Bizi duvarlar ayırdı
Kâğıtlar, coplar, mahkeme kararları
Kapatılmış dosyalar, mühürlü klasörler...
Ama sen,
İçimde yıkılmayan bir kentsin hâlâ
Zamanı büküyordu ayak izlerimiz,
bir harita gibi kırıştı geçmiş.
Sesin kalmış bir köşede—
biraz rüzgâr, biraz küf.
Tutunamayan anılardı artık elimizde kalan,
Bir sessizlik vardı
kirpiklerinin ucunda asılı.
Adını koyamadığım bir uzaklık,
yanağımdan çekilirken rüzgârla birlikte...
Sen çoktan gitmiştin aslında,
ama bir mendil gibi kalmıştın cebimde —
Sözcüklerin sustuğu bir duraktın,
adresin rüzgârdı,
kimliğin geç kalmış bir bakış.
Yollar karla örtülürdü senin geçtiğin yerlerde,
maviye bürünürdü sessizliğin –
Bir ranzanın gıcırtısında değil,
taş duvarın nabzında tutuyorum zamanı.
Her saniye,
bir mermi ucu gibi göğsümde dönüyor.
Bir sandalyeydi altı boş,
bir yargıç oturuyordu üstüne,
kravatı vardı ama vicdanı yoktu.
Delil konuşmazdı artık bu salonda,
yalanlar tutanakla kutsanırdı,
gerçekse susturulurdu —
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...