1 Şubat 1944, sabahın ilk nefesinde,
saat 05.22’de sarsıldı toprak.
Gerede, derin uykusundan fırladı,
7.4 büyüklüğünde bir fırtına
IX–X şiddetiyle vurdu,
yer yer yıkıldı, yer yer sustu.
Sürgündeydi kelimelerim,
yüzüne değmekten çekinen bir bakış gibi.
Sokağın en tenha yerinden geçiyordum—
arkamda eski bir gece,
önümde kayıp bir adresin yankısı.
Bir zamanlar öyle bir korku saldılar ki inançlı insana,
“Komünizm tehlikesi” dediler,
“Komünizm gelirse mal ortak olacak,
kadınlarımız da mal, onları da mı ortak edeceğiz?”
diye fısıldadılar kulaklara.
Farkında değiliz birbirimizin,
sessizliğin kıyısında geçiyor günler.
Zaman dışı anlar —
tutkular değil artık,
bir yanıp bir sönen korlar şimdi.
Birbirimize yabancıyız artık,
sessizliğin dili ağır basarken.
Zaman dışı anlar işler tenime —
her sözcük bir yara,
her susuş bir karanlık.
Her insan bir gölge taşır,
ama bazı gölgeler, sahibinden önce ölür.
Duvardan düşen eski bir gölgeydim.
Zamanın unuttuğu bir kıyıda bekledim seni.
Sesim yoktu belki—ama karanlığa dil olmuştum.
Gölgemi bile susturmuştum çoğu zaman.
Bir hikâyeye başlamamış gibiydim:
Farkında değiliz,
aynı cam fanusun içinde
iki ayrı yalnızlık gibiyiz.
Zaman dışı anlarda,
tutkular bıçak sırtı,
her hece sen —
Gece yarısının sessizliğinde,
Türkiye’nin en uç köşesinde,
sınırın kıyısında sarsıldı toprak,
7.2 büyüklüğünde bir yıkım,
Hakkâri, uykusunda titredi.
Adapazarı’nın sıcak akşamında,
saat 17.32’de,
yer bir anlık sarsıldı,
6.6 büyüklüğünde,
sessizliği kıran,
bir çığlık gibi.
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...