Bir ev vardı, adını unuttuğum;
her köşesi başka bir yalnızlıkla döşeli.
Pencereleri içeri değil,
eski zamanlara bakardı.
Saatler geri sayardı duvarlarında,
Küllerle doldu yüzyılın soluğu,
kanla çizildi haritalar.
Her paylaşımda payını büyütenler,
her savaşta yıkımı tattılar.
Bir sabah Moskova’dan doğdu kızıl ışık,
Adımı sildiler duvarlardan
Yine de kanımla yazdım
“Buradayım!” diye
Yüzümü maskesiz bıraktım
Utansın diye bütün cellatlar
“Çözüm” dediler,
bir bahar havası estirdiler.
Masa kuruldu,
kelimeler şeker gibi dağıtıldı,
umut ekildi yüreklere.
“Ulusal çıkar” dediler,
mezbahaya sürülen emekçinin kanını kastettiler.
Ulusçuluk diye ördüler zinciri,
halkın boynuna doladılar ipi.
Feodal kalelerin gölgesinde
Ben düşmem
kimsenin açtığı çukura
Alnımda hâlâ
şubat ayı kadar dik duran
bir isyan var
Bir sabah,
ışık suya değdiğinde,
gökyüzü yürür gibi geçerken dalların arasından,
bir at hızlanır içimde…
Ne gem kabul eder
Yaralıydı sözlerin,
yaralıydı susuşun.
Bir gül gibi düştün—
toprağa değmeden.
Kim bilir, hangi sokağın çıkmazında
(“Ve kimse sormaz: Neden tutundu o ip?”)
Bir kadın daha çıktı haberlere
İpi çekmiş kendine
Çocukları aç kalmasın diye
Boğazına düğümlenen yalnızlıkla
Sustuğum yerden başlamadı hiç kimse,
başkasını sevdi sığındığım rüzgâr.
Küçük bir kuş gölgesi kaldı avuçlarımda,
Bana kalakaldı
sokak lambalarının sönük sarısı



-
Aydan Güner Özdemir
Tüm YorumlarŞiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...