O, aşkının tiryakisidir
Paketten sigara çeker gibi
Her gün seçer, yeni bir sevgili
Doyunca onun sevgisine,
Dönüp bakmaz geriye.
Bir fark olsun şiir pazarında
Mertler ile namertler arasında
Roma imparatoru şairleri,
Aslanların ağzına atıyormuş,
Şairler buna karşın yazıyormuş.
Ayrılıklar ve ilk buluşmalar her zaman hüzünlüdür. Ama akıllı insanlar hüzünleri de sevince çevirebilir. İki bin altı ve iki bin yedinin vardiya değişiminde böyle bir boşluk oluştu. Bu boşluk çoğu insanı işinden gücünden dokuz gün kopardı. Dokuz gün dillere kolay. Hele işine sevdalı insanlar için çok uzun bir zaman. İnsan böyle zamanlarda sevinemiyor, hatta üzülüyor bile… Nedenini, niçinini sormayın. İşte yazmanın da en zor tarafı bu, insan anlatamıyor bazı şeyleri. Ben istemiyorum mu sanki. İstemek yetmiyor tabi… Herkes kesesindeki kadar verebilir.
İşte bu günlerimizi tatlandırmak için, kooperatifimizin yüklenicisi bayramdan üç gün önce bizi topluca yemeğe götürdü. Allah razı olsun! Bursa ipeği gibi yürek var adamda… Bizi düşünmüş. Çok ince düşünceli, hatta anlatsam inanmayacaksınız, biz yemek yerken telefon çaldı, çocuğu hastalanmış, ama buna rağmen bizi bırakıp gitmedi. Karısına ‘başının çaresine’ bak dedi.
Şimdi sevgili okurlar, önünüzde bu kadar hassas bir yürek söz konusu iken siz olsanız et yemeği isteyebilir misiniz? Bu yüreğe hakaret olmaz mı? Kırmızı et yerken yürek gözünüzün önüne gelmez mi? Biz de öküz değiliz ya! , balık istedik tabi… Hiç bilmezdim, balığın ağzının bu kadar pis olduğunu, meğer yanında rakı olmazsa küfür edermiş. Rakılar da geldi, çok şükür balığın ağzını da kapattık.
Neyse size bütün yemeği anlatacak değilim ya… Bunu kim hak etti ki zaten. Bakıyorum kooperatif sözünün K’ını duyar duymaz bardağın boş tarafını görmeye başladınız. Kim bilir neler konuşuyor sunuz şimdi. Ne yapayım ağzınız çuval değil ki büzeyim. Her ne kadar inanmasanız da ben yine doğruyu söyleyeyim. Yüreğimizde, şu kış gününde, bacalardan çıkan kömür isi kadar kir varsa namerdim. Hin oğlu hinler, sanki yemeği yiyen sizsiniz de sırıtıp duruyorsunuz. Yoksa balığı ben seçtim diye mi bu? Meğer ben balıktan anlarmışım. Bana sen seç dediler. Bana Levrek gösterdiler,
Olmaz dedim, belli ki çiftlik. Deniz dediklerine inan, çünkü bütün çiftlikler denizde. Çipura, olmaz.
Karıştıra karıştıra, aradan iki sarıgöz çıktı. Masaya bilirkişi olarak dönüp levrek ve çipura var dedim.
Bütün dünya çocuklarının bayramı ilan edilmiş 23 Nisan
24’üne taşsın sevincin unutulsun Ermeni çocuğu Hacikyan
Daha şimdiden askerliği öğrenin, asları geçit törenlerinin
Eğitimini alın, büyüyünce öldüreceğiniz kardeşlerinizin…
Bilim ilerledikçe,
metafizik zorlandı.
İmamlar, söylediklerine,
kendileri inansaydı
sesleri daha gür çıkardı.
İhtiyaç duymazlardı teknolojiye.
İnsan kend ini çok beğenirse,
Ayrılmaz aynanın karşısından
Unutur gerçeğini, kendini de
Yol haritasını çizer aynasından
Uyanmasının tek yolu artık,
Hayran olduğu canlara çarpıp
‘’Damlaya damlaya göl oluyor’’ ya
Sünnetçilik düşmüş etoburlara
Onlar hakim olmuş dünyaya
Ucunu tutuyor taşeronlar da.
Biliyor musun oğlum Memet
1959 yılı olacak ben Orta Okul’a gidiyordum. İlçemize Demokrat Parti Zonguldak Milletvekili Muzaffer Kurbanoğlu gelmişti. Bildiğiniz gibi siyasiler her zaman kendilerinin ardında kalabalıkları görmek ister. Onun için de daha çok çocuklar ve resmi dairelerdeki kapıkulları kullanılır. Bizi de okulda sıraya sokup, Nutuk alanına götürdüler. Bundan öğretmenler de pek memnun değillermiş ki, kulağımıza ’’Meydana gidince isteyen gidebilir’’ denildi. Bu izin bizim kulağımıza ulaşana kadar Kurbanoğlu’nun konuşmasının bir kısmını dinlemek zorunda kaldık. O konuşmada aynen şöyle demişti CHP’yi hedef alarak ‘’Biz istersek eşeği bile seçtirir meclise sokarız’’. Bunu hiç unutamıyorum. Ben gerçekten meclise eşek sokacaklar zannediyordum. 1965 ten sonra TİP’li 15 milletvekili meclise girince meclise giren eşeklerin varlığını ancak kavrayabildim. TİP’li vekillere küfür ve yumrukla saldırırken. Tekme atarken. Anırırken.
O zaman, meclise eşekler sayı ile giriyormuş, geçen uzun yıllardan sonra nihayet onu öğrendim. Şimdi meclise insan sayıyla giriyor. Onlarda sık sık susturuluyor. Her kurulan hükümetin başı kendi memleketini ihya etmeye çalışıyor, ya da kendi ailesini. Niye? Boşuna demiyorlar ‘’Kayserili eşeği boyar yine eski sahibine satar’’ diye. Şimdi Kayserili’nin hiç sesi çıkmıyor. Bu kadar malzemenin başına bir Kayserili koydular ki… Sucuk pastırma alanında üretim yapanlara ucuz girdi sağlasın diye… Bu iş bolluğunda işten başlarını kaldıramıyorlar. İyi de bu kadar sucuk ve pastırmayı kim tüketecek… Geriye kalanların lüks yiyecekleri tüketme gücü var mı? Bu paralar dönüp dolaşıp Kayseri’ye akacağına göre, yükseltin şu emekli maaşları ve asgari ücretleri de biz de sebeplenelim.
Bir taşla iki kuş vurun. Eskiden hızlı beklentiler için ‘’Boru mu lan bu? ’’ denilirdi. Şimdi gerçekten boru bolluğu var. Giriyor çıkıyor kimse kıpırdamıyor. Sizde verin borunun hakkını, tüketin sucukları ve pastırmaları…
‘’şapka düştü kel göründü’’
Kellerin üstüne gidemedik,
Şımardılar, çoğaldı sürüsü
Olmayan adalete güvendik.
İhbarları film gibi izledik
Sözlere ‘seferberlik’ ilan edilmiş
Çarpışıyorlar göğüs güğüse, dişe diş
‘’Sözde Ermeni soykırımı! ’’
‘’Sözde Kürt sorunu! ’’
Bu sorunlar sözde ise,
Neden izin verilmiyor kalemlere?
Sevdiğimiz bir abimiz kendisi. Bir grupta yayınladığı şiiriyle tanıdım kendisini. Mizahı kullanır şiirlerinde, bununla birlikte duygusal şiirleri de yok değildir. Popüler şiirleri de var, güzel tabi. Ayriyeten grup da kurdu sağolsun, ne de olsa mizah seviyoruz.