Göğostos sıcağında, çam ormanının gölgesinden kırlangıç sesi eksik olmazdı. Kadınlar pelitlerin dibinde ekin biçerdi—ellik şıngırdar, genç kızlar oğlanlara bakar, terin biri boşalır, biri dolar.
Tam ahengin zirvesinde Gadime birden yere çöktü. Kızlar başına çullandı:
“Bu hamile galmış gız!” Pelidin dibine götürdüler, biri su bahanesiyle güğümü kaptı, çayıra koştu.
I 105 – “Çeşme Başı Geysilikleri: Sütyen Altı Sırlar”
Gadime, güğümünü çeşmeye dayamış, ama gözleri Leyma’nın sütyenindeydi.
“Gız, senin sütyen niye ters?” Leyma gülümsedi: “Dün gece Memo ters döndü de, ben de öyle kaldım.”
Kadınlar kıkırdadı. Fadime söze girdi:
I 106 – “Fadime’nin Donu Dereye Uçtu”
Göğostos sıcağında, Fadime çamaşır sererken kırmızı dantelli donunu dut dalına astı. Ama dut yaprağı nazlıydı, rüzgâr arsızdı. Don birden havalandı— dereye doğru süzüldü.
Köyün çocukları “balık yakalayalım” diye dereye koştu, ama suyun üstünde yüzen kırmızı bir mucizeyle karşılaştılar. Memo bağırdı:
“Gızlar! Fadime’nin donu bu!” Köyün erkekleri çayırdan, kahveden, hatta harmandan fırladı.
IVI 108 – “At Üstünde Gülerek Giden Gelin”
Köy meydanında davul çalıyor, ama ritmi rahimden geliyor. Gelin, beyaz atın üstünde, başında dut yaprağından örülmüş taç, gözlerinde “S” harfi gibi kıvrılmış bir sır.
Damat, saban gibi yürüyen bir oğlan, elinde üzüm salkımı, gözünde terli bir umut. Köy halkı dizilmiş, muhtar bağırıyor:
“Bu düğün sadece nikâh değil— rahmin ritmiyle yazılmış bir kıvımdır!”
IVI 109 – “Dibek Başında Üç Kadın, Bir Tokmak, Bir Sır”
Köy meydanında dibek kurulmuştu. Üç kadın sırayla tokmağı sallıyordu: Gadime, Leyma, Zühre. Ama buğdaydan çok gönül dövülüyordu.
Gadime tokmağı kaldırdı:
“Benimki dün gece sadece horladı gızlar…” Leyma tokmağı devraldı: “Benimki horlamadı, ama saban da sürmedi.” Zühre sustu. Tokmağı aldı, bir darbe indirdi—dibek çatladı.
KIVI 110 – “Garabayır’da Kuş Avı, Arabaşıda Gülüş Patlaması”
Sabah çıkrık döndü, ip sarıldı, sepet hazırlandı. Gadime, Leyma, Zühre Garabayır’a yürüdü. Amaç kuş avıydı, ama gözler Memo’nun tarlasındaydı.
Sepet kuruldu, biraz buğday serpildi, biraz da umut. Zühre fısıldadı:
“Gızlar, bu tuzağa kuş değil— Memo düşsün istiyorum.”
🧉 KIVI 111 – “Kamelya Altında Çeşme Yaptıran Muhtar ve Erkeklerin Absürt Meclisi”
Oluk’a çeşme yapılmıştı. Muhtar Etem, kamelyanın gölgesine oturmuş, elinde çay, ağzında laf, gözünde “ben yaptım” gururu.
Yanında Cemilin Mevlüt, karşısında Tombul Market’in Hüseyin. Sohbet başladı:
“Ben bu çeşmeyi sadece su için değil— kadınlar azıcık daha eğilsin diye yaptım,” dedi Etem. Gülüşmeler patladı.
KIVI 11
🚜 Köygerçeği / Bölüm 7: Harman Yerinde Gölge Avı
Toz kalkmıştı. Ayakların altında dövülmüş toprak, güneşle birlikte kavrulmuş; gölgeler bile çekine çekine gezmeye başlamıştı. Harman yeri kalabalıktı ama kimse birbirinin sesini bastırmazdı—çünkü burada gürültü değil, ritim vardı.
Kadınlar çuvallara sap doldururken, çocuklar gölgelerin arasında seksek oynar gibi koşuşturuyordu. En çok da toprağa düşen kuş gölgesini yakalamaya çalışan çocuk vardı. Gölge hep kaçıyordu ama çocuk pes etmiyordu. Belki de yakalanmayan gölgeler, büyümeyen hayallerin oyunuydu.
KIVI 112 – “Körkuyu’da Düğmeye Basılan Kültür Devrimi”
Taşeli’nin eteğindeki sessiz köy, o sabah sessizliğini davulun tok sesiyle yırttı. Muhtar Etem kamelyaya kürsü kurdu, mikrofonu İbrahim Şahin’e uzattı.
İbrahim Şahin gözlüğünü düzeltti, ve başladı çağrı konuşmasına:
“Kazancı’nın dut lekesiyle mühürlü kültürünü bugün buradan dünyaya duyuracağız! Saz takımı hazır, düdükçü Durmuş nefesini tuttu, Kemancı Ömer yayını gerdi, Sazcı Etem parmaklarını ısıttı.”
KIVI 113 – “Kızlar Makaraya Sardı, Deli Kahramanlar Çözemedi”
Köy meydanında öğle sıcağı, Hcı Veli elinde boş çay bardağıyla göğe bakıyordu:
“Gızlar, bu bardakla yıldız topluyorum!” Kızlar kahkahayla patladı.
Nadireli Ali, elinde klarnet, yol kenarında durmuş, her geçen kıza “Senin yürüyüşün si bemol!” diyordu. Leyma durdu:
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!