gri-eflatun gece, yerini bırakırken ilk ışıklara , umut ve heyecanla kollarımızı açıyoruz yeni gün’e… kökü sağlam ağacız, bir dalı çiçeğe, öteki dalı meyveye duran… sabah güneşim sendin, uyandırdın beni bin yıllık uykumdan. bahar çiçekleri odama doldu, gözlerinin renginden…
Madem geldin Dur şurada duuurr Tıpkı bir hayal gibisin Bir anda var, bir anda yoksun Hızına yetişmek ne mümkün… Farz edelim kusurlu olsam bile, itiraz ediyorum suçlu değilim. Zira Babil’in asma bahçelerinden üzüm koparan da, İskenderiye kütüphanesini yakan da ben değilim :)
bazen her şey tepetaklak gider de, yaptıklarından sonra her şeyin eskisi gibi olmasını ister insan. ama çoğunlukla ok yaydan çıkmış misali asla eskisi gibi olmaz.. sonuçlarına sabırla katlanmak basireti gösterilebilirse şayet, verdiği ızdırabı bir nebze azaltmak mümkün olabilir. ya da isyanlardan isyan beğenmek yolu da tercih edilebilir ama böylesi etkisiz eleman olur ki, hayatın bundan sonrası keskin sirke küpüne zarar vere vere devam eder :D
bilmek acı çekmektir. ve bildik… karanlıktan çıkıp gelen her haber gereken acıyı verdi bize, gerçeklere dönüştü bu dedikodu. karanlıklar yuttu aydınlığı ve acılar, galebe çaldı umutlara..
hayat, ne gideni getirir ne de kaybedilen zamanı başa sardırır. zamana ‘’ mute ‘’ koymak mümkün olmadığı gibi zaman ve insan, birbirini sürekli aşındıran değirmen taşları gibidir. kayıplardayız, telafisi olmayan kayıplardayız.. dün gitti gider de, bu günü ve yarını kurtarmak için olmalı tek sığınak. Ya İlahî ente maksudî…
sana zeytin dalı uzatıyor olmam pes ettiğim anlamına gelmez. yorulmadım da fakat usandım kelimelerinle cebelleşmekten :)) artık diyorum ki ben, şimdi yapmamız gereken, yalnızca ikimize özgü, bir yeni dil geliştirmek, kurmak… öylesine ki, bir üçüncü kişi, bizim birbirimize söylediklerimizi işitecek olursa, bunlardan hiçbir şey anlamasın...
gri-eflatun gece, yerini bırakırken ilk ışıklara ,
umut ve heyecanla kollarımızı açıyoruz yeni gün’e…
kökü sağlam ağacız, bir dalı çiçeğe, öteki dalı meyveye duran…
sabah güneşim sendin, uyandırdın beni bin yıllık uykumdan.
bahar çiçekleri odama doldu, gözlerinin renginden…
Madem geldin
Dur şurada duuurr
Tıpkı bir hayal gibisin
Bir anda var, bir anda yoksun
Hızına yetişmek ne mümkün…
Farz edelim kusurlu olsam bile, itiraz ediyorum suçlu değilim.
Zira Babil’in asma bahçelerinden üzüm koparan da,
İskenderiye kütüphanesini yakan da ben değilim :)
bazen her şey tepetaklak gider de, yaptıklarından sonra her şeyin eskisi gibi olmasını ister insan.
ama çoğunlukla ok yaydan çıkmış misali asla eskisi gibi olmaz..
sonuçlarına sabırla katlanmak basireti gösterilebilirse şayet,
verdiği ızdırabı bir nebze azaltmak mümkün olabilir.
ya da isyanlardan isyan beğenmek yolu da tercih edilebilir ama böylesi etkisiz eleman olur ki,
hayatın bundan sonrası keskin sirke küpüne zarar vere vere devam eder :D
bilmek acı çekmektir.
ve bildik…
karanlıktan çıkıp gelen her haber gereken acıyı verdi bize, gerçeklere dönüştü bu dedikodu.
karanlıklar yuttu aydınlığı ve acılar, galebe çaldı umutlara..
eski ama eskimeyenelerden.. her dem dinlenir...
hayat, ne gideni getirir ne de kaybedilen zamanı başa sardırır.
zamana ‘’ mute ‘’ koymak mümkün olmadığı gibi zaman ve insan, birbirini sürekli aşındıran değirmen taşları gibidir.
kayıplardayız, telafisi olmayan kayıplardayız..
dün gitti gider de, bu günü ve yarını kurtarmak için olmalı tek sığınak.
Ya İlahî ente maksudî…
Zamana güven, hafıza silicidir.
Her şey unutulur.
Lakin şu anda aklı başında davranmak, sonradan aklı başına gelmekten iyidir.
sana zeytin dalı uzatıyor olmam pes ettiğim anlamına gelmez.
yorulmadım da fakat usandım kelimelerinle cebelleşmekten :))
artık diyorum ki ben,
şimdi yapmamız gereken, yalnızca ikimize özgü, bir yeni dil geliştirmek, kurmak…
öylesine ki, bir üçüncü kişi, bizim birbirimize söylediklerimizi işitecek olursa,
bunlardan hiçbir şey anlamasın...
Konuşarak da anlaşamıyorduk, susarak da..
Ben yazmayı tercih ettim, o hiç okumadı.
mâi eflatun