birinci yeniye beyaz peynire, hüzünlendiren neyzene, sarma saran teyzene, yakup’a, refik’e, arap şükrü’ye, can eriğe, beyaz leblebiye, dönülmez akşamlara, ışıldayan mehtaplara, uçuşan martılara, veysellere, aşıklara, asaflara, sahaflara, velilere orhanlara, uzakta kalanlara, yakında bulunanlara, olmazı olduranlara, gözleri dolduranlara, ulu çınarlara, dev nazımlara, ince kıyım salataya, ince uzun galata’ya, iki ‘t’ li attila’ya, tek ‘y’ li süreya’ya, özleyip gelenlere, sabırla bekleyenlere, çok sevenlere, çok sevilenlere, kaçan gemilere, batan güneşlere, boğaz’a, kavuna, kebaba, kordon boyuna anlara, anılara, anlayana, anlatana, konuşmadan anlaşana, geride kalan yıllara, yüzyıllara, beş yüz yıla, beş yüz yıldır hep yeni kalanlara...
Biri sevdiği şiirlerin, öteki sevdiği kitapların, bir başkası sevdiği bitkilerin, porselenleri, ayakkabıları, etekleri, ceketleri, pipoları tek tek yitmişler... Sevdiğim her insan öldü. Ve ne yazık hepsini ben öldürdüm. Ölenler hep suçluydu, ne yapabilirdi ki? Katil...
Bedenlerimiz eski sınır aşımlarından kalan yara izleriyle dolu. En azından benimki öyle, vücudumda kaç yara izim var sayısını bilmiyorum. Sızlıyorlar, sızlayan “Parabasis”dir, 'maskelerin çıktığı zamana denk geliyor' gücümüzü keşfettiğimiz sınırı aşma anı; bir bedenin kendi kudretini keşfedeceği ve hem işine hem de gücüne bakacağı an. Ama zordur, çünkü hep haddimizi bildiriyorlar ve hattatlarına çizdirdikleri süslü hatlarla çevreliyorlar bedenlerimizi.
Kendisiyle uzun yıllar süren seviyeli bir ilişkimiz var. Her serisiyle büyüklüğü, küçüklüğü, serisi, numarası fark etmeden üstelik. Biz sadece rakiplerinden bahsetik.
Kadavraya veririz, bedenimizi...
Siyah beyaz televizyonlardan öğrendim, gökkuşağının ne olduğunu
Bu yüzden biraz solgunum
Ne güzel uzaklaşır her şey...
birinci yeniye
beyaz peynire,
hüzünlendiren neyzene,
sarma saran teyzene,
yakup’a, refik’e, arap şükrü’ye,
can eriğe, beyaz leblebiye,
dönülmez akşamlara,
ışıldayan mehtaplara,
uçuşan martılara,
veysellere, aşıklara,
asaflara,
sahaflara,
velilere orhanlara,
uzakta kalanlara,
yakında bulunanlara,
olmazı olduranlara, gözleri dolduranlara,
ulu çınarlara,
dev nazımlara,
ince kıyım salataya, ince uzun galata’ya,
iki ‘t’ li attila’ya,
tek ‘y’ li süreya’ya,
özleyip gelenlere,
sabırla bekleyenlere,
çok sevenlere,
çok sevilenlere,
kaçan gemilere,
batan güneşlere,
boğaz’a,
kavuna,
kebaba,
kordon boyuna
anlara, anılara,
anlayana, anlatana,
konuşmadan anlaşana,
geride kalan yıllara,
yüzyıllara,
beş yüz yıla,
beş yüz yıldır hep yeni kalanlara...
Olmamış işte, bileklerinizi kesin...
Sonra ben Pan'ı seviyorum fakat onu ben öldürmedim. Kendini beğenmişliği yüzünden, intihar etti.
Biri sevdiği şiirlerin, öteki sevdiği kitapların, bir başkası sevdiği bitkilerin, porselenleri, ayakkabıları, etekleri, ceketleri, pipoları tek tek yitmişler... Sevdiğim her insan öldü. Ve ne yazık hepsini ben öldürdüm. Ölenler hep suçluydu, ne yapabilirdi ki? Katil...
Bedenlerimiz eski sınır aşımlarından kalan yara izleriyle dolu. En azından benimki öyle, vücudumda kaç yara izim var sayısını bilmiyorum. Sızlıyorlar, sızlayan “Parabasis”dir, 'maskelerin çıktığı zamana denk geliyor' gücümüzü keşfettiğimiz sınırı aşma anı; bir bedenin kendi kudretini keşfedeceği ve hem işine hem de gücüne bakacağı an. Ama zordur, çünkü hep haddimizi bildiriyorlar ve hattatlarına çizdirdikleri süslü hatlarla çevreliyorlar bedenlerimizi.
Yüreğimin köşesinde bir parça kırgınlık bulunduruyorum size karşı, dengemi korumaya yardımcı oluyor...
Kendisiyle uzun yıllar süren seviyeli bir ilişkimiz var. Her serisiyle büyüklüğü, küçüklüğü, serisi, numarası fark etmeden üstelik. Biz sadece rakiplerinden bahsetik.