(“Bir maaşın çalındığı yerde, bir ömür mahkûm olur.”)
Bir maaştı elinde —
Zaten üç gün yetmeyen
Bir eczane kuyruğuydu hayatı
Bir simit bölüştüğü torununa
Kışın en çetin günlerinde,
Erzincan uykusundan fırladı,
27 Aralık’ta, gece yarısına yakın,
yer altından yükseldi dev bir hıçkırık.
7,9 büyüklüğünde,
“Sevmenin bile yoksullukla yargılandığı bir ülkede, aşk değil; kira fişi kesiliyor gençliğe.”
Bir yüzük alamadığı için
Bir ömrü yalnız geçiren gençler ülkesi burası
Çeyiz sandığı değil, borç defteri açılıyor nişanlarda
Nikâh memurları tanıklık ediyor
— Adanmış bir yoksulluğun onuru adına —
Fakir doğduk biz,
Kundakta bez yerine
Annelerimizin duasına sarıldık.
Komşudan ekmek istedik mi
Kardeşim, öyle bir korku saldılar ki üstümüze,
artık fikri olan insan bile susar oldu,
sanki düşünmek yasak,
sanki söz söylemek günah,
sanki her cümlenin arkasında gizlenmiş bir cellat var.
Bir düş gibi çökerdi gökyüzü,
yolunu unuturdu yıldızlar.
Bir fısıltının peşinde giderdim ben,
adını ezbere bilmeden.
Sorardım kendime:
Uykusuzum yine bu gece.
Gözlerim, sabahı görmemiş çocuklar gibi kızarık.
Kalbim, işaret fişeğini bekleyen bir çatının altında.
Kulağım açık:
Her an bir şehir daha ayağa kalkabilir.
Saatlerin bile yürümekten vazgeçtiği bir vakitte
sessizliği omuzlayıp çıktım yola.
Ne kimlik soran oldu,
ne yön gösteren.
Cebimde yalnızca
Geceyle gelir bazı anılar
Zifiri korkunun içinden
Sürünerek girer hücre kapısından
Saklanır ranzaların altına
Gardiyanın adım sesinde titrer
Geleceği diplomayla değil, onuruyla kurmak isteyen gençlerin sessiz çığlığı…
Düğün hayali kurmuyor artık gençler,
Altın değil, umut bile pahalı.
Bir yüzüğü değil
Bir evi, bir işi, bir yarını soruyor annesine
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...