Oysa ben sana vurulmuştum. Neden bu kadar silah bana çevrildi anlamıyorum? Sen yanımdayken tek düşmanım akıp geçen zamandı. Neden herkes beni topun ağzına sürüp, bir yere fırlatmak istedi, neden senden ayırmak istedi? Neden sana olan sevgim başkalarında nefreti ateşledi. Oysa yandığım sadece sendin.
Tuttuğum el senin elindi. Baktığım göz senin gözündü. Neden bunca beden aramıza girdi? Sarıldığım sendin. Neden bu kadar kuşatıldık? Neden mahşere çevrildi hayatımız? Bunca kalabalık kimin ordusuydu? Biz birbirimizi ruhumuza kadar fethetmişken, bunca kalabalık insan ordusu neyin peşindeydi?
Ayırdılar bizi. Ayrılmak yenik düşmek değildi. Sadece yorgan sermekti, yastık koymaktı. Daha bir sarılmak için zaman kazanmaktı.
Karadeniz şarkıları kadar güzeldin. Bir kemençe gibi çaldın yüreğimi. Şimdi yüreğim senin için hop oturuyor hop kalkıyor. Seni ben böyle sevdim. Kim ne çalarsa çalsın, ne söylerse söylesin. Zurnanın son deliği olur. Sadece senin sesin beni uyutur. Seni sevdim diye bana bıçak bileyenler oldu. Ben nefsimi seninle öldürdüm. Kim öldürebilir ki beni artık.
Nefretten kuduran, kudurmuşçasına sever aynı zamanda. Ben seni böyle sevdim.
Yine akşam olmakta. Ağaçlar, yapraklar, insanlar, çekilmekteler kendi manşetlerine. Ben ise tüm gazateleri çektim üzerime. Harf harf yalnızlığı sardım üzerime. Sen evinin köşesinde, umut çiçeklerini sulamaktasın. Ben ise gazatenin köşe yazısında, beni hiç tanımadığı halde bir yazarın kaleminin ucunda can çekişmekteyim. Ah yine bundan haberin olmamakta. Ey sevgili, benim ölerken son sözüm ' Eğer cennetinde bir yetimhane varsa, koy beni içerisine, çünkü dünyada bana hiçbir kapı aralanmazken, bari orada bir ranzam olsun.' olacaktır. Ben dünyada bir eşle yatmayı bırak, kendimle bile yatamam. Hep yastığım ellerim, yorganım ise yalnızlığım olmuştur. Yalnızlığım beni ısıtmaya yetmemiştir. Ey sevgili, sen evinde çayını yudumlarken, ben yüzü koyun yalnızlığa bir balkondan düşer gibi düşmüşümdür. Sen koltuklarında otururken, ben bankta karanlıkları içmişimdir. Yine yüreğime bir yıldız ferahlığı girmemiştir. Senin gecelerin olmuştur, benim ise zifiri karanlığım olmuştur. Sen yıldızlardan korkarken, ben koynumu sabahın en soğuk saatlerine açmışımdır. Senin apartmanın ışıl ışıl parlarken, ben otobüs duraklarında ölümü beklemişimdir. Ah ölüm, son otobüsle bile gelmemiştir. Ey sevgili, elim düşer kaldırım taşlarına, soğuk bir kalp atışı dolar avuçlarıma. Ey sevgili, sen bir nisan yağmurunun altında toprak kokusunu ciğerlerine çekerken, ben düştüğüm sokakların ayak izlerini çekmekteyim genzime. İnsanlar burnumun deliklerinden girmişlerdir içime. İçim ki insan kaynar ve kokar, burnumu silmek isterim gözyaşlarımla. Ey sevgili bir acının fotoğrafıdır cebimdeki. Polisler beni ölürsem fotoğrafımdan tanır. Çünkü hiç kimsenin çekmediklerini çekmişimdir. Karakollardaki tutanaklara şiir gibi geçmemişimdir. Zaten nezarette şiir okunmaz. Ah benim halimden kimse anlamaz. Bu yüzden mahkumum yalnızlığa. Bu yüzden ellerim hep kelepçelidir. Bu yüzden üzerim hep gazeteyle örtülüdür. En okur yazar bile, bir cümle kadar anlayamamıştır beni. Sen ise, çiçeklerinle meşgulsündür. Saksılarında oysa ben çoktan kurumuşumdur.
Bu ara karalahana gibiyim. Karalahana kara değil; ben de ben değilim.
Kendi rengimi ortaya koyamamaktayım. Evet, ben yeşilim ama nedense kara talihim peşimde. Sürekli bana kapkara bir ön yargı giydirilmekte. Kişiliğime uygun bir boya hayatımı renklendirememekte.
Sürekli fırçalamakta beni insanlar, kişiliğimi karalamakta. Benim yaprak yaprak bir mahşer yeri olduğumu görememekte. Yemyeşil bir tabiata sahip olduğumu düşünememekte. Herkes bana dünya kazanında cehennem azabı yaşatmakta. Beni iliklerime kadar kaynatmakta.
Bembeyaz kar örtüsü üstüne karalahana gölgesi düşmekte. Yeşil ve beyaz kompozisyonu karalahanın kış manzarasını oluşturmakta. Soğuk bakanlara yemyeşil lahana sımsıcak ruhunu akıtmakta. Soyadımı eriyen buz sarkıtlarının sularına katmakta.
Yoksulun karın tokluğudur karalahana. Bir coğrafyanın yamaçlarından kopup gelen sevgi selidir aslında. Bir toprağın yüreğine ekilmiş aşk tohumudur. Karadeniz ruhunun alevden bir bitkiye dönüşümüdür. Bütün ocakları tutuşturan bir fitildir bir kişiliktir başlı başına.
Bir karalahana iklimi yaşamaktayım. Kimse ruhumu yansıtan yayla yeşilini görememekte. Herkes beni içindeki karanlığa çekmekte. Bana karalahana demekte. Sonra oturup yemekte. Aslında şunu kimse bilmemekte:
Sen benim gerçeğim olamazsın.
Duruşun yalan, gülüşün yalan
Alnımdaki her çizgi hayat dolu.
Sen benim kaderim olamazsın.
Bir ikindi güneşisin sen.
Bakın çevrenize selam vereceğiniz kaç kişi vardır.Bir gülümsemeyi size çok gören, hemen tokat gibi sözlerle sizi üzen onlarca insan vardır.Bir merhabanın karşılığında” Ne var! ” diyen, ağız birliği etmiş salaklar cuntası vardır.Bu insanların arasında yaşamak, bir kelebeğin karınca yuvasına düşmesine benzer.Hiç insancıl değillerdir ve misafirperverlikleri ise hiç yoktur.Sadece yaptıkları saldırmaktır.
Buna rağmen ayaklarında ne çizme vardır ne de postal.Gayet kibardırlar.Yürüyüşleri bir balerin gibidir.Oysa ayakları kaymasın diye öyle gezerler.Başkalarına şirin görünürler.
Bir sözün karşılığında size cevap bile vermezler.Çünkü kendileri at başlıdır.Hayat telaşı içinde koşturup dururlar.Çevresindekilerin acı çektiklerini hiç görmezler.At gözlüğü takmışlardır.Dikine giderler.Sonra sağındaki solundaki insanlara seni seviyorum derler.
Asla kimseyi sevmezler.Sadece başkalarını geçmek isterler.Koşarlar, koşarlar sonra salak gibi bir duvara toslarlar.Bağıra bağıra yardım ararlar.Tek bildikleri şarkı budur.Ağlayışları duygu doludur.
Bakın çevrenize selam vereceğiniz kaç kişi vardır.O kalitede yaşayan, insanlığını unutmayan kaç kişi kalmıştır.Dağlar, taşlar insan doludur.Oysa hayat çoktan bir samanlığa dönüşmüştür.Artık sussan faydası yoktur.Gelir bir çifte seni bulur.Nal toplarsın başının ağrıdığı o an.
Böyle insanlarla yaşamak çok zordur.Her insan bir dağ olur.Ve böyle insanlarda binlerce uçurum bulunur.Bir çiçek vermek vaadiyle hayatını intihara dönüştürür.Hayatın bir mezara dönüştüğünde ise gelir o çiçeği baş ucuna kondurur.
Ne demek git git gitme ne olursun. Bu şekilde kim dur diyebilir ki acılara. Ters psikoloji neyi geri getirir. Tek yaprakla tablo olur mu? Olmaz; çünkü etrafı boş kalır. Yaşanılan tablonun etrafı boşsa, onu gözyaşıyla doldurmanın anlamı nedir? İlk önce atlet sonra gömlek ıslanır. Sen acılarla ter döktükten sonra o ıslanmış ıslanmamış çok mu?
Mor ne kadar daha mor olabilir? Kırmızı ne kadar daha kırmızı olabilir? Duygularının en kırmızısında ve morundayken insanın kendini daha çok zorlamasının anlamı nedir?
Sal gitsin. İnan gitmek isteyeni saldığında, kanını da salacaksın, ruhunu da salacaksın. Gör gör ne kadar mutlu olacaksın. Onu gördüğünden daha mutlu olacaksın.
Birini yitirmekten daha kötüsü kendi değerini yitirmektir. Unutma! Kendini yitirenin bulacağı hiçbir şey yoktur.
Yağmurun yağışı güzeldir. Aşkla sırılsıklam olmak da güzeldir. Yalnız yağmur suyu içilmez. Bırak içemediğin yağmur suları gidenin ayak izlerini silsin. Sal gitsin. Bir gülsen yağmur sularının sende bıraktığı damlayı güneş parlatsın. Bırak günün ışıkları seni mutlu kılsın.
Gözyaşlarını geri getirenebilene yani seni ağlatmadığı noktaya tekrar geri getirebilene gel demeli. Bu da mümkün değil. Sal gitsin.
Bir kadının sadece saçları namusluymuş. Çünkü daha çocukken babası saçlarını okşar benim nadide çiçeğim dermiş ona. Ve babasını o kadar severmiş ki saçlarını sadece ona okşatırmış. Bir perşembe günü annesi onu alıp anneannesinin yanına taşındıklarında bir daha babasını görememiş. Her ne zaman babasını görmek istese annesi ona hep mani olmuş. Babasının bir resmini annesinin çantasından çaldığında hayatındaki ilk hırsızlığı ve ahlaksızlığı yapmış. Sonra annesi ona fotoğrafı sorduğunda bilmediğini söyleyerek ilk yalanını söylemiş. Derken ahlakı bu şekilde bozulmuş. Her erkekte babasının şefkatini aramak istediğinde kendini yatakta bulmuş. O yataktan bu yatağa savrulurken kendini kaybetmiş. Buna rağmen cüzdanında babasının fotoğrafını kaybetmemiş. Bir cuma günü dışarıda ezanlar okunurken o yatakta bir erkeğe bedenini peşkeş çektiriyormuş. Fakat hiçbir erkeğe saçlarını okşatmıyormuş. O akşam da saçlarını okşatmak istemediği için bedenini peşkeş çektirdiği erkeğin hışmına uğramış. Hem dayak yemiş hem gırla küfür. Cabası cüzdanını da erkeğe kaptırmış. Hiçbir şeye üzülmemiş ama babasının fotoğrafının elinden gasp edilmesine çok üzülmüş. O gece saatlerce ağlamış. Dışarıda yine ezan okunuyormuş. Fakat gidecek bir yeri yokmuş. Ağlaya ağlaya merdivenlerden inmiş. Yarı çıplak bir vaziyette sokağa çıkmış. Hepsi camiden yeni çıkmış erkeklerle sokak doluymuş. Ona bakmışlar fakat hiç acımamışlar. Çünkü arsız ve namussuz bir vaziyette olduğu için şeytana benziyormuş. Cemaati ayartabilirmiş. Saçları namuslu kadın oradan uzaklaşmış. Bir denizin kenarına gelmiş. Saçlarını rüzgara vermiş. Dalgalanan saçlarında yıldızlar parlıyormuş. Babasını düşünmüş ve üzülmüş. Denizden esen rüzgar onu üşütmüş. İçi titremiş gözleri karanlık sulara dalmış. Önce gözleri intihar etmiş. Sonra tüm bedeni acılara boğulmuş. Bir sabah ceseti karaya vurmuş. Saçları tertemizmiş. Bedeni ise yalnızmış. Polisler gelip onu morga kaldırmışlar. Hiçbir ziyaretçisi yokmuş. Dışarıda yine ezan okunuyormuş. Sonra belediyeden adamlar gelmiş. Onun kuyusunu kazmışlar. Onu elleriyle mezara indirmişler. Saçları namuslu kadının saçının bir teline dokunamamışlar. Onu öylece gömüp kaybolup gitmişler. Kimsesizler mezarlığında sadece onun kabrinde beyaz güller açıyormuş. Sadece onun mezarında baba baba diye sesler duyuluyormuş. Yağmurlar düşer toprağa. Büyür mezarlarda acının çiçekleri. Yaşamak nedir ki zaten. Bütün çabalarımızın sonucunda bir mezar taşı kalır geride. Bir de otobüs bekler gibi ölümü bekleyişlerimiz yansır gök kubbeye. Sonra ön kapıdan bineriz içeriye ve tacizler, tahrikler arasında ulaşırız son durağa. Kimi skor peşinde kimi aşk peşinde giderken bir bakar ki arka kapı açılmıştır ve inme vakti çoktan gelmiştir. İnişli çıkışlı bir hayatın virajlı yollarında
kimse kimsenin umurunda değildir. Çünkü o otobüste zaten insanlık ölmüştür.
bir matematikçi değilim ama çarpıldım sana ey sevgili
iki sayı arasındaki sonsuzluk ve yalnızlık kadar seni sevdim
bölünen büyük bir sayı gibi yüreğimle ve dahi beynimle
seni hem kan gibi diledim hem canım yanar gibi sevdim
hesaplayamadığım sorular gibi beni yorsan da her daim
Uzar bakışım deniz mavisi gibi ufuklara
Kısa bir hikaye seninle yaşama adına
Aşkınla kalbim çarparken kanatlar gibi
Ah yar!Sevgilim uçur beni martılar gibi
Ey sevgilim sadede gelir gibi gel bana
Akşam eser sahil yeli ruhum bir tül gibi titrer
Rüzgarla yükselir deniz içe dışa serinlik siner
Saçlar dağılır efil efil kalbe dolar bir güzellik
Kumsal seni ister dalgalar ay suretinde yüzer
Kalp yorgun duygu vurgunken bile ışığın yeter
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....