Bir közden arta kalanın bıraktığı izdi yaşananlar. Kömür karası idi, sidikçe bulaşan, izini belirginleştiren. Sus zamanlarının sözcükleriydi konuştuklarımız. Yarım kalmış hikâyenin kahramanlarıydık. Ne eskiye dönebiliyor, ne de yeni hayatlar kurabiliyorduk.
Denizin ortasında gemicilere yol gösteren deniz fenerini mesken tutmuş martıların yalnızlığıydı yaşananlar. Kalabalık içinde yalnızlığın hikâyesiydi.
İskelenin soluk ışıkları deniz üzerinde sallanırken yürek terk eyledi mekânını, sevgilinin gözlerinde kayboldu. Gitmekle kalmak arasında kalmadan yürüdü gitti, ardına bile bakmadan. Ay gözyaşlarını bulut ile silerken martı durgun kanatlarındaki hüznü denizin üzerine dağıtıyordu.
Hayat ince bir yelpaze, avuçlarımdan akıp giderken damlanın denize kavuşması gibi sana koşuyorum. Sedef bir yağmur damlasını yüreğinde inciye döndürmesi gibi, bende seni yüreğimin umanında ki sisler içinde büyütüyorum. Elveda zamanındaki sözlerine kapıyı aralamak yerine, sıkı sıkı kapatıyorum. Gönlümün aynasında masum ve samimi duran görüntünün kaybolmasın diye, ikinci görüntünün yansımasına izin vermiyorum. Değil yüreğimle, gözlerimle bile adatmayı düşünmedim seni.
Sevgin billur bir kadeh, kırılmasın diye yüreğimde taşıyorum. Aşkın, nazenin bir mum alevi gibi sırf yanmaya devam etsin diye karanlığı gündüze çeviriyorum. Ben seni adını nane şekeri gibi tutuyorum ağzımda, damağımda ruhumda.
Aynı gök kubbenin altında yaşmak bana yetiyor. Başımı kaldırdığımda gökyüzü, güneş, mehtap, yıldızlar aynı. Umurumda değil nerdesin? Kiminlesin? Nerde uyuyorsun? Şarapnel parçasıyla yaşayan gazi gibiyim. Gözlerinle görmediğin sadece sesini bildiğin dalgalarının sesini duyduğun varlığında huzur bulduğum bir deniz kıyısında yürümek gibisin.
Mehtap bulutlara inat ışıklarını yansıtmaya çalışırken, karanlıkta kayboluşumu yaşatıyordu. Kimsesizliğinde ruhumun. Karanlığın gölgesi benliğimi yavaş yavaş sararken, dudağımın kenarında hüzün çizgileri oluşuyordu. Sensizlik, ruhumu, bedenimi, benliğimi sararken, yüreğimin yangınlarında yeniden hayat bulmaya çalışıyordum.
Ben yüreğimde seni sevgilerin en coşkun ırmaklarında büyütüp çoğaltırken, sen katli reva görüyordun. Gittiğim yerde mi? Yoksa bıraktığım yerde miydin? Puslu akşamların ayazında, aşkımızın infazını yaşarken, gök kubbe delinmiş sanki gözyaşlarını akıtıyordu buz taneleri gibi.
Candan ümidi kesmiştim, lakin canandan geçmeyi beceremiyordum…
Gözyaşlarımı saklıyorum ruhumun dehlizlerine. Yüreğimdeki figanı şeyda bülbüllerinin diline veriyordum, seherdeki ötüşlerinde gülün yüreğine düşsün diye. Sessiz çığlıklarım yüreğimin duvarlarında yankılanırken, kan ile gözyaşımı karıp, şarab-ı matem yapıyordum. Göklerin kuyuları çalkalanırken, eski sevdaların sözü geçmiyor terk edilen yüreklere.
Gittin ardında bir yığın gözyaşı bırakarak,
İçinde beni götürürken beni sensiz bıraktın,
Tuzdan heykel kesildim yüreğime bakınca,
''seni sevdiklerine bıraktım'' diyordun aklınca
Kekremsi bir burukluk kaldı dilimde, yüreğimde,
Aşk: üç harf beş noktadır
Aşk mağrur bir kadın gibiydi yanında, kaçtıkça kovaladığın… Aşk bilmeyenleri bile, körkütük âşık edecek bir efsun vardı sende… Koynunda barındırdığın aşklarını gülerek uğurlarken, beni uğurlamaya yüreğin yetmiyordu…
Sadistçe kendi içine doğru çektin, gülümseyişlerindeki kıvrımlarına hüznünü de koyarak… Ruhuma aşk kıvılcımları koymamın yerine yalnızlığı öğütlüyordun… Yüreklerimizden birbirimize ılık ılık akan sevgiyi, ağzından alevler fışkıran canavara dönüştürürken… Üzeri yaşanmışlıkla örtülmüş eski bir sesin sahibini arıyor gibiydim…
Mülteci yüreğimin ıssız akan sularında sürgün sevdaları yazıyorum. Kâğıttan gemileri yüzdürürken bir katrenle derinliklerde yok oluyorum. Sağanak sevdalarda ıslandıkça senin sıcak nefesini arıyorum. Suya kapılıp ızdırap yokuşlarından yuvarlanırken her bir taşa çarpılışımda terk edilmişliğin acısını yaşıyorum. Etrafımı saran balçığa geçmişimi gömüyorum. Üstünü örtsün diye…
Kasvetli bir boşluk içerisindeyim. Böyle zamanlarda ölmek yaşamaktan daha kolay geliyor. Yaşam bir çavlan gibi akarken ben boşluklarda yuvarlanıyorum.Çalıntı öpücükler, yerinden kopan bir kayanın heyelanını başlatıyor.Gök yüzü hareketsiz, güvensizlik içinde yalpalarken şehrin kalabalık sessizliğinde kayboluyorum. Hüzün yıldırım çarpmasıyla geliyor.
Martı çığlıklarında figanım yankılanıyor. Çakıl taşlarının seslerinde sensizliğin namelerini duyuyorum. Yürek sesim tempo tutarken ruhumun derinliklerindeki özlemine çölde ki serap misali özlemine koşuyorum. Zamanı yudumlarken yanağımdaki damlalar dudağımdaki yalnızlık ıslığına eşlik ediyor. Bedenimin her bir parçası geçmişten alıntılara sarılıp boğazımdaki kuruyan sözcükleri dudaklarımdaki aşk-ı mateminle yutuyorum. Yüreğime çizdiğim görüntünde duaya duruyor, her kelam ışık damlacıkları gibi semaya karışıyor…
Yangın yerine düşmüş gibi hayallerim,
Senin gelmelerini beklemekteyim umarsız,
Aydınlığın aydınlattığı hazan bahçesinde
Açlığın içinde yok olmaktayım,
İçimde yanan ateşin tadını çıkarıyorum…
Sadece bekledim, taze toprak kokusunda gelecek olan sevgiyi. Dışında olmayı beceremedim. İçine giremedim, tozunu silkeleyemedim yıllarca. İçimdeki özleminle yüreğimin körfezine demir atıyordun.
Kokun bile kalmadı, omzumda şalın, elimde tekrar tekrar okunmuş bir kitap dilimde ayrılık şarkısı. Yaban gülü gibi gelmişti aşk. Budayıp yok eden neydi? Hani vatanı, dili, dini yoktu aşkın. O halde neden boşluklar içinde yuvarlanıyorum. Beni sensizleme derken içimdeki boşluğu doldurmaya çalışıyorum.
Kuru hayatlar içinde yaşamaya çalışıyor. Kendi yaşamından ödün vermiyordun. Mızrabın her tele dokunuşunda çıkan nağmeler, kapılarını aralamaya çalışırken sana ardına kadar açıyordum. Mehtabın karşısında titrerken ellerin, yüreğin yoktu beni sarıp sarmalayıp ısıtacak. Kirpiklerimin ucundan damlayan kızıl damlalara dokunmuyordum bile.
Gökkuşağının bütün renklerini kaybettim.güneş kızıl çığlıkları ile geceyi bitirirken yeni güne umutla bakamıyorum. Her yanım balçık baktığım her yer karanlık. Nereye baksam umutsuzluk, nereye gitsem hüzün. Beklenmeyi beklerken yaşananların zorluğuydu bunlar. Hayatın acımasızlığında kalan umutsuzluk merdiveni gibi. Tırmandıkça daha da dibe vuran…
Adımlarımı ne kadarda büyük atsam izlerim hep küçük kalıyor. Kısa mesafelere koşarak bile gidemiyorum… Prangalarla bağlanan adımlar gibi her büyük adım atışta bir kez daha düşüyorum… Toparlanıyorum silkeliyorum üzerimdeki umutsuzluk tozları ve tekrardan yürümeye çalışıyorum. Kısa adımlarla hedefe ne kadar ulaşılabilirse… Ömür yeter mi dersin.
Gecikmiş baharın ilk ve son gülleri gibi umutla güneşe gülümserken şafak ayazlarından korunmaya çalışıyorum, güneşin ilk ışıkları ile. Uzun gecelerde yaprağın gölgesine sakladığım umutlarımı ayazdan korurken dışarıda kalan bir dalım donuyor… Yeni gün yeni umutları hayata döndüremiyor.
Ölü dağlardan kaçan bulutlar gibi
Günahkar ruhumdan kaçmak istedim.
Kaçtıkça her adım kaderime yaklaştı,
Olanca suçumun üstüne suç kattı.
Ümidin kapıları yüzüme kapandı birer birer,
çok güzel bir şiir yazanı kutluyorum...bir yürek çırpıntısı bir ağrı...kaleminize sağlık...