Bir zamanlar önseçim derlerdi
Parti halkla nefes alırdı
Şimdi ise
Kasaya dokunmayanın dosyası bile açılmaz
“Bağış yap” denir, “makbuzla gel”
Yoksa
Kaldırım taşına düşmüş bir gölge
Gün ağarmadan kalkmış
Aç karnına, sabah ezanıyla
“Bismillah” deyip bakmış etrafa
Ne iş var, ne umut
Ama o hâlâ başı dik
Kömürleşen dalların altında,
suskunluğa terk edilmiş bir dünya,
yitik seslerin çığlığıdır bu,
geyiklerin son koşusu,
tavşanların korkusu,
sincapların sessizliği.
Doğu Anadolu’nun yüreğinde,
16.34’te kırıldı sessizlik,
Pasinler, sarsıldı derinden,
6.8 büyüklüğünde bir yıkım,
Mercalli’nin şiddetiyle IX,
60 canın sessiz vedası.
“Bağıranlar değil, susanlar iktidarı ayakta tutar.”
Mitingde aslan, mecliste kedicik
Kürsüde bağıran adam,
Kuliste kahve içer zalimle
Sanki kayıkçı kavgası —
Bu sabah
Bir şey olacak değil
Zaten oldu
Ve hâlâ oluyor
Bu sabah
Henüz başlamadık diyorsun.
Ama taşlar çoktan yerinden oynadı.
Sokaklar,
sanki bir şey olacakmış gibi bakıyor.
Duvardaki yazılar bile geriniyor.
(Rüyasız bir uykunun hikâyesi)
Gece indi,
Ama yıldızlar yoktu bu defa
Tank paletlerinin tozunda boğulmuştu gökyüzü
Savaşın gölgesinde büyüyenler, sadece ülkesiz değil; geleceksiz de bırakılır.
Sırtında okul çantası yoktu o çocuğun,
Bir halkın acısıydı yükü.
Sokak lambalarının altında,
Yalınayak ezberliyordu
Saklandım gecenin kuytusuna,
bir taş gibi— unutulmaya hazır.
Uzak rüzgârlar taşıdı adını
hiç söylemeden ezberlediğim.
Gözlerin kıyıya vuran bir martıydı,
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...