Şairin yüreğine dizeler düşmeye görsün. Vakti, saati yoktur bu işin. Bazen bir otobüste yolculuk yaparken, bazen bir arkadaşınla sohbet esnasında, bazen gece yarısı gelir ilhamlar ve esin hanımlar... O an da yazdın yazdın benim gibi hafızan zayıfsa uçuverir dizeler.
Büyük şairlerin bazı şiirlerine bazı kelimeler, bazı cümleler yıllar sonra girmiştir. Hayatlarını incelerseniz göreceksiniz. Mısra'nın sonuna yazacağı o bir kelime için günlerce düşünür insan. Şiire yeni başlayan arkadaşlar, bunu yıllar ilerledikçe gözlemliyeceklerdir diye düşünüyorum.
Kimi zaman uçan bir kuştan ilham alır şair. Kimi zaman kırda ki bir kelebekten. Kimi zaman masumane bir şekilde, savaşta ölen, yitip giden çocukların acısı düşer şairin yüreğine, hisseder o acıyı yüreğinin tam orta yerinde, sızlar yüreği, sızlar hem ruhu hem de bedeni, yazmasa olmaz. Duyurmalıdır herkese, acıları...
Bazen şiir düşünür, şiir konuşurum
şiir yerim şiir içerim
şiir biriktirir şiir taşarım
yazdığım her şiiri doya doya yaşarım...
Şiir Tanrısı diye biri yok ki
ve de hiç olmadı
eros ile ares de hikaye
insanlar kafalarında yaratmış...
Öyle geliverir işte aklına dizeler
Bizler şiir yazmaya bazı arkadaşlara göre çok geç başladık sayılır... Lise son zamanları, onaltılı, onyedili yaşlardayız. Daha başımızda kavak yelleri ile başka başka bir sürü ağacın yelleri... Yeni yeni âşık oluyoruz, yeni yeni yüreğimize düşüyor sevgiler, aşklar... Sade kızların âşkı değil tabi vatan âşkı da düşüyor gönlümüze, ruhumuza... Memleket anarşiden kırılıyor. Hem sağdan hem de soldan aslan gibi Türk Gençleri toprağa düşüyor...
O zamanlar bizim bildiğimiz tek şiir İstiklal Marşı, ne mutlu bize ki bütün kıtalarını teklemeden okurduk. İnsan kızlar ile tanışırda başka başka şiirleri ezeberlemez mi? Ezberler hem de nasıl, hem de nasıl? Girmez mi gönlümüze başta Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Turgut Uyar, Ümit Yaşar, Edip Cansever... Onlar gibi yazamasakda, gönlümüze düşen kızlara nazire bir şeyler karalıyoruz işte...
O zamanlar bazı zibidi arkadaşlar bizi küçümser ve dalga geçerlerdi hani meşhur terkerlemeyi bilirisiniz ‘’Yağdı yağmur çaktı şimşek sende mi şair oldun be e.......ek.’’ diye takılırlardı bizlere... Canımız sıkılsada zaman zaman yine de güler geçerdik. Kimi zaman onlara okuduğumuz şiir kitaplarını hediye ederdik ki okusunlar da bizi anlamaya çalışsınlar keşke, yerden yere vurmadan, alay etmeden önce...
On yedili yaşlardayız. Mahallede kızın biri bize aşık olmuş. Bizimde başımızda kavak yelleri, daha o zaman. Sonra ayrıldı gitti tabii Ankara’dan, biz uzun zaman mektuplaştık. İnternetin adı bile geçmiyor o yıllarda... Bir gün bana bir şiir göndermiş mektubuna iliştirerek, aynen şöyle...
Şiirim senin ağzında dualaşır.
Ses ahenk olur söz manalaşır.
Seviyorum diyerek hor görme beni
Sıkıntı, bunalım, sinir harbi, harbiden çok kötü şeyler... Zaman zaman patlarsınız sıkıntıdan da bir şey yapmak gelmez ne içinizden ne de dışınızdan... Yeter ki başkalarının sözüne uyup da canlı bomba olmaya kalkmayın da sıkıntıdan patlayın canlarım benim...
Ben ne yapıyorum sıkıntıdan patladığımda... Önce sıkıntının üstüne üstüne giderim. Hiç kaale almamış gibi görünürüm... Zaman zaman la havle çekerim... Alırım elime bir kitap okumaya çalışırım. Kitap da kitap ama ha! Adı mı ''Sıkıntı ve bunalımdan kurtulmanın elli basit yolu.'' Böyle bir kitap yok mu diyorsunuz? Var, var arayın sahaflara mutlaka bulursunuz...
Siz de zaman zaman görüyorsunuzdur kamera şakası yapıyoruz diye yapılan ya da buna benzeyen ilgi çekmek için yapılan şaklabanlıkları... Ben gördükçe kin ve nefret duyuyorum artık, siz de nasıl duygular oluyor?
Adamın birisi ''Kamera Şakacı'' elinde yaş pasta, karşıdan gelen adamın suratına şaaaap diye yapıştırıyor. Adam şok durumunda. Bazısı kovalıyor yakalamaya çalışıyor adam kaçarken, bazısı küfür ediyor. Zannetmiyorum ki bunu yapan inançlı bir insan olsun. Yoksa elinde tuttuğunun bir nimet olduğunun farkında da değil mi? Anlamak zor gerçekten...
Yine başka bir adam elinde bir kağıt gelen geçene zorla bu kağıdı vermeye çalışıyor. Kimisi kağıdı alıyor, kimisi de almıyor, almak istemiyor, almak istemeyenlerin kıçına da tekme savuruyor. İçlerinden bir tanesi de çıkıp ''Sen bana bunu almadım diye nasıl tekme savurursun.'' diyemiyor...
''Okullarda şiddetin arttığı konuşulurken, Hatay'da örnek bir proje hayata geçirildi. Antakya ilçesindeki Hatay Fenerbahçe İlkokulu'nun minikleri oyuncak silahlarını okula getiriyor, ardından kırarak çöpe atıyor. Öğretmenleri ise bu davranışlarını kitap ve çeşitli oyuncaklarla ödüllendiriyor. Fikrin mimarı sınıf öğretmeni Özgür Cihan Tahiroğlu, 'Ama silahım yeni' diyenlerin bile zamanla projeye katıldığını söylüyor. Hatta kendi oyuncak silahı kalmayınca akrabalarından, komşularından, arkadaşlarından alıp gelenler bile var.'' BASINDAN
Çocuklar, bizim çocuklarımız... Günümüzde her türlü şiddetin zirve yaptığı bir dönemde, onları bu şiddetten ne kadar uzak tutar, ne kadar soyutlayabilir isek ne mutlu biz ana babalara... Yukarıda anlatılan uygulamayı görünce, ''Helal olsun bu öğretmenimize.'' dedim içimden... Böyle duyarlı öğretmenlerimizde var demek ki...
Günümüzde bir çok coğrafyada, özellikle de Orta Doğu Coğrafyasında savaşlar hiç bitmiyor. Gün geçmiyor ki bir ölüm, bir katliam, vahşi cinayetler yaşanmasın. Orta Doğu alt üst olmuş durumda... Haliyle çocuklar da, o masum yavrucaklar da bu olaylardan olumsuz etkileniyorlar... Bakıyorsunuz zaman zaman gazetelere, elinde bir Kalaşnikov silahı ile bir çocuk poz veriyor. Onu gördüğüm zaman benim içim burkuluyor, yüreğim titriyor alabildiğine...
İki önemli soru sorması lazım önce bütün Müslümanların, sonrada insan olduğunu zanneden bütün insanların. Birinci soru; bütün büyük silah şirketleri hangi ülkelerin? Soru iki, savaşların bir çoğu hangi coğrafyada yaşanıyor?
Bu iki sorununda cevabı o kadar açık ve net ki. Dünyanın en büyük silah şirketleri, Amerika’sının İngiltere’sinin, Fransa’sının, İtalya’sının ve adını sayamadığımız diğer emperyalist ülkelerin sınırları içinde... Uçakları da, tankları da, uzun menzilli füzeleri de, nükleer silahları da, aklınıza gelen ya da gelmeyen bir çok silahı da onlar üretiyor ve gelişmekte olan ülkelere, en başta da Müslüman ülkelere peynir ekmek gibi satıyor. Savaşların en yoğun yaşandığı yerde, doğal zenginliklerin bol olduğu Orta Doğu Coğrafyası ve Kara Kıta Afrika...
Çok eski bir zaman dilimi değil, bundan belki on on beş sene önce Hindistan ve Pakistan’ı birbirine kırdırmak isteyen İngiliz MI-6 Ajanları önce birisine, sonrada öbürüne farklı farklı silahları pazarlamaya çalışırken tespit edilmişlerdi... Gazeteler yazdı bunları...
Evet, evet
şimdi gitmek zamanı bazı yüreklerden
bazı gönüllerden
bazı mekanlardan...
Anladım ki
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!