Yıkıldık sandılar
Oysa biz yalnızca eğilmiştik
Bir anahtar deliğinden
Dışarıdaki hayatın rengine bakmak için
Güneşi görmeye
Bir adresti sessizliğin,
yolunu tarif etmeden terk eden bir pusula gibi.
İsmini hiç bilmedim,
ama her kışta seni çağırdı karanlık sokaklar.
Ay ışığında ürkek bir silüet olurdu gidişin,
Ne vakit kendimden geçsem,
daha çok tutunurum yangın yerine dönen zamana.
Göğe yürüyen yollar susar,
hiçbir bulut geçmez içimden.
Bir çağrı yok beni geri çeken,
herkes susmuş gibi...
Ayna kırılırsa
Yüzüm çoğalır
Her parçaya bir anı düşer:
Birinde çocukluğum saklı
Diğerinde annemin yüzü
Bir parçasında ilk gözaltım
Bir ev vardı, adını unuttuğum;
her köşesi başka bir yalnızlıkla döşeli.
Pencereleri içeri değil,
eski zamanlara bakardı.
Saatler geri sayardı duvarlarında,
Yaralıydı sözlerin,
yaralıydı susuşun.
Bir gül gibi düştün—
toprağa değmeden.
Kim bilir, hangi sokağın çıkmazında
(“Ve kimse sormaz: Neden tutundu o ip?”)
Bir kadın daha çıktı haberlere
İpi çekmiş kendine
Çocukları aç kalmasın diye
Boğazına düğümlenen yalnızlıkla
Bir ekmek almak için
İki gün düşündü kadın.
Kirayı ödeyemedi yine,
Çocukların ayakkabıları delik —
Ama “Vatan sağ olsun” dedi komşu
Ne kiradan haberi var, ne açlıktan.
Biz, ağzımızda çakıl taşlarıyla büyüdük ulan!
Her kelime,
her cümle,
bir copun gölgesinde yeşerdi.
Ve siz şimdi bize
Bloke konmuş maaşıma
Bir bankanın dijital soğukluğunda
“Bakiyeniz yetersiz” diyor ekran
Oysa ben
Altmış beş yıllık ömrümle
Yeterince yaşamıştım her şeyi
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...