Duru bir sabaha benziyordu gelişin.
Ne göze çarpıyordu
ne de saklanıyordu.
Bir bakış geçti gözlerimden —
hafif, eğreti, telaşsız.
("Bir nesil, torpilin gölgesinde diplomayla gömüldü.")
Diplomam var —
Bir kâğıt parçası
Üstünde ismim
Altında yalan vaatler
(Siyasetin sustuğu, kalemlerin konuştuğu çağda)
Korku nöbetine tutulmuş gibiydiler
Ekranlarda nutuk atanlar
Bir çocuğun açlıktan öldüğü habere
Sadece gözlerini kaçırarak cevap verdiler.
Bana bir ses verdin,
sustukça çoğalan.
Ne vakit kendimi arasam
senin susuşunla karşılaştım.
Bir harf eksikti adında —
Yoksulluğu öğütleyen vaizler gibi
“Şükret” diyorlar,
Açlıkta bile bereket aramamızı istiyorlar.
Ekmek yarım, maaş yarım, ömür yarım —
Ama sesin tam çıkarsa,
Terörist sayıyorlar seni.
Ders zili çalmaz artık bazı okullarda
Çünkü gelecek, daha baştan sınıfta kaldı
Tahta eski, sıra kırık, öğretmen yorgun
Ama en çok çocuklar yorgun — en çok da onlar mahzun.
Eğitim artık bir yarış değil,
(“Çocuklara savaş düşen coğrafyadan…”)
Gökyüzü simsiyah
Ama bu gece değil —
Savaşın rengidir bu
Küllerle boyanmış bir takvimde
Seçim meydanlarında kefenle poz verdiler
Mecliste kravatla sustular.
İşçi “Beni kim savunacak?” dediğinde
Camın ardından sadece baktılar.
Vekil değil onlar,
30 Ekim’de, saat 14.51’de
Sisam Adası’nın derin mavisinden
16 saniyelik bir öfke yükseldi.
6.9 büyüklüğünde,
denizin dibinden kopan çığlık
Ağız dolusu küfür yutmuşuz
Söz değil, sükûtla direnmişiz
Çığlıklarımızı yutmuş duvarlar
Ve biz,
Hiçbir mahkemede anlatılamamışız
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...