mezopotomya bereketliliğinden
nasıl çöl kuraklığına düştük
bizi kimler attı
çözümsüzlüğe
evde iki kedim var canım kuş beslemek istedi
bende kalemle iki kuş çizdim kuş dediysem
muhabbet değil biri güvercin
öteki tombul bir serçe
ağaçsız bir evde kuş olmazdı tabi
düşün bakalım
daha önce kaç kez karşılaştık seninle
sen benim ellerimi ben senin gözlerini
hiçlikle şerbetlendirip tatlandırdım mı hiç
kevser ırmaklarını dudak dudağa
yudumladık mı
devrik zamanların yıkık tebaası
kaç gür çığlık havalandı içimin sığ koridorlarından
kaç esrik gülüşüm kırıldı zeytin dalında
kaç kurşun sıyırdı kalbimi
yine de direndim
yılanların
gömlek değiştirdiği mevsimdeyiz
içindeki mıntıka temizliği huzura yeter mi
sanıyorsun ismail
kibrin
sabahın serin erilliğinde
şehrin gürültüsünü yırtarak
balkon kapısından naif
hoş bir melodi salına
salına ulaşıyor
salona
kalbim kırk katlı ziggurat
üzeri mor fistanlı âlâ gök
gözlüksüz başı kabak bulutları gezdirir her gün
kurtlanmış dertleri korkusuzca besleyecek kadar anaç
yurtsuz mekanlara öksüz ruhlaraysa
sıcacık yorgan
hoş geldin şafağın sabahına bahar
pencerenin yeşilinde oynaşan güneş
gökyüzüne kozasını açan pembe begonviller
usumda ki kaygılı serzenişi dillerinden rüzgâr
huysuz bir mevsimin ipini çekti rüzgârlar
geldi kapıma dayandı arsız uğultu
sürekli nefretle camları ırgalarken
taze çiçeklerimi
hırpalıyor
duyumsuyorum seni
ipekten bir şal gibi boynuma saçlarıma dolanan
gecenin ıssızlığına düşen bir çığlık gibi
neden düşüyorsun birden aklıma
ne gereği var ki özlemin
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!