkmakta. Dünya Tanrının en büyük mabedi. Tanrı dünyayının kubbesinde ışıltılı bir avize. Herkes avizeye saldırmakta. Dünya karanlığa mahkum olmakta. Mevsimlerden bahar... Bütün çiçekler plastikten. Gül endamında kadınlar yok ortalıkta. Çalı çırpı toplamakta rüzgarlar. Ortada tozu dumana katan insanlık kalmakta. Aşk için bol para karcanmakta. Yatak odaları, rezidanslar, kral daireleri bir martının yuvası kadar bile değerli değil. Çünkü o yuvalarda kimse mutluluğa uçmamakta. Kanat çırpan sevişmeler yok artık. İki taşın ya da iki kayanın üst üste çıkması gibi sevişmeler. Kadın ve erkek sevişmenin farkına varamamakta. Bir bardak bir bardağın içine girince alttakine su girmemesi gibi, alt üst sevişmelerde insanın içine boşluk dolmakta. Mevsimlerden bahar... Yağmur yağsa da, güneş vursa da değişen bir şey yok. Toprak eskisi gibi değil artık. Nerede o yabani çilekler, organik erikler? Artık bu baharda, gitar çalanlar robot... Ses, koku, heyecan bir metal tadında.
Sana söyleyecek çok çok sözüm vardı oysa
Bir kez olsun durup dinlemedin ki sen beni
Hep asılı kaldı sözcüklerim ikimizin arasında.
Zamanla, vura vura bir duvar ördün aramıza...
Duvara çektiğin dikenli tel elimi kanatıyorken
Bir şişeyim sensiz. İçimde aşk tadında bir şarap seni damla damla biriktirir. Boğazımın en dar yerinde hıçkırıklarım bir ip gibi olur, içmek ister misin beni böyle demek isterim sana; fakat ağzımda bir mantar, tıkar tüm sözcüklerimi. İçimi açamam sana, dökemem yalnızlığımı dudaklarına. Bir şişeyim mahzenlerde. Yıllanmış acılar var içimde. Kadehine alsan beni, sarhoş ederim seni. Kaldırımlara düşersin. O zaman anlarsın aşka düşmenin ne olduğunu. O zaman anlarsın düşkünlüğün ne olduğunu. Bir şişeyim ben. Dünya işlerinden anlamam. Çakallık yok içimde. Aşk var sadece bende. Kimse sevmez beni. Şarap sözcüğünden dolayı değil; ruhumun kuyulara düşmüş halinde bile kırk kez yıkanmaya rağmen temizlenememe durumu olmasından dolayı kimse sevmez beni. Kokum korkutur, kokuşmuş kişilikleri. Temiz değilim belki, yıkanmamış eller tutar beni. Bir şişeyim ben. İçim dışım şarap kokar. İnsanlar hiç sevmemiş halleriyle benden kaçar. Bir şişeyim ben. Senin dudaklarına muhtaç. Dökme içimi kadehlere. Boydan boya sen kadeh ol. Dökeyim tüm aşkımı içine. Bir şişeyim ben. Dünyanın tüm halleri sıkıştırılmış dar şeklime. Ey sevgili iç beni. Yüreğin ferahlasın, gönlün genişlesin. En özgür şarkılar dudaklarında raks etsin. Bedeninin dansı sadece bana kalsın. Hafiflesin omuzlarındaki dünya yükü. Boynuna sarılan dostluk eli, bana dokundurduğun ellerin olsun. Kendine sarılışların, sana sarılışlarım olsun. En yalnız halinde bile sana sarılışlarım, kendine sarılışların olsun. Bir şişeyim ben. Sana hayaller kurdurmak markam olsun. Seni hayalsiz bırakanlara, kırık camlarım saplansın. Tut beni boğazımın en dar yerinden. Beni boğarken aşka, sen aşk sarhoşluğundan yalpala. Her düşüsün bana olsun. Hayatta dik durmaya çalışanlara inat, sen boyun eğ aşka. Boynundan öpeyim her an böylece. Bir şişeyim ben. El Bari aşkıyla sarhoş eden. Sıkıntıları gideren, genişlik veren. Dudaklarından dökülsün aşk tadında El Bari şarabı. Boğazımın en dar yerindeki ip kopsun, açılsın dudaklarımdaki mantar. Dökülsün damla damla El Bari şarabı dudaklarına. Sen zikret bu en güzel lafzı, gör bak ey sevgili nasıl da genişmiş dünya. Daralma ve sıkılma. El Bari şarabından içen içindeki tüm atları salıverince düzlüklere; bir daha sokamayacaktır seni kimse insan beyninin ve yüreğinin ahırlarına ve yenilmeyeceksin insanların zorbalığına.
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....