Osman Demircan Şiirleri - Şair Osman Dem ...

Osman Demircan

Gözlerimin içinden kopup gelen bir sabah uykususun. Yüzümün su görmemişliğinde, dudaklarımdaki çırpınan balıksın. Burnumdaki, deniz mağarasısın. Her nefes alışımda, içime dolan iyot kokususun. Gözlerimin açıklığında deniz dibi kumsalı, gözlerimin kapalılığında inci dolu sedeften saraysın. Sen masalları andıransın. Sen, bana masalları inandıransın. İnançsın, güvensin, vefasın ve merhametsin. İşte bu sözlerle başlar asıl masalllar. Desem ki sana, sen bir deniz ülkesisin. Dersin ki kesinlikle öyle. Ben de bilerek inanırım yüzündeki, ay güzelliğine, gözlerindeki yıldız ışıltısına; ardından gözlerimi kaparım iyi demlenmiş bir çay gibi içildikten sonra bir yığın çöp halindeki kalışına. Asıl masal, bir insana inanmaktır. Asıl masal bir insana olağanüstü özellikler katmaktır. Olsun yine de inanmak isterim masallara. Bana realiteden bahsetme. Senin realiten beş para etmez. Masal kitaplarının kapaklarını yüzüme kapattığında, beni masalsız bırakmak istediğinde, kipritçi kızın ateşi yüreğimde söner ve sıcacık duygularım sana bir daha bahar yaşatmamak üzere donar. Bana realiteden söz etme. Bir çocuk yüreğiyle severken seni, beni masallarla uyutmanı isterim hep. Vefa bir masaldır. Vefasızlık var deyip kızarsam, şiire, romana, öyküye, realiteye de kızarım. Çünkü asıl gerçek şudur ki, hayatında hiç hayal kurmayanların, masalları da olmaz. Hayal ki, masal ülkesinden gelen bir ilham perisidir. O gelmeden şiir gelmez, o gelmezse sevgili gelmez. Sen olmazsan bile, hayalimde masal ülkesinden gelenler hep olacaktır. Sen olsan da olmasan da, masal ülkesinden gelenler ya omzuma ya saçıma konacaktır. İşte o vakit ne akrebin ne de yelkovanın bir hükmü kalacaktır. Zaman masallarda önemsizdir. Bana aşk masalından bir kum saati ver. O saatin kumları olayım, sonsuza kadar ayak diplerine akayım. Bir peri masalı olsun aşkımız. O masal perileridir ki, yüreğimin asıl kapısını onlar açarlar. Beni masalsız bırakırsan, bir camiye girip cemaati kurşuna dizersin. Sen ki, tüm inançlarımı benden almak istersin. Yok yok! Vefa bir masal olsa da, merhamet bir masal olsa da, Tanrı bir masal olsa da, yine de onlara inanırım. Sen bir masal kitabı olmadığında, bana tat vermediğinde, ben de yeni bir masal kitabı okurum. Belki o masal kitabında güzel bir sima bulurum. Sonra makasla keserim o resmi. Öperim, öperim o güzel simayı. Daha sonra o sima resmini, yüreğime yapıştırırım. Güven, vefa, inanç bir masaldır. Bir masal kitabında dudaklarım yürüyen ayaklardır. Dudaklarım yürümeye başlarken, kelimelere takılmaz. Satır araları, orman yoludur. Dudaklarım vefayı arar bulur ve gözlerinden öper. Sonra sabahlarımda, öpüşlerimle uyanan bir güzel olur. Elbet benim gibi masallara inananlar bulunur. Ben masallara inanırım, senin realiten ise beş para etmez.

Devamını Oku
Osman Demircan

Ey kınalı kuzum kızım arzum beyaz gülüm
Artık benim de bir cenazem var bilir misin
Gözümde senin yaşın kalbimde hüznün var
Seninle sararıp solduğum bir andı o ölüm

Seninle harap oldu güneşim ayım yıldızım

Devamını Oku
Osman Demircan

Ellerimden tutarak beni resim atölyesi olarak kullandığı odaya götürdü. Odada farklı temalardaki resimler, tuvallere bir caninin ellerinden kaçar gibi sığınmıştı. Her yeri paletlerden sıçramış boya kalıntıları kaplamıştı. Umay'ın pek temiz çalıştığı söylenemezdi ama tablolar oldukça titiz çizilmiş ve boyanmıştı. Bir anlık gözlemlerim bunlardı. Umay beni en sevdiği tablosunun karşına götürdü. Tabloda beni, ölü bir Filistinli gibi çizmişti. Hiçbir ölüm yalnız değildi. Her millete ait ölümler vardı. Benim ölümümü Filistinlilere mal etmesi ilgimi çekti.
_Umay, neden beni tablonda bir Türk gibi değil de, Filistinli gibi öldürdün?
_Erhan, bilirsin ki Filistinliler savaşırken bile kendi kimliklerine göre savaşmazlar. Ya bir marksist gibi ya da bir çocuk gibi savaşırlar. Oysa bir savaş ne kadar kişilikli ise, elde edilen zafer de o kadar onurlu olur. Sen de tıpkı bir Filistinli gibisin. Savaşın bile sana ait değil. Sen bir Türk gibi nasıl öleceksin ki?
_Bunlar çok ağır ithamlar. Beni çok mu iyi tanıyorsun? Neden hakkımda böyle kararlar veriyorsun?
_ Sen Nahit'in bir Yahudi olduğunu biliyor musun? Sen onun eliyle sanat dünyasında yer buluyorsun. Onun elleri her zaman iki yakanda olacak bunu da bilmelisin.
_Sanatın milliyeti olduğunu bilirim. Nahit'in bir Yahudi olması beni korkutmuyor açıkçası. Benim ırkçılık davam olmadı hiç. Bu konuda da Nahit ile bir savaş vereceğimi bekleme benden.

Devamını Oku
Osman Demircan

Gözlerimi iyice açıp baktığımda ise tahtalardan bembeyaz kurtçukların çıktığını gördüm. O kadar çoktular ki ahşapla beraber beni de yiyip bitirmelerinden korktum. Yığılıp kaldığım kanepeden aniden doğrularak balkona çıktım. Dışarısı alabildiğine siyahtı. Sanki her yer ölülerin konulduğu siyah torbaların içindeydi. Yaşamanın bu kadar koyu olduğu bir anın içinde, ölümün boğucu elleriyle yaşama açılan fermuarlarım kapatılıyordu. Hayır dedim bir an. Yaşamak istiyordum. Beni kopkoyu bir torbanın içine sokmak isteyen ölümün ellerini iterek, kendimi fermuardan dışarı attım. Bir anda kendimi anadan üryan bir vaziyette sokakta buldum. Sokaklar ve tüm Üsküdar sessizdi. Benimse kaskatı kesilen bedenim Üsküdar'ın içinde bir heykel gibiydi. Evim ve apartmanım bir katrana katışmışçasına zifiri karanlığın içinde kaybolmuştu. Şimdi ben ne yapacaktım? Yaşadıklarım bir rüya mıydı yoksa hayal miydi bilmiyordum. Bildiğim tek şey Üsküdar'ın kara çarşafa bürünmüş kadın halinin gecesinde çırılçıplaktım. Evime gidemezdim. Evim katran karası gecenin kuytuluğundaydı. Ben ise apaçık ortada kalmıştım. Korkudan yüreğim ağzıma gelecekti. Bu durumdan kurtulmalıydım. Yarın galeriye gitmem gerekiyordu. Cumartesi son gündü. Daha sonraki güne kalsa tablolarım galeride bir gün sahipsiz kalacaktı. Başlarına ne gelebileceğini ise hayal bile edemiyordum. Bir tablom çalınsa sergi günü geçeceği için sigortadan para bile alamayabilirdim. İçine girdiğim bu karanlıktan kurtulmak için önümü göremesem bile yürümeye başladım. Neden her yer karanlığa gömülmüştü anlayamıyordum. Neredeydi sokak lambaları, araba ve neon ışıkları, ayrıca evlerin pencerelerinden dışarı yansıyan avize ışıkları? diye kendime sorular soruyordum. Yere yığıldım. Bir dağın yamacında biten mor menekşeler, düşerken başımı vurduğum taşların alnımda ve yanağımda bıraktığı izlerde bitti sanki. Her yerim mosmor olmuştu. Deli bir insan gibi ikiye katlanarak düştüğüm yerde yatıyordum. Ölmek istemiyordum. Yaşamak istiyordum betona çakılmaya ramak kalan bir insanın pişmanlığı gibi. Gözlerim yarı kapalı haldeyken bir ışık gördüm ve sesler işittim. Birkaç kişi baş ucumda durup konuşuyorlardı. Kesinlikle hırsız olamazlardı, üzerim çıplaktı. Bayılmışım...
Karakolda uyandım. Üzerime çarşaf sermişlerdi. Bir polis yanıma gelerek gülümsedi:
_Günaydın. Kendini nasıl hissediyorsun.
_Günaydın. İyiyim. Gece başıma neler bilemiyorum. Galiba beni bulup buraya getirdiniz. Teşekkür ederim.
_Çok geçmiş olsun. Seni bulduğumuzda baygın ve çıplaktınız. Galiba bir travma yaşadınız. Neyse şimdi iyi görünüyorsunuz.
_Evet şimdilik iyiyim.

Devamını Oku
Osman Demircan

Yer, İstanbul'un Üsküdar ilçesi... Suç oranı yok denecek kadar az olan Çamlıca Mahallesi yaz ayının o kavurucu sıcağında polise yapılan bir ihbarla sarsıldı. Fatih Sitesi içinde bulunan bir binanın birinci katında kalan Erhan'dan haber alamayan Umay, Erhan'ın başına bir şey gelmiş olabileceği korkusuyla durumu polise bildirdi. Olay yerine gelen polis, çilingir yardımıyla kapıyı açtığında ağır bir koku ile karşılaştı. Polisler nefes almakta zorluk çekmelerine rağmen evin odalarında Erhan’ı aradılar. Ve yatak odasına geldiklerinde koku biraz daha ağırlaştı. Ekipler nefeslerini tutarak kapıyı açınca tüyler ürpertici bir manzarayla karşılaştılar. Erhan, uyurken öldürülmüştü. İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü, cinayet masası dedektifleri ve kriminal polis, cinayetin işlendiği eve gelerek soruşturmaya başladılar. Kriminal polis cesede dokunarak tam katılaşmadığını fark etti. Bu da kurbanın yaklaşık 6 saat önce öldürüldüğünü gösteriyordu. Yatağın üzerinde yoğun kan olması, cinayetin kurban yatarken gerçekleştirildiğini gösteriyordu. Maktul uyurken başına sert bir cisimle vurulmuş ancak ölmemişti. Katil, yatağın yanındaki masanın üstünde bulduğu eşarp ile kurbanı boğmuştu. Bu son hamle maktulün ölmesi için yeterli olmuştu. Kriminal polis Erhan’ın ölüm şeklini 'boğulma' olarak kayıtlara geçti. Kriminal ve cinayet masası dedektifleri cesedi ters çevirdiklerinde kurbanın ellerinin yumruk şeklinde olduğunu fark ettiler. Maktulün sıktığı avuçlarının içinde bir yığın kağıt para ilk bakışta dikkati çekiyordu. Avuçları açıldığında kağıt paralar ile siyah bir kumaş pantolona ait olabileceği tahmin edilen pantolon kemeri tokası ve beyaz gömlek düğmesi bulundu. Maktulün pantolonu ve gömleği yanı başında asılıydı, avuç içinden çıkan deliller hemen kurbanın kıyafetleriyle karşılaştırıldı. Ancak hiçbiri maktulün kıyafetleriyle uyuşmuyordu. Bu da bulunanların muhtemelen boğuşma sırasında kurban tarafından katilin üzerinden kopartıldığını gösteriyordu. Kurbanın cesedinde otopsi yapılarak rapor hazırlanması için polisler cesedi Adli Tıp morguna kaldırdılar. Ve cinayet masası dedektifleri evin içinde soruşturmalarına hız verdi. Polislerin ilk tahmini evin içine gasp amaçlı giren bir hırsızın cinayeti işlediği yönündeydi. Çünkü cinayetin işlendiği apartman üç katlı ve bahçeli, daire ise hemen girişte, birinci kattaydı. Bu da açıkta hırsızlar için kolay bir hedef olduğunu gösteriyordu. Apartmandaki herkes meraklı gözlerle polisi izliyor, kimisi de feryat figan ağlayarak polisin çalışmasına engel oluyordu.


Cinayet masası dedektiflerinden Ertuğrul, evin içinde yaptığı araştırmada kırık cam parçaları buldu. Cam parçacıkları balkonun kapısına kadar gidiyordu. Dedektif balkon kapısının açık olduğunu fark etti. Kapının camı insan eli geçecek derecede dışardan kırılmış ve parçaları da evin içine düşmüştü. Bu da polislerin kapıyı çilingir yardımıyla açtıklarından, katilin balkondan içeriye girdiğini gösteriyordu. Balkondan salona girildiğinde, odada bir çekyat ve eski halı vardı. Çekyat üzerinde maktule ait kartvizitler, kredi kartları ve kimlikler dağınık haldeydi. Oturma odasındaki koltuklarda yeni elbiseler ve hediye kutular vardı. Bu durum dedektif Ertuğrul'un dikkatini çekti. Polis eşyaları kurbanın apartmandakilere sordu. Tanıklara göre kurbanın sergi çalışmaları vardı. Ve bu eşyalar da sergi için kurban tarafından alınmıştı. Dedektifler evin içindeki araştırmalarını sürdürürken cinayeti telsizle duyan İstanbul Asayiş Şube Müdürü Ercan, emrindeki polisleri denetlemeye geldi. Ercan, uzun yıllardır çözdüğü sayısız cinayet davalarındaki namıyla tanınıyordu. Şube Müdürü daha kapıdan adımını atmasıyla birlikte cinayet büro amiri Baş komiser Ertuğrul’u yanına çağırdı. Ve 'Katil, sizin kendisini yakalamanız için imzasını atmış. Eğer şu yoğun pis kokunun ne anlama geldiğini çözerseniz, cinayeti çözmüş olacaksınız. Bu koku üzerine yoğunlaşın' diyerek polislere izlemeleri gereken yolu gösterdi. Dedektif Ertuğrul evin içinde tekrar aramaya yaptığında salonda kapağı olmayan bir sinek ilacı buldu. Sinek ilacını koklayan dedektif evdeki kokuyla hemen hemen aynı olduğunu anladı. Peki o zaman katil niçin evin içine sinek ilacı sıkmıştı?


Devamını Oku
Osman Demircan

Seni okşayan ellerin yanında sanki bileti kesilen garip bir yolcuyum. Seni severlerken başka gözler ve eller korkular, kaygılar otobüsünün içindeyim. Kimdir bu üçüncü kişiler? Sen ve ben aralığında özgür bir ülke bırakırken, kimdir o ülkelere girip talan edenler? Bir elin parmaklarının diğer elin parmaklarının içine girmesi gibi kimdir bizimle bu kadar içli dışlı olanlar? Kimdir aşk apartmanımızın asansörüne bindiğimizde bizimle beraber binen ve inen? Üçüncü kişiler akan bir renge benzer, karışır diğer renklere. Hayatımızı renk kirliğine dönüştüren bu üçüncü kişiler, ne isterler özgürce dalgalanan iki renkli bayraklardan. Seni severken seni seven, sana kızdığımda seni teselli eden sahte doktor diplomalı; fakat iki kişinin arasına girmede epeyce ihtisas yapmış bu kişiler ne isterler bizden. Konuşurken aramıza giren, cümle düşmanı duygu hırsızlara kapıyı açık bırakan kimdir?

AYRIK OTLARI
Bereketleri toprağı kazar gibi seni severken
Kalbine sevgi tohumlarını ekmeye başlarken
Buğday tenine avuç dolusu aşkımı dökerken

Devamını Oku
Osman Demircan

azrail canıma almaya gelse bana niye geldin ki derim.
git ona git ona derim canım odur, yüreğim ondadır.
canımı almaksa muradın bir sevgili var git ona git ona
bütün yaşamsal kablolarım ondadır ey azrail bilesin
onu bir fiş gibi çekersen hayatımdan nefes alamam
ey azrail bilesin sevip can verene acı çektiremezsin

Devamını Oku
Osman Demircan

Sırtlarından atarken tutsaklık zincirini
Atları da vururlar özgür topraklarında
Büyürken yürek kanayışından çayırlar
Küçülür her kan damlasından korkular

Dolu dizgin susturulamayan kara atlar

Devamını Oku
Osman Demircan

Bir çocuk boğulur anne diyerek hıçkırıklarımın girdabında.
Bazen bir kapı aralanır gül kokusu dolar gece rüyalarıma
Avuçlarımdan kuğular havalanır şelaleler dökülür ellerime
Girmez içeri bir aydınlık karanlık kalır gözyaşlarımda kuş

Bir türlü yaşayamam ben bütün giyotinler alır başımı keser.

Devamını Oku
Osman Demircan

Kapıya benzer yalnızlığım
Git gellerle açılır yaralarım
Eşikte kalır hep sevmelerim
Ayak izi kadar olur yüreğim

Gitme sen de ey sevgilim

Devamını Oku