Çok korkuyorum anne
Yağmur neden korkusuzca yağıyor?
Gökyüzü peki niçin böyle acımasız?
Sığınabileceğim odam var mı peki?
Uzayda yer kalmadı
Bu dünya sahiden bir oyun mu?
Yüzünde açan unutkanlık tarih kokuyor
Tarihinin gizli yalnızlığında uçuruma bakan birkaç unutkanlık
Aslında bunları çetrefil bir hezeyanla sunuyor
Zifiri bulantılar satan selpakçı çocuk ve ortalıkta kaynayan muhafazakârlar
İnsan kırıntısı ve müspette gülüş
Her bir yan
Bir aşk gemisi bekliyor bizi
Tüm limanlar
Tüm gemiler
Aska yelken acıyor
Ver elini yeni ufuklara
Uzun zamandır sana yaklaşamıyorum. Neden diye sorma. Kimse neden diye sormasın. Sakın bana eskisi gibi gelme. Tanımlayamaz hiçbir çizgi artık beni. Yok olmuş bir gölgenin puslu ayazında bir kedi vardı. Var olup da dokunamadığım. Şimdi uzunca bir sefer bekliyor yağmuru. Yağmur nemli gözlerle bir daha dokunamayacak bize. Kimseye söz edeceğim bir dönme dolabım da yok. Bunları okurken… Ki bunları hiçbir zaman okuyamayacaksın… Samimi gelen hiçbir sokak yok. Samimi gelen bir beden olmadı. Sabah uyandım, her zamanki sabah. Senin için hep var olan bir sabah. Biri kalkıpta çok duygulusun dediyse, vicdan yok edemedi deyip kestirip attım. Sanırım aşk çözemez vicdanı.
O tatlılık sevimlilik
Ağzını burnunu yerler senin
O dudaklar kestane şekeri
Bakışlar nar gibi
Mıknatıs gibi çekiyor bizi
AŞKIN PAZARI
Sana verecek bir kalbim yok
Sana verecek sevgim kalmadı
Yok, artık sana inancım, artık daha özgürüm
Yok, artık sana inancım, artık ne istediğimi iyi biliyorum.
Sevgiyi yaşamamışım meğer, son sevgilim de terk edip gitti. Aslında terk denmez buna, bir çeşit sürgün biçimi… Ya da göç… Belki de yurdundan uzak olmak... Böyle bir şey olsa gerek, terk edilmek. Benim, çok anım oldu. Onun da sanırım, benle anısı yoğundu. Bir bebek kiralayacaktım ona. Sevişmelerimiz saate sığmazdı. Bir tutam nane likörüydü sevişi. Her soluğunda, analitik geometri izleri vardı. Babası, onun hayatında egemenlik biçimiydi. Basardı küfürü, öperdim dudaklarını. Saatlerce onu dinlemek, embesil âşıkların izlenimi sayılırdı. Ben boktan mühürlenmiş “kahpe bir âşıktım” onda. Neden bırakıp gidiyorsun? Ben lise gibi sevmiştim. Tabii ya, tatil anlayışı lazım! Kimileri için tatil, bir sevgilinin apış arasında saatlerce uymaktır. Kimileri için de Eski Yunanistan’ın anıtsal yapılarında, bilinmeyen tarihin izlerinde, renk kavramı yaratıp güneşin batışında uzun uzun işemektir. Çünkü hayat, kendini restore edemiyor. Senden ayrıldığım gün, hayat; toplumda egemen olan kalıpların içinde öylesi mühürleyecek ki beni, kültürel değişim söz konusu olamayacak. Bedenimi dünya varlıklarından koruyacağım. Kalbimi, Akdeniz’in bilinmeyen bir kışında Akdeniz foklarına teslim edeceğim, tabii soyu tükenmemişse. Yumrukla! Öldür! Aslında bunu gözyaşların yapsın! Bendeki son kalanı kuruttum. Hatırlar mısın, dünyaya bakışımızı? Mesela, her gördüğümüz nesnenin altında bir çift göz görmeye çalıştığımızı… Sana her dokunuşumda, bedeninin desenlerinde sıfırlanırdım... Bana göre, “sıfır” çok değerlidir. Yokluğu temsil eder. Yok olanı bulmak, zordur. Var olansa, klişenin en sıkıcı hâlidir. “Kamu hizmetine girmeye müsait sevişme”ydi bizimkisi. Hatırlar mısın, karlı bir havada elinde ÖSS Kılavuzu, geleceğe uzanmaya yol açacak yaşama yolculuk edecektin. Sanırım, akşamüstüydü. Senden delice etkilenen ben, gelecek her türlü tepkiyi hesaplayıp seninle tanışmıştım. Oysa hiçbir şey göründüğü gibi değil! Yargılı değil! Ön yargılı, hiç değil! Benimle, sen de tanışmak istemiştin. O gece dört ayrı senaryo yazdım. Dört ayrı olaydan ve dört ayrı mekândan bahsettim. Sanırım, Perşembeydi. Bir yaz günüydü. Bir daha buralara gelmeyeceğini, İstanbul’a temelli gideceğini söylediğin o an, bedenime inen ayrılık yeminleri saplanmış ve o yaz soğuktan yüreğim tramvayın altında kalmıştı.
Hareket vakti geldi, sevgilim!
Gel, dünyaya koşalım beraber
Seni gördüğüm gün dünya tatlı gelmeye başladı
Güneş, aynı güneş değil
Sokaklar, aynı sokak değil
Yeryüzü, yeniden anlam kazandı
Yıllarca öğrendiklerimden bir hayat tablosu çıkarmaya çalıştım kendime. Yıllarca öğrettiklerim de bir işe yaramadı. Öğrendiğiniz her şeyi çöpe atın ve unutun gitsin. Başın başı olmadığı gibi sonun sonu da yoktur. Genel geçer açıklama şekillerinden kurtulun. Benim doğrum benim doğrumdur ya da benim doğurduğumdur. Ortak hiçbir başlangıç olmadığı gibi ortak bir son da mevcut değildir. Bir dağın tepesinde güneşin doğuşunu seyredin. Güneşin bedeninizi yaktığını… Ve o güneşle irkildiğinizi. Sonra serin bir rüzgârın ruhunuzu okşadığını.
Yıllarca sığ ormanların içinde yolumu bulmaya çalıştım. Hep kaybettim yolumu. Ama yolumu aramaya kalkışmadım. Yeni yol bulmaya çalıştım, kendi yol haritamı kendim oluşturdum. Sığ ormanlarda, sığ sular kadar yolumun gittiği yerdeydi.
Artık öğrendiklerimin bir manası yok. Size öğreteceklerimin de. Bana göre doğru, sana göre yanlış. Bilginin anlamı da bizim manamız kadardır. Bakışımız kadar. Duyuşumuz kadar. Hissedişimiz kadar. Sevgiyi algılayışımız kadar.
Bir yalnızlığın içine düştü mü insan kendine yetmesini öğrenemez. Ama mecburen kendine bir ayna tutar. Aynadaki kendine sarılır. Tıpkı bir sevgiliye sarılır gibi. Tıpkı bir insan masumiyetine sarılır gibi. Kendi içindeki sokaklardan geçer. Hiç bilmediği sokak isimlerini ezberler. Kendi konağı kendi mabedi olur insanın. Yalnızlığın içe dönüşü hiç de masumane değildir. Kirlidir aslında, içinde biriktirdiği gelgitlerle savaşır insanoğlu. İçinde kötüler de yaşar iyiler de. Koca bir anlamsızlık ve anlam arayışları vardır. Görür ki hiçbir şey kendini tanımlamaya yetemez, yetmemeli de.
Bana öğretilen her şeyi unuttum, kendimi de… Yeni yollarım var artık, yepyeni bahçelerim, bahçemde binbir çeşit bitkim ve çiçeklerim. Dağın zirvesinde güneşle sevişiyorum. Rüzgâr en güzel senfonilerini çalıyor.
O bakışı alıp cebimin iç astarına sakladım
Bir ihanet fırlattı
O ihaneti alıp kitap rafı yaptım
O gece bir bakış fırlattı
Hiç üzülmedim
Çünkü medcezirdim




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!