Bu gece
Gökyüzü dumanla örtülü
Ve yıldızlar birer suskun tanık
Yanıyor çocukluğumun ormanı
Sanki biri
Elinde benzinle, kibritle
Çatlamış ceviz kabuklarını ezerek
toz tutmuş turna tüyleri topluyorsun.
Rüzgârı değil,
rüzgârın ardındaki sesi dinliyorsun.
Yaslı ovanın mor kıyılarında
tutuşmuş zamanların içinden geçiyorsun.
6 Eylül 1975,
öğle vakti 12.20’de
toprak sarsıldı.
23 saniyede
2.385 hayat söndü,
Bugün havalandırma sarıydı
Hep öyle olur ya
Bir gardiyanın dudağındaki sırıtış
Ranzaya düşen saç telini hatırlatır
Zaman, çay bardağında demlenmez artık
17 Ağustos 1999,
saat 03.02…
Marmara’nın kalbi sarsıldı.
Yer kabuğu çatladı,
Kocaeli uykusundan fırladı.
Saat üçü geçerken
yer ansızın titredi.
Uykusundan fırladı Marmara,
kırk beş saniyede
ömürler yarıldı.
Parmaklık gölgesi düşer duvarlara
Gece, betonun kalbinde çiçek gibi açar
Saat susar — ranzada yankılanır sessizlik
Her tik tak, bir yoldaşın suskunluğu olur bazen
Bir türkü başlar içimizden
Yukarı bakmak yasak.
O yüzden herkes
yere doğru büyür burada.
Boyun eğmek zorunda kalmazsın;
zaten başın hep eğiktir.
Bugün yine
Aynı yastığa baş koymadık
Sen öteki koğuşta,
Ben avlunun kıyısında —
Geceden eksik, sabahtan uzak
Saklamıştım seni
yarısında yakılmış bir mektubun kıyısına.
Ne zaman unutsam
kalbimin içinden sızardın yeniden.
Anlatacak bir şeyim kalmadı artık
ama suskunlukla dolu bir bavul bıraktım sana.
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...