Bayramlar herkes için bir başka mana içeriyor. Kimine göre alışveriş, kimine göre tatil. Küskünlerin barışması, yüreklerde tatlı bir telaş... Ama huzur evleri, bayramların en hüzünlü geçtiği yerler... Bayram vasıtasıyla hatırlanmayı bekleyen, gözleri kapıda yaşlılarımızın tek istediği ise, sohbet edebilmek. . Darülaceze ziyaretimde adı konulamayan bir burukluk hissetsem de, derin tefekkürler de bıraktı yüreğimde... Çocuk yuvalarının da olduğu, yalnız ya da bakanı olmayan yaşlıların yaşadığı bu mekan, aynı zamanda yatalak (felçli) elden-ayaktan düşmüş kimselerin de barınağı... Sizi, kendi gözlemlerim ile huzur evine doğru, kısa süreliğine bir gezintiye çıkarmak istiyorum. . Ana kapıdan bahçeye girdiğinizde, çiçeklerle süslenmiş, yemyeşil bir bahçe ağırlar sizleri. Nice anılara, tebessüm ve gözyaşlarına eşlik etmiş asırlık ağaçlar heybetiyle her yanı gölgelendirir. Taş tuğlalar üzerine bina edilmiş yapının duvarlarına yerleştirilmiş kuş yuvaları, sayısızca kuşu sanki bağrına basar. Onların uçuşmalarını seyretmek görsel bir şölendir adeta. Yavaşta olsa yürüyebilen ya da tekerlekli sandalye ile dolaşabilenlerin çıktıkları tarih kokan avlusunda, banklarda oturmuş sırayla sizin gelip merhabalaşmanızı bekleyen gözlerle karşılaşırsınız. Birbirinden farklı acı tatlı hikayeleri onlardan dinlerken, Merak ettikleriniz, düğüm olup dökülemez dilinizden. Hani olur ya, belki acılarını hatırlatırım diye soru sormaya bile çekinirsiniz.. Her anlatılan hikayede, sanki siz yapmışsınız gibi utanır, suçluluk duyarsınız.. Yüzlerindeki her çizgide yaşanmışlıklarının izlerini taşıyan yaşlıların ellerini sıkıca kavrayıp, hatırlarını sorup gülümsediğiniz de, büyük ödül bahşetmişçesine gözlerinde yıldızlar parlar, yüzleri aydınlanır. . Bir çok bölüme ayrılmış mekanın, numaralandırılmış olması ziyaretçilerin bulması açısından kolaylık sağlamakta. Benim tercihim, ana kapıdan içeri girdiğimde sola dönerek, daire 5'e yönelmek oldu. Yatalak (felçli) yaşlılar bölümü... Bahçedeki onca kalabalık, sohbet sesleri arasından merdivenlerden yukarı çıkarken bir sessizlik sardı her yanımı. Etrafta kimsenin olmayışı iyi ki ziyaret için bu bölümü tercih etmişim dedirtti içimden. Her oda da 4 yaşlı yatmakta. Yataklar kapıya doğru bakacak şekilde yerleştirilmiş. Her yatağın başucunda, yaşlının genel bilgisi asılı durmakta. Adı, soyadı, yaşı. Varsa hastalığı. Belki o mekana ilk geldiğinde çekilmiş resmi. Resimlere bakarken, bazısından yılların neler götürdüğünü resimlerinden kıyaslayabilmeniz de mümkün. Tablo da, yatış tarihine bakarken, 3- 5 - 7 sene rakamları, 'insan yıllarını burada nasıl yaşar' hayretine doğru sürükler sizleri... Adım seslerini işittiklerinden midir bilmem, kapıda belirmenizle yatakta yatan dört kişi, beklermiş gibi tebessümle karşılar gelişinizi... Ellerini tutup, bayramlarını kutladığınız da ise ettikleri dualarda, içlerindeki yalnızlık duygusu biraz olsun hafiflettiğinizi hissedersiniz. Kimisi titrek sesiyle anlatır hikayesini, kimisi konuşma yeteneğini kaybettiğinden gözleriyle konuşur. Ama anlarsınız hüznünü, mutluluğunu. . Bir odada yatakları dolaşırken, kapılar karşılıklı olduğundan öbür odada ki hastalar gözleriyle takip eder sizleri. Hatta bazen 'Gel' işaretiyle çağırırlar bile yanlarına. ''Yürüyebilecek miyim?'' diye sorar birisi... Öbürü ''Götürsene beni buradan'' diyerek tutar ellerinizi. Kimisi kolyeler, küpeler ile güzelleşmeye çalışırken, bazısı belki sıf bugün için özel sakladığı tülbentini takmıştır başına. . Yatağında bile doğrulamayan bedenlerin yastığını düzelttiğiniz, suyuna uzanamayan ellere bardağıyla su içirdiğiniz, terlediğini gördüğünüzün hırkasını çıkardığınız, sözlerinizle umut verdiğiniz bir çoğunun adı kalmaz aklınızda. Can'dır hepsi sizin için. . Yaşlılara mutluluk vermek için çıktığınız ziyaret yolunda, sizin gönül heybenize de paye düşer. Dönüş yolunda, hayatı farklı bir pencereden seyredersiniz artık. Kalabalıklar, koşuşturmalar anlamını yitirir gözünüzde. Ne kadar boş şeylerle vakit harcadığınızı düşünürsünüz. Hayatın manasını sorgularken bulursunuz kendinizi. Ziyarette yüreklere bıraktığınız teselli ve umut, manevi yolda ışık olur, derin bir tefekküre daldırır sizleri...
Huzurevine giden yolda birçok neden yatıyor. Kimi nedenler zorunluluktan kimi nedenler ahlaksızlıktan ileri geliyor. Buradan ortaya çıkan sonuç zorunluluktan dolayı olmayan tüm huzurevi vakaları ahlaksızlıktır. Bu noktada önemli olan nokta yaşlıyı oraya gönderen bir evlat varsa onun kendi içinde kendini aklamasıdır işte o zaman o zorunluluktur.
arkadaşlarımla bir günümüzü oradakileri ziyarete ayırmıştık bir selam... bir tebessüm... bir küçük ikram... gönülden bir muhabbet değerleri, içlerinde anlatınlar onların terk edilmelerine, tozlanmalarına engel olamamış kitaplar gibiydiler... sararmış, uçları kıvrılmış kitaplar ve her biri haykıran ayrı birer acıydı yüzlerindeki çizgiler sonra elleri titrekti... yıllar derin izler bırakmıştı belliydi yarınımız! .. nasıl bir muamma böyle ömrünü ailesine adamış yedi çocuklu ev hanımıyla ömrünü hosteslikle geçirmiş yedi dil bilen iş kadını yan yanaydılar... üzerlerinde oturdukları kanepe de anlam verememiştir bu duruma eminim... farklı yaşamları engel olamamıştı böylesi ortak bir sona... içlerinden “böyle mi olmalıydı” der gibiydiler... böyle mi öyleydi ve oldukça hazindi... ama ben asıl gözlerini anlatmak isterdim... dile dökülemez, kelimelerle ifade edilemez acının taşıyıcıları olan gözlerini... anlatmaya çalışmak meşakkat verir... onları arada görüp, bakışlarına orada şahit olmak lazım zira; gözlerinin izleri durur hâlâ gözlerimde o zaman gitmiştim... ama şimdi gidilecek olunsa gitmem bir kere şahit oldum hayatın ve içindekilerin ihanetine... bir daha olmak istemem bir daha görmek istemem tanımlanması namümkün olan o gözleri biliyorum... bu sefer çok daha fazla dokunur hâlleri içime yaşamak daha bir değersizleşir ben de bu sebeple gitmem... gidemem...
muhkemliğiyle bilinen ey ben! .. değişiyorsun bilmem farkında mısın! ..
Geçen zamanla birlikte ahlâkî yapımızda köklü değişimler ve ona bağlı dönüşümler gerçekleşiyor. Batıya yüzümüzü döndüğümüzden beri hayatımız başkalaşmaya, hatta tanınmaz bir hâl almaya başladı. Tanzimat’tan bugüne kadar pek çok şey değişti bu toplumun iç ve dış yapısında. Temel dinamiklerimiz göz göre göre alaşağı edildi. Yerlerine koyulanlar bizi ifade etmekten çok uzak görünüyor.
Müslüman-Türk topluluklarında anne babaya saygı ve hürmet üst düzeydeydi. Çünkü mevcut inancımız bu insanlara olağanüstü derecede kıymet vermiş, onları değerler silsilesinin altın halkası kabul etmiştir. Fakat geçen zamanla birlikte bu alanda da büyük bozulmalara ve değerlerde aşınmalara şahit olunmaktadır. Bu menfi gidişat elbette hayra alamet değil. Çünkü değerlerini ve değerlilerini hiçe sayan milletlerin bir adım ilerlemesi mümkün değildir.
Geleneksel Türk aile yapısı çoktan bozuldu. Eskiden birkaç nesil bir arada yaşardı. Dedeler torunlarla aynı mekânları paylaşırdı. Nineler bütün hünerlerini torunlarına aktarırdı. Tecrübeler dededen toruna aktarılarak ebedileşirdi. Fakat günümüzde bu emniyet ve gelenek halkası koparıldı. Aileler bölündü, ufalandı. Yaşlanan anne ve babalar sözüm ona huzurevlerine mahkûm edildi.
Bilindiği üzere bedenî ve zihnî engeller nedeniyle, evde bakım güçlüğü içinde olan kişiler için, kendilerini evlerinde hissettirecek ortamları sağlamak üzere devlet tarafından huzurevleri kurulmuştur. Fakat hiçbir yaşlı, evindeki huzuru bu mekânlarda bulamaz. Çünkü insana huzur ve emniyet hissi veren mekân değil, o çevrede yaşayan insanlardır. Hiçbir görevli memur, bakıma muhtaç yaşlılara aile bağlarıyla rabıtalı kişilerin sağladığı keyfi ve güven hissini yaşatamaz.
Sevgi, saygı, güven ve huzur birbirleriyle iç içe kavramlardır. Birinin varlığı ötekine destek, yokluğu ise aynı derecede köstektir. Son yüzyılda bu değerlerin hızla aşındığını görmekteyiz. Değerlerimizin erimesini, hatta buharlaşmasını görünce geleceğe dair vicdanî kanaatlerimiz ve beklentilerimiz berraklığını yitiriyor.
Hiç kimse yaşlanmayı istemez. Çünkü yaşlılık hayatı güçleştiriyor. Öyle bir zaman geliyor ki düzlükler yokuşa dönüşüyor Yaşlı olarak tanımlanan nüfus grubu çeşitli sağlık sorunları açısından risk taşıyan özel bir gruptur. En sık gözlenen sağlık sorunları bellek bozuklukları, nörolojik bozukluklar, psikolojik sorunlar, deri değişiklikleri, işitme ve görme kayıpları, kalp, dolaşım, akciğer problemleri, sindirim ve beslenme bozukluklarıdır.
Yaşlanma, bireysel bir değişim olarak kişinin fizikî ve ruhî yönden gerilemesidir. Yaşlılarımız ilerleyen zamanla birlikte pek çok yetilerini kaybediyorlar. Adeta çocuklar gibi bakıma ve himayeye muhtaç hâle geliyorlar. Bazılarının ağzında diş kalmadığı için tıpkı bebekler gibi sıvı gıdalarla besleniyorlar. Alınganlıkları ve hassasiyetleri yaşla birlikte artıyor. Kendileriyle ilgilenilmesini daha çok arzu ediyorlar. Nerden bakarsanız bakınız yaşlılar, yaşın ilerlemesiyle birlikte gittikçe çocuklaşıyorlar.
Yaşlının yaşam kalitesini arttırmak, yaşadığı süreci rahat geçirmesini sağlamak gayesiyle oluşturulan huzurevlerinde binlerce insanımız huzur arıyor. Huzurevinde ne kadar üstün konfor olsa da bu mekânlarda iç huzurun sağlanması pek mümkün değildir. Çünkü buralardaki yaşlılar sudan çıkmış balık misali çaresiz ve yalnızdırlar.
Huzurevinde zaman uzadıkça uzar. Dakikalar saat, saatler yıl, yıllar asırlar gibi uzar gider. Gözler ziyaretçi avındadır her zaman. Bir kapı tıkırtısı gözbebeklerinin canlanmasına yeter de artar da. Her tıklamanın ardında tanıdık bir seda aranır. Gelen olmazsa umutlar geleceğe tehir edilir, ama hiç kaybolmazlar. Zaten umudun tükendiği noktada yaşamak, bedene hamallık yapmaktan farksızdır. Huzurevinde zamanın durağanlaşmasını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dörtlüğündeki ifadelerle anlatabiliriz:
“Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında.”
Yaşlılık biraz da dünyaya yabancılaşmaktır. Çünkü eş dostun çoğu artık ötelerdedir. Dönülmez yolculuğa çıkmışlardır. Anılarını da toprağa gömmüştür pek çoğu. Diriler için yaşamak da nefes almaktan öte fazla bir mana taşıyamaz raddeye gelmiştir. Hayatın bu noktasında yanı başımızda sakladığımız sararmış solmuş gençlik fotoğrafları koca bir ömrün belgeseli sayılabilir.
Bilindiği gibi Batılı devletlerin yaşlı bir nüfus yapısı var. Bizim nüfusumuz onlara nazaran çok daha genç… Avrupa’da yaşlılar huzurevlerinde bakılıyor. Anne babasını evinde bakan evlat sayısı bir hayli az... Oysa biz onlardan farklıyız. Bizim inancımızda “Cennet annelerin ayakları altındadır”. Anaya, babaya, yaşlılara hizmet ve hürmet etmek Müslümanlıkta ibadet hükmündedir. Onun için ecdadımız anne babalarını el üstünde tutmuş; yaşarlarken onlara adeta ‘öf’ bile dedirtmemişlerdir. Fakat son yıllarda biz de Batının çirkef yoluna girdik. Gelinler kocalarını zorlayarak elden ayaktan düşmüş anne babaları huzurevlerine gönderiyorlar. Fakat bu devran böyle gitmez. Onlar da bir gün elden ayaktan düşeceklerdir. Kendileri de aynı şeylerle karşılaşınca o zaman yanlış yaptıklarını anlayacaklardır. Fakat o zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş olacaktır.
elden ayaktan düşünce daha bir huzurlu olunuyor sanırsam.. ama benim gördüğüm huzurevindeki yaşlılar pek huysuz.. hepsi bir arada orayı cinnet evi haline nasıl getirmiyorlar anlamadım..
Bayramlar herkes için bir başka mana içeriyor. Kimine göre alışveriş, kimine göre tatil.
Küskünlerin barışması, yüreklerde tatlı bir telaş...
Ama huzur evleri, bayramların en hüzünlü geçtiği yerler...
Bayram vasıtasıyla hatırlanmayı bekleyen, gözleri kapıda yaşlılarımızın tek istediği ise, sohbet edebilmek.
.
Darülaceze ziyaretimde adı konulamayan bir burukluk hissetsem de, derin tefekkürler de bıraktı yüreğimde...
Çocuk yuvalarının da olduğu, yalnız ya da bakanı olmayan yaşlıların yaşadığı bu mekan, aynı zamanda yatalak (felçli) elden-ayaktan düşmüş kimselerin de barınağı...
Sizi, kendi gözlemlerim ile huzur evine doğru, kısa süreliğine bir gezintiye çıkarmak istiyorum.
.
Ana kapıdan bahçeye girdiğinizde, çiçeklerle süslenmiş, yemyeşil bir bahçe ağırlar sizleri.
Nice anılara, tebessüm ve gözyaşlarına eşlik etmiş asırlık ağaçlar heybetiyle her yanı gölgelendirir.
Taş tuğlalar üzerine bina edilmiş yapının duvarlarına yerleştirilmiş kuş yuvaları, sayısızca kuşu sanki bağrına basar.
Onların uçuşmalarını seyretmek görsel bir şölendir adeta.
Yavaşta olsa yürüyebilen ya da tekerlekli sandalye ile dolaşabilenlerin çıktıkları tarih kokan avlusunda, banklarda oturmuş sırayla sizin gelip merhabalaşmanızı bekleyen gözlerle karşılaşırsınız.
Birbirinden farklı acı tatlı hikayeleri onlardan dinlerken,
Merak ettikleriniz, düğüm olup dökülemez dilinizden.
Hani olur ya, belki acılarını hatırlatırım diye soru sormaya bile çekinirsiniz..
Her anlatılan hikayede, sanki siz yapmışsınız gibi utanır, suçluluk duyarsınız..
Yüzlerindeki her çizgide yaşanmışlıklarının izlerini taşıyan yaşlıların ellerini sıkıca kavrayıp, hatırlarını sorup gülümsediğiniz de, büyük ödül bahşetmişçesine gözlerinde yıldızlar parlar, yüzleri aydınlanır.
.
Bir çok bölüme ayrılmış mekanın, numaralandırılmış olması ziyaretçilerin bulması açısından kolaylık sağlamakta.
Benim tercihim, ana kapıdan içeri girdiğimde sola dönerek, daire 5'e yönelmek oldu. Yatalak (felçli) yaşlılar bölümü...
Bahçedeki onca kalabalık, sohbet sesleri arasından merdivenlerden yukarı çıkarken bir sessizlik sardı her yanımı.
Etrafta kimsenin olmayışı iyi ki ziyaret için bu bölümü tercih etmişim dedirtti içimden.
Her oda da 4 yaşlı yatmakta. Yataklar kapıya doğru bakacak şekilde yerleştirilmiş. Her yatağın başucunda, yaşlının genel bilgisi asılı durmakta.
Adı, soyadı, yaşı. Varsa hastalığı.
Belki o mekana ilk geldiğinde çekilmiş resmi.
Resimlere bakarken, bazısından yılların neler götürdüğünü resimlerinden kıyaslayabilmeniz de mümkün.
Tablo da, yatış tarihine bakarken, 3- 5 - 7 sene rakamları, 'insan yıllarını burada nasıl yaşar' hayretine doğru sürükler sizleri...
Adım seslerini işittiklerinden midir bilmem, kapıda belirmenizle yatakta yatan dört kişi, beklermiş gibi tebessümle karşılar gelişinizi...
Ellerini tutup, bayramlarını kutladığınız da ise ettikleri dualarda, içlerindeki yalnızlık duygusu biraz olsun hafiflettiğinizi hissedersiniz.
Kimisi titrek sesiyle anlatır hikayesini, kimisi konuşma yeteneğini kaybettiğinden gözleriyle konuşur.
Ama anlarsınız hüznünü, mutluluğunu.
.
Bir odada yatakları dolaşırken, kapılar karşılıklı olduğundan öbür odada ki hastalar gözleriyle takip eder sizleri. Hatta bazen 'Gel' işaretiyle çağırırlar bile yanlarına.
''Yürüyebilecek miyim?'' diye sorar birisi...
Öbürü ''Götürsene beni buradan'' diyerek tutar ellerinizi.
Kimisi kolyeler, küpeler ile güzelleşmeye çalışırken, bazısı belki sıf bugün için özel sakladığı tülbentini takmıştır başına.
.
Yatağında bile doğrulamayan bedenlerin yastığını düzelttiğiniz, suyuna uzanamayan ellere bardağıyla su içirdiğiniz, terlediğini gördüğünüzün hırkasını çıkardığınız, sözlerinizle umut verdiğiniz bir çoğunun adı kalmaz aklınızda.
Can'dır hepsi sizin için.
.
Yaşlılara mutluluk vermek için çıktığınız ziyaret yolunda, sizin gönül heybenize de paye düşer.
Dönüş yolunda, hayatı farklı bir pencereden seyredersiniz artık. Kalabalıklar, koşuşturmalar anlamını yitirir gözünüzde.
Ne kadar boş şeylerle vakit harcadığınızı düşünürsünüz.
Hayatın manasını sorgularken bulursunuz kendinizi.
Ziyarette yüreklere bıraktığınız teselli ve umut, manevi yolda ışık olur, derin bir tefekküre daldırır sizleri...
analara kıymayın efendiler
bulutlar adam öldürmesin
)
Huzurevine giden yolda birçok neden yatıyor. Kimi nedenler zorunluluktan kimi nedenler ahlaksızlıktan ileri geliyor. Buradan ortaya çıkan sonuç zorunluluktan dolayı olmayan tüm huzurevi vakaları ahlaksızlıktır. Bu noktada önemli olan nokta yaşlıyı oraya gönderen bir evlat varsa onun kendi içinde kendini aklamasıdır işte o zaman o zorunluluktur.
huzur ewinde pek çok yaşlı bulunmaktadır kimi yersiz yurtsuz
arkadaşlarımla bir günümüzü oradakileri ziyarete ayırmıştık
bir selam... bir tebessüm... bir küçük ikram... gönülden bir muhabbet
değerleri, içlerinde anlatınlar onların terk edilmelerine, tozlanmalarına engel olamamış
kitaplar gibiydiler... sararmış, uçları kıvrılmış kitaplar
ve her biri haykıran ayrı birer acıydı yüzlerindeki çizgiler
sonra elleri titrekti... yıllar derin izler bırakmıştı belliydi
yarınımız! .. nasıl bir muamma böyle
ömrünü ailesine adamış yedi çocuklu ev hanımıyla
ömrünü hosteslikle geçirmiş yedi dil bilen iş kadını
yan yanaydılar... üzerlerinde oturdukları kanepe de anlam verememiştir
bu duruma eminim... farklı yaşamları engel olamamıştı böylesi ortak bir sona...
içlerinden “böyle mi olmalıydı” der gibiydiler... böyle mi
öyleydi ve oldukça hazindi...
ama ben asıl gözlerini anlatmak isterdim... dile dökülemez, kelimelerle ifade edilemez acının taşıyıcıları olan gözlerini...
anlatmaya çalışmak meşakkat verir... onları arada görüp, bakışlarına orada şahit olmak lazım
zira; gözlerinin izleri durur hâlâ gözlerimde
o zaman gitmiştim... ama şimdi gidilecek olunsa gitmem
bir kere şahit oldum hayatın ve içindekilerin ihanetine... bir daha olmak istemem
bir daha görmek istemem tanımlanması namümkün olan o gözleri
biliyorum... bu sefer çok daha fazla dokunur hâlleri içime
yaşamak daha bir değersizleşir ben de
bu sebeple gitmem... gidemem...
muhkemliğiyle bilinen ey ben! .. değişiyorsun
bilmem farkında mısın! ..
HUZUREVİNDE ZAMAN
M.NİHAT MALKOÇ
Geçen zamanla birlikte ahlâkî yapımızda köklü değişimler ve ona bağlı dönüşümler gerçekleşiyor. Batıya yüzümüzü döndüğümüzden beri hayatımız başkalaşmaya, hatta tanınmaz bir hâl almaya başladı. Tanzimat’tan bugüne kadar pek çok şey değişti bu toplumun iç ve dış yapısında. Temel dinamiklerimiz göz göre göre alaşağı edildi. Yerlerine koyulanlar bizi ifade etmekten çok uzak görünüyor.
Müslüman-Türk topluluklarında anne babaya saygı ve hürmet üst düzeydeydi. Çünkü mevcut inancımız bu insanlara olağanüstü derecede kıymet vermiş, onları değerler silsilesinin altın halkası kabul etmiştir. Fakat geçen zamanla birlikte bu alanda da büyük bozulmalara ve değerlerde aşınmalara şahit olunmaktadır. Bu menfi gidişat elbette hayra alamet değil. Çünkü değerlerini ve değerlilerini hiçe sayan milletlerin bir adım ilerlemesi mümkün değildir.
Geleneksel Türk aile yapısı çoktan bozuldu. Eskiden birkaç nesil bir arada yaşardı. Dedeler torunlarla aynı mekânları paylaşırdı. Nineler bütün hünerlerini torunlarına aktarırdı. Tecrübeler dededen toruna aktarılarak ebedileşirdi. Fakat günümüzde bu emniyet ve gelenek halkası koparıldı. Aileler bölündü, ufalandı. Yaşlanan anne ve babalar sözüm ona huzurevlerine mahkûm edildi.
Bilindiği üzere bedenî ve zihnî engeller nedeniyle, evde bakım güçlüğü içinde olan kişiler için, kendilerini evlerinde hissettirecek ortamları sağlamak üzere devlet tarafından huzurevleri kurulmuştur. Fakat hiçbir yaşlı, evindeki huzuru bu mekânlarda bulamaz. Çünkü insana huzur ve emniyet hissi veren mekân değil, o çevrede yaşayan insanlardır. Hiçbir görevli memur, bakıma muhtaç yaşlılara aile bağlarıyla rabıtalı kişilerin sağladığı keyfi ve güven hissini yaşatamaz.
Sevgi, saygı, güven ve huzur birbirleriyle iç içe kavramlardır. Birinin varlığı ötekine destek, yokluğu ise aynı derecede köstektir. Son yüzyılda bu değerlerin hızla aşındığını görmekteyiz. Değerlerimizin erimesini, hatta buharlaşmasını görünce geleceğe dair vicdanî kanaatlerimiz ve beklentilerimiz berraklığını yitiriyor.
Hiç kimse yaşlanmayı istemez. Çünkü yaşlılık hayatı güçleştiriyor. Öyle bir zaman geliyor ki düzlükler yokuşa dönüşüyor Yaşlı olarak tanımlanan nüfus grubu çeşitli sağlık sorunları açısından risk taşıyan özel bir gruptur. En sık gözlenen sağlık sorunları bellek bozuklukları, nörolojik bozukluklar, psikolojik sorunlar, deri değişiklikleri, işitme ve görme kayıpları, kalp, dolaşım, akciğer problemleri, sindirim ve beslenme bozukluklarıdır.
Yaşlanma, bireysel bir değişim olarak kişinin fizikî ve ruhî yönden gerilemesidir. Yaşlılarımız ilerleyen zamanla birlikte pek çok yetilerini kaybediyorlar. Adeta çocuklar gibi bakıma ve himayeye muhtaç hâle geliyorlar. Bazılarının ağzında diş kalmadığı için tıpkı bebekler gibi sıvı gıdalarla besleniyorlar. Alınganlıkları ve hassasiyetleri yaşla birlikte artıyor. Kendileriyle ilgilenilmesini daha çok arzu ediyorlar. Nerden bakarsanız bakınız yaşlılar, yaşın ilerlemesiyle birlikte gittikçe çocuklaşıyorlar.
Yaşlının yaşam kalitesini arttırmak, yaşadığı süreci rahat geçirmesini sağlamak gayesiyle oluşturulan huzurevlerinde binlerce insanımız huzur arıyor. Huzurevinde ne kadar üstün konfor olsa da bu mekânlarda iç huzurun sağlanması pek mümkün değildir. Çünkü buralardaki yaşlılar sudan çıkmış balık misali çaresiz ve yalnızdırlar.
Huzurevinde zaman uzadıkça uzar. Dakikalar saat, saatler yıl, yıllar asırlar gibi uzar gider. Gözler ziyaretçi avındadır her zaman. Bir kapı tıkırtısı gözbebeklerinin canlanmasına yeter de artar da. Her tıklamanın ardında tanıdık bir seda aranır. Gelen olmazsa umutlar geleceğe tehir edilir, ama hiç kaybolmazlar. Zaten umudun tükendiği noktada yaşamak, bedene hamallık yapmaktan farksızdır. Huzurevinde zamanın durağanlaşmasını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dörtlüğündeki ifadelerle anlatabiliriz:
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”
Yaşlılık biraz da dünyaya yabancılaşmaktır. Çünkü eş dostun çoğu artık ötelerdedir. Dönülmez yolculuğa çıkmışlardır. Anılarını da toprağa gömmüştür pek çoğu. Diriler için yaşamak da nefes almaktan öte fazla bir mana taşıyamaz raddeye gelmiştir. Hayatın bu noktasında yanı başımızda sakladığımız sararmış solmuş gençlik fotoğrafları koca bir ömrün belgeseli sayılabilir.
Bilindiği gibi Batılı devletlerin yaşlı bir nüfus yapısı var. Bizim nüfusumuz onlara nazaran çok daha genç… Avrupa’da yaşlılar huzurevlerinde bakılıyor. Anne babasını evinde bakan evlat sayısı bir hayli az... Oysa biz onlardan farklıyız. Bizim inancımızda “Cennet annelerin ayakları altındadır”. Anaya, babaya, yaşlılara hizmet ve hürmet etmek Müslümanlıkta ibadet hükmündedir. Onun için ecdadımız anne babalarını el üstünde tutmuş; yaşarlarken onlara adeta ‘öf’ bile dedirtmemişlerdir. Fakat son yıllarda biz de Batının çirkef yoluna girdik. Gelinler kocalarını zorlayarak elden ayaktan düşmüş anne babaları huzurevlerine gönderiyorlar. Fakat bu devran böyle gitmez. Onlar da bir gün elden ayaktan düşeceklerdir. Kendileri de aynı şeylerle karşılaşınca o zaman yanlış yaptıklarını anlayacaklardır. Fakat o zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş olacaktır.
işin gerçeği '' atık yaşlılar ''....bizim içinde kaçınılmaz son, ölümden önce...; S
elden ayaktan düşünce daha bir huzurlu olunuyor sanırsam.. ama benim gördüğüm huzurevindeki yaşlılar pek huysuz.. hepsi bir arada orayı cinnet evi haline nasıl getirmiyorlar anlamadım..
sende bir gün yaşlanıp oraya tıkılıcan ondandır ;)
Ölümüne karsı çıktığım evler..