Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Isparta Keçiborlu Kaplanlı Köyü sizce ne demek, Isparta Keçiborlu Kaplanlı Köyü size neyi çağrıştırıyor?

Isparta Keçiborlu Kaplanlı Köyü terimi tarafından tarihinde eklendi

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen

    Sevgili Hemşerilerim ve Okurlarım . Bugün sizlerle. Köyümüzün ve Yöremizin Milli Mücadeleye Katkıları konusunu paylaşmak istiyorum . Saygı ve sevgilerimle .
    a . . Köyümüz de ve Yöremiz de Milli Mücadelede Örgütlenme ve Direniş Hareketleri
    Köyümüzün tarihçesinden de anlaşılacağı gibi , tarih boyunca köyümüz bölgesin de ve yöresin de önemli savaşlar olmamıştır . Ancak , özellikle 1919/1923 yılları arasında cereyan eden Kurtuluş Savaşı sırasında , ATATÜRK ' ün önderliğinde ki Mili Mücadele faaliyetlerine , köyümüz ve yöremiz önemli katkılarda bulunmuştur (10) . Birinci Dünya Harbinden sonra , Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 18 OCAK 1919 tarihinde imzalanan SEVR ANTLAŞMASI uyarınca , İtalyanların Antalya bölgesini işgale başlaması ve Yunanlıların da 15 Mayıs 1919 da İZMİR ' e ayak basmasıyla birlikte başta ISPARTA Sancağı , Keçiborlu Nahiyesi ve Belediyesi ile Keçiborlu'ya Bağlı Köy Muhtarları tepki göstererek Osmanlı Sadrazamlığına Keçiborlu Belediye Başkanı ALİ Bey tarafından bir telgraf çekilerek Yunan işgali protesto edilmiştir . Çekilen telgrafın metni aynen şu şekildedir . ''EĞER İZMİR'İN İŞGALİ'NDE İTİLAF DEVLETLERİ'NİN OYLARININ KATILDIĞI DOĞRU İSE BU MİLLET BUNU BİLMEK İSTER ..... YOKSA YUNANLILAR ÇOK ÇABUK KIRILIR .....BU MİLLET VE BU MEMLEKET , HİÇ BİR ZAMAN YUNAN MEZALİMİNDE (ZULMÜNDE) KALAMAZ VE KALMAYACAKTIR .'' ifadeleri ile İZMİR 'in işgalini protesto ettiklerini ve lanetlediklerini de bu telgrafla Osmanlı Sadrazamlığına bildirmişlerdir .
    Zira , imzalanan SEVR Antlaşması çok ağır şartları içeriyordu . Osmanlı Toprakları itilaf devletlerine adeta peşkeş çekiliyor ve ülke toprakları karış karış işgal edilmeye başlanıyordu . Başka bir ifadeyle koca Osmanlı imparatorluğu yıkılışını kabul ediyor ve altı yüz yıllık varlığına da son veriyordu . Üstelik Padişah efendi ve yandaşları da İngiliz Donanması Gemilerine sığınarak vatan topraklarından kaçıyorlardı . Vatan toprakları , İngilizler , Fransızlar , İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından paylaşıldığı gibi topraklarımız üzerinde yeni bir ''ERMENİ DEVLETİ ''(ERMENİSTAN) kuruluyordu . KÜRTLERE 'de Fırat’ ın doğusunda Özerklik tanınıyordu . Bunun içindir ki , vatanını seven tüm Türkler ve tüm vatandaşlar Büyük Önder ve Lider Atatürk'ün etrafında toplanmışlar , TOPYEKÜN Milli Mücadele Hareketini başlatmışlardır. Bu nedenlerle , Isparta Sancağının liderliğinde köyümüzü de içine alan bölgemiz de , Milli Mücadele ve Teşkilatlanma faaliyetleri başlatılmıştır . Isparta yöresinde , önderliğini Talat Paşa Zade Hafız İbrahim Efendi ve Isparta Müftüsü Hüsnü Efendi yapmışlardır . Öncelikle Isparta Sancağında '' MİLLİ MÜDAFAA-İ VATANİYE HEYETİ (KUVAYI MİLLİYE HEYETİ’’' oluşturmuşlardır . Bu heyetin bazı üyeleri , 22/23 HAZİRAN 1919 tarihinde Keçiborlu'ya gelerek ''KEÇİBORLU NAHİYESİ KUVAYI MİLLİYE '' teşkilatının kurulmasına destek vermişlerdir . Bu arada , söz konusu heyet üyelerinin , Keçiborlu'nun diğer köylerini ziyaret ederlerken, 24/25 Haziran 1919 tarihlerinde YUKARI EBER Köyüne de geldikleri , gönüllü olarak milis kuvvetlere katılacak Mücahitleri belirledikleri ve Ayni (nakit para ) yardım topladıkları yine tarih kayıtlarında yer almaktadır . Gönüllü olarak Milli Mücadeleye katılan MÜCAHİTLER ' in düzenli birliklere katılmaları talep edildiğinde (çağrıldıkça ) milli birliklere katılmışlardır . Bazı kaynaklara göre ise Talat Paşa Zade Hafız İbrahim Efendi Liderliğinde ISPARTA ve Keçiborlu yöresinde oluşturulan Milis Kuvvetlerin , Keçiborlu Kule Önünde yapılan büyük bir merasimle (törenle) ve dualarla , DENİZLİ/SARAYKÖY cephesine sevk edildikleri belirtilmektedir .
    Daha sonraki tarihlerde , tahminen yüz atlı ve iki yüz yayadan oluşan DEMİRALAY Milis Birliği de DENİZLİ/SARAYKÖY cephesine takviye kuvvetleri olarak gönderilmiştir . Oluşturulan bu Milis Kuvvetler , Yunan Birliklerine büyük kayıplar (zayiatlar ) verdirdikleri yine tarih kayıtlarında yer almaktadır . Keza ; DEMİRCİ MEHMET EFE Milis Kuvvetleri de DEMİRALAY birlikleri ile birlikte DENİZLİ/SARAYKÖY cephesinde , Yunan Birliklerine karşı , harbe katıldığı da tarih kayıtlarında belirtilmektedir .
    DEMİRALAY Milis Kuvveti daha sonraki yıllarda Doğan Taburu adı altında yeniden teşkilatlandırılarak Otuz Dokuzuncu Piyade Alayına katılmış ve varlığını alay bünyesinde sürdürmüştür . Milli Mücadelede gösterdiği olağan üstü çalışma ve başarılarından dolayı bizzat ATATÜRK tarafından , Talat Paşa Zade Hafız İbrahim Efendiye DEMİRALAY soyadının verildiği yine tarih kayıtlarında yer almaktadır .
    b . . Ali Fuat CEBESOY' un ISPARTA ve AFYON Cephelerini Değerlendirmesi
    Milli Mücadelenin ilk Garp Cephesi Komutanı olan ALİ FUAT CEBESOY ( bilindiği gibi daha sonraki tarihlerde İSMET İNÖNÜ Garp Cephesi Komutanlığına getirilmiştir ) Isparta ve Afyon Direniş Örgütleri'nin KUVAY-I MİLLİ' ye içinde oynadığı önemli rolü şu şekilde ifade etmektedir . ''Anadolu'nun belirli bir bölümünün elde bulundurabilmenin ilk koşulu başında bulunduğum Yirminci Kolordu'nun sahası içinde ISPARTA-AYYON -ESKİŞEHİR hattını korumaktı . ESKİŞEHİR' de İngilizler vardı . Isparta ve Afyon’u koruyabilirsek İngilizleri Eskişehir'den atmak olanaklıydı . Kolordu cephesi çok geniş ve büyüktü , ayrıca Kolordu'nun Isparta ve Afyon bölgelerini koruyacak yeteri kadar birliği de yoktu . Bu nedenlerle Isparta ve Afyon bölgesinde yeteri kadar Milis Kuvvetin örgütlenmesi HAYATİ ÖNEM taşıyordu . Ancak , Kolordu Komutanı olarak bizlerin , söz konusu bölgelerde ulusal güçleri örgütlememize ve oluşturmamıza ihtiyaç kalmamıştı . Zira , bu iki kentimizde '' BAŞI SARIKLI VE SAVAŞÇI İKİ DİN ADAMI , BAŞA GEÇEREK , DENEYİMLİ VE UZAK GÖRÜŞLÜ BİR KOMUTAN EDASIYLA ULUSAL GÜÇLERİ ÖRGÜTLEMİŞLERDİR . Örgütledikleri bu birliklerle , özellikle , DENİZLİ /SARAYKÖY bölgesinde YUNAN Kuvvetleri'nin İLERLEYİŞİNİ YAVAŞLATMIŞLAR veya DURDURMUŞLAR , Milli Birliklerimize ZAMAN kazandırmışlar , hatta Yunan Birliklerine büyük ölçüde ZAYİAT verdirmişlerdir . Isparta ' dan Talat Paşa Zade Hafız İbrahim Efendi ile Afyon Kara Hisar’ dan Hoca İsmail Şükrü Efendi'ye ne kadar teşekkür etsek azdır '' sözleriyle Direniş Liderlerine övgüler yağdırmıştır . Isparta ve Afyon bölgelerinde Milli Direniş Kuvvetlerini Örgütleyen , bu iki kahraman ve vatanperver insan , gerek Milli Mücadele boyunca , gerekse Cumhuriyet Döneminde hep ATATÜRK 'ün yanında yer almışlar ve kendi illerini temsilen Millet Vekili olarak ta TBMM görev yapmışlardır .
    c . . Milli Mücadeleye Köyümüzden Katılan MÜCAHİTLER
    Oluşturulan Keçiborlu KUVAYI Milliye ekibine '' EBER KÖYÜ MÜCAHİTLERİ '' adı altında katılan kişiler şu şekilde belirtilmektedir
    İmam Oğlu HÜSEYİN 1889 , Hacı Kardeşler Oğlu Mustafa ÇAVUŞ 1892 , Deligöz Oğlu MEHMET1885 , Molla Musa oğlu ALİ 1899 , Keçi Oğlu İSMAİL1871 , Türkmen Oğlu HÜSEYİN 1899 , Yakup Oğlu MUSTAFA1899 , Deli Can Oğlu OSMAN 1899 , .....Ali Oğlu MUSTAFA 1875 , Hacı Ali Oğlu MUSTAFA 1882 , Keçi Oğlu AHMET 1890 , Köse Ahmet Oğlu AHMET 1894 , Jandarma ALİ1893 , Hamdi Oğlu HALİL1894 , Molla Musa Oğlu ALİ AHMET 1901(8)
    Açıklayıcı Not ; Bu arada ; yöremiz de oluşturulan Milli Mücadele Birliklerine Ay Doğmuş Köyünden yirmi kişi , Kozluca Köyünden de on kişi gönüllü Mücahit olarak katıldığını tarih kayıtlarında belirtilmektedir (8 ) . Ay Doğmuş ve Kozluca köylerinden mücahit olarak katılanların kimler olduğunu yani isimlerini merak eden okurlarım ‘’Dr. Nuri KÖSTÜKLÜ’ nün Milli Mücadelede Keçiborlu’’ adlı eserine bakabilirler . Aynı eserde parasal yardımda bulunanların da isimleri bulunmaktadır.
    d . Milli Mücadeleye Parasal Katkı Sağlayan Köylülerimiz
    EBER Köyün ' den Kuvayı Milliye için toplanan para , eşya ve yiyecek yardımında bulunanlar ise aşağıda belirtildiği gibi kayıtlarda yer almıştır (8) .
    Hacı Kardeş Oğlu SÜLEYMAN 300 , Hayta Oğlu AHMET100 , Hacı Kardeş Oğlu AHMET 400 , Nasuh Oğlu VELİ 200 , Hayta Oğlu AHMET100 , Musa Kahya Oğlu ALİ 100 , Molla Musa Oğlu OSMAN 100 , Deli Göz Oğlu MUSTAFA100 , Molla Musa Oğlu MOLLA ALİ 100 , Türkmen Oğlu MEHMET 100 , Hacı Ali Oğlu SÜLEYMAN Zevcesi HATİCE 100 , Hayta Oğlu Hacı İSMAİL ' in zevcesi SALİHA 100 , Hacı Ali Oğlu MEHMET in Zevcesi FATMA 100 , Hayta Oğlu MUSTAFA100 , Habip HOCA 200 , Nasuh Oğlu MEHMET 100 , olmak üzere köyün tamamından 3500 Kuruş para toplanarak Kuvayı Milliye Heyetine makbuz karşılığında teslim edilmiştir . (NOT ; o zamanın bir kuruş parası bu gün yaklaşık bir lira değerindedir )
    Yine aynı kaynakta parasal yardım olarak , AY Doğmuş Köyünden on bin (10.000) kuruş , Kozluca Köyünden de iki bin (2.000) kuruş para toplanarak makbuz karşılığında gelen heyete teslim edildiği belirtilmektedir (8)
    SONUÇ OLARAK ; YUKARI EBER Köyünden ve komşu köylerden gönüllülük esasına dayanan ve Milli Mücadeleye katılan MÜCAHİTLR' e baktığımızda genç ihtiyar demeden , herkesin seve seve vatanın kurtarılmasında görev almaya koştuğunu , tüm köylülerin Milli Mücadele Birliklerine parasal yönden olanakları çerçevesinde yardımcı olmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz . Atalarımızın fedakarlıkları ve kahramanlıkları her türlü taktirin üstündedir . Ne kadar güzel ve gurur duyulacak davranışlar değil mi ?... Onların , üzerinde yaşadığımız topraklar için yaptıklarını unutmak mümkün mü ?... Hepsinden Allah razı olsun ve mekanları cennet olsun .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen

    Sevgili Hemşerilerim ve Okurlarım ; bu gün köyümüzün Eğitim ve Öğretim faaliyetleri ile 1946 yılında İlk Okul Binası ile Öğretmen Evi Binalarının İMECE USULÜ nasıl yapıldıklarını anlatmaya çalışacağım . Kanaatimce KÖY BAZINDA İmece usulünün nasıl icra edildiği konusunda da bir örnek niteliğindedir . Saygı ve Sevgilerimle
    a Köyümüz de Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri
    (1) . Köyümüz de İlk Okul Binası Yapılmadan Önce ki Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri
    Köyümüz de 1947 yılına kadar ilk okul yokmuş . İlk Okul çağına gelen çocuklar ya Aşağı Eber (Yeşil Çat ) veya Ay Doğmuş Köylerin de ki İlk Okullara yaya olarak gidip geliyorlarmış . Bazen de zaman zaman köyümüz de EĞİTMENLER gözetiminde açılan Okuma Yazma kurslarına katılıyorlarmış . Bu kurslarda başarılı olanlara da ‘’ OKUR YAZAR BELGESİ ‘’ veriliyormuş . Nitekim babam Abdullah KURT ve amcam Mustafa KURT okuma yazmayı köyümüzde açılan bu kurslarda öğrendiklerini ifade etmişlerdi . Ama köyümüz de Okur Yazarlık Belgesi alanlar yok denecek kadar çok azmış . Nitekim , daha sonraki yıllarda devlet Köy İlk Okullarında EĞİTMEN olarak görevlendirmek üzere yapılan sınavlara köyümüzden hiç kimse katılamamış veya belge alamamıştır . Bu arada AŞAĞI EBER ve AYDOĞMUŞ Köylerin de İlk Okulları bitirenler de olmuş , onlar da İlk Okul Diplomalarını almışlardı . Ne var ki ,Yukarı Eber Köyünden , bu tür diploma alanların sayısı da yok denecek kadar azmış . Köyümüz , Aşağı Eber Köyü ve Ay Doğmuş Köyüne yaklaşık 3/4 km. uzaklıkta olup , özellikle Aşağı Eber Köyüne gidip/gelen yolun ormanlık , çalılık bölgelerden geçen patika yollarla köyümüze bağlantıları varmış . Ancak bu patika yollar özellikle kış aylarında çoğu kez , kar ve tipi yüzünden kapanıyormuş veya çok çamur oluyormuş . Ayrıca bu köylere giden yollar ormanların içinden geçtiği için yabani hayvan bakımından da tehlike arz ediyormuş . Bu nedenlerle özellikle kış aylarında köyümüz çocuklarının bu köylerde ki okullara gidip gelmeleri hem zor hem de tehlikeliymiş . Bundan dolayı da okullara devam ederek mezun olmak çok az kişiye nasip olmuş.
    (2) . Köyümüz de İlk Okul ve Öğretmen Evi Binalarının İMECE Usulü olarak Yapılması .
    Devlet 1943’lü yıllarda , yani İSMET İNÖNÜ’ nün CUMHURBAŞKANI , Hasan Ali YÜCEL’ in Milli Eğitim Bakanı ve İsmail Hakkı TONGUÇ’ un da İlk Öğreti Genel Müdürü olduğu dönemde ''KÖYLERDE EĞİTİM VE ÖĞRETİM SEFERBERLİĞİ '' başlatmışlardı . O zamanlarda Köyümüz de Muhtarlık görevini Süleyman ALTINAY amca yürütüyormuş . Köy Muhtarı Süleyman ALTINAY ile Köy İhtiyar Heyeti , çevre köylerde ilk okul olduğu halde bizim köyde ilk okul binasının ve eğitim öğretim faaliyetlerinin olmamasının hem köylüleri derinde üzdüğünü hem de köyler arasında ayrımcılık yapıldığını belirterek KEÇİBORLU NAHİYE Müdürlüğüne defalarca yazılı ve sözlü olarak başvuruda bulunmuşlarsa da bir türlü sonuç alamamışlardı . Bilindiği gibi Keçiborlu 1948 yılında KAZA olmuştur.
    1945 yılına gelindiğinde devlet yetkilileri köylülerin isteklerini de göz önünde bulundurularak , Yukarı Eber Köyünü de PİLOT Köylerin arasına alarak İLK OKUL ve ÖĞRETMEN EVİ binalarının yapılmasına karar vermişlerdi . Ancak yine devlet yetkililerince yapılacak her iki binanın da belirli malzemelerini yani demir , çimento , tuğla , kiremit kullanılacak çivi ve benzeri malzemeleri karşılayacak geriye kalan tüm malzemelerin tedariki ve işçiliğinin İMECE USULÜ köylülerce sağlanacağı köy muhtarlığına yazılı olarak resmen bildirilmişti . Köy İhtiyar Heyeti Köy Muhtarını başkanlığında hemen toplanmış kendi aralarında iş bölümü yapmışlar . Öncelikle yapılacak okulun ve öğretmen evinin yerlerini belirlemişler . En uygun yer olarak , köyün ortak malı olan ve hemen köyün önünde ki mera bölgesini seçmişler . Herkesin ilgi sahasına , yeteneğine ve becerisine göre kimileri bina yapı ustalığına (Deli AHMET ve Deli MEHMET örneğinde olduğu gibi ) , kimileri taş kırma ve taşınmasına , kimileri tomruk kereste hazırlama işlerine , bazıları kireç ocağında çalışmaya , bazıları da kaba işçilikte görevlendirilmişler . Bu arada babam üç arkadaşı ile birlikte AK DAĞ' ın Kuzey Yamacı bölgesinde Dikici Köyüne yakın yani ovaya bakan tarafın da kireç ocağında görevlendirilmişlerdi. Zira , kireç elde etmekte kullanılan bol kalkerli taşlar o bölgede çok bulunuyormuş . Kısacası köyümüzde inşaat seferberliği başlatılmıştı , hiç kimse itiraz etmeden severek ve şevkle , yapılacak okul binası ve öğretmen evinin inşaatında görev almayı kabul etmişlerdi . Çalışma gücü olmayan birçok yaşlı amcalar ile köyün hali vakti yerinde olanlar da parasal yardımda bulunmuşlardı . Örnek olarak köyün en zengini (ağası) olan MOLLA YUSUFOĞLU yapılacak binanın kiremit dahil çatısının yapılmasını üslenmiş , Ayanların Kara Mehmet dayı ile KURT HAKKI , KURT MUSTAFA ve KURT AHMET kardeşler de binaların kapı , pencere gibi doğramalarının yaptırılmasını üslenmişler , bazıları da amcam Mustafa KURT gibi yemek pişirme/ hazırlama ve getir/ götür işlerin de görev almışlardı . Babam ve amcam ile o günleri yaşayan diğer köylüler bu güzel anılarını gözleri dolarak , bazen de ağlayarak gururla anlatırlar ve güzel anılarını bizimle paylaşırlardı . Köy İhtiyar Heyeti , bu hazırlıkları planlandıktan ve tamamlandıktan sonra Köy Muhtarı Süleyman ALTINAY başkanlığında doğruca KEÇİBORLU NAHİYE MÜDÜRLÜĞÜ 'nün yolunu tutmuşlar . Öncelikle köyümüzün PİLOT köy olarak seçilmesindeki memnuniyetlerini dile getirmişler , binaların yapılması ile ilgili yaptıkları hazırlıkları da detaylı bir şekilde Müdür Bey’e anlatmışlar . Müdür Bey de köylülerin yaptıkları hazırlıktan hem çok duygulanmış , hem de çok beğenmiş ve heyecanmış . Başta muhtar Süleyman amca olmak üzere Köy İhtiyar Heyetin’ e teşekkür etmiş , her türlü yardıma hazır olduğunu da ifade etmiştir
    Köy İhtiyar Heyeti de hem yapılacak binaların kontrolü , hem de okul çağındaki çocukların bilgi seviyelerinin tespiti için kendilerine yol gösterecek rehberlik edebilecek bir öğretmene ihtiyaç duyduklarını dile getirmişler . Aslen Ay Doğmuş Köyünden olan NURİ YILMAZ öğretmen , ISPARTA GÖNEN KÖY ENSTİTÜSÜ' nü başarı ile bitirmiş Keçiborlu Nahiye Müdürlüğü emrinde geçici öğretmen olarak görevlendirilmişti . Başka bir deyişle , Nahiye Müdürü emrinde yedek öğretmen olarak bekletiliyormuş . Nahiye Müdürü , ilgili yerlerle gerekli koordinasyonları yaparak , NURİ YILMAZ öğretmenin kısa sürede köyümüzde görevlendirilmesini sağlamıştı . Köylülerimizin anlattıklarına göre ; NURİ Öğretmen 1946 yılının Eylül ayında köyümüzde göreve başlamış , hem binaların yapılmasını koordine ve kontrol etmiş , hem de bir amele gibi köylülerle birlikte çalışmıştı . Diğer taraftan da köylülerle sıkı bir işbirliği içine girmişti . Binaların yapımı sırasında Köy İhtiyar Heyeti'nin hazırladığı iş bölümünü esas alarak kimden nasıl yararlanılacağını detaylı bir şekilde planlamış , yapılacak işlerin önceliklerini belirlemiş , gencecik ve deneyimsiz bir insan olmasına rağmen her konuda tüm köylünün takdirini , sevgisini, en önemlisi saygısını kazanmasını bilmişti . Kısacası Nuri Öğretmen , her konuda köylülere yol gösteren , örnek olan bir LİDER konumuna gelmişti . GÖNEN Köy Enstitüsün den kısa bir süre önce mezun olan bu gencecik insanın , çok bilgili , çok kültürlü , donanımlı ve çok alçak gönüllü olması herkesin hayranlığını , sevgi ve saygısını da pekiştirmişti . Bir yıl gibi kısa sürede yapımı tamamlanan ilk okul ve öğretmen evi binaları 1947/1948 eğitim ve öğretim yılı döneminde hizmete girecek hale getirilmişti .
    Köyümüze ilk defa öğretmen olarak Aydoğmuş köyünden NURİ YILMAZ ve Eğitmen olarak da yine Aydoğmuş Köyünden Mustafa BAYSAL atanmıştı . Köyümüz de ilk kez bir ilk okul açıldığı için özellikle kayıt işlerinde ve sınıfların belirlenmesinde büyük bir sorun ve kargaşa yaşanmıştı . Şöyle ki Aşağı Eber ve Ay Doğmuş Köyleri ilk okullarına devam eden öğrencilerle köyümüzde açılan Okuma Yazma Kursuna katılan çocuklar ve hiç okula gitmemiş olanlar ile normal yaşı gereği okula başlaması gerekenlerin nasıl bir düzen içinde okula ve sınıflara yerleştirileceği büyük bir sorun oluşturmuştu . Ayrıca devlet tarafından da , okul çağına gelmiş ama okula gidememiş olan , tüm köy çocuklarının yaşlarına bakılmaksızın ilk okula kayıt olmaları zorunluluğu getirilmişti .
    Normal olarak okul çağına yeni gelen bizler hariç , geri kalan tüm öğrenciler devletin öngördüğü esaslar ile Öğretmen ve Eğitmenin belirlediği usullere sadık kalınarak çocukların bilgi seviyelerine ve yeteneklerine göre gruplara ayrılmış , bu gruplamalar da , öğretmen ve eğitmen ile birlikte , köyün ileri gelen ve okur yazar olan eşrafının da katılımıyla bir heyetin oluşturulduğu ve bu heyetin hakkaniyet esasına göre hareket ederek sınıfların belirlendiği rivayet edilirdi . Ancak , bazı istisnalar da öngörülmüştü . Şöyle ki sınıflara ayrılan öğrencilerin yıl içinde gösterecekleri başarı /yetenek ve performans durumlarına göre bir üst veya alt sınıfa kaydırılma yetkisi öğretmen ve eğitmene verilmişti . Bu tür bir gruplamaya ve yetkiye , epey itiraz edenler olmuş ama sonunda iş tatlıya bağlanarak zamanında eğitime ve öğretime başlanılmıştı . O yıl okul çağına gelenlerle ile hiç okuma yazma bilmeyen ve yaşları bizlere yakın olan 8/9 yaşındakileri de birinci sınıfa kaydedilmiş, biraz okuma yazma bilenler ikinci sınıfa diğerlerini de bilgi seviyelerine göre üç , dört ve beşinci sınıflara kaydedilmişti.
    Okulumuz , iki dershaneden (derslikten) oluşuyordu , bir ve ikinci sınıflar daha küçük olan dershaneye yerleştirilmişti . Bir ve ikinci sınıflar Eğitmen olan MUSTAFA BAYSAL' a verilmişti , başka bir ifadeyle birinci ve ikinci sınıfların eğitim ve öğretim işleri Eğitmen' e üç , dört ve beşinci sınıfların eğitim ve öğretimleri ise öğretmen aynı zamanda Okul Müdürü olan NURİ YILMAZ' a verilmişti. En fazla öğrenci birinci sınıftaydı ama toplamda on öğrenciyi geçmiyordu . İkinci sınıfta ise daha az öğrenci vardı . Üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıflarda da yaklaşık üçer/dörder öğrenci vardı . Köyde geçen çocukluk yıllarımı ve İlk Okulda geçen yıllarımı ve anılarımı HAYAT HİKAYEM ve ANILARIM bölümünde detaylı olarak açıklanmıştır . Arzu eden ve ilgi duyan hemşerilerim ve okurlarım okuyabilirler .
    Bu arada çocukluk yıllarımda Deli Ahmet ve Deli Mehmet ustalarla yaşadığım bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum . Deli AHMET ve Deli MEHMET lakabı ile ün salan inşaat ustaları gerçekten yapı işlerini çok iyi bilen ustalardı . Ayrıca , aklımda kaldığı kadarıyla ikisi de hem çok zeki hem de çok pratik zekalı insanlardı . Zira , biz çocuklara pratik ama kolay tarafından matematik problemleri sorarlardı . Problemi çözemez isek bizlere kızarlar , sordukları problemin cevabını kendileri söylerlerdi . Aslında sordukları sorular basit tarafından çıkarma bölme ve toplama gibi basit işlemlerinden ibaretti . Şimdi tam olarak hatırlayamıyorum ama matematiğe dayalı sordukları sorulardan birisi gökte uçan turna kuşları ile ilgiliydi . Güya Turna Kuşlarının lideri Ana Turna Kuşu , bizim köyün üzerinden gruplar halinde uçarak geçerken aşağıya inşaat işlerinde çalışan Deli Mehmet ve Deli Ahmet ustalara haber salarlarmış . Derlermiş ki biz turna kuşları üç grup haline uçuyoruz . Birinci grupta otuz altı turna kuşuyuz , ikinci grupta ise bizim yarımızdan sekiz(8) fazla , üçüncü grupta ise ikinci grubun yarısından beş (5) fazla turna kuşu olarak uçuyoruz . Toplam üç grupta kaç turna kuşu vardır diye sorarlarmış ?... Bizler de soruyu ezberlediğimiz için hemen seksen diyerek cevaplardık . Diğer zamanlarda da inşaat ustası amcalarla karşılaştığımız da bizlere rakamları değiştirerek benzer matematik soruları sorarlardı . Sorulan soruların cevaplarını doğru olarak bildiğimiz için Ahmet ve Mehmet amcalardan aferin alırdık , bizler sevinirdik onlar da birbirlerine bakarak göz kırpar ve gülüşürlerdi . Ama ikisi de içten çok candan insanlardı , çocukları da çok seven tatlı amcalardı . Hatırlayabildiğim kadarıyla Mehmet ustaya Yörüklerin Mehmet derlerdi , Ahmet Ustanın da soyadı yanılmıyorsam GÜNAY idi . Evi de BOSTAN dayının evinin yanındaydı . Deli lakabını kim koymuş neden koymuşlar bilmiyorum ama her iki usta da işlerini çok iyi bilen ve yapan insanlardı . Köyümüzde ki İlk Okul ve Öğren Evi binalarını yaptıkları gibi bizim çocukluğumuzda köyümüzün tüm inşaat işlerini hep onlar yaparlardı . Hatta bizim evin bile inşaat işlerini 1951/1952 yıllarında onlar yapmışlardı .
    (3) . Turna Kuşu Hikayesi
    Turna Kuşu Hikayesini 1958’li yıllarda , o zamanlar da Akşam Gazetesinde köşe yazarlığı yapan Çetin ALTAN’ ın bir makalesin de okumuştum . Yani , İkinci Dünya Harbinin izlerinin çok taze olduğu ve bizlerin de genç , dinamik , meraklı ve kabına sığmaz bir Askeri Lise Öğrencisi olduğumuz yıllardı . Yatılı okullar da uygulanan kurallar gereği gazete ve mecmua gibi günlük veya haftalık yayınları ancak okul kütüphanesin de okuyabiliyorduk . O yıllarda ülkemizin içinde bulunduğu durum da pek iç açıcı değildi . İktidarda bulunan Demokrat Parti hükümeti ülkeyi doğru dürüst yönetemiyor , ekonominin gidişatı içler acısı , özellikle üniversiteler de öğrenci olaylarının bir türlü önüne geçilemiyor . Bundan dolayı da İstanbul , Ankara gibi bazı büyük kentlerde Sıkı Yönetim ilan edilmiş bir ortam da Çetin ALTAN gibi solcu bir yazarın ülkemizin içinde bulunduğu durumu yazma yerine Turna Kuşu Hikayesinden bahsediyor olması bizlerin dikkatini çekmişti . Bizler de neyin nesidir bu Turna Kuşu Hikayesi merakıyla okumuştuk . Sonradan öğrendik ki Turna Kuşu Hikayesi tüm dünya basının gündeminde olan en güncel haberlerden birisi imiş . Köyümüz inşaat ustalarının Turna Kuşu problemlerini sizlerle paylaşırken ben de derin izler bırakan yaşanmış bu gerçek hikayeyi anlatan Tura Kuşu hikayesini sizlerle paylaşmak istedim .
    Bilindiği gibi Turna Kuşu göçmen kuşlar grubuna giren leyleksi bir görünüşü olan ama dünyanın her yerinde görülebilen bir kuş türüdür . Özellikle JAPONYA gibi bazı Uzak Doğu ülke kültürlerinde kutsal olduğuna inanılan geçmişte ve günümüz de BARIŞIN ve NÜKLEER SİLAHSIZLANMANIN simgesi olarak kabul edilen bir kuştur .
    Turna Kuşu ile ilgili anlatacağım hazin ve acıklı hikaye Japonya’nın HİROŞİMA şehrinde yaşanmıştır . Bilindiği gibi ABD’leri 6 Ağustos 1945 tarihinde Japonya’nın Hiroşima şehrine , 9 Ağustos 1945 tarihinde de Nagazaki şehrine Atom bombaları atarak yaklaşık olarak üç yüz bin (300.000) kişiyi katlederek kalleşçe ve insanlık dışı silah kullanarak Japonları yenebilmişti . Başka bir ifadeyle savaş meydanlarında karada , havada ve denizde yenemediği Japonya’ ya acımasızca ve hunharca ATOM silahı kullanarak yenebilmişti .
    Hikayemizin kahramanı henüz iki yaşında SAHARA adında bir Japon kız çocuğudur . Hiroşima’ ya sekiz kilometre uzaklıkta bir Kasaba da ailesi ile birlikte yaşamakta imiş . 6 Ağustos 1945 tarihin de Hiroşima’ ya atılan Atom bombası nedeniyle SAHARA tüm aile fertlerini kaybetmişti . Başka bir ifadeyle atılan ATOM BOMBASI nedeniyle aile fertlerinin hepsi Amerika tarafından öldürülmüştü . Şans eseri ölümden dönen henüz iki yaşındaki küçük kıza komşuları sahip çıkmış ve kendi evlatları ile birlikte on iki (12) yaşına kadar besleyip büyütmüşlerdir . SAHARA gürbüz sağlıklı biraz da yaramaz ele avuca sığmaz bir kız çocuğu olmuştu . Bir gün sokakta arkadaşları ile birlikte oynarken aniden hastalanmış ve komşuları tarafından hastaneye götürülmüştü . Doktorlar küçük kıza kan kanseri(anemi) hastalığı teşhisi koyarak hastaneye yatırmışlar ve hemen tedaviye başlamışlardı . Aslın da Hiroşima’ ya Atom Bombası atıldığından beri radyasyon atıkları nedeniyle bölgede her yıl yüzlerce kişi ve çocuk kanser hastalığına yakalanıyor ve ölüyormuş . Ne yazık ki bunlardan biri de küçük SAHARA olmuştu . SAHARA hastanenin ilk günlerin de verilen ilaçların da etkisiyle kendini kısa sürede toplamış ve hastanede herkesin ilgisini ve sevgisini kazanarak diğer hastalara yardım etmeye başlamıştı . Hastane koridorlarında koşuyor , oynuyor , gülücükler atıyor tüm hastanenin adeta maskotu haline gelmişti . En iyi anlaştığı ve sevdiği hastalardan birisi de yine kanser hastası olan seksen(80) yaşında bir Japon yaşlı kadınmış . Yaşlı kadın da küçük kızı çok sevmişti . Yaşlı kadın hasta yatağında her gün küçük kızın gelmesini , kendisi ile konuşmasını dört gözle bekler hale gelmişti . Ancak yaşlı kadın , hastalığı her gün daha kötüye gitmeye başladığını görünce küçük SAHARA’ yı yanına oturtarak bir masal anlatır gibi , nasihat etmeye başlamıştı . ‘’JAPON DİNİ İNANIŞLARINA GÖRE BİR KİŞİ KAĞITTAN BİN TANE TURNA KUŞU YAPARSA TANRI O KİŞİNİN TÜM İSTEKLERİNİ KABUL EDER , HATTA HASTALIĞINDAN BİLE KURTARIRMIŞ ‘’. BEN YAŞLI OLDUĞUM İÇİN KAĞITTAN BİN TANE TURNA KUŞU YAPAMADIM AMA SEN DAHA ÇOK KÜÇÜKSÜN YAPABİLİRSİN ‘’ diyerek nasihatte bulunmuş ve akabinde de yaşlı kadın gözlerini kapatarak ruhunu teslim etmişti . Yaşlı kadının söylediklerinden ve ölümünden çok etkilenen SAHARA bir ümitle ve şevkle kağıttan Turna Kuşu yapmaya başlamıştı . Hikaye bu ya….SAHARA’ nın bu durumu kısa süre de tüm dünya ülkeleri basın ve yayın organlarında duyulmuştu . Hem Amerika’ yı lanetlemek hem de küçük SAHARA’ yı amansız hastalığından kurtarabilmek için tüm dünya çocukları seferber olmuş herkes kağıttan Turna Kuşu yaparak paketlerle SAHARA’ nın yattığı hastaneye göndermeye başlamışlardı . SAHARA da bir taraftan kağıttan Turna Kuşu yaparken öbür taraftan da hastalığı ağırlaşmaya başlamıştı . Bir akşam 637. nci turna kuşunu (Japon kültürü sanatında bu yapım işine ORGAMİ derlermiş ) yaparken geceleyin ruhunu teslim etmişti . Ertesi günü hemşireler ve hasta bakıcılar hastaneye gönderilen yüzlerce içleri kağıttan yapılmış Turna Kuşu ile dolu kutularla SAHARA’ nın odasına vardıklarında , SAHARA ‘nın gülümseyerek ölmüş vücudu ile karşılaşmışlardı . SAHARA bin tane kağıttan Turna Kuşu yapamamıştı ama hastalığından kurtulacağı ümidiyle huzurlu ve mutlu bir şekilde hakkın rahmetine kavuşmuştu . SAHARA’ nın ölümünden sonra da tüm dünya çocukları kağıttan yapılmış Turna Kuşu ORGAMİ ‘ leri göndermeye devam etmişlerdir . Japon Devleti , SAHARA’ nın kendi yaptığı kağıttan TURNAKUŞU maketlerini ve tüm dünya çocukları tarafında gönderilen milyonlarca TURNA KUŞU maketleri için ATOM BOMBASI atılan yerin yanına muhteşem bir MÜZE binası yaparak sergilemeye başlamıştır . Ayrıca , SAHARA’ nın anısını yaşatmak ve ölümsüzleştirmek için ATOM BOMBASI atılan yeri de muhteşem bir park haline getirilerek SAHARA’ nın ve TURNA KUŞLARI ‘ nın heykelleri ile süslemişlerdir . O tarihten bu yana da , yani 1945 yılından beri TURNA KUŞU ; BARIŞIN ve NÜKLEER SİLAHSIZLANMANIN sembolü /simgesi olarak anılmaktadır .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen

    Sevgili Hemşerilerim ve Okurlarım
    Köyümüzün Tarihçesi kapsamında köyümüzde yaşayan belli başlı aileler , köyümüz adını KAPLANLI olarak değiştirilmesi ve hangi Yörük soyundan geldiğimize ilişkin bir araştırma yazılarımı sizlerle paylaşacağım
    a. Köyümüzde Yaşayan Belli Başlı Sülaleler
    Köyümüzde yaşayan sülalelerle ile ilgili bilgiler köyümüz eşrafından Mehmet Baki ATIŞ arkadaşımızın internet ortamında paylaştığı yazılarından esinlenerek ve istifade edilerek derlenmiştir . Bilindiği gibi adı geçen arkadaşımızın köyümüzle ilgili olarak ‘’Köyümüzün Tarihçesi , Eber Köyünün Doğuşu , Kaplanlı Adının Nereden Geldiği , Buna Bağlı Olarak Kaplanlı Deresi Hikayesi , Köyümüzde Yaşayan Sülaleler , Kaplanlı Köyünden Esintiler adı altında köyümüzle ilgili fotoğraf albümü ve benzeri konularda’’ internet ortamında gerçek bilgi ve belgelere dayandırılmış ve makaleler şeklinde yayınlanmış yazılarına rastlanmaktadır . Özellikle belirtmek istiyorum ki bu bilgiler köyümüzle ilgili olarak yazılmış ve yayınlanmış KAYNAK niteliğinde olan ilk bilgilerdir . En azından gelecekte genç nesillerin köyümüzle ilgili yapacakları kültürel ve sosyal araştırmalarında başlangıç oluşturabilecek nitelikte bilgilerdir . Ayrıca bu bilgiler köyümüze kültürel açıdan katkı sağlamakta ve köyümüzle ilgili bir doküman niteliğindedir . Köyümüze kültürel açıdan katkılarından dolayı bu değerli hemşerimiz Mehmet Baki ATIŞ arkadaşımıza Kaplanlı Köyünden bir vatandaş olarak taktir , teşekkür ve sevgilerimi sunuyorum .
    Mehmet Baki ATIŞ’ ın makalesinde Köyümüz Sülaleleri şu şekilde belirtilmiştir .
    - Deligöz oğlu Sülalesi : Koca Deligöz Dede ve Oğulları
    - Musa Kahyalar Sülalesi : Kel Musa , Kel Ali , Kel Dede , Kel APPAK , Kel Dede , IRAZ Nine , Koca Gülsüm Nine .
    - ÇAKIRGİL Sülalesi : Hurşit dede ve Oğulları
    - Nizamlar Sülalesi : Hasan Çavuşlar , Musa Onbaşılar , Ali Mollalar
    - Yakuplar Sülalesi : Sofular , Deli İsmailler , Molla Yusuflar , Hakkı Çavuşlar
    -Koca Çıraklar Sülalesi : Ger Aliler ,
    -Ayanlar Sülalesi : Hacı Kardeş Oğulları , Ayanlar , Kurtlar , Gök Kızlar , Hacılar , Molla Mustafalar
    -Hayta Yörükleri Sülalesi : Bostanlar , Hacı İsmailler , Deli Göz Ahmetler
    Görüldüğü gibi köyümüzde yaşayan belli başlı sülaleler konusunda yorum ve katkılarda bulunamıyorum . Zira 13 yaşımda ayrıldığım köyüme ancak tatil zamanlarında gelebilme fırsatı bulabildim . Özetle ifade etmek gerekirse belli başlı sülaleleri ve köyümüz genç neslini tanımıyor ve bilmiyorum .
    Ancak benim aklımda kalan başlıca aileler çok genel bir yaklaşımla Yukarı Mahalleden başlayacak olursak ; HÜSAMETTİN Amcalar , GÖKKIZLAR , CELİLLER , SEFER Dayılar , GUBURLAR , BENLİ MEHMETLER , DELİ GÖZLER , HACILAR , KIZIL Hüseyinler , HASAN ÇAVUŞLAR , MOLLA MUSALAR , AYANLAR , MOLLA YUSUFLAR , SARILAR , CIBIRLAR , DELİ İSMAİLLER , CÜCELER , HATIPLAR , BOSTANLAR , HALİLLER , KEÇİ MUSALAR , ÇIRAKLAR , ÇAKIRLAR , ŞAŞKINLAR ve benzeri şeklinde devam ediyordu ki kanımca o zamanlarda yaşayan aile büyüklerine yakıştırılan sıfatlardı bunlar .

    b . Köyümüz Adının KAPLANLI KÖYÜ Olarak Değiştirilmesi ve Kaplanlı Deresi Hikayesi
    Bilindiği gibi köyümüzün ismi YUKARI EBER iken muhtemelen 1968’li yıllarda çıkartılan bir kanunla KAPLANLI olarak değiştirilmiştir . Başka bir ifadeyle bizler dahil 1968 yılından önce doğan tüm köylülerimizin nüfus cüzdanlarında doğum yeri olarak EBER köyü geçmektedir . Köyümüz adının değiştirme nedenleri olarak ulaşabildiğim kaynaklara göre Osmanlı Devletinden beri bazı mezra , köy ve yer isimlerinin Rumca , Ermenice , Süryanice ve Kürtçe kullanılmaya devam edildiğini devlet yetkililerince bu isimlerin Türkçeleştirilmesi hedeflenmiştir . Bu kapsamda ülke genelinde yaklaşık 12.000 civarında mezra , köy ve yer isimlerin de değişiklik yapılmış olup köyümüzün adı da bu kapsamda KAPLANLI olarak değiştirilmiştir . Bilindiği gibi KAPLANLI adı köyümüz sınırları içinde bulunan KAPLANLI Deresinden gelmektedir .
    Kaplanlı deresi ismini nereden aldığı konusunda çocukluk yıllarımda ninem ve köyümüz büyükleri tarafından bir çok efsaneler anlatılırdı . O zamanlarda yani çocukluk yıllarımızda anlatılan efsanelere inanır ve huşu içinde anlatılanları zevkle dinlerdik . Anlatılan efsanelerin hemen hemen hepsi de bir masal niteliğindeydi . Masal kahramanları ise yırtıcı bir hayvan olan KAPLAN ile ona karşı mücadele veren çok güçlü ve ağırlığı yarım tona varan ve çok iri yapılı , sivri boynuzları olan azgın bir BOĞA olurdu . Çocukluk bu ya… hem efsaneye dayalı masalları dinlemekten hoşlanır , hem de yırtıcı ve vahşi bir hayvanın gece rüyalarımıza girmesinden korkardık . Zira , KAPLAN yırtıcı vahşi hayvanının ; çok güçlü ve yırtıcı pençeleri olduğunu , genellikle yabani hayvanları avladığını ve onlarla beslendiğini , insanlara ve evcil hayvanlara zarar vermediğini , avlanma işini genellikle gecenin karanlığında yaptığını ballandırarak anlatırlardı . Zira KAPLAN , geceleri görme yeteneği en yüksek olan yırtıcı hayvanlardan birisiymiş . Rivayetlere göre normal insandan ve yabani hayvanlar olan ayı , kurt, çakal ve domuz gibi hayvanlardan beş/altı kat daha fazla görme yeteneğine sahipmiş . Avını takip eder nerelere gittiğini , nerelerde otlandığını belirler sonra da ona geceleri pusu kurarak yabani hayvanları avlarmış. Pusu yeri olarak pürleri (ardıç ağacı yaprağının köyümüze ki adı) çok sık olan çatallı ardıç ağaçlarının bulunduğu yerleri seçermiş . En fazla domuz ve tilki etini severmiş . Uzun süren kış günlerinde kar veya tipi yüzünden avlanamaz ve aç kalırsa evcil hayvanlara ve insanlara da saldırarak zarar verebiliyormuş . Ama aslında KAPLAN çok güzel görünen ve akıllı insanlara ve çevreye zarar vermeyen uysal bir hayvanmış .
    Çocukluk yıllarımda yani 1940/1950’li yıllarda ninem ÜMMÜ Gülsün ve Kara Bıçak dedenin anlattıklarına göre Kaplanlı Dere efsanesi 1800’lü yıllarda Şahin Kayasının güney doğusu istikametinde uzanan dere bölgesinde yaşanmış bir olaymış . O zamanlarda köy halkının çoğunluğu konar /göçer yaşam tarzını Dere Ağılı , Eber Alanı , Kara Alan , Küçük ve Büyük Emirgazi bölgelerinde devam ettiriyorlarmış . Bu arada köyümüzden bazı aileler de ESKİ KÖY bölgesini kışlık olarak kullanıyorlarmış . Zira Eski Köy bölgesi kış aylarında çok sert olarak esen kuzey rüzgarlarına yani poyraz rüzgarına karşı korunaklı bir bölgeymiş . Hatta bazı Yörük aileleri Eski Köyün güneyin de ve doğusunda kalan ve o zamanlarda Aydoğmuş köylülerine ait olan tarlaları bir sağmal inek (yavrusu olan ve süt veren hayvan) karşılığında , yani bir buzağılı inek , birkaç kuzulu koyun , birkaç oğlağı olan keçi karşılığın da YÖRELERİNDE ki Aydoğmuş köylülerine ait tarlalarla takas yaparak tarlaları satın aldıkları rivayet ediliyormuş . Bazı Yörük aileleri Eski köy bölgesi civarında ki arazilerine ilaveten boz yaka , kara tepe mezra bölgeleri ile Dere Ağılı, Kalkan Alanı , Kara Alan gibi yaylalarda ki tarla konumunda ki yerleri veya ekilip biçilmeye elverişli arazileri ekip biçmeye başlamışlardır . Ama böyle yaşamaya başlayan ailelerin sayısı yok denecek kadar azmış . Başka bir ifadeyle köy halkımızın çoğunluğu hayvancılıkla geçimini sağlamaya devam ediyormuş . Tarla bağ ve bahçe işleri pek revaçta değilmiş . Ancak tam tarihi bilinmemekte birlikte muhtemelen 1780/1790’lı yıllardan itibaren konar göçer hayatı yaşayan köyümüz sakinleri Eski Köy bölgesinde sabit yerleşime geçmeye başlamışlardır . Osmanlı Devleti tarafından çıkartılan Zorunlu İskan Kanunu uyarınca köylülerimize , tamamına yakını AYDOĞMUŞ Köylülerine ait olan tarla , arazi ve otlakıye yerleri tahsis edilmeye başlanmıştır . Zira , AYDOĞMUŞ köylüleri ile olan her türlü ihtilaflar bu tarihlerden sonra başlamaktadır . Keza Osmanlı Devletinin gelirine esas olan Tahrir Defteri kayıtlarında yani Aşar (öşür) , Ağnam (hayvan vergisi) ve Otlakıye parası gelir kayıtları da bu tarihlerden itibaren köyümüz adına rastlanmamaktadır . Başka bir ifadeyle 1780/1790’lı yıllardan önceki kayıtlarda köyüz ismi devletin resmi kayıtlarında geçmemektedir .
    Eski Köy bölgesine yerleşen ailelerden ve Yörük aşiretinden gelen Çoban HASAN’ lar lakabı ile anılan soylu bir Yörük aile varmış . Çoban Hasan askerliğini çavuş olarak yaptığı için köylülerimiz ona Hasan ÇAVUŞ’ ta derlermiş . Çoban HASAN , baya iri yapılı , yakışıklı , çevik , atik , tuttuğunu koparan alçak gönüllülük gibi bazı özellikleri de varmış . Bu ailenin koyun ve keçileri yokmuş , yalnızca sığırları varmış . Geçimlerini de sığırcılıkla sağlıyorlarmış . O zamanlarda ve halk arasında bu aileye SIĞIRCILAR da deniliyormuş . Daha sonra ki yıllarda ve günümüzde Çoban Hasan sülalesine Musa Kahyalar denilmeye başlanmıştır . Elde edebildiğim kaynaklara göre Kel Musa , Kel Ali , IRAZ Nine bu sülale mensuplarındanmış . Rivayete göre Çoban Hasan’ın yirmiye yakın ineği , danası , düvesi , tosunu varmış . Köyümüz Yörük aşiretin de en çok süt veren inekleri , en iri danaları , düveleri ve tosunları hep onlar yetiştirirmiş. Zira çoban Hasan sığırlarını en iyi otlaklarda otlatırmış . Hatta ALA TOSUN lakabı ile anılan dillere destan çok iri yapılı , yaklaşık yarım ton ağırlığında , kafası ile tos vurduğunda yabani hayvanları devirerek yaralanmasına sebep olan bir tosunu varmış . Çok iri ve güçlü yapısının yanında ele avuca sığmayan çevik ve atik Ala TOSUN , sahibi olan Çoban Hasan’ a karşı uysal ona itaatkar bir özelliği de varmış . Sığır sürüsünün liderliğini de hep Ala Tosun yaparmış . Ala Tosunun sığır sürüsünün içinde en iyi geçindiği ve dost olduğu bir diğer grup ise sürünün KARABAŞ lakabı ile anılan çoban köpekleriymiş . Zira karabaşlara taze yabani hayvan etini o sağlıyormuş . Gece veya gündüz , çoban köpekleri bir tehlike sezdiğinde ve havlamaya başladığında hemen Ala Tosun o tarafa dikkat kesilir ve tüm dikkatini sesin geldiği tarafa çevirir iri gözleri ile etrafı kolaçan edermiş . Eğer tehlikeyi görür veya hissederse , var gücüyle ona doğru koşar , ona saldırır , kafası ve sivri boynuzları ile vurduğu toslarla tehlikeyi bertaraf edermiş . Nitekim bu saldırılar sonucunda ayı , kurt , domuz ve çakal gibi bir çok yabani hayvanı öldürdüğü veya yaraladığı rivayet ediliyormuş . Öldürdüğü yaban hayvanları da karabaşlara yiyecek oluyormuş . Onun için karabaşların en iyi dostu Ala Tosunmuş .
    Çoban Hasanlar çadırlarını yaz aylarında Dere Ağıl yöresinde ki Kalkan Alanı bölgesinde kurarmış . Sığırlarını da Dere Ağılı , Ün Kısığı , Eber Alanı ,Kara Alan ve Aksu Deresi otlaklarında ve çayırlarında otlatırmış . Zira yaz aylarında en güzel çayırlar ve otlaklar oralarda olurmuş . Hatta bu çayırların bir kısmını Çoban Hasan TIRPAN aracı ile biçerek öbekler halinde yığar , kestiği çayır otları kuruduktan sonra da otları merkeplerine ve atlarına yükler köyde ki samanlığına taşırmış . Getirdiği kuru otları kış günlerinde sığırlarına verirmiş . Çoban Hasan sonbahar da havalar soğumaya başladığında sığır sürüsü ile birlikte Eski Köy bölgesine döner kış aylarını ise Eski köy bölgesinde ki dam evlerinde ve ahırlarında geçirirmiş .
    Olayın meydana geldiği tarih tam olarak bilinmemekle birlikte tahminen 1800’lü yılların başlarında yaşandığı rivayet ve tahmin ediliyormuş . O yıl havalar erkenden soğumaya başlamış ve akabinde de kış erkenden bastırmış ve tüm yayla bölgeleri ile birlikte Eski Köy bölgesi ve yöremiz de karlar altında kalmıştı . Çoban Hasan sığır sürüsü ile birlikte Kalkan Alanı , Dere Ağıl ve Şahin Kayası güneyini takiben Eski Köy bölgesine inen patika yolu takip ederek sığır sürüsü ile birlikte köye dönüşe başlamıştı . Ama daha Dere Ağılı bölesinde iken hava bozularak kar yeniden lapa lapa yağmaya başlamıştı . Şahin Kayası güneyi bölgesine geldiğinde kuzeyden esen poyraz rüzgarı şiddetini artırarak kar yağışı tipiye dönüşmüş ve nerede ise göz gözü görmez hale gelmişti . O tarihlerde Şahin Kayası güneyi bölgesi çam , ardıç , diken ardıcı , iri çalı ve meşe ağaçları ile kaplı ormanlık bölgelermiş . Ormanlarla kaplı bölgenin içinden geçerken sürüye kılavuzluk yapan karabaş çoban köpekleri bütün gücüyle havlamaya başlamışlar. Hem çoban Hasan hem de sürü lideri Ala Tosun tüm dikkatlerini köpeklerin sesinin geldiği yöne doğrun çevirmişler ise de yoğun olarak yağan kar ve tipi yüzünden tehlike bölgesine ve köpeklerin can havliyle saldırdığı bölgeye bir türlü gidemiyorlarmış veya ulaşamıyorlarmış . Çoban Hasan hem karabaş köpeklerine ve hem de sığır sürüsüne moral vermek ve tehlike saçan yaban hayvanını korkutmak için çiftesi ile havaya birkaç kez kuru sıkı ile ateş etmişti . Bir süre sonra köpeklerin sesi soluğu kesilmişti ama köpekler sığır sürüsünün yanına dönmemişlerdi . Belli ki karabaş köpeklerinin başları yaban hayvanı ile dertte veya yaban hayvanı onları öldürmüştü . Bu sırada Ala Tosun sürünün önünde pür dikkat etrafı kolaçan ediyormuş . Bir ara Ala Tosun Köpekleri pençeleri ile parçalamış kanlı ayakları ve keskin pençeleri ile parçalayan ve sığır sürüsüne doğru yaklaşan vahşi havanla göz göze gelmişti . Ala Tosun iri cüssesi ve tüm gücüyle havaya fırlayarak ve sivri boynuzlarıyla vahşi hayvana sivri boynuzları ile tos vurmuştu . Neye uğradığını şaşıran vahşi hayvan da aynı çeviklikle öldürücü pençesini Ala Tosunun hörgücüne geçirmişti . Ala Tosun hemen toparlanarak ve tüm gücünü toplayarak çevik bir hamle ile yabani vahşi hayvanın hörgücünde ki pençesinden kurtulmuştu . Neye uğradığını şaşıran vahşi hayvan daha toparlanma fırsatı bulamadan Ala Tosun tarafından ikinci kez öldürücü boynuz darbesini yiyerek ağır yaralanmıştı . Çoban Hasanın anlattığına göre Ala Tosun ikinci öldürücü darbesini vururken yabani vahşi hayvanı boynuzları ile havaya kaldırarak birkaç metre öteye fırlatmıştı bile… . Bu arada Ala Tosun da hörgücün aldığı pençe darbesi ile yaralanmış kanlar içinde kalmıştı ama sürünün başında dimdik ayakta kalmıştı . Vahşi hayvan neye uğradığını şaşırarak güney tarafında kalan dere yatağı istikametinde yaralı bir halde etrafa kanlar saçarak var gücüyle kaçmaya başlamış ve gözden kaybolmuştu .
    Çoban Hasan bu badireyi atlattıktan sonra sığır sürüsü ve yaralı Ala Tosunu ile birlikte sağ salim akşama doğru Eski Köy bölgesinde ki dam evine varmıştı . Hayvanlarının barındığı ahırında elinde ki gaz lambasının sönük ışığın altında ve olanakları çerçevesinde Ala Tosununun yaralarını temizlemiş ve sarıp sarmalayarak tosununu tedavi etmeye çalışmıştı . Ancak Ala Tosunun hörgücüne saplanmış yabani vahşi hayvanın kopmuş pençe tırnaklarının hala Ala Tosunun hörgücünde saplanmış olarak durduğunu da görmüştü . Çoban Hasan olan biteni ve yaşadığı kabus dolu anlarını tüm köy halkına KÖY KAHVEHANESİN de tüm detayları ile anlatmıştı . Köy halkı da bu kadar güçlü bir vahşi hayvanın ne olabileceği merakı ile silahlarını da alarak ertesi günü sabahleyin erkenden olayın meydana geldiği Şahin Kayası güneyi bölgesine varmışlardı . Gece boyunca devam eden kar yağışı ve tipi yüzünden kaybolan , ancak yer yer görülebilen kan izlerini takip ederek dere yatağının ta…. İçin de yaralı vahşi hayvanı bulmuşlardı . Yaralı hayvan ölmemişti ama Ala Tosundan yediği öldürücü boynuz darbelerinden dolayı ağır yaralı olarak can çekişiyormuş . Köylülerin yaptığı detaylı incelemede vahşi hayvanın öldürücü darbeyi sağlayan pençelerinin hayvanı ayağından kopmuş olduğunu görmüşlerdi . Köylülerin sıktığı kurşunlarla can çekişen ağır yaralı yabani vahşi havan öldürülmüştü . Köylüler Yaptıkları incelemelerden sonra yabani vahşi hayvanın bir KAPLAN olduğuna karar vermişlerdi . O tarihten bu yana da yani 1800’ lü yıllardan beri Şahin Kayası güney doğusundan köy merası istikametinde uzanan derenin adı da KAPLANLI DERESİ olarak anılmaya başlanmıştır. Kaplanlı deresi hikayesi de bu şekilde son buluyordu .
    c . Köyümüzün Hangi Yörük Soyundan Geldiğine İlişkin bir Araştırma
    Mensubu olabileceğimiz veya mensubu olduğumuz tahmin edilen Yörüklerin geçmişten günümüze tarihçelerine özetle göz atma gereği duyulmuştur . Zira , soyundan geldiğimiz iddia edilen Yörükler kimdir ? neyin nesidir ? kısaca değinmekte fayda görülmüştür . Bu bilgileri sizlerle paylaştıktan sonra hangi Yörük soyundan geldiğimize ilişkin araştırmalarımı sizlerle paylaşacağım .
    Yörük ve Türkmen Tanımları
    Yörük , yürüyen , göç eden insan anlamına gelmektedir . Aynı zamanda doğada yaşayan ÖZGÜR RUHLU İNSAN anlamına da gelmektedir . Bazı kaynaklara göre ise Yörük Türkmen demektir , farklı bir Türk topluluğu değildir , Yani Yörük ve Türkmenler ÖZ BE ÖZ TÜRK' tür . Başka bir ifadeyle Yörük’ ün yerleşik düzene geçmişine Türkmen denilmektedir . Türkmen kelimesinin anlamı da Türk insanı/adamı demektir . Yörük , büyük ölçüde on yedinci yüzyıla kadar konar/göçer hayatı yaşamış Türk topluluklarına verilen genel bir isimdir . Kırgız , Çerkez , Tatar , Sarı Keçili , Kara Keçili , Kınalı , ............Gagavuz diye bir ayırım yapılmaz. Hepsi Türk soyundan ve Türk ırkından gelmektedir .
    Yörüklerin Kökenleri ve Kolları
    Yörüklerin kökenleri ta...... Orta Asya'ya ya kadar uzanmaktadır (11) . Diğer TÜRK Boyların da olduğu gibi , mensubu olduğumuz tahmin edilen Sarı veya Kara Keçili Yörükleri de Orta Asya’dan göç ederek bin ikiyüzlü (1200) yıllarda ANADOLU 'ya geldikleri , bir kısmının , Doğu Anadolu’ya Erzurum , Bitlis ,Van yöresine , bir kısım unsurlarını Suriye’nin Halep ve Şam bölgesine , Ertuğrul Gazi bir kısım unsurlarının da bunlar Kara Keçili Yörükleri olup Orta Anadolu 'ya Eskişehir , Kütahya , Bilecik , Söğüt yöresine yerleşmişlerdir . Sarı Keçili Yörüklerinin ise ana unsurlarıyla Konya , Karaman , Mersin , Alanya , Antalya yöresine bir kısım unsurlarının da Afyon , Dinar , Isparta , Keçiborlu , Burdur yörelerinde dağınık bir şekilde KONAR / GÖÇER hayatı yaşadıkları değişik tarih kaynaklarında belirtilmektedir (12) .
    Yine tarihi kaynaklara göre Sarı Keçili Yörük Aşiretinin bir uzantısı olduğu tahmin edilen Kınalı Aşiretinim (13) bölgemizden geçerek BURDUR yöresine gittiği veya Antalya yöresinden BURDUR bölgesine geldiği öngörülmektedir . Kınalı Aşiretinin yaklaşık iki yüz (200) çadırdan oluşan oldukça kalabalık bir Yörük (Türkmen ) aşireti olduğu tarih kitaplarında yer almaktadır . Kınalı Aşireti BURDUR yöresine vardığında , Aşiret Reisine ''GAİPTEN BİR SES , BURADA DUR … BURASI CENNETİN BİR PARÇASIDIR '' der . Aşiret Reisi de gaipten gelen bu sese kulak vererek , burada durur ve 200 çadırlı aşiretini bölgeye yerleştirerek , TEKE yöresinde yaşayan Yörüklerin temel taşını oluştururlar . BURDUR sözcüğünün de ''BURADA DUR'' kelimesinden türetildiği de rivayet edilmektedir . Bu görüşün bir RİVAYET olduğunu unutmamak gerekir . O zamanlar da BURDUR GÖLÜ yöresi , bataklık olmasının yanında , çok mümbit / verimli topraklardanmış . Ancak Kınalı Aşireti’nin de uzun süre Sivri Sineklerle mücadele ettiği ve salgın şeklinde ki Sıtma Hastalığından dolayı önemli ölçü insan kaybına uğradığı da tarih kayıtlarında yer almaktadır .
    Diğer taraftan 1828 yılında DİNAR 'a gelen İngiliz MİSYONER Rahip ARONDELL' in yayınladığı kitabında , DİNAR' ın tarihi hakkında çok detaylı bilgiler vermektedir . Bu bilgilerin bir çoğu da DİNAR' ın tarihçesinde de yer almaktadır . Ayrıca , adı geçen Rahip , DİNAR halkının nerede ise tamamının Yörük veya Türkmenlerden oluştuğunu da belirtmektedir . Keza , DİNAR yöresin de yaşayan YÖRÜK türkülerine ve Yörük kızlarının türküleri söylerken / oynarken giydikleri yöresel kıyafetlere baktığımızda , halen bu bölgede yoğun bir şekilde Türkmenlerin /Yörüklerin yaşadığını söyleyebiliriz .
    1980 yılında , TRT tarafında siyah beyaz olarak çekilen videolarda ; ‘’HATÇEM ÇIKMIŞ GÜL DALINA ‘’ türküleri ve oynanan oyunları da yöremiz bölgesine aittir . YÖRÜK KIZLARININ yöresel kıyafetler içinde insanı büyüleyen ve hayran bırakacak güzellikte Yörük oyunlarını büyük bir coşku ve disiplin içinde oynadıklarını görebiliyoruz (13 ) . Adı geçen Yörük havalarına ve oyunlarına GOOGLE’ dan DİNAR yöresine ait Yörük Oyunları sitesinden veya FACEBOOK’ tan Musa KURT’ un zaman tünelinden ulaşabilirsiniz . Göçebe hayatında , at binen , kılıç kuşanan , yiğitleri ile cenge tutuşan Yörük kızlarının yerleşik düzende başka bir yeteneklerini ve becerilerini gurur duyulacak özelliklerini sergilediklerini görebiliyoruz .
    Bilindiği gibi , DİNAR yöresine ait ‘’SÖĞÜDÜN YAPRAĞI DAL ARASINDA , GÜZELİ SEVERLER BAĞ ARASINDA , ÜÇ BEŞ GÜZEL BİR ARAYA GELMİŞLER , BENİM SEVDİCEĞİM YOK ARASINDA ‘’şeklinde devam eden türkü de DİKİCİ köyünden NURETTİN adında ve Yörük kökenli bir arkadaşımıza aittir . Keza , yaptığım araştırmalar da , Isparta , Burdur , Keçiborlu ve Dinar şehirlerin de ve kırsal bölgelerin de yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunun(%80)'den fazlasının , Yörük veya Türkmenler den oluştuğunu söyleyebiliriz
    (3) . Yörüklerin Özellikleri
    Yeri gelmişken , biraz da YÖRÜKLERİN özelliklerinden bahsetmek istiyorum (14) . Sarı veya Kara Keçili Yörükleri , yiğitlikleri , dürüstlükleri ve güvenirlikleri özellikle Osmanlı Devleti içinde oynadıkları roller itibarıyla tarih sayfalarında birer gurur kaynağı olarak anılmaktadır . Köyümüzün de içinde yer aldığı Sarı veya Kara Keçili Yörüklerinin Güney Kolu uzantılarının nerelerde yaşadığı , neler yaptığı ve halen ikamet ettiği bölgeye ne zaman nasıl geldiği hakkında kesin bilgilere ulaşılamamıştır . Ancak , Oğuz Türklerinin KAYI boyundan olan ERTUĞRUL Gazinin Kara Keçili Yörüklerinin SOFTALİ boyundan olduğu , tarih kitaplarında belirtilmektedir . Ertuğrul Gazi ; Aşireti ile birlikte Doğu Ana Dolu 'ya geldiğinde , Anadolu Selçuklu Devleti tahtında ALEATTİN KEYKUBAT varmış . Anadolu'nun büyük bölümü de SELÇUKLU Devletinin hakimiyetindeymiş . Bilindiği gibi o tarihlerde ‘’BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’’ sınırları ta…ÇİN ve HİNDİSTAN sınırlarına kadar uzanmaktadır . Kısacası Anadolu Selçuklu Devleti en güçlü zamanını yaşıyormuş . 1230 yıllarında , SELÇUKLU DEVLETİ ile HARZEMŞAH Devleti arasında yapılan ve ERZİNCAN dolaylarında cereyan eden YASSI ÇİMEN bölgesinde ki muharebe de , ERTUĞRUL GAZİ Aşireti , Selçuklu Devleti'nin yanında yer alarak savaşa katılmış ve HARZEMŞAH Devletini büyük bir yenilgiye uğratmışlardır (15) . Bu muharebenin kazanılmasında ki katkılarından dolayı Selçuklu Hükümdarı tarafından Ertuğrul Gazi Aşiretine , kışlık ve yazlık olarak , ESKİŞEHİR , BİLECİK VE SÖĞÜT bölgeleri verilmiş ve ERTUĞRUL GAZİYİ’ de aynı bölgede Bizans Kuvvelerine karşı UÇ BEYİ olarak görevlendirmiştir . Ertuğrul Gazi , SÖĞÜT yöresine vardığında , daha önceden bu bölgelere gelen ve akrabalarım dediği Kara Keçili Yörükleri ile sıkı bir işbirliğine girmiş ve UÇ BEYLİĞİNİ ' de Kara Keçili Yörük yiğitleri ile güçlendirmiştir . Hatta , bazı kaynaklara göre , ERTUĞRUL GAZİ evlilik çağına gelen yiğitlerini , Kara Keçili Yörük kızlarıyla evlendirirmiş . Zira , Kara Keçili Yörük kızları , güzel olmalarının yanında , çok dürüst , sağlam karakterli , becerikli , yiğitleri gibi ata binen , kılıç kuşanan gerektiğinde yiğitleriyle birlikte cenge giden ve cenk tutuşan , üstün vasıflar olduğu çok iyi biliniyormuş . Ertuğrul Gazi , oluşturduğu bu güzel ortamda , zaman zaman komşu olduğu ve Tekfurlar tarafından korunan , BİZANS topraklarına akınlar düzenleyerek gücünü test ettiği de tarih kitaplarında yer almaktadır .
    Ertuğrul Gazinin ölümünden sonra oğlu OSMAN GAZİ Uç Beyliğine getirilmiştir . Tarihte kurulmuş en büyük Türk Devleti olan OSMANLI DEVLETİ , 1299 yılında OSMAN GAZİ tarafından BİLECİK / SÖĞÜT bölgesinde kurulmuştur . Kısa sürede süratle genişleyerek büyüyen OSMANLI DEVLETİ koca bir İMPARATORLUK haline gelmiştir
    . Asıl konumuz olan Yörüklerin kahramanlıklarını ve özelliklerini Osmanlı padişahlarından örnek vererek araştırmamı noktalamak istiyorum . Osmanlı Padişahlarından İkinci ABDÜLHAMİT , kendisinden önceki iki padişahın da haksız yere tahttan indirildiğini düşündüğü için güvenliğine son derece önem veriyormuş . Bu nedenlerle YILDIZ SARAYIN 'da doğrudan kendisine bağlı SARAY MUHAFIZ BÖLÜĞÜ 'nü kurmuştur. Daha sonraki yıllarda bu Bölük Muhafız Alayına dönüştürülmüştür . Abdülhamit Saray Muhafız birliğin de görev yapacak askerlerini SÖĞÜT yöresine yerleşen ÖZ HEMŞERİLERİM dediği Kara Keçili Yörük yiğitlerinden seçermiş . Abdülhamit'in yıllarca Başkatipliğini yapan TAHSİN PAŞA anılarında (16) Kara Keçili Yörük yiğitleri için ‘’Damarlarında TÜRK neslinin TEMİZ ve MÜBAREK kanı dolaşan Kara Keçili Yiğitlerinin , hiçbir ferdi , hiç bir şekil ve surette ne şahsen ve ne de birilerinin aracılığı ile fitne fesatlık etmemiş ve fenalığa alet olmamışlardır . Muhafız Bölüğünde ki veya Alayındaki ki görevlerine adeta bir KAYA GİBİ tertemiz gelmişler bir KAYA GİBİ , tertemiz gitmişlerdir . Padişahımıza ve vatanımıza bağlılıkları her türlü takdirin üstündedir . Allah hepsinden razı olsun , yolları açık , tuttukları altın olsun '' diyerek Kara Keçili Yörük Yiğitlerine övgüler yağdırmıştır . Anadolu da yaşayan diğer Yörük yiğitleri de bulundukları ve yaşadıkları yörelerin de benzer kahramanlıklar göstermişlerdir .
    Keza , İstiklal Harbi döneminde , Yörük Efelerinin özellikle BATI ANADOLU' da ki Yunan işgaline karşı büyük direniş gösterdikleri de bilinmektedir . Bazen Nizami Ordu Birlikleriyle cephelerde muharebelere katılmışlar , bazen de cephe gerisinde kalarak GERİLLA Muharebeleri vererek YUNAN Ordusunun büyük ölçüde yıpratılmasını , zayiat vermesini sağlamışlardır . Özellikle , Anadolu içlerine doğru ilerlemeye çalışan Yunan Birlikleri'nin lojistik Destek (araç , gereç , mühimmat , erzak , levazım , akaryakıt vb. ) hizmetlerinin , önemli ölçüde aksatılmalarını sağlamışlardır . Demirci Mehmet Efe , Yörük Ali Efe , Kamalı Efe ve Yanık Efe bunlardan bazılarıdır .
    Özetle ifade etmek gerekirse Köyümüzün de mensubu olduğu Sarı veya Kara Keçili Yörükleri Öz Be Öz TÜRKTÜR ve kahramanca yaşamışlardır . Osmanlı Devleti başta olmak üzere bir çok Türk devletinin kuruluşlarında rol almışlar , her zaman ve her devirde sağlam güvenilir , devletine ve milletine gönülden bağlı bir topluluk olarak tarih sayfalarında yer almışlardır . TÜRKLÜĞÜMÜZLE ve YÖRÜKLÜĞÜMÜZLE her zaman gurur ve onur duyduk . Dünya var oldukça da onur ve gurur duymaya devam edeceğiz . NE MUTLU TÜRKÜM diyerek bu konudaki araştırmalarıma son veriyorum .
    c . Köyümüzün Hangi Yörük Soyundan Geldiğine İlişkin Bir Araştırma
    Kitabımın önceki bölümlerinde de değinmeye çalıştığım gibi soyundan geldiğimiz Yörükler konusunda bir değerlendirme ve yorum yapmak istiyorum . Bilindiği gibi , köyümüz Yörük soyundan gelmektedir . Yaşam tarzımız , adet ve ananelerimiz ve kültürümüz de bunu doğrulamaktadır . Ancak , hangi Yörük soyundan geldiğimiz konusunda bu güne kadar tam bir fikir birliği sağlanamamıştır . Sarı Keçili Yörük’ ü olduğumuzu söyleyenler olduğu gibi , Kara Keçili Yörük’ ü olduğumuzu söyleyenler de vardır . Nitekim benim çocukluk ve gençlik yıllarında , yani 1950/1960 ‘ lı yıllarda görüşlerini alabildiğim yaşlıların çoğunluğu ninem ÜMMÜ GÜLSÜN’ ün (1868/1955) yaş arkadaşlarıydı . KARABIÇAK (1868) dede , İmamların HÜSEYİN(1878) dede , Deli Göz Oğlu MEHMET(1885) dede , Hasan Çavuş ve Molla YUSUF OĞLU bunlardan bazıları olup , o zamanlarda , hepsi de yetmişli/seksenli yaşlardaydılar . Daha sonraki yıllarda , yani benim gençlik , olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde de değişen bir şey olmamıştı veya aynı teraneler devam ettirilmişti . Yani köylülerimizin bazıları Sarı Keçili , bazıları da Kara Keçili Yörük soyundan geldiğimiz tartışmasını sürdürüp gidiyorlardı . Ama elle tutulur , gözle görülür somut deliller yoktu . Özetle ifade etmek gerekirse , söylenenlerin hemen hemen hepsi veya çoğunluğu gerçek bilgi ve belgelere dayanmayan , kulaktan dolma duyumlar , bilgiler veya rivayetler şeklinde olduğu ifade edilebilirdi .
    T Bu konuda tarihi kaynaklara dayanarak yaptığım araştırmalarda genel olarak Orta Asya’dan ANADOLU’ ya gelen YÖRÜKLER’ den Sarı Keçili Yörüklerinin Güney TOROSLAR bölgesine , yani KONYA , BEYŞEHİR , KARAMAN, MERSİN , SİLİFKE , ALANYA ve ANTALYA yörelerine yerleştikleri tarih kayıtlarında yer almaktadır . Ayrıca , halen bu bölgelerde SARI KEÇİLİ YÖRÜKLERİ bazı unsurları ile göçebe hayatını sürdürdükleri de bilinmektedir . Bu arada , bazı kaynaklar da Sarı Keçili Yörük Aşiretinin bir kısım unsurlarının Sandıklı , Dinar , Dazkırı ve Başmakçı yöresine doğru giderek bu şehirlerde ve kırsal alanlarında yerleştiklerine de tarih kayıtların da rastlanmaktadır .
    Diğer taraftan , Ertuğrul Gazi liderliğinde ANADOLU’ ya gelen Kara Keçili Yörükleri ana unsurlarıyla ESKİŞEHİR , BİLECİK ve SÖĞÜT bölgelerine yerleşmişlerdir . Yine tarihi kaynaklara göre Kara Keçili Yörüklerinin SÜLEYMAN ŞAH yönetimindeki bazı unsurları SURİYE ‘nin HALEP ve ŞAM bölgelerinde yaşamışlarını sürdürmüşlerdir . Bilindiği gibi SÜLEYMAN ŞAH’ ın Türbesi halen Suriye toprakları içinde bulunmaktadır . Ertuğrul Gazi yönetiminde ki Yörüklerin çoğunluğu ANADOLU topraklarının büyük bir bölümünü elinde bulunduran ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’ nin , Bizans Tekfurlarına karşı UÇ BEYLİĞİ görevini yürütüyorlardı . Başka bir ifadeyle BİZANS saldırılarına karşı ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ sınır güvenliğini/emniyetini sağlıyorlardı . Daha sonra ki yıllarda ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ yıkıldıktan sonra Anadolu da bir çok BEYLİKLER kurulmuş olup bu arada 1299 yılında da OSMANLI Devleti kurulmuş , daha sonraki yıllarda da bu devlet büyük bir İmparatorluk haline gelmiştir . Bu arada Kara Keçili Yörüklerinin Güney kolunu oluşturan bazı unsurlarının da AFYON , Sandıklı , Dinar ve Başmakçı yörelerine yerleştikleri de yine tarih kayıtlarında görebiliyoruz . Nitekim , halen Sandıklı ve Hocalar İlçelerine bağlı kırsal kesimlerde Koca Yayla Köyünde ve Tuğla Yaylası bölgelerinde göçebe hayatını sürdüren Kara Keçili Yörükleri bulunmaktadır . Keza Dinar yöresinde de özellikle ÇÖL OVASI bölgesinde bazı köylerde Kara Keçili Yörük mensuplarının yaşadığı tarih kayıtlarında yer almaktadır . Daha önce de açıklaya çalıştığım gibi , mensubu olduğumuz tahmin edilen Yörüklerin Sarı Keçili veya Kara Keçili Yörükleri 1700 ‘ lü yıllarda , AFYON , BOLVADİN . ÇAY yöresinde yaşadıklarını ve genel hatlarıyla ÇAY , ŞUHUT güneyi , SANDIKLI Dağları güneyi ve KARAKUŞ Dağları kuzeyi arasında ki vadi bölgesini kullanarak DİNAR bölgesine geldiklerini izah etmeye çalışmıştım. Bu cümleden hareket ederek daha önce yayınlanan ‘’ KAPLANLI KÖYÜ VE ANILARIM’’ adlı kitabımda da köyümüzün de Kara Keçili Yörükler’ in den olabileceğini söylemek daha mantıklı ve akla uygun gelmektedir ifadesine yer vermiştim . Hatta bir önceki kitabım da Kara Keçili Yörükleri hakkında da bir araştırma yaparak elde edebildiğim bilgileri de siz hemşerim ve okurlarımla paylaşmaya çalışmıştım . Ancak bu konulara ilişkin çelişkili bilgilerin çokluğu ve net bilgilerin olmaması karineyle sonuca gitmemizi zorlamaktadır . Nitekim daha sonra ki tarihlerde yaptığım araştırmalarda ulaşabildiğim kaynaklara göre bu konularda ki belirsizliğe kısmen ışık tutacak nitelikte bulgu ve belgelere ulaşılmıştır .
    Araştırmacı Yazar Doktor Muharrem BAYRAK ‘’Kara Keçili Yörük Aşiretinin Tarihi ve Kültürü’’ adlı eserin de Afyon bölgesine gelen Yörüklerin şu şekilde iskan edildikleri görüşüne yer vermiştir . Kara Keçili Yörükleri Güney Kolu Aşiretinin bazı unsurlarının Afyon Merkez , Sincanlı , Bayat , İhsaniye şehir merkezlerine ve köylerinde iskan edildiklerini , Sarı Keçili Yörüklerinin bir kısım unsurlarının ise ; Bolvadin , Çay , Sandıklı , Evciler , Dinar , Dazkırı , Başmakçı şehir merkezlerinde ve köylerinde iskan edildiklerini ifade etmiştir . Keza , Emekli Öğretmen ve Araştırmacı Yazar Doktor Mehmet TEKİN’ de ‘’AYFOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinde de aynı doğrultuda görüş ortaya koyduğuna tanık oldum . Köyümüzden bilim insanı olarak yetişen ve kendisi ve varlığı ile gurur duyduğumuz Profesör Doktor Mehmet Zeki YILDIRIM hocamızın ‘’ KAPLANLI KÖYÜ İSMİNİ NEREDEN ADLI ‘’ adlı makalesinde ve yine köyümüz eşrafından Mehmet Baki ATIŞ hemşerimizin de ‘’KIL ÇADIRDAN BU GÜNE EBER (KAPLANLI) adlı yayınlanan makalesinde de köyümüzün Sarı Keçili Yörük Aşiretinden olduğu görüşüne yer vermişlerdir . Ayrıca , Yörük Tarihi Araştırmacı Yazarlarından Ahmet ERGUN ve Mehmet Akif TERZİ ‘’OSMANLI NÜFUS DEFTERİNDE 1843 ISPARTA ‘’adlı eserlerin de köyümüz ile ilgili Sarı Keçili Yörüklerinden ‘’EBER YÖRÜKANİ AŞİRETİNDEN EBER CEMAATİ ‘’ ifadelerine yer vermiş olduklarını görüyoruz. Ayrıca , aynı eserde Sarı Keçili Yörüklerinden olan EBER Cemaatinin 1831 yılından 30/40 yıl önce yani 1780 /1790’lı yıllarda ESKİ KÖY bölgesinde yaşamaya başladıkları , tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları , vergilerini muntazam ödedikleri ifadelerine yer vermişlerdir . Adı geçen eserde köyümüzün bulunduğu yer Aydoğmuş Köyüne birkaç saatlik mesafede bulunan MEZRAA (Eski Köy Bölgesi) olarak ifade edilmiştir . Görüşlerine ve eserlerine değer verdiğim en önemlisi kaynak gösterilerek verdikleri bilgilerine inandığım Araştırmacı Yazarlar olan BAYRAK , TEKİN , ERGUN , TERZİ , YILDIRIM ve ATIŞ’ ın görüşlerine aynen katıldığımı belirtir ve köyümüzün SARI KEÇİLİ YÖRÜKLERİN’ den olduğu görüşünü ben de katılıyorum . Sonuç olarak ta Köyümüzün SARI KEÇİLİ YÖRÜLERİ’ inden olduğunu söylemek en mantıklı yoldur .
    Görüldüğü gibi kaynak yetersizliğinden ve kargaşasından dolayı köyümüzün hangi Yörük soyundan geldiği konusunda tereddütlerim kısmen giderilmiş olsa da hala devam etmekte olduğunu söyleyebilirim . İnanıyorum ki bizlerden sonra gelecek genç nesiller bizim çalışmalarımızı baz kabul ederek , daha kapsamlı araştırmalar yaparlar bizlerin ve bizlerden önce yaşayanların muallakta bıraktıkları bu konulara açıklık getirir ve netlik kazandırırlar . Buna tüm kalbimle inanmak istiyorum . Bana göre pek te önemli olmaya , hangi Yörük soyundan gediğine ilişkin araştırmalarıma ve yazılarıma büyük vatan şairi ve yazar ZİYA GÖKALP 'in şu dizeleri ile son vermek istiyorum ‘’SORMA BANA OYMAĞIMI BOYUMU , BEŞ BİN YILDIR MİLLET OLARAK YAŞARIM . BANA OĞUZ , OSMANLI DEME , BEN TÜRKÜM . BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR '' Kara Keçili olmuşuz , Sarı Keçili olmuşuz hiç fark etmez .'’HEPİMİZ ; ÖZ BE ÖZ TÜRKÜZ '' ve ‘’TÜRKLÜĞÜMÜZLE DE HER ZAMAN GURUR DUYDUK VE DÜNYA VAR OLDUĞU SÜRECE DE GURUR DUYMAYA DA DEVAM EDECEĞİZ’’. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE diyerek araştırmalarımı noktalamak istiyorum .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen

    Sevgili Hemşerilerim ve okurlarım : Bu gün sizlerle 1943 yılında köyümüzde fiilen yaşanmış yeni su getirme olayını paylaşmak istiyorum .


    Köyümüzün Yeni Su Kaynağı Arayışları ve 1943 yılında Suyun Köyümüze Getirilmesi Olayı
    Yukarı Eber köyünün yeni su kaynağı arayışları ile ilgili bilgiler ; Köyümüz eşrafında Emekli Öğretmen Ramazan ALTINAY’ ın konuya ilişkin hatırlayabildiği anılarından ve 1942/1947’li yıllarında Köy İhtiyar Heyetinde AZA olarak görev yapmış , 1960’lı yıllarda da köyümüzde muhtarlık yapmış olan dedem tarafından akrabamız olan ve amca olarak hitap ettiğimiz Ahmet ÖZKURT’ tun tuttuğu günlük notlarından istifade edilerek derlenmiştir . Ahmet OZKURT amcamın tuttuğu notlarına ve değerli hemşerim ve arkadaşım Emekli Öğretmen Ramazan ALTINAY arkadaşımın anlattıklarına kendi görüş ve yorumlarımı da katarak bu konuda ki bilgiler oluşturulmuş olup siz hemşerilerim ve okuyucularımla paylaşılmıştır.
    Ahmet ÖZKURT amcam kendi olanaklar çerçevesinde günlük olarak gazeteleri okumaya çalışan , özellikle gazetelerin tefrika yazılarını takip eden , köyümüzle ilgili önemli bilgileri günlük olarak tutmaya çalışan ve daha sonraki yıllarda bu bilgileri benimle paylaşan değerli bir büyümdür .
    1942/1947’li yıllarda Emekli Öğretmen Ramazan ALTINAY ‘ın babası Süleyman ALTINAY amcanın Köy Muhtarlığı zamanında Köy İhtiyar Heyetinde aza olarak görev yapmış ve 1960’ lı yıllarda da köyümüzde Muhtarlık yapmış , muhtemelen 1970’ li yıllarda köyümüzden göç ederek Keçiborlu’ ya yerleşmiştir . O zamanlarda Keçiborlu da faaliyet gösteren KÜKÜRT FABRİKA’ sın da VARDİYE Amiri olarak çalışmış , daha sonraki yıllarda öz abisi olan KURT Hakkı’sının büyük oğlu Mustafa ile Mehmet amcaları da KÜKÜRT Fabrikasında işe yerleştirmiştir . Ahmet ÖZKURT amcam oradan emekli olduktan sonra da Keçiborlu da ki evinde ikamet etmiş ve orada hakkın rahmetine kavuşmuştur . Kendilerine Allahtan rahmet diler mekanının cennet olmasını niyaz eylerim . Ahmet ÖZKURT amcam ile yaşamları süresince iyi ilişkilerimiz olmuş olup köyümüzün tarihçesinin oluşturulmasında da onun tuttuğu günlük notlarından da istifade ettiğimi gururla söyleyebilirim .
    Köyümüz halkı halen bulunduğu yeni yerleşim bölgesinde açtıkları Dibek Kuyusu ve Mehmet Paşa Kuyusu ,Cennet Ali’si ve benzeri yeni kuyular sayesinde yaklaşık olarak kırk yıldan fazla bir süre idare ermişlerdir . Başka bir ifadeyle eski ve yeni kuyular sayesinde 1943/1944 yıllarına kadar yaşamlarını rahat bir şekilde sürdürmüşlerdir. Ancak zamanla köyümüzün nüfusunun artması , hayvan miktarının çoğalması ve kuyu sularının daha derinlere gitmesi üzerine mevcut kuyu suları da yetmemeye başlamıştır . Ayrıca kuyulardan suyun çıkarılması , taşınması ve hayvanların sulanması çok zahmetli bir iş haline gelmiştir . Diğer taraftan komşu köylerimiz olan Kozluca ve Aydoğmuş Köylerin de devamlı akan su kaynakları bulunmuş , köylerine getirilmiş , köylerinin merkezi konumundaki yerlere çeşmeler yapılmış , çeşmelerden gürül gürül sular akmaya başlamıştı . Hatta fazladan sokaklarda akıp giden sularını bahçe sulamalarında , sebze ve meyve yetiştirme işlerinde kullandıkları duyumu haberi köylülerimize kadar ulaşmıştı . Bu nedenlerden dolayı köylülerimiz de su konusunda köklü bir çözüm arayışı içine girmişlerdir .
    Köyümüze devamlı akan suyun getirilmesine etki eden diğer önemli bir faktör ise Köyümüz Muhtarı Süleyman ALTINAY ile aza konumunda ki Ahmet ÖZKURT amcam dahil 1942 yılında yapılan muhtarlık seçimini kazandıktan sonra bir heyet olarak Keçiborlu Nahiye Müdürüne bir nezaket ziyaretinde bulunmuşlardı . Ziyaret maksatları , Müdür Beyle tanışmak , köyün sorunlarını anlatmak , varsa Müdür Beyin öneri ve talimatlarını almakmış . Köyün sorunları kapsamında , mevcut kuyu sularının yetmediğini su konusunda acilen tedbir alınması gerektiğini , diğer taraftan komşu köyler olan Kozluca ve Aydoğmuş köylerinde olduğu gibi köyümüzde de devamlı akan bir suya ihtiyaçları olduğunu ifade etmişlerdir . Ayrıca , köyümüz de İlk Okul yokluğunu tekrar dile getirmişlerdir . Bu nedenle okul çağına gelen köy çocuklarının Aydoğmuş veya Aşağı Eber Köylerine gitmek zorunda bırakıldığını , köyümüzün adı geçen köylerden yaklaşık üç/dört km uzaklıkta olduğunu dolayısıyla bu köylere gidip gelmenin hem çok zor hem de çok tehlikeli olduğunu , özellikle kış aylarında yağmur , çamur , kar ve tipi yüzünden çoğu kez çocukların okullara gidemediğini , bu nedenlerden dolayı köyümüz de bir ilk okul binasının yapılmasına ve ilk okulun faaliyete geçirilmesin acilen ihtiyaç duyulduğunu tekrar dile getirmişlerdir . Müdür Bey , Köy İhtiyar Heyetine köyün sorunlarını çok iyi bildiğini her konuda elinden geldiğince yardımcı olacağı sözünü vermişti . Ayrıca devletin 1940 yılın da İSMET İNÖNÜ’ nün Cumhurbaşkanlığı , Hasan Ali YÜCEL’ in Milli Eğitim Bakanı ve İsmail TONGUÇ’ un da İlk Öğretim Genel Müdürü olduğu dönemler de başlattıkları KÖY ve KÖYLÜNÜN aydınlatılması ve kalkınması kapsamında 1943 yılında da tüm ülke genelinde EĞİTİM ve ÖĞRETİM SEFERBERLİĞİ başlatılacağını , OKULSUZ KÖY ve ÖĞRETMENSİZ OKUL kalmayacağı ilkesinin hükümetçe kabul edildiğini , bu kapsamda Yukarı EBER Köyünün de pilot bölge kapsamına alındığını , köyümüze bir İlk Okul binası ile bir Öğretmen Evi binasının yapılmasının plana alındığını , vilayet makamlarının da olaya sıcak baktığını müjdesini köyümüz heyet üyelerine bu müjdeli haberi vermişti . Bu habere çok sevinen Köy İhtiyar Heyeti mutlu , huzurlu ve heyecanlı bir şekilde köye dönmüşlerdi .
    Köy Muhtarı Süleyman ALTINAY liderliğinde tüm köylülerin katılımı ile Köyün Genel Kurulu toplanmış ve bir durum değerlendirmesi yapmışlardır . Köy Genel Kurulun da genel hatlarıyla şu kararlar alınmıştı . Öncelikle devamlı akan su kaynağının bulunması , arkasından köyün hakim bir yeri olan Söğüt Dağının doğu yamaçlarında veya köy merasının batısında/yukarısında belirlenecek bir yerinde tüm köy halkına ve hayvanlarına yetecek kapasitede büyük bir su deposunun yapılmasına (tahminen 400 tonluk ) , sonra da köyün belirli merkezi yerlerine çeşmeler yapılmasına karar vermişlerdir . Ayrıca , Köy Genel Kurulu bu konularda yapılacak tüm işler için her türlü yetkiyi de Köy İhtiyar Heyetine vermiştir .
    Köy Muhtarı Süleyman amca ve heyet üyeleri Nahiye Müdürü’ nün köyümüz de İlk okul ve Öğretmen Evi binalarının yapılması müjdesini tüm köylülere duyurmuşlardı . Babam , amcam Mustafa ve diğer köy eşrafının anlattıklarına göre bu haberi aldıklarında köyümüze su getirme olayına dört elle sarıldıklarını ve bir bayram kutlama havası ve heyecanı ile çalıştıklarını gözleri dolarak ve heyecanla anlatmışlardı . Zira , köylülerimiz yıllardan beri özlemini çektiği ilk okuluna kavuşacaktı . O günün şartlarında söz konusu binaların su kuyularından taşınacak sularla yapılması imkansızmış . Bu nedenlerde dolayı su getirme olayına dört elle sarılmışlardı . Nitekim Su İsale Hattının mera bölgesinden geçirilirken mera bölgesinde ki tek armut ağacının bulunduğu bölgede , muhtemelen Köy Merası bölgesinde yapılacağı tahmin edilen okul ve öğretmen evi binalarına su verilecek şekilde sistem de gerekli düzenleme yapmayı ve söz konusu armut ağacı yanına yani meraya bir çeşmenin yapılmasının planlandığını bile hesaba katmışlardı.
    Özetle ifade etmek gerekirse , Köy Genel Kurulunda kabul edilen esaslar sayesinde , köy halkı kuyulara tabi olmaktan kurtulacak ve komşu köylerde olduğu gibi köylülerimiz de su konusunda daha rahat bir yaşam koşullarına kavuşacağı ön görülmüştü . Köylülerimiz alınan kararlar doğrultusun da su kaynağı arayışı içine girmişlerdir . Yapılan araştırmalarda her mevsimde kesintiye uğramadan devamlı akan en verimli ve en bol suyun Söğüt Dağının batı tarafında kalan köyümüz sınırları içinden çıkarak Kılıçça Çeşmesi ayağını takiben Aksu Deresine ulaşan , Kara Alan bölgesinden gelen suları da alarak ÇİĞİLLİ deresi suyuna varan , oradan da Ün Kısığı Çeşmesi ayağı gibi bazı derelerin sularını da alarak Gümele bölgesini kat ederek Kozluca Köyü istikametinde akan Höyüğün Deresine bölgesinde ise yer altına girerek kaybolan buz gibi akan ve yalnız gün dönümlerinde biraz azalan diğer mevsimlerde gür ve devamlı akan su kaynağı bulunmaktaymış . Ancak bulunan su kaynağı hem Aydoğmuş Köyünün hem de Kozluca Köyünün sınırları içinden de geçmekteymiş . Köy İhtiyar Heyeti getirilecek su konusunu önce Keçiborlu Nahiye Müdürü ile koordine etmişler daha sonra da Kozluca ve Aydoğmuş Köy muhtarlarıyla da görüşerek Höyüğün Deresi bölgesinde kaybolarak yer altına giden bu suyun köyümüze getirilmesi için onlardan gerekli izni de alarak bu suyun köyümüze getirilmesine karar vermişlerdir.
    Keçiborlu Nahiye Müdürlüğünce su konusunda köyümüze görevlendirilen teknik ekip Köy İhtiyar Heyeti ile birlikte HÖYÜĞÜN DERESİ bölgesinden yani günümüzde ki Tanışman Tepesinin kuzeyinde kalan Kozluca Köyü yol ayrımı civarından itibaren köyümüz bölgesinde yapılması ön görülen su deposunun yapılacağı yere kadar suyun geçirileceği SU İSALE HATTINI adım adım belirlemişlerdir . Bu belirlemelerde o zamanın teknik koşulları da göz önünde bulundurularak suyun kendi akış hızı ile akarak köyümüz bölgesinde yapılacak su deposuna kadar rahatça akabileceği güzergah esas kabul edilerek üzerinde en ince detayına kadar inilerek çalışmalar yapılmıştır. Höyüğün Deresi bölgesinden köyümüz bölgesinde yapılacak su deposu yerine kadar olan mesafe ölçülmüş , belirlenen güzergahta ki arazi yapısına göre her bölgedeki kazılacak derinlik belirlenmiş , köyümüzde ki hane miktarına bölünmüş , her hanenin kazacağı su kanalı mesafesi belirlenmiştir . Daha sonra kura çekimi yapılarak kimin nereyi kazacağı belirlenmiştir. Su kanalının geçeceği güzergahta arazinin yapısına bağlı olarak bazı yerlerde elli santimlik derinlik yeterken , bazı yerlerde kazılacak derinlik miktarı iki metreyi bile buluyormuş . Kazılacak yerlerin mesafece belirlenmesinde tüm bu faktörler ve hakkaniyet esası göz önünde bulundurulmuştur . Kanal kazma gücü olmayan aileler parası karşılığında kendi bölgelerini kazdırmışlardır . Bu konularda ki koordinasyon görevini Köy İhtiyar Heyeti yürütmüştür . Bu bilgilerin derlenmesinde Ahmet ÖZKURT amcamın notları esas alınmıştır .
    Köy İhtiyar Heyeti , Mayıs 1943 tarihinde yaptığı diğer bir toplantıda şu kararları almıştır . Su kanallarının kazılması işine EYLÜL Ayında başlanmasına en geç Kasım ayı başında bitirilmesine , su kanalı kazım işleri biten yerlerde künk döşeme işlemine hemen başlanılmasına , künklerin döşenmesinde ve birleştirilmesinde Deli Ahmet ve Yörüklerin Mehmet (deli Mehmet) ustalarının gösterdiği esasların uygulanmasına , her aile kendi kazı bölgesinde kullanılacak künkleri şose kenarında ki (Eskişehir’ den kamyonlarla getirilen künkler) yığınak yerlerinden veya köy camisinin yanında üretimi yapılarak istif edilen yerlerden kendi imkanları ile taşımasına veya taşıttırmasına , hava koşulları elverdiği taktirde Kasım Ayın da su deposunun yapılmasına başlanmasına ana başlıklarında önemli kararlar almışlardır. (kaynak Ahmet ÖZKURT amcamın tuttuğu günlük notları)
    Emekli Öğretmen Ramazan ALTINAY’ ın anlattıklarına göre ; suyun getirilmesinde kullanılan KÜNKLERİN büyük bir bölümünün köyümüz de kurulan künk üretim tesislerinde üretildiği ifade edilmiştir . Babası Süleyman ALTINAY ‘ ın 1942 yılında yapılan muhtarlık seçimini kazandıktan sonra ilk iş olarak köyümüze su getirilmesi konusunu ele aldığını bu maksatla , KILIÇ Köyünden KÜNK dökümünü bilen usta ve elemanlarını köyümüze getirttiğini , onlar vasıtasıyla KÜNK döküm tesislerini o zamanlar da caminin yanın boş arazi konumundaki (1960’lı yıllarda söz konusu boş arazi üzerine yeni cami binası yapılmıştır ) yerlere üretim tesislerini ve künk pişirme fırınını yaptırdığını ve üretim işlerinin yaklaşık bir yıla yakın zaman devam ettiğini , üretim işlerinde çalışan usta ve elemanlar için yatma ve yeme içme işleri ve yerlerinin ayarlandığını , bu maksatla kışın soğuk günlerinde AYANLARIN köy odasında(misafirhanede) , yazın sıcak günlerinde ise tesislerin yanında ki boş alanlara çadırlar kurularak çalışanların iskan edildiğini anlatmıştır . Ancak tüm bu çalışmalarda bütün köy halkının özveri ve fedakarca çalıştıklarını da belirtmek istediğini vurgulamıştır .
    Ramazan arkadaşımın bilgilerini doğrulamak açısından kendi gördüklerimi ve hatırımda kalanları şöylece ifade edebilirim . Yeni cami binası yapılmadan önce eski caminin bulunduğu yer , nerde ise CIBIRLAR’ ın evine bitişikti denilebilirdi . Cami duvarı ile CIBIRLARIN ev arasında bir eve giriş sokağı vardı . Boş arazi ise eski cami binasının doğusunda ve güneyinde kalan İNCE NASIF amcanın ev sınırı ile güneyin de kalan DERE bölgesi arasında ki yerdi . Dere bölgesi ERGEN Sakarı Deresinin uzantısı olan ERENLER KABA AĞACI ve KAHYA KUYUSU’ nu (köylüler şimdi KÖR KUYU diyorlar) takiben BOSTA’ nın tarlasının güneyinden ve KIPIRLARIN ve DAGİLİ amcaların evinin yanından geçerek gelen deredir . O dere bölgesinde ve boş arazinin bulunduğu yerlerde KÜNK kırıkları ve döküntüleri ile künk molozları çokça vardı . Yani bir bakıma KÜNKLERİN Eski Cami binasının yanında ki boş arazide üretildikleri bilgilerinin kanıtları idi bu moloz kırıntıları .
    Hazır Eski Cami konusu açılmışken biraz da yıkılan esi camiden bahsetmek istiyorum . Zira köyümüzde o günleri yaşayan , gören son kişiler olduğumuzu sanıyorum . Eski cami şimdiki camiye göre daha küçüktü . Eski caminin namaz kılınan yerine çıkabilmek binanın kuzeye bakan tarafının doğu ve batısından yaklaşık on/ on beş basamaklı kayrak taşlarından yapılı iki taraflı merdivenlerle çıkılıyordu . Merdivenleri duvar olmayan taraflarında tutunarak çıkılabilen tırabzanlar vardı . Başka bir yaklaşımla caminin namaz kılınan yeri toprak zeminden yaklaşık üç (3) metre civarında yükseklikte idi . Eski caminin gerek merdivenlerle çıkılan yeri ,ayakkabılıkların bulunduğu yer denebilir ve gerekse namaz kılınan yerlerinin tabanları tahtalarla kaplı ve tahtaların üzerinde de caminin içi bölümünde köylülerin hibe/hediye veya armağan ettikleri yün kilimler var idi . Özellikle kışın soğuk günlerinde namaz kılarken bodrum kattan gelen soğuk havadan dolayı üşürdük , adeta ayaklarımız donardı . Ayrıca , CIBIRLAR’ ın ev tarafın da gene tahtadan yapılmış bir merdivenle EZAN OKUNAN yere çıkılıyordu . Caminin üstü ÇİNKO teneke ile kaplı ve minaresi yoktu . Ezan okunan yere çıkıldığın da yine çinko kaplı bir kapağı kaldırılarak EZAN OKUNUYOR ve sonra da kapak tekrar yerine konuluyordu . Zira ben de Kuranı HATİM ettikten sonra bazen EZAN OKUMUŞ ve namaz esnasında KAMET etmiştim . O zamanlarda köyümüzde ELEKRİK yoktu . Hatiplerin FEVZİ amca köy imamı idi . Köyümüzün en gür sesli MÜEZZİNİ ve ezan okuyan kişisi de rahmetli Selami arkadaşımın babası DAGİLİ MEHMET amca idi . DAGİLİ amcanın sesi o kadar gürdü ki ta….Aşağı Ovadan hatta Fatma Kuyusundan , Ak Dağın Eteklerinden ve Aydoğmuş Köyünden bile onun ezan sesi duyulurdu . Yine o zamanlarda köyümüzün en güzel sesli hafızı köyümüz imamı olan FEVZİ amcanın oğlu HASİP abimiz idi . HASİP abinin hem çok güzel sesi hem de kuranı kendine has makamı ile çok güzel okurdu . Tüm cemaat onun kendine has makamı ile kuran okumasını huşu içinde dinlerdik . HASİP abiler Dinarda yaşıyorlardı . Ancak BAYRAMLAR’ da köye geliyorlardı . Kuran Ayetlerini de BAYRAM Namazlarından sonra okuyorlardı .
    Hatırlanacağı gibi , daha sonra ki yıllarda Yeni Cami binası yapıldıktan ve epeyce bir zaman geçtikten sonra Eski Cami binası yıkılmıştı . Hatırlayabildiğim kadarıyla 1963 veya 1964’lü yıllarda Eski Caminin Bodrum katında köyümüz erkek çocukları ve delikanlıları için DEMİRCİLİK ve MARANGOZCULUK KURSU , yine Eski Caminin namaz kılınan yerin de ise Köyümüz kızları ve kadınları için DİKİŞ NAKIŞ KURSLARI açılmıştı . Bu KURSLAR GEZİCİ NİTELİKTE açılan kurslar olup bizlerin de bu kursların köyümüzde açılmasına katkılarımız olmuştu . ''KAPLANLI(Eber) KÖYÜNÜ KALKINDIRMA VE GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ'' 'nin Kuruş Tüzüğünü ben hazırlamıştım . Bu konularda ki bilgileri kitabımın HAYAT HİKAYEM ve ANILARIM bölümünün içinde bulabilirsiniz . Ayrıca açılan bu kurslara ilişkin yaşanmış bir anımı da NURİ HOCADAN ALDIĞIM BİR MEKTUP başlığı altında ki yazımda okuyabilirsiniz .
    Tekrar Künk üretimi konusuna dönecek olursak amcam Ahmet ÖZKURT’ un günlük notlarında köyümüz de üretimi yapılan künklerin yetmediğini , o tarihlerde Eskişehir de faaliyet gösteren KÜNK ve KİREMİT üretimi yapılan bir fabrikadan ÇİFT KURTLAR marka bir kaç kamyon künk getirildiği ve bu künklerin şose yolu kenarının belirli yerlerine istif edildiği oralardan at arabaları ve kağnılarla kullanılacakları yerler taşındığı belirtilmiştir .
    Yukarı EBER Köyü sakinleri , yukarıda açıklanan kararlar çerçevesinde köyümüze su getirme işlerine Eylül 1943 tarihinde başlamışlar , depo yapım işleri dahil tüm faaliyetler öngörülen tarihte bitirmişlerdir . Köyümüz bölgesinde gürül gürül suyun aktığını gören köylüler havaların da iyi gitmesi sayesinde hevese gelmişler su deposundan belirlenen çeşme bölgelerine kadar her mahalle kendi bölgesinde ki kanalları kazmışlar , künkleri döşemişler , çeşmeleri ve hayvanların su içeceği hatıllar yapmışlar ve sonuçta köyün çeşmelerinden 1944 yılının Mayıs Ayında gürül gürül sular akmaya başlamıştır . Bir umut ve şevkle başlatılan su macerası da köylülerimizin büyük dayanışması özverili ve fedakarca çalışmaları sayesinde bir yıl gibi kısa bir sürede bitirilmişti .

    Köyümüze suyun getirilmesi konusunda Araştırmacı Yazar Doktor Mehmet Tekin ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinde Aydoğmuş Köyü eşrafından Hilmi GÜLTEKİN’ in anılarına atıfta bulunarak şu görüşlere yer verilmiştir .
    ‘’Dere Ağılı Kubur Kuyusu bölgesinde diğer köylülerin yanında Hafız Mehmet GÜLTEKİN Hocanın da bir tarlası ve tarlasının ortasında bir ardıç ağacı vardı . Söğüt Dağının Dere Ağılı mevkiinden çıkan gür su Hafız Hocanın Gümelede ki tarlasının yanında geçerek Kozluca Köyü tarafına dolanır , oradan da ova bölgesine yönelerek Höyüğün Deresinden ovaya doğru akar giderdi . Su buz gibiydi , sadece gün dönümlerinde suda azalma görülürdü . Daha sonraki dönemlerde muhtemelen 1943’lü yıllarda Eber Köylüleri Dağı yarıp Dere Ağılı bölgesinden gelen buz gibi gür suyu Yukarı Eber Köyüne götürmüşlerdir .’’ ifadesine yer verilmiştir . Görüldüğü gibi Doktor Mehmet TEKİN’ in arşiv taramalarından elde ettiği bilgilerle , anlatmaya çalıştığımız bilgiler birbirlerini tamamlamaktadır .
    Bu arada su konusunu kapatmadan önce sevgili hemşerim ve arkadaşım Ramazan ALTINAY hakkında özet bilgi vermek istiyorum . Emekli Öğretmen Ramazan ALTINAY ; köyümüzün önde gelen ve sayılı ailelerinden olan CIBIRLAR sülalesindendir . Aile olarak kültürlü ve saygın bir aileden gelmektedir . Ramazan arkadaşım köyümüz de doğmuş , 1950’li yıllarda yine köyümüzde İlk Okulu bitirdikten sonra Isparta da Endüstri Meslek lisesin de Orta Okul ve lise tahsilini tamamlamıştır . Endüstri Meslek Lisesini bitirdikten sonra Ankara da bulunan Yüksek Teknik Öğretmen Okulunu bitirerek Öğretmenlik vasfı kazanmış , Endüstri Meslek Liselerinde ve dengi okullarda yıllarca öğretmenlik yapmış , kendini eğitim ve öğretim konularına adamış köyümüzün yetiştirdiği değerli , mümtaz ve muhterem kişilerden birisidir . Emekli olduktan sonra Balıkesir’ e yerleşmiş ve halen yaşamını orada sürdürmektedir . Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür eder sevgi ve saygılarımı sunarım .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen


    Sevgili Hemşerilerim ve Okurlarım
    Köyümüzün Tarihçesi ile ilgili olarak bu bölümde TEMETTÜAT DEFTERİ kayıtları ile köylülerimizin Yeni Yerleşim Yerleri ile İlgilenmeye Başlamaları ve AYDOĞMUŞ Köyü ile yaşanan anlaşmazlık konularını sizlerle paylaşacağım . Saygı ve Sevgilerimle . Musa KURT


    1843 Yılında Köyümüz ile İlgili Tutulan TEMETTÜAT Defteri Kayıtları .
    Bilindiği gibi , Osmanlı Devleti 3 Kasım 1839 tarihinde Sultan Abdülmecit zamanında hazırlanıp , Hariciye Nazırı (vekili) Koca Mustafa Paşa tarafından Gülhane Parkında okunarak ilan edilen TANZİMAT FERMANI Osmanlı Devletinde ilk batılılaşma hareketinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir . Bu ferman Gülhane Parkında okunduğu için de tarih kayıtlarında ve basında ‘’GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU’’ olarak ta ifade edilmektedir . Bu ferman ile birlikte mülki , idari , askeri , özel mülkiyet gibi bir çok konularda iyileştirmeye yönelik değişikliklere ve yenilikler getirilmiştir . Bu yenilikler genel hatlarıyla şu şekilde ifade edilebilir .
    -Bütün vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması ,
    -Yargılamaların açık ve adil olarak yapılması ,
    -Vergilendirme de herkese adil davranılması ,
    -Erkeklere 4 yıl zorunlu askerlik hizmeti getirilmesi ,
    -Rüşvetin ortadan kaldırılması ,
    , -Herkesin mal ve mülkünü miras yoluyla mirasçılarına intikal ettirilmesi ,
    - Herkesin gayrimenkulünün(tarla ve arazilerinin) mülk sahibi kişilere tapu verilerek tescil edilmesi . Başka bir ifadeyle , o tarihe kadar devlet tarafından tahsis edilen ve kişilerce ekilen biçilen tarla ve arazilerin kişilerin tapulu malı haline getirilmesi şeklinde özetlenebilir . Bilindiği gibi o tarihe kadar devletçe kişilere tahsis edilen arazi ve tarlaların mülkiyeti devlete aittir . Bu arazileri ekip biçen kişilerden gelirlerinin %10 kadar olan kısmını AŞAR(öşür)vergisi adı altında Osmanlı Devletine bir bedel ödenmektedir .
    Bence en önemli konulardan birisi de Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan tüm insanların şahsi mal/mülk gibi varlıklarının yeniden belirlenmesidir . Bu maksatla , TEMETTÜAT DEFTERİ kayıt sistemi adı altında kişilerin mal ve mülklerinin detaylı olarak kaydedildiği defter kayıt sistemi yürürlüğe konulmuştur . Aslında TEMETTÜAT defteri içeriği incelendiğinde TAHRİR DEFTERİ bilgilerinin genişletilmiş veya detaylandırılmış hali denilebilir . O günün şartlarına göre hazırlanmış MÜKEMMEL bir kayıt sistemi olduğu da söylenebilir . Zira TEMETTÜAT DEFTERİ içeriğinde hane reisine , kişinin mal/mülküne hayvan , arazi ve Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan tüm insanların şahsi varlıklarına yer verilmiştir . Ayrıca toplumun sosyal ve ekonomik hayatı ile nüfus ve tarımsal ekonomi ile ilgili tüm detaylara bu kayıt sisteminde yer verilmiştir . Keçiborlu Nahiye Müdürlüğü arşivlerinden ulaşabildiğim ve Köyümüz Eşrafı Mehmet Baki ATIŞ’ ın yazılarından görebildiğim kadarıyla köyümüz TEMETTÜAT DEFTERİ bilgi kayıtlarında ki Eber Köyü hane sayısı 31 , nüfusu ise 124 kişi olarak belirtilmekte , Hane Reisleri de aşağıda açıklandığı şekilde kayıtlarda yer almaktadır .
    Hane No 1 : Süleyman Oğlu Deligöz Mehmet , 2 . Hacı Kara Beşe Oğlu Molla Mustafa 3 . Keçi Yakup Oğlu Ali , 4 . Ahmet Oğlu Musa Kethüda , 5 . Molla Musa Oğlu Osman , 6 . Ömer Oğlu Hüseyin , 7 . Molla Ali Oğlu Hüseyin , 8 . İsmail Oğlu Mustafa , 9 . Eyüp Oğlu Halil , 10 . Gönen Oğlu Hasan , 11 . Lokman Oğlu Ahmet , 12 . Şaşkın Oğlu Ali , 13 . Hüseyin Oğlu Kocagöz Mustafa , 14 . Nasıf Oğlu Mehmet , 15 . Hayta Mehmet Oğlu Abdullah , 16 . Yunus Oğlu Hüseyin , 17 . Abdil Oğlu Abdullah , 18 . Sakallı Oğlu Hüseyin , 19 . Kızıl Osman Oğlu Ali , 20 . Kızıl Osman Oğlu Mehmet , 21 . Himmet Oğlu Ahmet , 22 . Kara Bıçak Oğlu Mehmet , 23 . İsmail Oğlu Çırak Osman , 24 . Ömer Oğlu Osman , 25 .İbil İbrahim Oğlu Ali , 26 . Musa Oğlu Mustafa , 27 . Eyüp Oğlu Musa , 28 . Mehmet Oğlu Mehmet , 29 . Yeğen Oğlu Mustafa , 30 . Kara Ali Oğlu Musa , 31 . Yakup Oğlu İbrahim .
    Görüldüğü gibi Köyümüz ile ilgili 1843 yılındaki TEMETTÜAT Defteri kayıtlarında köyümüzün 31 haneden ve 124 kişiden oluştuğuna yer verilmiştir . Ayrıca , yine TEMETTÜAT DEFTERİN!’ de her hanenin kaç dönüm tarlası olduğuna , kaç adet öküzü , ineği , koyunu keçisi , merkebi , atı , kısrağı, danası , kuzusu ve benzeri tüm hayvan varlığı ile birlikte menkul ve gayri menkul mal varlığının tamamını içeren bilgilere de yer verilmiştir . Yine TEMETTÜAT Defterin de , hane bazında , yıllık olarak kaç kuruş geliri olduğuna , yıllık olarak devlete vermesi gereken vergi miktarının ne kadar olduğuna kadar bilgilere de yer verilmiştir . Haneler bazında bu detaylı bilgilerin en ince teferruatına kadar inildiğini görebiliyoruz. Bu istatistiki bilgilerden anlaşıldığı kadarı ile her hanenin yaklaşık olarak 20 dönüm tarlası olduğunu , 20/30 civarında koyunu ve keçisi olduğunu birer ikişer öküzü , ineği , eşeği , atı , kısrağı olduğunu söyleyebiliriz . Kısaca ifade etmek gerekirse köyümüz bazında dengeli bir mal/mülk dağılımının olduğunu gözlemleyebiliyoruz . Bu bilgiler de gösteriyor ki zorunlu iskan kanunu uyarınca köylülerimize devletçe verilen arazi ve tarla miktarında hakkaniyet esasına göre dağıtım yapılmıştır .
    TEMETTÜAT Defteri kayıtlarından birkaç hane bilgilerine yer vererek bu konuyu noktalamak istiyorum . Otuz bir (31) hanenin tamamında vereceğim örneklerde olduğu gibi benzer bilgilere yer verilmiştir .
    Hane No -1 : Hane Reisi . Süleyman Oğlu Deligöz Mehmet . Mesleği : Çiftçilik , Tarla Miktarı : 30 Dönüm , Malları: 2 öküz ,2 yoz inek , 2 düve , 15 sağlım koyun , 15 kuzu , 30 keçi , 30 oğlak , 5 beygir . Yıllık Aşar Vergi Miktarı : HINTA (buğday) 2 kile , 12 kuruş , sair(arpa) 10 kuruş ,Senelik Vergisi :150 kuruş , Bedelli RUSMİ Keçi değeri :30 kuruş . İlave Yaptığı İş : Osmanlıda Nakliyecilik , Bu İşten Kazancı 1430 kuruş
    Hane No-2 : Hane Reisi : Hacı Kardeş oğlu Molla Mustafa , Mesleği : Çiftçi , Tarla Miktarı : 20 dönüm , Malları : 2 öküz , 2 inek , keçi 30 , oğlak 30 , koyun 20 , kuzu 20 , Merkep 2 , sıpa 1 , beygir 1 , Yıllık Aşar vergisi : HINTA(buğday) 2 kile , sair(arpa) 2 kile toplamda 27.5 kuruş İlave Yaptığı İş : Kömürcülük .
    Hane No-3 : Hane Reisi : Keçi Yakup Oğlu Ali ,Mesleği : Çiftçilik , Tarla Miktarı : 30 dönüm , Malları : 2 öküz , 2 inek , 1beygir , 1 tosun , sağmal koyun 15 , kuzu 8 , sağmal keçi 15 , oğlak 8 , merkep 1 , senelik Aşar Vergisi 80 kuruş , İlave Yaptığı İş : yoktur
    Hane No 4 : Hane Reisi ; Ahmet Oğlu Musa KETHUDA , Mesleği: Çiftçilik , Tarla miktarı 20 dönüm , Senelik vergisi :80 kuruş , Aşar Vergisi : HINTA 2 kile 12 kuruş , Sair(arpa) 2 kile 8 kuruş , Bedelli Rüsum : Ağnam keçi 20 kuruş , Toplam Geliri : 42 kuruş Hayvan olarak Malları : öküz 2 adet , sağmal inek 2 , buzağı 2 , yoz inek 2 , tosun 1 , sağmal koyun 3 , kuzu 3 , sağmal keçi 12, oğlak 12 , yoz keçi 7
    Diğer taraftan yine köyümüz resmi kayıtları ile ilgili olarak , bölgemizin ünlü tarih yazarlarından BÖCÜZADE SÜLEYMAN SAMİ’ nin ISPARTA TARİHİ adlı eserin de Devlet Arşivlerine dayandırılarak yaptığı araştırmalarında EBER köyüne ilişkin 1873 tarihinde Konya Vilayeti Salnamesinin 149’ ncu sayfasında ki çizelgede yer verilmiştir . Bu çizelgedeki bilgilere göre EBER Köyü 43 haneden oluşmakta olup nüfusu da 273 kişi( Bu miktara kadın ,erkek ve çocuklar dahildir) olarak geçmektedir . Halbuki 1843 yılında tutulan TEMETTÜAT Defterinde köyümüz hane ve nüfusu ; 31 hane ve 124 kişi olarak ifade edilmiştir Demek oluyor ki köyümüz de 30 yılda 13 hane artışı olmuş , nüfus miktarı da üç misline yakın bir artış göstererek 273 kişi olmuştur . O tarihlerde köyümüz halkı kışlık olarak ESKİ KÖY bölgesini kullandığı yorumunu da rahatlıkla yapabiliriz . Zira , aynı kaynağın arşiv belgesinin başka bir bölümünde ise köyümüzle ilgili şu bilgilere yer verildiğini görüyoruz . ‘’Eber Köylüleri 1864 yılında Söğüt Dağlarında ki yaylaklar ve kayalıklar arasında yaşamlarını sürdürürken bir taraftan da yaklaşık bir asra yakın bir süredir ESKİ KÖY bölgesinde ki bağlarının bulunduğu yerlerde yaşamaya ve bu bölgeleri kışlak olarak kullanmaya başladıkları , ayrıca tüm vergilerini muntazaman ödedikleri ‘’ görüşüne yer verilmiştir .
    Bu bilgiler çerçevesinde hareket ederek köylülerimizin 1780/1790’lı yıllardan itibaren o zamanlar MEZRA olarak tanımlanan Eski Köy bölgesinde yerleşmeye başladıkları yorumunu yapabiliriz . Ayrıca , söz konusu kaynaklarda (Osmanlı Nüfus Defteri Isparta 1831 ) kayıtlarında köylülerimizin aşar vergisi başta olmak üzere hayvan vergisini(ağnam) ve otlakıye paralarını da muntazam olarak ödedikleri görüşlerine yer verilmesi görüşlerimizi doğrulayıcı niteliktedir . Zira özellikle AŞAR(Öşür ) vergisini muntazam olarak ödedikleri tabiri devletin resmi kayıtlarında köyümüz adının var olduğunu ve devlet tarafından da köyümüze arazi ve tarla tahsislerinin yapıldığı anlamına gelmektedir . Aksi halde köylülerimiz AŞAR(öşür) vergisini neden ödesinler ki . Bu bilgiler de Köyümüzle ilgili benim ulaşabildiğim ‘’DEVLET KAYITLARINDA Kİ İLK YAZILI BELGELER ve KANITLARIDIR .
    Keza , Emekli Öğretmen ve Araştırmacı Yazar Doktor Mehmet TEKİN , AYDOĞMUŞ TARİHİ adlı eserin de aynı döneme ilişkin köyümüzle ilgili şu bilgilere yer vermektedir . ‘’Eber Köyü daha önceleri Söğüt Dağı silsilesi üzerinde yer alan Aşağı Eber’ e (Yeşil Çat) yakın bir bölgede ama Hamid Eli Sancağı sınırları içindedir . Eber Yörüklerinden bir cemaati 1790’ lı yıllarda mevcut yerden birkaç kilometre güneyde yine Söğüt Dağı silsilesi üzerinde Aydoğmuş Köyünün karşısında ki İlyas Çelebi Dağı bölgesinde sekiz/on yıl kadar (1780 yıllarında) önce yerleşmeye başlamışlardır . O dönemde Aydoğmuş Köylülerine ait ova bölgesindeki tarlaları Söğüt Dağı yamaçlarına kadar uzanmaktadır . Hatta bu günkü Eber Köyünün yerleşim yeri olan bölgeler de Aydoğmuş Köylülerince tarla olarak ekilip biçilmekteydi . Ayrıca , bu günkü Kaplanlı Köyünün güney bölgesinde yer alan mera bölgesini de , bölgeye geldiklerinden beri Aydoğmuş Köylülerince otlakıye olarak kullanılmaktadır ‘’ görüşüne yer verildiğini görüyoruz . Aynı yazar aynı eserinde Aydoğmuş Köyüne ilişkin arazilere ve tarlalara da genişçe yer vermiştir . Şöyle ki ‘’Aydoğmuş Köyünün arazisi çok geniştir . Vaktiyle ovada TIMAR arazisi olan yerlerle birlikte bütün ova bütünüyle Aydoğmuş Köylülerinin tasarrufundadır . Hatta o zamanlar da tüm ova bölgesi ‘’AYDOĞMUŞ OVASI’’ olarak adlandırılıyordu . Aydoğmuş Köylüleri tüm ovayı ekip biçtikleri gibi Söğüt Dağlarının Gümele ve Dere Ağılı bölgelerinde ki tarlalarını da ekip biçmekteydiler. Söğüt Dağları ve dağ üzerindeki yaylalar hem tarla hem de odun , kereste elde etme bölgeleri olarak kullanılmaktaydı .’’
    ‘ ‘’TIMAR’’ Osmanlı Devletinde vergi toplama usullerinden bir tanesidir . Bu sistem de köylüler yıllık vergilerini devlet tarafından görevlendirilen TIMAR sahibine verirlerdi . Tımar sahibi de aldığı vergiler karşılığında atlı asker yetiştirir ve Osmanlı Devletince talep edildiğinde yetiştirdiği atlı askerleri devlet hizmetine verirdi . Toplanan vergi miktarına göre ne kadar atlı asker yetiştirileceği tımar sahibi ile devlet yetkilileri tarafından o günün ekonomik şartlarında değerlendirilerek belirlenirdi .
    Gerçek bilgi ve belgelere dayandırılarak açıklanan bu bilgiler , e-devlet şifresi ile elde edilen nüfus bilgileri , 1831 yılında yapılan nüfus sayımı ile birlikte 1843 yılında tutulan TEMETTÜAT Defteri kayıtları çerçevesinde değerlendirildiğinde köylülerimizin 1790 yılından önce muhtemelen 1780’ li yıllarda NORGAS Köyü bölgesinden bölgemize geldiğini kabul edebiliriz . Zira Dr. Mehmet TEKİN’ e ve diğer kaynaklara göre köyümüzün bir kısım unsurlarının 1790 yılından sekiz on yıl öncesinden itibaren Söğüt Dağlarının güneyinde ki İlyas Çelebi Dağı bölgesi civarına yerleştirilmeye başlandığı ifade edilmektedir . İlyas Çelebi Dağı bölgesi Köyümüz bölgesinde ki Boz Yakadan başlayarak batıya ve kuzeye doğru Eski Köy bölgesini de içine alan Öküz Ölen Deresini takiben Kara Tepe Mezra bölgesini de içine alarak Küçük ve Büyük Emirgazi ile Ergen Sakarı Deresi arasında kalan bölgeye verilen genel bir isimdir . Bilindiği gibi halen Kara Tepe Mezra bölgesinde ELLES (İlyas) Çeşmesi adında bir de çeşme de bulunmaktadır . Bu çeşme adını da İlyas Çelebi Dağı Bölgesinden aldığı ifade edilebilir .
    Yaptığım araştırmalarda 1780’li yıllardan itibaren köyümüzün bir kısım unsurlarıyla Eski Köy bölgesini kışlık olarak kullanırken geri kalan unsurlarıyla da Söğüt Dağlarının batı ve kuzey uzantıları bölgelerinde varlıklarını sürdürmüşlerdir . Başka bir yaklaşım tarzıyla NORGAS ve Aşağı Eber Köylerinin güney ve güney doğusu bölgelerinde kalan yayla ve koyaklarda geçirdikleri tahmin edilmektedir . Zira o zamanın koşullarında adı geçen bölgeler hem suyu ve otlakıyesi bol olan bölgeler , hem de nüfus yoğunluğu bakımından da yöremizin en düşük ve sakin bölgelerdir . Kısacası söz konusu edilen bölgeler bir kısım unsurlarıyla Konar Göçer hayatını devam ettiren Yörükler açısından ideal bir yaşam bölgeleridir .
    Bu konularda ve bu dönemle ilgili olarak Araştırmacı Yazar ve Doktor Mehmet TEKİN ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinde şu görüşlere yer vermektedir . ‘’Eber Köylüleri Söğüt Dağları üzerinde ki Aydoğmuş Köyünün karşısına rastlayan yeni yerleşim yerine taşınmadan önce yaklaşık yüz yıl (bir asır) Söğüt Dağlarının kuzeye uzantısının arka yüzündeki yaylaları kullanmaya , ormandan açtıkları yerleri işlemeye devam etmişlerdir . Zamanla köy büyüyüp hane ve nüfus sayısı artınca Eber Köylüleri Söğüt Dağının Aydoğmuş Köyüne bakan yüzüyle de ilgilenmeye başlamışlardır. Bu arada esasen Aydoğmuş Köyüne ait olan Aydoğmuş Ovasının ortasından ŞOSE Yolunun açılıp faaliyete geçirilmesi teşebbüsü Eber Köylülerinin bu bölgeye ilgisini daha da artırmıştır .’’ görüşüne yer verilmiştir . Görüldüğü gibi Araştırmacı Yazar ve Doktor Mehmet TEKİN’ in tespitleri de tahminlerimizi doğrulamaktadır . Bölgemizde ki şose yolunun o zamanın imkanları ile muhtemelen 1880’li yıllarda yapımına başlandığı 190O’lü yıllarda tamamlandığı tahmin edilmektedir . Daha sonraki yıllarda önce yol genişletilerek asfalt yol haline getirilmiş, iki binli yıllarda da çift taraflı yol haline getirilerek şehirler arası yol niteliği kazandırılmıştır .
    Köylülerimizin Yeni Yerleşim Yerleri ile İlgilenmeye Başlamaları
    Bir zamanlar tamamı Aydoğmuş köylülerince ekilip biçilen ova bölgesindeki tarlaların bir kısmı 1780/1790’lı yıllardan itibaren köylülerimize tahsis edilmeye başlanmıştı . Köylülerimize tahsis edilen arazi ve tarlaların tapuları da 1839 yılında ilan edilen TANZİMAT FERMANI ile birlikte köylülerimize verilmeye başlanmıştı . Bizim köylülerin de tarlalarının bulunduğu ova bölgesinden şose yolunun geçirilmesi teşebbüsü ova bölgesine hem sosyal açıdan hem de ekonomik açıdan canlılık ve hareketlilik kazandırmıştı . Ayrıca , köylülerimiz önceleri Dinar ve Keçiborlu şehir merkezlerine Eski Köy bölgesinden patika yolları kullanarak gidip gelmek zorunda kalıyordu . Üstelik patika yollarla adı geçen şehir merkezlerine gidip gelmek çok zaman alıyordu . Halbuki , yeni açılacak şose yolunu kullanmak suretiyle daha kısa sürede ve emniyetli bir şekilde adı söz konusu şehir merkezlerine ve şose yolu üzerinde bulunan diğer köylere gidip gelebilme kolaylığı sağlanmış olacaktı . Bu nedenlerden dolayı Eber köylüleri ova bölgesinin bir kısmı , Söğüt Dağlarının Aydoğmuş Köyüne bakan doğu yamaçlarını zamanla Dere Ağılı , Kalkan Alanı , Kara Alan ve Eber Alanı ve Aksu Deresi bölgelerini sahiplenmeye başlamışlar ve bölgelerde bulunan Aydoğmuş köylülerine ait olan tarlaların ekilip biçilmesine bile müdahale etmeye başlamışlardır . Zira adı geçen tüm bölge arazileri 1780/1790’lı yıllardan itibaren devlet yetkililerince köyümüze tahsis edilen araziler kapsamında olduğu tahmin edilmektedir . Daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi köyümüzün bir kısım unsurları 1780/1790’lı yıllarda Eski Köy bölgesinde yerleşik düzene geçmeye başlamışlardır . Osmanlı Devleti yasalarına göre yerleşik düzene geçen konar /göçer Yörük Aşiretlerine arazi ve tarla tahsisi yapılmakta , otlakıye yerleri de verilmekteydi . Yerleşik düzene geçirilen bu unsurlar da işledikleri tarla ve arazilerden elde ettikleri gelirlerinin yüzde onunu(%10) aşar (öşür) vergisi olarak devlete vergi ödemekteydiler . Bu uygulamalardan dolayı yukarıda adı geçen bölgeler köyümüze tahsis edilen bölgeler olduğu değerlendirilmektedir. Aksi halde , yine yukarıda açıklamaya çalıştığım kaynaklara göre köylülerimiz 1780/1790’lı yıllardan itibaren vergilerini muntazam olarak ödedikleri ifadesine yer verilmemesi gerekirdi . Diğer bir bakış açısıyla bizim köylüler bu bölgelerde nasıl hak iddia edebilirlerdi ?... Nasıl ve hangi cüretle Aydoğmuş köylülerinin yıllarca ekip biçtikleri mülklerine müdahale edebilirlerdi ?… Ayrıca MİRİ (devlet malı) statüde bulunan ve Aydoğmuş Köylülerince otlakıye olarak kullanılan mera bölgesini de Eber Köylüleri sahiplenmeye başlamışlardı . Zira söz konusu mera bölgesi de devlet tarafında köyümüze tahsis edilen araziler içinde yer aldığı da tahmin edilmektedir . Diğer taraftan yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi , bu görüşümüzü doğrulayıcı , Araştırmacı Yazarlar Ahmet ERGÜN ve Mehmet TERZİ ‘’Osmanlı Nüfus Bilgileri 1831 Isparta ‘’ adlı eserlerinde Eber Köylülerinin 30/40 yıldan beri yani 1780/1790’lar dan itibaren Aydoğmuş Köyüne İki saatlik mesafede ki MEZRA da (Eski Köy Bölgesi ) yaşadıklarını vergilerini muntazam olarak ödedikleri görüşüne yer vermişlerdir . Yani bunun anlamı köylülerimiz AŞAR vergisini muntazam ödediklerine göre , köylülerimize devlet tarafından arazi ve tarla tahsisi yapılmıştır . Aksi halde köylülerimiz Aşar (öşür) Vergisini niçin ödesinler ki ?.... Bu nedenlerledir ki iki köy arasında anlaşmazlıklar çıkmış , arbedeler yaşanmış hatta anlaşmazlık konuları mahkemelere kadar intikal ettirilmiştir . Çünkü ; Aydoğmuş Köylüleri bölgeye geldikleri yıllardan beri ekip biçtikleri arazi ve tarlaları EBER Köylüleri ile paylaşmak istememişlerdir . En önemlisi Osmanlı Devleti büyük bir çöküş içine girmiştir . Köylülerin sorunları ile hiçbir makam ve hiçbir kimse ilgilenmemekte büyük bir otorite boşluğu bulunmaktadır .
    Buraya kadar anlatılanlardan çıkartılan sonucu şöylece özetleyebiliriz . Köylülerimizin ; Sarı Keçili veya Kara Keçili Yörük aşireti olarak 1700’ lü yıllarda Eber Gölü yöresinde yaşadığını , sıtma hastalığı veya başka nedenlerden dolayı bölgeden göç ederek , yaklaşık 50/60 yıl süren zaman süreci içinde Dinar/NORGAS Köyü bölgesine 1770/1775’ li yıllarda geldiğini , bu bölgede yaşarken hayvan miktarı ve otlakıye parası yüzünden Osmanlı devlet memurları ile tartışmalar yaşadıklarını , hatta bir kaza kurşunu ile bir Osmanlı devlet memurunun öldürüldüğünü , bu nedenlerle NORGAS Köyü bölgesini terk ederek halen ikamet ettiği Söğüt Dağları yaylaları ve koyakları bölgesine 1780’ li yıllarda geldiğini , köyümüzün bir kısım unsurlarının Aydoğmuş Köyü karşısına rastlayan İlyas Çelebi Dağı bölgesinde , yani Eski Köy bölgesinde 1780/1790’ lı yıllardan itibaren yerleşmeye başladığını , bu bölgelerde göçebe hayatını sürdürürken köylülerimize Osmanlı Devleti tarafından arazi ve tarla tahsislerinin yapılarak aşar (öşre ) vergisine tabi tutulduğunu , 1831 yılında yapılan nüfus sayımında 31 hane , 120/130 kişi civarında bir nüfusa sahip olduğunu , 1835 yıllarından itibaren resmen devletin nüfus kayıtlarına girdiğini , 1843 yılında tutulan TEMETTÜAT defterinde detaylı bir şekilde yer aldığını söyleyebiliriz .
    Aydoğmuş Köyü İle Köylülerimiz Arasında Çıkar Çatışmalarının Başlaması .
    Aydoğmuş Köyü ile köylülerimiz arasında yaşanan anlaşmazlık konularının çoğunu Emekli Öğretmen ve Araştırmacı Yazar Doktor Mehmet TEKİN’ in ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinden esinlenerek kendi görüş ve yorumlarımı da katarak sizlerle paylaşmaya çalışacağımı özellikle vurgulamak istiyorum . Bu arada katkılarından dolayı Doktor Mehmet TEKİN’ e teşekkür saygı ve sevgilerimi sunmak istiyorum . Çok değerli ve muhterem arkadaşım ile ilgili olarak çok kısa bilgi vermek istiyorum .
    Doktor Mehmet TEKİN ; değişik konularda , çeşitli gazete ve dergilerde 450 civarında makale ve yazıları yayımlanmış , 49 adet konferans vermiş , 14 panele ve 36 Ulusal ve Uluslararası sempozyumlara katılarak bildiriler sunmuş , eğitim , folklor , tarih ve edebiyat konularında da yayımlanmış 72 kitabı bulunmaktadır . Kitaplarından bazıları da yabancı dillere çevrilmiştir . Özetle ifade etmek gerekirse , kendisini Eğitim/Öğretim ve Bilim konularına adayan Araştırmacı Yazar TEKİN’ e Hatay Yöresine kültürel açıdan katkılarından dolayı , halen yöresinde yaşadığı Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Senatosu tarafından Tarih Ana Bilim Dalı konusunda ‘’FAHRİ DOKTOR ’luk’’ unvanı , Antakya Belediye Meclisi tarafından da ‘’ANTAKYA’NIN FAHRİ HEMŞEHRİSİ BERATI ‘’ verilmiştir . Yani , Doktor Mehmet TEKİN hemşerimiz , kendisini çok iyi yetiştirmiş , yöremiz açısından o .lduğu kadar ülkemiz açısından da çok değerli bir ARAŞTIRMACI YAZAR ve BİLİM insanıdır

    Yukarı Eber Köylüleri bir taraftan çadırlarda göçebe hayatını ve dolayısıyla hayvancılığı sürdürürken bir taraftan da 1780/1790’ lı yıllardan itibaren devletin verdiği arazileri işlemeye , tarlaları da ekip biçmeye başlamışlardır . O günün şartlarında köyümüze tahsis edilen araziler ve tarlalar devletin gönderdiği görevliler ile birlikte Köy İhtiyar Heyeti'nin (köyün ileri gelenlerinin) katılımı ile hakkaniyet esasına göre köyümüz halkına taksimatın yapılığı tahmin edilmektedir . Zira , o tarihlerde köyümüze tahsis edilen arazilerin veya tarlaların mülkiyeti devlete ait olup bu arazileri işleyen , tarlaları ekip biçen kişilerden kazancının %10’nu kadar bir miktarını devlete aşar (öşür) vergisi olarak ödeme zorunluluğu vardı . Başka bir ifade ile o dönemlerde gerek Aydoğmuş Köylülerinin gerekse Eber Köylülerinin işledikleri arazilerin ve ekip biçtikleri tarlaların tamamı devlete aittir . Diğer taraftan devletin Yörük Ailelerine arazi tahsisinde de bir takım kıstasları da göz önünde bulunmaktaydı . Şöyle ki ; Yörük aşiretinin nüfus miktarı , büyük ve küçük baş hayvan sayısı gibi faktörler göz önünde bulunduruyormuş . Daha önce ifade etmeye çalıştığım gibi köyümüzün resmi devlet kayıtlarında ki Eski Köy bölgesindeki 1831 yılında ki nüfus miktarı da 120/130 kişi olarak ifade edilmektedir Bu nüfus miktarı o günün koşullarında azımsanmayacak kadar büyük bir rakam olup köyümüze tahsis edilecek arazi miktarı ile ekip biçilecek tarla ve otlakıye miktarlarının tahsisin de önemli etkenler veya faktörler olabileceği söylenebilir . Başka bir ifadeyle yirmi birinci asırda yani 2021 yılın da bile aradan nerede ise üç asır sonra bile köyümüzün nüfusu 120 kişi civarındadır .
    Ulaşabildiğim kaynaklarda Osmanlı Devleti zamanında ilk Tapu Kadastro teşkilatı 01 Mayıs 1847 tarihinde kurulduğu belirtilmekte olup yine aynı kaynaklar da kurulan teşkilatın cumhuriyet dönemine kadar etkin bir faaliyet gösteremediği belirtilmektedir . Ancak , yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi Osmanlı Devleti 1839 tarihinde ilan ettiği Tanzimat Fermanı ile birlikte kişilerin işledikleri arazilerine ve ekip biçtikleri tarlalarına tapu vermeye başlanmıştır . Tapu Kadastro Teşkilatı ise daha kapsamlı bir çalışmayı içermektedir . Bu durum Cumhuriyet döneminde , Tapu Kadastro Teşkilatı kurulup köyümüz bölgesine gelince kadar devam ettirilmiştir . Cumhuriyet döneminde yeniden yapılandırılan Tapu ve Kadastro Teşkilatı muhtemelen 1960/1970’ li yıllarda köyümüz bölgesinde TAPU ve KADASTRO kapsamındaki çalışmalarını yapmış , işlenen arazilerin , ekilen biçilen tarlaların gerçek sahiplerine tapularını verilmiş köy merası ve köy sınırları gibi hassas konuların nihai sınırlarına da belirleyerek sorunlu konulara da netlik kazandırılmıştır .
    Ancak , Tapu Kadastro Teşkilatı köyümüz bölgesine gelmeden önce ve yukarıda da kısaca değinmeye çalıştığım gibi köyümüz halkının bölgeye gelişlerinde özellikle yerleşik düzene geçmeye başlamasından itibaren , gerek köyümüzün sınırları , gerekse ekip biçilen tarlalar ve otlakıye olarak kullanılan mera konularında özellikle Aydoğmuş Köyü ile bir çok anlaşmazlıklar ve kavgalar yaşanmıştır . Hatta bizim çocukluk yıllarımızda Aydoğmuş Köylüleri ile silahlı çatışmaya varan kavgaların bile olduğunu bu nedenle hapislerde yatan köylülerimizin olduğu anlatırlardı . Köyümüzün tarihçesinde önemli olaylar niteliğinde olan bu konulara da özetle değinmeye çalışacağım .
    Daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi zorunlu iskan kanunu kapsamında 1780’li yıllarda köylülerimize devlet tarafından arazi tahsisinin yapıldığı tahmin edilmektedir . Tahsis edilen arazilerin büyük bir bölümü de Aydoğmuş Köylüleri tarafından birkaç asırdır ekip biçtikleri ova bölgesinde ki tarlalarının bir kısmı ile otlakıye olarak kullandıkları mera bölgesinin yanında Dere Ağılı , Kalkanı Alanı , Eber Alanı ve Kara Alan gibi yayla kapsamındaki yerler de bulunmaktadır . Ama bu arazilerin tamamının o zamanlarda DEVLET MALI statüsünde olduğunu unutmamak gerekir . Başka bir ifadeyle , devlet kendi mülkiyetinde olan arazileri istediği gibi tasarruf etme hakkına ve yetkisine sahiptir . Açıklanan bilgiler doğrultusunda iki köy arasındaki anlaşmazlık konularına bakacak olursak olayların oluşması gayet doğal olarak kabul edilmesi gerekir . Zira bir tarafta bölgeye geldiği tarihten beri tarlaları ekip biçen ve sahiplenen Aydoğmuş Köylüleri , öbür tarafta ise devletin çıkardığı zorunlu iskan kanunu uyarınca kendilerine Aydoğmuş Köyü topraklarından arazi , tarla ve otlakıye yerleri tahsisi yapılarak yerleşik düzene geçmeye zorlanan Yukarı Eber Köylüleri vardır . İki köy arasında anlaşmazlıkların olması gayet doğal ve kaçınılmaz gerçeklerdir . Üstelik ülkeyi yöneten Osmanlı İmparatorluğu büyük bir çöküş içinde olup her konuda otorite boşluğu bulunmaktadır . Şimdi bu bilgilerin ışığında olaylara bir göz atalım .
    Açıklamaya çalışacağım anlaşmazlık konularının büyük bölümü , Emekli Öğrenmen ve Araştırmacı Yazar , Doktor Mehmet TEKİN’ in ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinden istifade edilerek derlenmiş olup konulara ilişkin kendi görüş ve yorumlarımı da katarak iki köy arasında yaşanan anlaşmazlık konularını sizlere aktarmaya çalışacağım.
    MERA Konusunda Yaşanan Olaylar.
    Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi köyümüzün önünde bulunan mera Aydoğmuş Köylülerince bölgeye geldiklerinden itibaren otlakıye olarak kullanılmaktaydı . Ancak devlet tarafından Zorunlu İskan kanunu uyarınca muhtemelen 1780’li yıllardan itibaren köyümüze tahsis edilen arazilerin içinde mera bölgesi de bulunmaktaydı . Zira , mera bölgesi köyümüzün yeni yerleşim yerinin hemen bitişiğindedir . Başka bir ifade ile meranın kuzey uzantısı üzerinde köyümüz konuşlandırılmıştır . Mera da hak iddia eden Aydoğmuş köyü ise mera bölgesinden yaklaşık 3/4 km . uzaklıkta bulunmaktadır . Köylülerimiz yerleşik düzene geçmeye başladıktan sonra burnunun dibinde ki mera bölgesi ile ilgilenmeye başlamaları ve konumları gereği mera bölgesini otlakıye olarak kullanmak istemelerinden doğal ne olabilir ki !.... Doktor Mehmet TEKİN’ in AYDOĞMUŞ TARİHİ adlı eserin de Köyümüzün yerleştiği alanda bulunan arazi ve tarlalar bile , bir zamanlar Aydoğmuş Köylülerince ekilip biçilen yerler kapsamında imiş . Aydoğmuş Köylüleri de yıllardan beri tek başlarına otlakıye olarak kullandıkları mera bölgesini bir türlü paylaşmak istemiyorlarmış . Mera konusunda ki anlaşmazlıklar da iki köy arasında kavgalar yaşanmış , arbedelere olmuş hatta silahlı çatışmalar bile yaşanmış olup , sonuçta mera konusu mahkemeye intikal ettirilmiştir . Uzun keşifler ve duruşmalardan sonra mahkeme , 1876 yılın da meranın OTLAKIYE OLARAK KULLANILMASI KAYDIYLA iki köy arasında ORTAKLAŞA KULLANILMASINA karar vermiştir . Görüldüğü gibi mera konusu nerede ise bir asır gibi bir zaman sürecinde ilgili ve yetkili mahkeme tarafından sonuca bağlanabilmiştir . Daha sonra ki yıllarda , muhtemelen Aydoğmuş Köylüleri verilen mahkeme kararına itiraz ederek konuyu o zamanlarda Eskişehir de faaliyet gösteren Temyiz Mahkemesine götürmüşlerdir . Temyiz Mahkemesi de kendi usulleri çerçevesinde konuyu incelemiş , meranın ortak kullanılmasına ilişkin mahkeme kararını aynen onayladığını 1927 yılında (75/569 sayılı kararı ile) taraflara bildirmiştir . Aydoğmuş Köylüleri Temyiz Mahkemesi Kararına da itiraz ederek mera konusunu 1933 yılında Isparta Valiliği makamına intikal ettirmişlerdir. Başka bir yaklaşımla Aydoğmuş Köylüleri , istediği sonuçları adli makamlardan alamayınca konuya idari yönden çözüm arayışı içine girmişlerdir . Isparta vilayet makamı konunun incelenmesi ve karara bağlanması için bir komisyon oluşturmuştur . Oluşturulan komisyon toplanarak durum değerlendirmesi yapmış gerekli hallerde taraflardan bilgi almış şahitleri dinlemiş ve verilen mahkeme kararlarına aynen katıldığını ve onayladığını 11.07.1933 tarihinde taraflara bildirmiştir . Tarafların da kabul ettiği mera sınırı şu şekilde saptanmıştır.
    ‘’Doğusunda ; Dinar şosesi ve onu takiben Arık Kuyusu , Kuzeyinde ; Eber Köylülerinin evleri , Batısında ; Kahya Kuyusu ve onu takiben Erenler Kaba Ağacı , ERGENLİ Sakarı ve Şahin Kayası , Güneyinde ; Aydoğmuş Köyü tarlaları.’’
    Tespit edebildiğim ve bildiğim kadarıyla belirlenen mera sınırları yukarıda açıklandığı şekilde güncelliğini hala koruduğu söylenebilir . Daha sonraki yıllarda bazen bizim köylüler tarafından mera sınırları içine ev yapıldığı için ihlal edildiği , bazen de meranın güney uzantısında bulunan ve Aydoğmuş Köylülerince ekilip biçilen tarla sahiplerince mera sınırlarını ihlal edildiği taraflarca iddia edilmiş ve taraflar arasında tatsızlıklar yaşanmıştır . Sonunda , her iki köy arasında hoşgörü ve sağduyu hakim olarak kardeşçe yaşam yolu tercih edilmiştir . Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim . Seksen yıla sığdırmaya çalıştığım hayatım boyunca gerek aile büyüklerimden gerekse köyün ileri gelenlerinden mera bölgesinden otlakıye olarak istifade eden hiçbir Aydoğmuş köylüsünü ne gördüm ve ne de duydum . Bir kapris ve inatlaşma uğruna boşuna harcanmış yıllardır diyebilirim . Ancak her olaya o günkü ortamda ve şartlarda bakmak ve değerlendirmek gerekir fikrine de tüm kalbimle katıldığımı ifade etmek isterim .
    İki Köy Arasında ki Sınır Anlaşmazlıkları
    Bana göre , sınır konusunda anlaşmazlıkların oluşması da olağandır . Nedenlerini yukarıda detaylı olarak açıklamaya çalıştığım gibi , bir tarafta bölgeye geldiklerinde beri devletin topraklarını işleyen tarlalarını ekip biçen ve sahiplenen Aydoğmuş Köylüleri , öbür tarafta ise sonradan bölgeye gelmiş ama zorunlu iskan kanunu uyarınca devlet tarafından yerleşik düzene geçmeye zorlanan Yukarı Eber köylüleri vardır Üstelik Zorunlu İskan Kanunu uyarınca devlet tarafından Yukarı Eber Köylülerine tahsis edilen arazilerin , tarlaların ve otlakıye olarak verilen yerlerinin nerede ise tamamı Aydoğmuş Köylülerince ekilen biçilen ve sahiplenilmiş yerlerdir . Burada ki hassas nokta köylülerimize tahsis edilen arazi ve tarlalar 1780/1790’ lı yıllarda köylülerimize tahsis edilmiş olması ve tahsis edilen arazi ve tarlaların DEVLET MALI STATÜSÜNDE olmasıdır . Ancak Tanzimat dönemi ile birlikte arazi ve tarlaları eken biçen kişilere tapuları verilmeye başlanmıştır . Olaylara başka bir açıdan bakacak olursak bir taraf elinde ki ve o güne kadar işlediği , ekip biçtiği arazi ve tarlaları paylaşmak istemeyen Aydoğmuş Köylüleri , öbür taraf ise devletin çıkardığı kanunlar kapsamında devletin kendine verdiği yerleri sahiplenmeye çalışan Yukarı Eber Köylüleri vardır . Bence her İki köy halkı da masum ve suçsuzdur . Kanaatimce , devlet otoritesinin zayıflığı , bundan dolayı da devletin yaptırım gücünün olmaması veya devlet yaptırım gücünü uygulayamamasıdır . Diğer bir ifade ile Köylülerin ÇIKAR ÇATIŞMASI söz konusudur . Bundan dolayı da meydana gelen anlaşmazlıkları hoşgörü ve tevazu ile karşılanması gerekir. .
    Mera konusunda olduğu gibi iki köy arasındaki sınırlar konusunda da anlaşmazlıklar oluşmuş , konu mahkemeye intikal ettirilmiştir . Uzun süren mahkeme safhasında , taraflar dinlenilmiş gerekli hallerde iki köyden ve komşu köylerden şahit ve bilir kişiler dinlenmiş ve nihayet 04.02.1950 tarihinde mahkeme kararını vermiştir . Mahkeme kararına göre iki köy arasında ki sınır ‘’Ak Dağ’ güney uzantılarının eteklerinde yer alan Ak ÇARŞAK’ tan başlayarak, Teke Çukuru , GÖZLEK Taşı , Fatma Kuyusu , Dinar Şosesi , Armutlu Dere Ağzı , Şahin Kayası , Kışla Boynu , Mantarlı Koyak , Ün Kısığı Çeşmesi , GEVENLİ Tepe hattını izleyerek ÇİĞİLLİ Çeşmesinde ‘’ sona eriyordu .
    Bana göre burada ki en hassas nokta iki köy arasındaki sınırların belirlendiği 04.02 1950 tarihidir . Yukarı Eber Köylüleri 1780’ li yıllarda bölgeye gelerek yaşamaya başlamışlar ve aynı yıllardan itibaren de yerleşik düzene geçmeye başlayarak Aydoğmuş köylüleri ile komşuluk ilişkileri yaşamaya başlamışlardır . Köylülerimize yürürlükte olan kanunlar kapsamında devlet tarafından kışlık ve yazlık yerler ile otlakıye yerleri tahsis edilmiş ,1780/ 1790’ lı yıllarda da köylülerimize tarla ve arazi tahsisi yapılmış , iki köy arasındaki olaylar Koca Osmanlı Devleti zamanında çözülemeyerek Cumhuriyet dönemine kadar sarkmış ve 1950 yılında da iki köy arasındaki sınır ihtilaflarına son şekil verilmiştir . Yani bir buçuk asırdan fazla(170 yıl) iki köy halkı sınır konusunda kavgalar , anlaşmazlıklar yaşamaya devam ettirilmiştir . O zamanın ortamında iki köy halkının da yegane geçim kaynağının tarım ve hayvancılık olduğunu düşünürsek iki köy arasında anlaşmazlıkların olması , arbedelerin yaşanması hatta silahlı çatışmaya varan kavgaların meydana gelmesi kaçınılmaz gerçeklerdir . Başka bir yaklaşımla son dönemlerini yaşayan Osmanlı Devletinin karar organı niteliğinde ki hem yargı ve hem de idari mekanizmaları çok yavaş çalışmakta , halkın sorunları ile ilgilenmemekte , hantal ve çaresiz durumdadır denilebilir . Devlet , köylülerin sorunları ile ilgilenmemiş ve onları sorunları ile baş başa bıraktığı ifade edilebilir .
    Cumhuriyet dönemine kadar sarkan sınır olayları iki köy arasında belirlenen sınır uygulamalarında bir takım aksaklıklar veya sınır ihlalleri olmuş olacak ki Yukarı Eber Köyü Muhtarlığı , yani bizim köy muhtarlığı iki köy arasında ki sınır bilgilerini içeren dosyanın yeniden incelenmesi ve bir karara bağlanması için 15.12.1959 tarihinde bir dilekçe ile Keçiborlu Kaymakamlığına baş vurmuştur . Durumu incelemek ve bir karara bağlamak için Kaymakam başkanlığında bir heyet oluşturulmuştur . Oluşturulan heyet üyeleri 30. 03.1959 tarihinde ihtilaflı bölgelerde incelemeler ve keşifler yapmış , köylerden ve komşu köylerden şahit ve bilir kişileri dinlemiş 01.04.1959 tarihinde de heyet kararını açıklamıştır . Kaymakamın başkanlığında ki heyet te mahkeme kararını aynen kabul ettiğini taraflara yazılı olarak bildirmiştir . Görüldüğü gibi Aydoğmuş Köylülerinin mera konusunda uyguladıkları taktiğin bir benzerini köylülerimiz de iki köy arasındaki sınır konusunda uygulamışlardır . Sonuçta her iki dava konusunda da mahkemelerin yani adli makamları verdiği karar esas kabul edilmiştir . Başka bir ifadeyle idari makamlar Kuvvetler Ayrılığı İlkesine bağlı kalarak yargının verdiği karara saygılı kalmışlardır . Bu dönem de Ahmet ÖZKURT amcam köy muhtarı konumundadır ve yukarıda açıklamaya çalıştığım bilgiler onun günlüklerinden alınmıştır .
    Köyümüzün Eski Köy Bölgesinden Halen Bulunduğu Yere Taşınması Olayı ve Hikayesi
    Geçmişte Aydoğmuş Köyü ile köyümüz arasında güzel olaylar ve ilişkiler de yaşanmıştır . Anlatmaya çalışacağım olayların 1900’lü yılların başında yaşandığı tahmin edilmektedir . Başka bir yaklaşımla , köylülerimiz Eski Köy bölgesinde yerleşik düzene geçmiş yaklaşık olarak yüz yirmi (120) yıldır yani bir asırdan fazla bir süredir Aydoğmuş köylüleri ile komşuluk ilişkisi yaşamaktadır . O zamanlarda İki köy halkı arasında ki anlaşmazlık konuları olan köyün sınırları , mera ve diğer otlakıye olarak kullanılan yerler ve diğer anlaşmazlık konularında ki sorunları da had safhada bulunmaktaymış . Bence bu dönemde ki en büyük sorunun devletin otorite boşluğudur . Zira bu dönemde Osmanlı Devleri son dönemlerini yaşamakta olup , dünya devletleri Osmanlıya HASTA ADAM gözüyle bakmaktadır . Osmanlı Devleti halkın sorunları ile ilgilenmek yerine sarayını ve yandaşlarını nasıl kurtaracağının hesaplarını yapmakta akıl almaz entrikalar peşindedir .
    Diğer taraftan , yirminci yüz yılın başlarında yani 1900/1902 yıllarında havalar çok kurak gitmeye başlamış akabinde de köylülerimizin yerleşik düzene geçtiği Eski Köy bölgesindeki kuyuların suyu çekilmeye başlamış veya sular yer altında mecra değiştirerek başka yönlere doğru akıp giderek kaybolmaya başlamış ve köyümüz bölgesinde kuraklık baş göstermiştir . Muhtar başta olmak üzere tüm köy ileri gelenleri ve köy halkı yoğun bir şekilde susuzluğa çare arayışı içine girmişlerdir .

    O tarihlerde yöremizde yaşayan aslen balkan göçmeni olan Çoban Ali lakabı ile anılan , yer altı sularının bulunduğu yerleri suya duyarlı hassas bakır telleri kullanarak geliştirdiği bir teknikle %95 doğrulukla yeraltı suyu tespit edebilen bir vatandaş varmış . Köy Muhtarı başta olmak üzere Köy İhtiyar Heyeti Çoban Aliyi bulup köyümüze getirmişler . Çoban Ali , yaptığı araştırmalarda Eski Köy bölgesinde ki yer altı sularının kuruduğunu veya suların yer altında akış yönü (mecra ) değiştirerek başka yöne doğru akıp gitmiş olabileceğini açıklamıştır . Köylülerimiz bu duruma çok üzülmüşler . Köyün sınırları için de nerelerde suyun olabileceğini yine Çoban Aliye tespit ettirmişler . Anlatılanlara göre Çoban Ali , köylülerimize oluşturduğu suya duyarlı bakır teller sistemi ile yeraltında akıp giden suyun sesini dinletebiliyor suyun hangi yöne doğru akıp gittiğini gösterebiliyor ve en önemlisi her bölgede suyun ne kadar derinlikte ve kaç metreden çıkabileceğini söyleyebiliyormuş . Gerektiğinde de elde ettiği bulgularını köylülere fiilen gösterdiği de rivayet ediliyormuş . Sonuçta Çoban Ali yaptığı incelemeler de ERGENLİ Sakarı Deresi ayağının düzlüğe ulaştığı Erenler Kaba Ağacı bölgesinde devamında ve civarındaki bölgelerde bol miktarda yeraltı suyunun bulunduğuna karar vermişler . Ayrıca Çoban Ali yaptığı açıklamalarda buralardaki yeraltı sularının daha uzun ömürlü olabileceğini köylülere uzun yıllar yetebileceğini zira bu bölgedeki yer altı sularını oluşturan kaynakların , Kar Yatağı bölgesinin bitişiğinde ki Kokarca Çeşmesi ayağının , Küçük ve Büyük Emirgazi Çeşmeleri ayaklarının , Kar Yatağı çamlık bölgesi yeraltı sularının , hatta Eski Köy bölgesinde kaybolup giden kuyu sularının bile bu bölgeye akıp gelerek yer altı su kaynağını oluşturduğunu söylemesi köylüleri ikna olmasına yetmişti . Başka bir yaklaşımla Erenler Kaba Ağacı ve civarında fazla derine inmeden Kahya Kuyusu (şu anda köylüler Kahya Kuyusunu Kör Kuyu olarak ifade etmektedirler ) örneğinde olduğu gibi açılacak kuyularda hem köylülerimize hem de hayvanlarına yetecek kadar uzun ömürlü suyun bulunması köylülerimizi çok sevindirmişti . Ancak yer altı sularının bulunduğu ve kuyu açılması planlanan yerlerin bir kısmı Aydoğmuş Köyü ile anlaşmazlık konusu olan bölgelerin içinde olup mutlaka Aydoğmuş Köyü Muhtarlığı ile koordine edilmesi gerekiyormuş . Köy İhtiyar Heyeti toplanmış iki köy arasında ki anlaşmazlıkların doruk noktasında olduğu veya devletin otorite boşluğundan kaynaklanan bir ortamda Aydoğmuş Köyüne gitmenin ve susuzluk sorunun görüşülmesinin uygun olmayacağını daha sonra ve uygun bir zamanda Aydoğmuş Köyüne gitmenin daha doğru olacağına karar vermişlerdir .
    Ancak , burada bir konuya dikkatini çekmek ve kendimce doğru olduğuna inandığım bu konuya açıklık getirmek istiyorum . Bilindiği gibi 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanından sonra Osmanlı Devleti Aşar (Öşür) vergisi ödeyerek devlet arazilerini ekip biçen ve işleyen vatandaşlara işledikleri arazi ve tarlaların tapularını vermeye başlamıştır . Bu kapsamda 1780/1790’lı yıllarda köylülerimize tahsis edilen arazi ve tarlaların tapuları 1839 tarihinden itibaren köylülerimize verilmiş olması gerekirdi . Daha sonra ki bölümler de açıklanacağı gibi 1900’ lü yıllardan itibaren Eber Köyünün yeni yerleşim yerlerine taşınmasın da o zamanlarda Aydoğmuş Köyü Muhtarı olan ELLESOĞLU Mehmet Ağa başta olmak üzere Aydoğmuş Köyü İhtiyar Heyetinin ılımlı davranmalarının ve köylülerimizin yeni yerleşim yerleşmelerine taşınmalarına Aydoğmuş Köylülerini göz yummalarının nedenleri açıklamaya çalıştığım bu gerçeklerdir . Başka bir bakış açısıyla aslında Aydoğmuş Köylülerini ekip biçtiği köyümüz bölgesinde kalan arazi ve tarlaların 1780/1790’lı yıllardan itibaren bizim köylülerin tasarrufundadır . Devletin otorite boşluğundan kaynaklanan olaylar nedeniyle iki köy arasındaki sorunlar devam edip gitmektedir . Şimdi bu genel çerçeve içinde yaşanan olaylara bir göz atalım .
    Bu döneme ilişkin , Doktor Mehmet TEKİN ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ ‘’ adlı eserinin 44’ üncü sayfasında o tarihlerde ki köyümüzün içinde bulunduğu susuzluk durumunu şu şekilde ifade etmektedir. ‘’Aydoğmuş Köyünün mera bölgesi sınırı Erenler Kaba Ağacı ve Kahya Kuyusu (bazı kaynaklara göre KÖR KUYU olarak ifade edilmektedir) bölgesine kadar uzanmaktaydı . Kara Çobanoğlu İbrahim Çavuş’ un ve bazı Aydoğmuş köylülerinin de , Erenler Kaba Ağacı ve Kahya Kuyusu bitişiğinde tarlaları vardı . EBER Köylüleri yeni yerleşim yerine inmeye başlamadan önce İbrahim Çavuş ve diğer köylüler her zamanki gibi çift sürme zamanı geldiğinde tarlalarını sürmeye gitmekte , akşam olunca da sabanlarını devirmekte , öküzlerini de çift sürdüğü tarlalarda bırakarak Aydoğmuş köyünde ki evine dönmekteydiler . Aydoğmuş Köylüleri , ertesi günü erkenden kalkar , tekrar Kahya Kuyusu bölgesinde ki tarlalarını sürmeye devam ederlerdi . Eber Köylüleri de yaklaşık yarım saat mesafede ki Eski Köy bölgesindeki evlerine Kahya Kuyusundan ve Arık kuyusundan TULUKLARLA su taşırlardı ‘’ ifadelerine yer verdiğini görüyoruz . Bilindiği gibi , daha sonra ki yıllarda EBER köylüleri özellikle yeni yerleşim yerlerine taşınmaya başladıktan sonra Kahya ve Arık Kuyularının suları da yetmemeye başlamıştır . Köylülerimiz önce Şose Yolunun ve Kara Yolları Kulübesinin karşısındaki Arık Kuyusunu ıslah etmişler , daha sonra ki tarihlerde başka yerlerde , Mehmet paşa kuyusu , Dibek Kuyusu , Cennet Ali’si kuyusu gibi bir çok kuyular açarak köyün ve hayvanlarının su ihtiyacını gidermeye çalışmışlardır . Bana göre bu dönemde ki en önemli konunun Aydoğmuş Köylülerinin ERENLER KABA AĞACI ve Kahya Kuyusu (Kör Kuyu) bölgesinde ki tarlalarını ekip biçerken kendilerini ve öküzlerini emniyetli hissetmeleridir . Başka bir ifadeyle , Aydoğmuş Köylülerinin akşam olunca SABANLARINI DEVİRİP (tarlalarında bırakarak ) , ekmek kapısı olan ÖKÜZLERİNİ de sürdükleri tarlada bırakarak Aydoğmuş köyüne dönmesi olayı iki köy arasında sorunlar olsa da KARŞILIKLI SAYGI , SEVGİ ve GÜVEN ortamını var olduğunu göstermektedir .
    O tarihlerde köyümüzde ŞERFE kadın lakabı ile tanınan ve köyümüz de muhtar kadar sözü dinlenen , çevre köylerce de namı duyulan , tutuğunu koparan , gözü pek , kimselerden korkmayan mert bir kadın varmış . Hatta köylülerimiz ŞERFE Kadına ‘’ERKEK ŞERFE’’ derlermiş . Hatırlanacağı gibi halen AK DAĞ’ ın ovaya bakan yamaçlarında ŞERFE’ nin KIRI adı ile anılan bir bölge de bulunmaktadır. Yani ŞERFE kadın bir bölgeye bile adını vermiş köyümüzde ve yöremizde tanınan ünlü bir kadındır . Aslında susuzluk köylünün canına tak etmişti . Kimsenin ne beklemeye ne de Köy İhtiyar Heyetinin aldığı karara uyacak hali kalmamıştı . ŞERFE kadın köy muhtarlığınca alınan kararı duyunca çok sinirlenmiş ve çılgına dönmüştür . Doğruca köy muhtarına gidip konuşmuş ve tek başına gidip Aydoğmuş Köyü muhtarı ile susuzluk konusunu konuşmak istediğini söylemiştir . Köy Muhtarı ve diğer köylüler ŞERFE kadının tek başına Aydoğmuş Köyüne gitmesinin tehlikeli olabileceğini , bu nedenle ŞERFE kadının gitmesine engel olmak istemişlerse de ŞERFE kanının Aydoğmuş Köyüne gitmesine mani olamamışlardı .
    ŞERFE Kadın boz eşeğine binerek kimselere haber vermeden tek başına Aydoğmuş Köyünün yolunu tutmuştur . O zamanlarda Aydoğmuş Köyü Muhtarlığını ELLEZOĞLU Mehmet Ağa yürütüyormuş . ELLEZOĞLU Mehmet Ağa ; otoriter , çok çalışkan , çok akıllı , kültürlü , yardımsever Aydoğmuş Köylülerince ve çevredeki köylülerce sevilen sayılan bir kişiymiş . Diğer taraftan Mehmet Ağa ; bizim köyde ve bizlerin İLK OKUL öğrencilik yıllarımız da yani 1947/1952’li yıllarında köyümüzde Eğitmenlik yapan Mustafa Baysal’ın babasıymış . Mustafa BAYSAL ; benim yaş grubuma ve daha sonraki yaş gruplarına giren köyümüz çocuklarına . EĞİTMENLİK yapmış çok değerli bir kişidir.
    ŞERFE kadın Aydoğmuş Köyü muhtarına dilinin döndüğünce Eski Köy bölgesinde ki su kuyularının sularının azalmaya başladığını ve Çoban Ali’nin yaptığı araştırmalara göre Eski Köy bölgesindeki yeraltı sularının kaybolmaya başladığını , susuzluktan köy halkının ve hayvanların zor günler geçirmeye başladığını , yapılan araştırmalara göre Erenler Kaba Ağacı ve Kahya Kuyusu(kör kuyu ) bölgesinde bol miktara yeraltı suyunun olduğunu , ‘’SEBEBİ ZİYRETİNİN ERENLER KABA AĞAÇ BÖLGESİNE EV YAPMAK İÇİN AYDOĞMUŞ KÖYLÜLERİNDEN MÜSAADE ALMAYA GELDİĞİNİ SÖYLEMİŞTİR ’’ . Bilindiği gibi o tarihlerde mera bölgesi otlakıye olarak kullanılmak kaydıyla iki köyün ortak malı statüsündeydi . ELLEZOĞLU Mehmet Ağa , ŞERFE Kadının tek başına Aydoğmuş Köyüne gelmesinden , esasen çok iyi bildiği Eber Köyünün sorunlarının dürüstçe anlatılmasından , su yokluğundan dolayı Eber Köylülerinin çaresizlik içinde çırpınmasından ve söz konusu olan bölgelerin de Eber Köylülerine tahsis edilen yerler konumunda olduğunu bildiği için kişisel olarak ta ŞERFE kadına yardımcı olmaya karar vermişti . Ancak konu tek başına verilecek bir karar değilmiş . Mehmet Ağa hemen Köy İhtiyar Heyetini ve köy eşrafını da toplayarak durumun vahametini tüm açıklığı ile anlatmıştır . Kişisel olarak ta ŞERFE kadına ve Eber köylülerine yardımcı olmak istediğini vurgulamıştır . Aydoğmuş Köyü İhtiyar Heyeti muhtarın önerisini uygun bularak ŞERFE Kadına ve Eber Köylülerine yardımcı olmaya karar vermişler . ELLEZOĞLU Mehmet Ağa , Erenler Kaba Ağacı ve kuzeyi bölgesinde ŞERFE Kadının ev yapmasına müsaade verdiklerini söyleyince ŞERFE Kadın sevinçten şaşırıp kalmıştı . Hemen kendini toparlayan ŞERFE Kadın… Muhtar Mehmet Ağa’ya ‘’MUHTAR BEY!... MERT VE DÜRÜST ADAM OLDUĞUNU DUYMUŞTUM AMMA ŞİMDİ GÖRÜYORUM Kİ …GERÇEKTEN ÇOK MERT ADAMMIŞSIN BE…. ALLAH SENDE RAZI OLSUN’’ diyerek köyümüze dönmüştür .
    ŞERFE Kadın , köy Muhtarına ve köy eşrafına Aydoğmuş köyün de gördüklerini, yaşadıklarını ve tüm olan bitenleri birer birer anlatmıştır . Özellikle Aydoğmuş köyü muhtarının ve tüm Aydoğmuş köyü halkının kendisine çok iyi davrandıklarını vurgulamıştır . Köy İhtiyar Heyeti hemen toplanarak ŞERFE Kadına Erenler Kaba Ağacı bölgesinde nereye ev yapması gerektiğine karar vermiş ve ev yeri tahsisini yapmışlardır . Vakit geçirmeden ev yapmaya başlayan ŞERFE Kadın köylülerin de yardımlarıyla kısa sürede evinin yapılmasını tamamlayarak Nisan 1903 tarihinde yeni evine taşınmıştır . Böylece köyümüzün yeni yerleşim yerine ilk yerleşen kişisi de ŞERFE Kadın olmuştur . ŞERFE Kadının yeni evine taşınması ve Aydoğmuş Köylülerinin de iyi niyetli davranışı ve mera bölgesinin kuzeyinde kalan bölgelerde köylülerimizin ev yapılmasına göz yummaları ve ses çıkarmamaları tüm köylüleri çok heyecanlandırmış hevese getirmiştir . Eber Köyü muhtarlığı Keçiborlu Nahiye Müdürlüğü ile de koordine ederek meranın kuzeyinde ve şose yolunun batısında kalan tarlalar bölgesini iskana açmış , Nahiye Müdürü’ nün gönderdiği teknik personelle de köyün yeni yerleşme planını yaptırmış , hakkaniyet esasları çerçevesinde ev yapmak isteyen köylülere ev yeri tahsisine başlanmıştır . Hali vakti yerinde olan aileler birer ikişer aile olarak yeni yerleşim yerine taşınmaya başlamışlardır . Kara Bıçak dede ve ninem ÜMÜM GÜLSÜM’ ün anlattıklarına göre , Dedem Molla Musa ve Ninem ÜMMÜ GÜLSÜM ile Kara Bıçak dede de 1908’ li yıllarda yeni yerleşim yerine taşındıklarını ifade etmişlerdir . Köyümüzün yeni yerleşim yerinde bir taraftan evler yapılırken , yolların yapılması , su kuyuların açılıp faaliyete geçirilmesi gibi diğer aktiviteler köylüleri hem iş gücü bakımında , hem de parasal yönden epeyce zorlamıştır . Doktor Mehmet TEKİN ve Araştırmacı Yazar Temuçin’ e göre Eber Köyünden yalnız bir tek aile Eski Köy bölgesinde kalmıştır . Eski Köy bölgesinde kalan ailenin evi de 1914 yılında yöremizde meydana gelen büyük deprem de yıkılarak oturulamayacak hale gelmiştir . Büyük deprem olayını da bahane eden köylülerimizin tamamı Eski KÖY bölgesinden yeni yerleşim yerine taşınmışlardır . Çok genel bir yaklaşımla Yukarı Eber Köylülerinin tamamının 1915/1916 yıllarında yeni yerleşim yerlerine taşınmalarını tamamladıklarını söyleyebiliriz .

    Büyük Deprem Olayına da kısaca değinmek istiyorum . Yukarıda basit bir cümle ile geçiştirdim ama aslında BÜYÜK DEPREM olayı yöremiz bölgesinde meydana gelen en büyük tabii afetlerden birisidir . Yaptığım araştırmalar da 1914 yılında meydana gelen deprem yöremizde değil ülkemiz de meydana gelen EN BÜYÜK DEPREMLERDEN birisi imiş . Devletin resmi kayıtların da ve BÖCÜZADE Süleyman Sami’ nin ’’ISPARTA TARİHİ’’ adlı eserinde belirttiklerine göre depremin büyüklüğü YEDİ NOKTA BİR (7.1) şiddetinde olduğu ifade edilmektedir . Keza Doktor Mehmet TEKİN’ in ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ ‘’ adlı eserinde de Büyük Depremin 7.1 şiddetinde olduğu ifade edilmektedir . Ben bu konuda ki bilgileri Büyük Depremi bizzat yaşayan görgü şahidi olan ninemin (ki ninem o tarihlerde kırklı yaşlardadır) anlattıklarından aktarmak istiyorum . Ninem ÜMMÜ GÜLSÜN’ ün anlattıklarına göre , o yıl köyümüz yöresinde kış mevsimi çok sert geçiyormuş . O yıllarda dedem Molla MUSA da sağlıklı ve hayattaymış . Daha önce de ifade ettiğim gibi Dedem Molla MUSA 1917 yılında vefat etmiştir . O zamanlarda ninemler , köyümüzün yeni yerleşim yerine taşınalı daha birkaç yıl olmuştu . Dedem Molla Musa ile birlikte ikisi kız ikisi erkek dört tane çocukları ile birlikte iki gözlü (odalı) dam ve kerpiçten yapılmış bir evde yaşıyorlarmış. En büyük kızları olan Şerife ve Ayşe halalarım evlenmişler , Hatice halam da SOFULARIN Zeki amcaya nişanlı imiş (Jandarma Ali ve Semerci Mehmet’ in babalarına) . Yine ninemin verdiği bilgilere göre babam hariç tüm çocukları Eski Köy bölgesinde ki evlerinde dünyaya gelmişlerdir . Ninemlerin Köyümüzün yeni yerleşim yerlerinde ki evlerinin bulunduğu yer de halen yeğenim Abdullah KURT ve ailesinin yaşadığı binanın yanında ekmek yapmak için kullandıkları dam oda ile bitişiğinde ahır olarak kullanılan yermiş . Benim de doğup büyüdüğüm ve Askeri Orta Okula gidinceye , yani 1954 yıllarına kadar benim çocukluk yıllarım da aynı evde geçmişti . İki odadan oluşan bu dam ev de ninem ve ben bir odasında kalıyorduk , diğer odasında ise babam annem ve kardeşlerim kalıyorlardı . İki odalı evin önünde ÇARDAK tabir edilen bir bölüm vardı . Çardak denilen yer iki odanın uzantısı niteliğinde olup üstü kapalı bir SOFA/Hol durumundaydı . Şu anda AHIR olarak kullanıla yer de çardağın hemen bitişiğinde bir ÇAVUŞ ARMUDU ağacı vardı . Bizler armutlar olgunlaşmaya başladığında dam evin üzerinden olgunlaşan armutları toplar ve yerdik . En küçüğümüz Halil dahil beş kardeş hepimiz o iki odalı evde doğmuş ve çocukluğumuzu da o evde geçirmiştik . Yani Kara Kaş Dayı Babam Abdullah KURT dahil beş kardeş hepimiz adı geçen dam evde doğup büyümüştük . O zamanlarda Ayanların KARA MEHMET ÇETİN dayım sağdı . Ayanların Hacı Ahmet (kız kardeşim Fatma’nın eşi ) Hacı Mustafa ve İsmail’in babasıdır. Dayım evimize geldiğinde ‘’ABA…. BEN GELDİM DİYEREK ‘’anneme seslenir eğilerek oda kapısından güçlükle kapıdan içeri geçebilirdi . Dayım , KARA MEHMET çok iri yapılı idi . Halen yeğenim Abdullah KURT’ un oturduğu ev ise muhtemelen 1952/1953 yıllarında faaliyete geçmiş veya oturulmaya başlanılmıştır .
    1913 yılında köyümüz bölgesinde kırk (40) gün hiç durmadan kar yağmış ve nerede ise dam evler boyunda kar yığınları oluşmuştu . Ninem helaya (tuvalete) gidebilmek için kar yığınlarının altından tünel açarak helalara gidip gelebildiklerini yana yakıla anlatırdı . Bilindiği gibi o tarihlerde köyümüz evlerinin helaları evlerinin dışında harım tabir ettikleri bahçe içinde bulunurdu . Dedem Molla MUSA dini görüşleri ağır basan ancak zamanın olanakları çerçevesinde kendini iyi yetiştirmiş aydın bir kişiymiş . Dedem , nineme ‘’Hayırdır inşallah hanım … bu kadar çok kar yağdığı görülmüş şey değildir , inşallah hayırlara vasile olur demiş ve son yıllara iklimlerin de baya değişmeye başladı diyerek’’ endişesini ve düşüncelerini dile getirmişti . Nineme göre . dedem Molla Musa sanki olacak deprem olayını hissetmişti .
    Büyük deprem 03 Ekim 1914 tarihinde gece yarısı meydana gelmişti . Yani , köylülerin ve hayvanların en derin uykuda olduğu bir zamanda meydana gelmişti . Köyümüz evlerinin çoğunluğu yeni yapılmış olmasına rağmen çoğu yıkılmış veya ağır hasar görmüştü . Hele Eski Köy bölgesinde terk edilen yığma tipi temelsiz evlerin tamamı yerle bir olmuştu . Depren nedeniyle ninem ve dedemin ailesin de ölen ve yaralanan olmamıştı ama köyümüz genelinde özellikle yaşlı olup ta evlerinden çıkamayan veya kaçamayan kişilerden dam örtünün altında kalarak ölenler ve yaralananlar da olmuştu . Keza hayvanlardan da dam ahırların çökmesi sonucu altında kalan ve telef olanlar da olmuştu . Kısacası tüm yöremizde olduğu gibi Eber köyünde de Büyük Deprem nedeniyle önemli ölçüde can ve mal kaybı yaşanmıştı .
    BÖCÜZADE Süleyman Sami’nin verdiği bilgilere göre ; Büyük Depremden sonra Osmanlı Devleti tarafından çıkartılan bir kanunla köyümüzden ve Isparta/Burdur yöresinde askerlik hizmetinde bulunan askerlere bir ay süreli izin verilmiş ve ayrıca 12 Mart 1915 tarihinde çıkartılan 454 sayılı yasa ile de köylülerin yıkılan evlerini yapabilmeleri için devletin malı statüsünde ki Söğüt Dağındaki ormanlardan ihtiyaçları kadar kereste kesebileceklerine ve ISPARTA /BURDUR ‘da Büyük Depremden zarar gören ailelerin beş (5) yıl süre ile her türlü vergiden muaf olduklarına karar verildiği görüşüne yer verilmiştir . Aynı bilgilere Doktor Mehmet TEKİN’ in ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ eserinde de aynı görüşlere yer verildiğini de belirtmek istiyorum .
    Yine ulaşabildiğim bazı kaynaklara ve Doktor Mehmet TEKİN’ in de adı geçen eserinin 42 nci sayfasında yaptığı açıklamalarına göre bizim köyden bir kişi MERA bölgesinin içine muhtemelen 1905 yılında kaçak olarak ev inşa etmiştir . Böyle bir emri vaki ile yapılan kaçak evin durumu ; hem meranın statüsüne , hem devletin mera bölgesi için koyduğu kurallara , hem de iki köy arasında yapılan centilmenlik anlaşmasına aykırı imiş. Meraya kaçak olarak yapılan ev olayı şikayet konusu olmuş ve kaçak ev sahibi köylülerce ikaz etmiş ise de yapılan kaçak evi yıktıramamışlardır . Bunun üzerine Aydoğmuş Köyü Muhtarı ve İmamı bir telgraf çekerek durumu İstanbul’ a (Defter-i Hakan-i Nazırlığına) bildirmişlerdir. Bunun üzerine Defter-i Hakan-i Nazırı imzasıyla gereğinin derhal yerine getirilmesi kaydıyla Hamid Sancağına aşağıda özetlenerek yazılan emirname gönderilmiştir . Bu emirname uyarınca mera içine yapılan kaçak ev devlet yetkilerince yıktırılmıştır . Bu olayda olduğu gibi daha sonra ki yıllarda da gerek bizim köylülerce gerekse meranın güney uzantısında ki Aydoğmuş köylülerine ait tarlalar bölgelerinde Aydoğmuş köylülerince mera bölgesine tecavüzler olduğu iddia edilmiş ise de iki köy halkının hoşgörülü ve özverili davranışları ile tüm güçlükler aşılmış bu günkü güven ve karşılıklı sevgi ve saygı dolu yaşam ortamına gelinmiştir. .
    Devlet lü Efendim Hazretleri ;
    (Emirname yazısı okuyucularıma bilgi olarak konulmuştur)
    Keçiborlu Nahiyesine tabi Eber karyesi(köyü) ahalisinden bazılarının karyesine yarım saat mesafede ve taht-ı ziraatlerin de bulunan arazi emiriye üzerine inşa eyledikleri ebniye(ev) Aydoğmuş kariyesiyle(köyü ile) müşterek olan meraya mülasık olmakla beraber, Eberlilerden birisinin mezkür meraya tecavüzle ebniye inşa eylediği ve bu hal mezkür al-i karya ahalisi beyninde münazaayı mucip olacağı cihetle ebniye-i mezkürenin hedmiyle,………………………. ………………………………………………….. …. ……………………………………………………………………………………………..
    15 Aralık 1905
    Defter-i Hakan-i Nazırı
    İmza

    Emirname örneği , köylülerimizin ve okurlarımın DİKKATİTLERİNİ ÇEKMEK için konulmuştur . Başka bir yaklaşımla MERA’ ya yapılan Kaçak Ev için Koca Osmanlı İmparatorluğunun (Gayrimenkullerin kayıtlarını tutan sorumlu) bu günkü karşılığı muhtemelen ‘’TAPU KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ‘’ne Aydoğmuş Köyü Muhtarı ve İmamı telgraf çekerek dertlerini anlatmaya çalışmışlardır . Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ÇÖKÜŞ VE DAĞILMA sürecini yaşamakta olup Avrupalı Devletlerce de HASTA ADAM olarak nitelendirilmektedir . Halbuki bu dönemde ki idari yapıyı hatırlayacak olursak hiyerarşik sırayla , Köy Muhtarından başlayarak Nahiye Müdürü , Kazalarda Kadılar , Sancak Beylikleri , Eyalet Başkanlıkları ve Devlet Yetkilileri gelmektedir . Hiyerarşik düzende ki tüm kademeler atlanarak vatandaş derdini devletin en üst kademesinde ki makama anlatmaya çalışmaktadır. . Bu durumlar gösteriyor ki devlet yönetiminde büyük bir keşmekeşlik ve otorite boşluğu olduğu görülmektedir . Özetle ifade etmek gerekirse , vatandaş çaresiz ve sorunları ile baş başa bırakılmıştır .
    Sonuç olarak diyebiliriz ki köyümüz halkının 1700’ lü yıllarda Eber GÖLÜ bölgesinden başlayan konar/göçer hayatı yaklaşık üç asırdan fazla süren maceralı bir yolculuktan sonra bu günkü ikamet ettiği bölgede 1916’lı yıllarda yerleşik düzene geçerek tamamladığını söyleyebiliriz . Ancak Yörük geleneğinin bir gereği olan hayvancılığını buna bağlı olarak ilk baharda yaylalara gitmeyi ve son baharda da tekrar kışlık yerlerine dönme geleneğini 1980’ li yıllara kadar sürdürdüğü de söylenebilir . Bilemiyorum ama belki de köyümüzde hala Yörük geleneğini sürdüren aileler vardır . Başta Aydoğmuş Köyü muhtarı ELLEZOĞLU Mehmet Ağa ve ŞERFE kadın olmak üzere tüm Aydoğmuş ve Eber Köylülerinin hoşgörü ve iyi niyetleri ile başlayan güzel ilişkiler iki köy arasındaki anlaşmazlıkları ve sorunları tamamen ortadan kaldıramamıştır . Nitekim köyümüzün yeni yerleşim yerine taşındıktan sonra da Aydoğmuş Köyü ile bu günkü Kaplanlı Köyü arasında mera ve sınır anlaşmazlıklarının dışında Dere Ağılı , Kara Alan ve Eber Alanı ile Ak Dağın ovaya bakan batı yamaçları bölgesinde ve diğer konularda anlaşmazlıklar sürüp gitmiştir . İki Köy halkı arasında iki kez cereyan eden Dere Ağılı konusuna değinerek konuyu noktalamak istiyorum .

    İki Köy Halkı Arasında Silahlı Çatışmaya Sebep Olan Dere Ağılı Olayları .
    Elde edebildiğim belge ve bilgilere göre Dere Ağılı olayları 1910 ve 1955/1956 tarihlerinde olmak üzere iki köy halkı arasında iki kez yaşandığı tahmin edilmektedir . Doktor Mehmet TEKİN’ İn AYDOĞMUŞ TARİHİ adlı eserinde ‘’ Dere Ağılı Olayları ‘’ bir bütün olarak ; Kalkan Alanı , Ün Kısığı Çeşmesi , Eber Alanı , ÇİĞİLLİ bölgelerini de içine alan yörenin genel isimi olarak algılanmalı ve değerlendirilmelidir .
    1910 Yılında Yaşanan İlk Dere Ağıl Olayı
    Ninem ÜMMÜ GÜLSÜN ve KARABIÇAK dedenin 1953/1954 yıllarında çocukluk yıllarımda Aşağı Emirgazi de , Ahmet ÖZKURT amcamın köyümüzle ilgili tuttuğu günlük notlarından ve Deli Göz Oğlu Mehmet Dedenin 1960’lı yıllarda anlattıklarına göre İlk Dere Ağılı Olayı 1910 yılında cereyan etmiştir . Aydoğmuş Köylüleri ile köylülerimiz arasında meydana gelen bu kavga ve arbedeye , dedem MOLLA MUSA , Ninem ÜMMÜ GÜLSÜN ve KARABIÇAK dede ile birlikte köyün genç ihtiyar demeden çoğunluğunun katıldığını , hatta Dere Ağıl bölgesinde çadırı ve alaçığı olan köylülerin de kadınlı erkekli bu kavgaya katıldıklarını anlatmışlardı . O zamanlar da yani 1910’lu yıllarda , dedem Molla Musa ellili , ninem ve Kara Bıçak dede de kırklı yaşlarda , Deligöz Oğlu Mehmet(1885) dede ise yirmi beş yaşında askerden yeni gelmiş zıpkın gibi delikanlı imiş . Kara Bıçak dede ile Deligöz Oğlu Mehmet dede Kavganın nedenlerini de şu şekilde açıklamaya çalışıyorlardı . Aydoğmuş Köylüleri ; Dere Ağılı , Kalkan Alanı , Ün Kısığı Çeşmesi , Eber Alanı , ÇİĞİLLİ bölgelerinde ki suların ve otlakların bizim köylüler tarafında kullanılmasına izin vermiyorlarmış . Başka bir ifadeyle köyümüz çobanlarının ve hayvanlarının adı geçen bölgelere girmesine ve otlaklardan yararlanmasına müsaade etmiyorlarmış . Hatta bu konularda önce iki köy çobanları arasında , sonra da fiilen iki köy halkı arasında çok çetin kavgalar bile yaşanmıştı. Aydoğmuş Köylüleri ; bu bölgeleri köylülerinin bölgeye geldiklerinden beri ekip biçtiklerini intifa (kullanma) haklarının devletçe kendilerine verildiğini iddia ediyorlarmış. Halbuki 1780/1790’lı yıllardan itibaren ova bölgesindeki Aydoğmuş Köylülerine ait arazi , tarla ve mera gibi otlakıyelerle birlikte Dere Ağılı , Kalkan Alanı Ün Kısığı ve Eber Alanı gibi bölgelerin otlakıye olarak kullanma hakkını devlet yetkilileri tarafından tamamen Yukarı Eber köylülerine verildiğini , aynı bölgelerde ki tarla konumundaki yerlerin de ekilip biçilme yetkisinin de yine köylülerimize verildiğini Aydoğmuş Köylüleri de çok iyi biliyormuş . Ama Aydoğmuş Köylüleri uzun yıllardan beri ekip biçtikleri , otlakıye olarak kullandıkları bölgeleri devletin otorite boşluğundan da yararlanarak Eber Köylüleri ile paylaşmayı bir türlü kabul etmek istemiyorlarmış . Ayrıca devletin bu bölgelerin kullanma hakkının da Eber Köylülerine verilmesini bir türlü içlerine sindiremiyorlarmış . Diğer taraftan , Keçiborlu jandarma komutanlığını yapan GEDİKLİ’ nin her iki köy muhtarına da bu bölgelerin intifa hakkının Eber Köylülerine verildiğini içeren bilgileri yazılı olarak tebliğ ettiğini de söylüyorlardı . Jandarma komutanının resmi tebligatına rağmen Aydoğmuş Köylüleri bir türlü rahat durmuyor ve tahrik edici davranışların yanında güç kullanarak konuyu halletme yolunu seçmişlerdi .
    Nitekim , anlatılanlara göre esas kavga nedeni 1910 yılına kadar Yukarı Eber Köylülerince yazlık ve kışlık çadırlı ikamet yeri olarak kullanmanın yanında otlakıye olarak ta kullanılan Dere Ağılı bölgesinin Aydoğmuş Köylülerince tarla statüsüne çevrilerek sürmeye kalkışılması olayıymış . Olayın meydana geldiği tarihlerde dedem Molla Musa ile ninem ÜMMÜ GÜLSÜN ile KARABIÇAK dedenin de Dere AĞILI bölgesinde Alaçıkları varmış ve yaz aylarında hayvanları ile birlikte orada yaşıyorlarmış . Ninem bu olayın köyümüzde ve çadırlarımızda duyulması üzerine aslında sakin , uysal , ağır başlı ve her konuyu saygı ile karşılayan , karıncayı bile incitmekten çekinen dedem Molla MUSA bile çok sert tepki göstererek ‘’YETER ARTIK!... AYDOĞMUŞ KÖYLÜLERİ DE ÇOK İLERİ GİDİYORLAR , NE İSTİYORLARMIŞ DERE AĞILINDAN !.. YILLACA BU TOPRAKLARI EKİP BİÇMİŞLER , ŞİMDİ DEVLET BU TOPRAKLARIN İNTİFA HAKKINI BİZİM KÖYLÜLERE VERMİŞ !... OLAMAZ BÖYLE BİR ŞEY , DERE AĞILI BÖLGESİNİN TARLAYA ÇEVRİLMESİ İÇİN AYDOĞMUŞ KÖYLÜLERİNCE SÜRÜLMESİNE ASLA MÜSAADE ETMEYİZ …‘’ diyerek hiddetlenmiş öfke ve tepkisini böyle göstermiştir . Zira köylülerimiz bölgeye geldiğinden itibaren keçisi ve hayvanı en çok olan aileler MOLLA MUSALAR , AYANLAR , DELİ GÖZ OĞULLARI , BÖCÜLER , HACILAR , CIBIRLAR , CÜCELER ve ŞAŞKINLAR…….gibi köklü aileler çadırlarını hep Dere Ağılı bölgesinde kurar yazlık ve hatta bazı aileler kışlık olarak ta bu bölgeleri kullanıyorlarmış . Zira Dere Ağılı bölgesi kışın da kuzeyindeki ormanlarla kaplı tepelerin korumaları sayesinde çok soğuk olmuyormuş . Ayrıca Dere Ağılının doğusunda ki ŞAHİN KAYASI , kuzeyinde ki ERGENLİ SAKARI ,TEPE BAŞI Ve KILIÇÇA bölgesi ile Söğüt Dağlarının güneye bakan yamaçları tamamen çalılık ve maki tipi bodur ağaçlarla kaplı bölgelermiş . Yani keçilerin ve diğer hayvanların otlatılması için vadi ve koyakların bol olduğu ideal yerlermiş . Ayrıca lakapları ile belirtmeye çalıştığım aileler köyümüzün en seçkin aileleri imiş . Bu seçkin ailelerin çadırlarının ve alaçıklarının bulunduğu yerleri Aydoğmuş Köylülerince sürülerek tarlaya dönüştürme girişimleri Yukarı Eber Köylülerinde büyük bir infial uyandırmış ve köylüleri çileden çıkartmıştı . Tüm Yukarı Eber köylüleri , muhtarın başkanlığında ve kendi aralarında aldıkları karar uyarınca Aydoğmuş Köylülerince Dere Ağılı bölgesinin sürülmesine ve tarlaya çevrilmesine mani olmaya karar vermişlerdi . Gerekli hallerde silahlı çatışmaya girmeyi bile göze almışlardı ve ona göre hazırlık yapmışlardı .
    Köylülerce elde edilen istihbarat bilgilerine göre Aydoğmuş Köylüleri ….Mayıs 1910 tarihin de sabah erkenden topluca gelerek Dere Ağıl bölgesinin düzlük alanlarını sürmeye başlayacaklarmış . Alınan bilgiler doğrultusunda Aydoğmuş Köyü Çiftçileri belirtilen tarihte sabahın erken saatlerinde bölgeye gelmişler ve Dere Ağılının düzlük alanlarını sabanları ile sürmeye başlamışlar ve kuşluk vaktine kadar da sürmeye devam etmişlerdir . Yukarı Eber Köylüleri de sabah namazını dağda kıldıktan sonra Dere Ağılının kuzeyinde kalan ormanlık alanlarının içinde Köy Muhtarının belirlediği düzende yerlerini almışlardı . Kuşluk vakti geldiğinde köy muhtarının havaya sıktığı bir kuru sıkı ile birlikte tüm köylüler çift süren Aydoğmuş Köylüleri üzerine saldırmışlardır. Ne olup bittiğini anlayamayan Aydoğmuş Köylülerinden sabanını , öküzünü , hatta ekmek çıkınını bırakarak kaçanlar olduğu gibi bizim köylülerle kavgaya tutuşanlar da olmuştu . Bu kavga ve arbedelerde her iki köy halkından da yaralananlar olduğu gibi hatta ölümlerin bile olduğunu Aydoğmuş Köylüleri iddia etmişlerdi . Bizim köyden de yaralananlar olmuştu ama ölen olmamıştı . Aydoğmuş Köyünden de ölenlerin olmadığını bizzat görgü şahitleri söylüyorlarmış. Olaya ISPARTA Valiliği ve Mahkemesi el koymuş , jandarma tarafından nerede ise tüm köylüler sorguya çekilmiş taraflar valilik makamı ve mahkeme tarafından ikaz edilerek bir daha bu tür olaylara sebebiyet verilmemesi istenmiş ve birinci Dere Ağılı olayı da böylece kapatılmıştı .
    Bizim köylüler ve olayın görgü şahitleri olayı fiilen yaşayan Ninem , Kara Bıçak dede ve Deligöz Oğlu Mehmet dede ve Ahmet ÖZKURT amcamın günlüklerin de Dere Ağılı Olayını yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi anlatırken bakalım Araştırmacı Yazar ve Doktor Mehmet TEKİN , ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinde Dere Ağılı olayını nasıl anlatmakta ve değerlendirmektedir . Adı geçen eserin 39/40’ıncı sayfalarında Doktor Mehmet TEKİN , Hatip Ali Rıza SOYSAL’ ın anılarına atıfta bulunarak şu görüşlere yer vermektedir . Aşağı da anlatmaya çalışacağım hususlar kitaptan aynen alıntı yapılarak siz okuyucularımın bilgilerine sunulmuştur .
    Bu arada atıf bulunulan kişi hakkında özet bilgi vermek istiyorum . Hatip Ali Rıza SOYSAL ; 1918/1921 yıllarında Aydoğmuş Köyü İlk Okulunda Muallimlik yapmış , daha sonraki yıllarda üniversiteler bitirmiş , devletin değişik kademelerinde memurluk ve yöneticilik denetçilik ve müfettişlik yapmış olup Aydoğmuş Köyünün yetiştirdiği çok değerli ve muhterem bir bürokrat ve değerli bir insandır. Aşağı da anlatmaya çalışacağım Dere Ağılı anılarını paylaştığı sırada , yani 1955/1956 yıllarında T.C. Merkez Bankasında Merkez Müfettişi konumunda Ankara da görev yapmaktaymış .
    Hatip Ali rıza SOYSAL Birinci Dere Ağılı olayını şu şekilde anlatmaktadır .
    ‘’ Çocukluğumda (1910/1911) Dere Ağıl kavgası diye anılan ve ben de derin izler bırakmış olan bir acı hatırayı buraya kaydederek hadisenin önemini belirtmek istiyorum ‘’
    ‘’Isparta vilayetinin Afyon’ a bağlı Dinar kazası hududunda ki Söğüt Dağı çam ormanları ile ünlüdür. Bu ormanın kıyısına eski yıllarda iskan edilmiş olan ve ormanda ki kaynaklardan yararlanmak isteyen Eber Köyü halkı ile bölgeye geldiklerinden beri bölgenin intifa hakkına sahip olan Aydoğmuş Köylüleri arasında ihtilaf vardır . Bu ihtilafı önlemek için Aydoğmuş çiftçileri Dere Ağıl mevkiin de bulunan tarlalarını sürüp ekin ekmek suretiyle mülkiyet haklarını savunma gayretine düşer ve bir gün erkenden Dere Ağılının düz alanlarını sabanları ile sürmeye başlarlar. Hemen akabinde orman arasından ve yüksek sırt ve yamaçlardan zuhur edip birden çiftçilere hücum eden Eber köylüleri kanlı bir kavga başlar . Kavgada ölenler olduğu gibi çok sayıda köylü de yaralanmıştır . Isparta Ceza Mahkemesi bu kavgada ölen ve yaralananların faillerini ve suçlularını bulup cezalandırmak üzere şahit olarak köylüleri mahkemeye çağırmıştır . Duruşmalar sürüp gitmektedir . Tecavüz eden Eber köylülerinin suçlu oldukları anlaşılmışsa da Reis aynı soruyu bir de hadise yerinde bulunup ta yaralanmamış köylüler arasında doğru sözlü olarak tanınan Aydoğmuş Köyünden Martı Oğlu Mustafa’ ya yöneltir .
    Bu kavga nasıl oldu , Anlat bakalım ?
    Başında beyaz , kabaca sarık ve arkasında siyah cüppesiyle çekinerek ayağa kalkan esmer benizli Martı Oğlu Mustafa’nın peltek ve hızlı konuşması olayı büsbütün çetrefilli bir hale sokar , Mahkeme Heyetinden de ayrıca heyecanlandığı için ne diyeceğini şaşırmış durumdadır . Fakat mahkeme heyetine bir şey de söylemek zorunluluğunda kalır .
    EFENDİM Reis Bey ben …….tarihinde Kara Dağ Harbinde bulundum , düşman dereden , tepeden , sağımdan solumdan hücum etti , biz de onlara hücum ettik ortalık birden karıştı demesi üzerine …..
    Mahkeme Reisi sesini yükselterek Martı Oğlunun sesini keser .
    Kara Dağ Muharebesini değil Dere Ağılı kavgasını anlat dedim !...
    Martı Oğlu heyecandan ne söyleyeceğini unutmuştur ….. Hasım taraf devreye girerek hemen söz alarak .
    Reis Bey görüyorsunuz ya onlar da bize hücum ettiler ….
    Sonuçta mahkeme kararını verir mağdur olan Aydoğmuş Köylülerini mahkum eder . O zamanlarda başlayan düşmanlık iki komşu köy halkı arasında kavgaya mucip olmaktadır . ‘’
    1955/1956 Yıllarında Yaşanan İkinci Dere Ağılı Olayı
    Birinci Dere Ağılı olayından 45/46 yıl geçmesine rağmen iki komşu köy arasındaki husumet bir türlü bitmemiş olup , 1955/1956 yıllarında iki köy halkı arasında yine kavgalar ve arbedeler yaşanmıştır . Benim Askeri Orta Okul yıllarına rastlayan bu olayın nasıl ve neden olduğu konusunda kesin bilgi ve bulgulara ulaşılamamıştır. Ancak babam Abdullah KURT’ un , bir zamanlar köyümüzde Muhtarlık yapmış Ahmet ÖZKURT amcamın anlattıklarına göre ikinci Dere Ağılı olayı da Dere Ağılı mevkiinin uzantılarında yer alan Eber Alanı , Kara Alan ve Aksu Deresi böğesin de meydana gelmiştir . Zira bu olaydan sonra köyümüz de bazı kişilerin İkinci Dere Ağılı kavgalarından dolayı hapis yattığı haberini babam Abdullah KURT ve amcam KURT Hakkı’ sın dan duymuştum . Duyduğum ve hatırlayabildiğim kadarıyla kardeşim Mehmet’ in eşi Ayşe’ nin babası veya yeğenim Abdullah Kurt’ un anne tarafından dedesi olan ‘’GAGA ‘’ lakabı ile anılan Hüsamettin YAVUZ amcanın ve diğer bazı köylülerimizin bu kavgadan dolayı hapis yattıkları duyumlarını almıştım .
    1955/1956 yıllarında meydana geldiği tahmin edilen olaylara Doktor Mehmet TEKİN adı geçen eserin de şu şekilde yer vermektedir . Yine Hatip Ali Rıza SOYSAL’ ın anılarına atıfta bulunarak olayları anlatmaya çalışmıştır . Anlatılanlara göre ikinci dere ağılı şu şekilde yaşanmıştır .
    ‘’Mübarek bayram günlerinde köyden gelen bir haber beni ve benim gibi bütün Aydoğmuş Köylü hemşerilerimi üzüntüler içinde bıraktı . Bayram havası beklerken matem havası esti köyden (1955/1956) .
    Haber şöyledir ,
    Komşu Eber Köylüleri silahlı ve sopalı olarak Aydoğmuş’ lu çobanların dağdaki çadırlarına hücum etmişler , mallarını sürmüşler , eşyalarını tahrip etmişlerdir . Isparta Valiliği hadiseye el koymuştur . Bu hadise ve hadisenin haberi köyde yıllardan beri unutulmuş olan eski acı hatıraları birden bire canlandırmıştır ‘’.
    Görüldüğü gibi iki komşu köy arasında yaşanan Dere Ağılı olaylarında (1910 ve 1955/1956 yılında yaşanan olaylar) köyümüzün görgü şahitlerinin anlattıkları ile ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserdeki bilgiler genel olarak birbirleriyle uyum içindedir . Daha sonraki yıllarda da değişik konularda da iki köy halkı arasında bir takım anlaşmazlıklar yaşanmıştır . Ancak her iki köy halkının da hoşgörülü , sağ duyulu ve özverili davranışları sayesinde tüm sorunlar aşılarak bu günlere sağlık ve huzurla gelinmiştir . Günümüz de de her iki köy halkı karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde kardeşlik içinde yaşamlarını sürdürmektedir . Tüm yaşanan anlaşmazlıklara ve arbedelere rağmen iyi komşuluk ve güzel dostluklar kazanılmıştır . Yaklaşık iki asır süren kavga ve anlaşmazlıkların sonunda nereye gelindi biliyor musunuz ?.... Koca Aydoğmuş Kasabası küçülerek köy statüsüne dönüşmüş , bir zamanlar beş öğretmenle eğitim ve öğretim yapılan KAPLANLI Köyün de ise İlk Okul kapatılmış İlk Okul binası ile Öğretmen Evi binası yıkılmaya terk edilmiştir . Köyümüz de kalan okul çağında ki öğrenciler de okuyabilmek için taşıma usulü ile komşu köylere gitmek zorunda bırakılmıştır . İki komşu köy arasında geçmişte yaşanan olaylar keşke yaşanmasaydı demekten insan kendini alamıyor . Her iki köy halkına da en içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen

    Sevgili Hemşerilerim ve Okurlarım
    Bugün sizlerle Köyümüzün tarihçesini paylaşmaya devam edeceğiz. Çok genel bir yaklaşımla şu ana kadar yaptığımız incelemeler duyumlara ve rivayetlere dayanmakta idi . Başka bir yaklaşımla, mensubu olduğumuz Yörük Aşiretinin EBER GÖLÜ bölgesindeki yaşantılarına kısaca değinmiş ,1700’lü yıllardan başlayarak, yaklaşık 50/60 yıllık bir süren bir maceralı yolculuktan sonra 1770’li yıllarda NORGAS Köyü bölgesine geldiklerini izah etmiş ve oradan da Osmanlı Devlet yetkilileri ile yapılan tartışmalar nedeniyle 1780’li yıllarda YUKARI EBER yöresine geldiklerini izah etmeye çalışmıştık. Buradan itibaren günümüze kadar olan köylülerimizin yaşantılarını ulaşabildiğim GERÇEK BİLGİ VE BELGELER çerçevesin de sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Bu cümleden hareketle önce köylülerimizin Yerleşik Düzene Geçmeleri konusuna, sonra köyümüz ile ilgili nüfus bilgilerine ulaşılması konusuna ve daha sonrasın da köyümüz EBER adının devleti resmi kayıtlarında araştırılması konularına yer vererek bugünkü bilgi paylaşımımı bitireceğim. Selam ,Saygı ve Sevgilerimle . Musa KURT
    Köylülerimizin Yerleşik Düzene Geçmeye Başlamaları .
    Köyümüz halkı , bir taraftan göçebe hayatını sürdürürken 1780/1790'lı yıllardan başlayarak ve Osmanlı Devleti tarafından çıkartılan ''İSKAN FERMANI'' (7) , başka bir ifadeyle Zorunlu İskan Kanunu esaslarına göre yerleşik düzene geçmeye başladıkları tahmin edilmektedir . Zorunlu iskan kanunun da Göçebe Grupların Hak Sahipliğine ilişkin şöyle bir hüküm yer almaktadır . ‘’Yerleşik tarımsal faaliyetlerin dışında kalmış sabit ve daimi bir konuta sahip olmayan , geçimlerini göçer hayvancılıkla sağlayan , tabiat ve iklim şartlarına göre yurt içinde yaylak ve kışlaklar arasında göçer bir hayat tarzını kadiminden (var olduğundan beri ) beri sürdüren , aralarında hısımlık ilişkisi bulunan ve hayvancılık faaliyetlerini bir grup halinde yürüten ailelere hak sahipliği hakkı tanınacak ve kendilerine devletin resmi makamlarınca belirlenen esaslar çerçevesinde devlet arazilerinden tahsis yapılacaktır’’. Bu kanun maddesi kapsamında 1780/1790’lı yıllardan itibaren köylülerimize devlet tarafından arazi tahsisinin yapılmaya başlandığı tahmin edilmektedir . Zorunlu İskan Kanunu'nun Yörüklere yönelik kısmının genel olarak amacı ; konar göçer hayatı yaşayan Yörük Aşiretlerini yerleşik düzene geçmeye zorlamak , devletin nüfus miktarını doğru olarak saptamak , devletin gelir kaynağına esas olan büyük ve küçük baş hayvan miktarını doğru olarak belirlemektir . Zira Yörükler’ in KONAR/ GÖÇER hayatı nedeniyle hem nüfus bilgileri , hem de vergiye esas olan ‘’HAYVAN BAŞINA ALINAN (ağnam )'' vergiler ile ''OTLAKIYE'' paraları tam olarak belirlenemiyormuş . Böyle bir belirsizlik de devletin işine gelmiyormuş . Aşar (Öşür) vergisini toplamakta sorun olmuyormuş . Zira , kendisine devlet tarafından arazi veya tarla tahsis edilen vatandaşlar anında ve otomatik olarak aşar vergisine tabi tutuluyor ve gerekli kayıt işlemleri de hemen yapılıyormuş .
    Köylülerimizin yerleşik düzene geçmeye başladıklarının en somut ve ilk bilgileri Araştırmacı Yazarlar olan Ahmet ERGÜN ve Mehmet TERZİ’ nin ‘’OSMANLI NÜFUS KAYIT DEFTERİ 1831 ISPARTA ‘’ adlı eserlerinde ve Emekli Öğretmen ve Araştırmacı Yazar Doktor Mehmet TEKİN’ in ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserde rastlanmaktadır . Adı geçen Araştırmacı Yazarlar ERGÜN ve TERZİ , ‘’EBER YÖRÜKANİ AŞİRETİNDEN’’ olan EBER cemaatinin 1831 yılından 30/40 yıl önceden beri yani 1780/1790’lı yıllardan itibaren Aydoğmuş Köyüne yaklaşık iki saat mesafede bulunan MEZRAA da (Eski Köy Bölgesi ) yaşamaya başladıkları , tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları , her türlü vergilerini muntazam olarak ödedikleri görüşüne yer vermişlerdir . Keza , Doktor Mehmet TEKİN’ de ‘’AYDOMUŞ TARİHİ’’ adlı eserinde köylülerimizin 1780/1790 tarihlerinde İLYAS ÇELEBİ DAĞI bölgesin de yani Eski Köy bölgesine yerleşmeye başladıkları görüşüne yer vermiştir . Özellikle köylülerimizin VERGİLERİNİ MUNTAZAM ÖDEDİKLERİ ifadesi köylülerimizin Yerleşik Düzene geçtiklerini ve Osmanlı devletince da köylülerimize arazi , tarla ve otlakıye yerlerinin tahsis edildiğini göstermektedir .
    Köyümüzle İle İlgili İlk Nüfus Kayıt Bilgilerine Ulaşılması
    Köyümüzle ile ilgili ilk nüfus bilgilerine , Keçiborlu Nüfus Müdürlüğünce tutulan köyümüz Nüfus Defter Kayıtlarına benim '' e-devlet şifresi ile SOY AĞACIMA '' girerek ulaşılmıştır . Benim aile soy ağacına göre benim babamın , babasının babası yani dedem Molla Musa’nın babasının YUSUF olduğunu ve 1835 yılında Yukarı EBER Köyünde doğduğunu 1908 yılında öldüğünü tespit edebildim . Dedem MOLLA MUSA (1859 /1917 ) yılları arasında yaşamış ve genç sayılabilecek bir yaşta 58 yaşında vefat ettiğini , Ninem Molla Musa'nın eşi ÜMMÜ GÜLSÜN ' ün (1868/1955) yılları arasında yaşadığını yine soy ağacında görebiliyoruz . Ancak köyümüz mensubu olan diğer ailelerin soy ağaçlarında daha eski tarihlere kadar uzanan nüfus kayıt bilgilerinin olup olmadığı tarafımdan tespit edilememiştir .
    Burada vurgulamak istediğim husus şudur . Yörüklerin konar / göçer yaşam tarzına rağmen , e-devlet bilgilerine göre köyümüz halkının yöremize intikalinden itibaren nüfus bilgilerinin doğru olarak yazılmış ve tutulmuş olmasıdır . Hem de , bu bilgilerin bizim aile soy ağacına göre 1835 yılından itibaren muntazam olarak tutulabilmiş olması her türlü takdirin üstündedir . O zamanın ulaşım olanakları da göz önünde tutulduğunda 1835 yılına kadar uzanan nüfus bilgilerine ulaşabilmek şaşırtıcı olduğu kadar , taktir edilecek tarihi bir olgudur . Yaptığım araştırmalarda bazı kaynaklara göre (9) Hamit Oğulları Beyliği'nin (Hamit Eli Sancağı) ULUBORLU' da kurulduğun da Keçiborlu'nun 1460 tarihinde Bucak/ Nahiye statüsünde GÖNEN kazasına bağlı olduğu belirtilmektedir . Bilindiği gibi Bucak/ Nahiye Teşkilatı , Devlet İdari Yapının en küçük idari birimi olup tüm resmi unsurlarını içeren ve bir Müdür tarafından yönetilen en küçük idari bir birimdir . Bu yaklaşım tarzıyla , başta nüfus kayıt bilgileri olmak üzere devletle ilgili bir çok resmi belge kayıt işlemlerinin Keçiborlu BUCAK/ Nahiye Müdürlüğünce muntazam olarak tutturulduğu veya tutulması gerektiği söylenebilir. Bu çıkış noktasından hareketle Keçiborlu ve ona bağlı köylerinin bin dört yüz altmış (1460) yıllarından itibaren devlete nüfus kayıtları başta olmak üzere , bir çok resmi kayıtların muntazam olarak tutulması gerektiği söyleyebiliriz . Keza Kaplanlı Köyü'nün (Yukarı Eber) nüfus bilgileri ve resmi kayıtlarının da Keçiborlu Bucak /Nahiye Müdürlüğü tarafından , köyümüzün bölgeye intikalinden itibaren muntazam olarak tutulduğunu söylemek mantıklı bir yaklaşım tarzıdır . Başka bir yaklaşım tarzıyla köyümüze ilişkin ilk NÜFUS KAYIT işlemleri o an itibariyle 1835 yılında başlatılmıştır . Nüfus kayıtlarına göre büyük dedemiz olan YUSUF ‘ un ana ve babasının da köyümüz bölgesinde doğup büyüdüğünü veya NORGAS köyü bölgesinden göç ederek Eski Köy bölgesine geldiklerini kabul edebiliriz . Nitekim köyümüzün yerleşik düzene geçmesi bölümünde de özetle ifade etmeye çalıştığım gibi , bu görüşümüzü doğrulayıcı en somut bilgiyi Araştırmacı Yazarlar olan Ahmet ERGÜN ve Mehmet TERZİ ‘’OSMANLI NÜFUS DEFTEİ 1831 ISPARTA ‘’ adlı eserlerinde görebiliyoruz .
    Devletin Resmi Kayıtlarında Köyümüz ismi (EBER) ile ilgili İlk Bilgilerin Paylaşılması
    Köyümüzle ilgili yaptığım detaylı araştırmalarda halen Isparta da bulunan Süleyman Demirel Üniversitesin de Öğreti Üyesi olarak görev yapan Profesör Doktor BEHSET KARACA , XV ve XVI Yüz Yılda(1400/1500’lü yıllarda) Keçiborlu Tarihi adlı eserinde Resmi Devlet Arşivlerine dayandırılarak yaptığı araştırmaların da Aydoğmuş ve Kozluca Köylerinin nüfus bilgilerine , tarla miktarına , büyük ve küçük hayvan miktarına hatta arı kovanı , ceviz ağcı adedine kadar bilgilere yer verilirken , Keçiborlu kayıtlarında 1400/1500’ lü yıllarda EBER köyünün adı bile geçmemektedir . Başka bir ifadeyle Yukarı Eber Köyünün ismi Keçiborlu resmi devlet kayıtlarında yoktur . Halbuki 1460 yılından itibaren Nahiye/Bucak statüsünde hizmet veren Keçiborlu nüfus kayıtlarında , devlettin gelirine esas olan aşar(öşür) ve hayvan vergisi (ağnam) kayıtlarında EBER Köyü isminin olması gerekirdi . Başka bir yaklaşımla EBER köyü ile ilgili kayıtların olduğunu bulamadım veya ulaşamadım . Bu dönemlerde her ne kadar köyümüz ismi geçmiyor ise de Profesör KARACA (1400/1500) yıllarında Keçiborlu bölgesinin bilgilerini kapsayan araştırmalarında çok değerli bilgilere de yer verilmiş olduğunu görebiliyoruz . Örneğin ; o dönemlerde OSMANLI Devletinin taşra yapılanmasının temel idari birimini SANCAK teşkilatı oluşturduğunu , Sancaklar da birden fazla kazalardan meydana geldiği bilgilerine yer verilmiştir . Ancak , Osmanlı idari yapısında ki kazalar günümüz cumhuriyet dönemindeki kazalardan farklı bir yapıya sahiptir . Nitekim O dönemlerde Kazaların en yetkili kişisi olarak KADILAR bulunmaktaymış . Kazalar da Nahiye/ Bucaklardan oluşmaktaymış . Nahiye/Bucaklar da köylerden , mezra ve çiftliklerden oluşmaktadır . Görüldüğü gibi Osmanlı Taşra teşkilat yapısı günümüz Cumhuriyet Dönemi taşra teşkilatı idari yapısı ile büyük benzerlik içindedir . Hamid Oğulları Beyliği Osmanlı Devleti topraklarına dahil edildikten sonra HAMİD ELİ SANCAĞI adını almıştır . Hamid Eli Sancağı da bir süreliğine ANADOLU EYALETİ’ ne bağlanmıştır . Bu dönem de Keçiborlu yine Gönen Kazasına bağlı Nahiye/Bucak statüsündedir . Daha sonraki dönemlerde Osmanlı devletinde ki taşra teşkilat yapısı genel hatlarıyla muhafaza edilmiş ise de içerik itibariyle bir çok değişikliklere uğramıştır . Yine adı geçen yüzyıl da devlet gelirlerinin kaydedildiği en önemli kayıtlardan birisi TAHRİR DEFTERLERİ’ dir . Tahrir defterleri de TAHRİR EMİRLERİ tarafından Nahiye /Bucak seviyesinde tutulmaktaymış. O zamanın devlet gelirlerinin kaydedildiği Keçiborlu TAHRİR Defterlerinde de köyümüzün adı geçmemektedir . Köyümüz mevcudiyeti ile ilgi bir kayıt olmadığına göre demek oluyor ki köyümüz daha Keçiborlu sınırları içine gelmemiştir veya kayıt sisteminin dışında kalarak varlığını sürdürmüştür . İşin ilginç tarafı köyümüz adı ve kayıtları Dinar kayıtlarında da yoktur . Daha sonraki dönemlerde yani 1780/1790’lı yıllarda Araştırmacı Yazarlar olan Ahmet ERGÜN ve Mehmet Akif TERZİ’ nin ‘’ Osmanlı Nüfus Defterin de Isparta 1831 ‘’ adlı eserlerinde yukarıda açıklandığı şekilde köyümüzle ilgili bilgilere yer verilmiştir . Açıklana bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi köylülerimiz 1831 yılından 30/40 yıl önceden , yani 1780/1790’lı yıllardan itibaren ESKİ KÖY bölgesine yerleşmeye veya kışlık olarak kullanmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Köylülerimizin TARIMLA UĞRAŞTIKLARI bilgisi YUKAR EBER Köylülerine Osmanlı Devleti tarafından 1780/1790’lı yıllardan itibaren ARAZİ ve TARLA tahsislerinin yapıldığı anlamına gelmektedir. Sonuç olarak köylülerimizin YERLEŞİK DÜZENE geçmelerine ilişkin İLK RESMİ BİLGİLERE 1780’ li yıllardan itibaren rastlandığı ifade edilebilir .
    Ord. . Prof. Dr. Enver Ziya KARAL’ a göre ; Osmanlı İmparatorluğun da İlk Resmi Nüfus Sayımı 1831 yılında yapılmıştır . Bu sayıma da yalnız erkek nüfus miktarı dahil edilmiş olup Yukarı Eber Köyünde de 68 erkek kişinin yaşadığına yer verilmiştir . Ancak , belirtilen erkek miktarına erkek çocukların ve yaşlı erkeklerin dahil edilip edilmediği belirlenememiştir . Adı geçen yazara göre , 1831 yılında yapılan nüfus sayımının ana maksadı , 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan(lağvedildikten) sonra Osmanlı Devlet yetkililerinin yeniden bir ordu kurmak maksadıyla nüfus sayımı yaptırmış olabileceği ifade edilmektedir . Başka bir yaklaşımla yapılan nüfus sayımının ana maksadı yeni kurulacak orduda görev alacak genç erkeklerin kaynak araştırılmasına yönelik bir sayım olduğu söylenebilir .
    Görüldüğü gibi 1400/1500’lü yıllarda Keçiborlu kayıtlarında köyümüzün adı geçmez iken 1831 yılında Osmanlı Devleti tarafından yapılan ilk Resmi Nüfus Sayımında köyümüzle ilgili bilgilere yukarıda açıklandığı şekilde yer verilmiştir . Yapılan ilk nüfus sayımında yalnız erkek nüfus miktarına yer verilmiştir . Başka bir yaklaşımla erkek çocuklarımıza , dedelerimize , ninelerimize , analarımıza kız kardeşlerimizle ve kız çocuklarına nüfus kayıtlarında yer verilmemiştir . Nedenleri de yukarıda açıklanmıştır . 1831 yılında yapılan erkek nüfus miktarına erkek çocuk ve yaşlılara ilaveten , ninelerimizi , analarımızı kız kardeşlerimizi ve kızlarımızı da köyümüz erkek nüfusu kadar olduğunu kabul eder ve erkek nüfus miktarına ilave edersek yaklaşık olarak 1831 yılındaki köyümüz nüfus miktarını 120/130 kişi olarak kabul edebiliriz .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen


    Sevgili Hemşerilerim ve Okurlarım
    Kaplanlı Köyü ile oluşturmaya çalıştığımız bilgilerin yayınlanmasına fırsat veren ANTOLOJİ . COM site ailesine ve çalışanlarına tekrar TEŞEKKÜR ederek sözlerime başlamak istiyorum.
    Daha önce de ifade çalıştığım gibi bu çalışmalarımızın ana amacı KÜLTÜREL AÇIDAN KÖYÜMÜZE KATKI SAĞLAMAK ve KÖYÜMÜZ İLE İLGİLİ BİR DOKÜMAN oluşturabilmektir . Bilindiği gibi köyümüzden çok değerli bilim adamları, doktorlar, mühendisler, hakimler, savcılar, astsubaylar , öğretmenler ve benim gibi subay ve akademisyenler de yetişmiştir. Bildiğim kadarı ile bu kadar değerli ve kültürlü insanların yetiştiği bir ortamda ne yazık ki ben dahil köyümüzle ilgili olarak BİLİMSEL NİTELİKLİ bir çalışma yapılamamıştır. Buna rağmen , İnternet ortamında makaleler şeklinde yazılmış bazı yazılara ve çekilmiş bazı köyümüz manzara resimlerine yer verilmiştir. Bence yapılan çalışmalar yeteli görülmemektedir . Bu güzide ve seçkin topluluk köyümüzle ilgili daha güzel şeyler yapabilir düşüncesi ile yola çıkarak sizlere sunmaya çalıştığım bilgileri oluşturmaya çalıştım .
    Açıklamaya çalıştığım bu boşluğu az da olsa gidermek ve en azından bir başlangıç olarak köyümüz ile bilgileri ulaşabildiğim kaynaklar çerçevesinde kendi görüş ve deneyimleri de katarak Kültürel nitelikli bir doküman oluşturmaya çalıştım. Elbette ki her şeyin dört dörtlük olduğunu söyleyemeyiz , ama bu çalışmamın bilimsel nitelikli ilk çalışma olduğunu da unutmamak gerekir. Umuyorum ki bizlerden sonra gelecek nesiller bizim çalışmalarımızı bir başlangıç olarak kabul ederek köyümüz ile ilgili daha detaylı çalışmalar yapacaklardır . ANTOLOJİ . COM sitesinde yayınlamaya çalıştığım tüm bilgiler yakın bir tarihte ‘’KÖYÜM , HAYAT HİKAYEM VE ANILARI’’ adı altında bir kitap halinde yayınlanarak siz hemşerilerimin ve okurlarımın hizmetine ÜCRETSİZ olarak sunulacaktır .
    Genel hatlarıyla açıklamaya çalıştığım bilgiler çerçevesinde köyümüzle ilgili Genel Bilgiler başlığı altında köyümüzün konumu ve köyümüzle ilgili coğrafi bilgiler daha önce Antoloji . com sitesinde yani bu sitede yayınlanarak siz okurlarımla paylaşılmıştır . Ancak , Köyümüzün Tarihçesi ile ilgili olarak bilimsel nitelikli çok kısıtlı bilgilere ulaşılmıştır . Başka bir yaklaşım tarzıyla köyümüzün tarihçesinin oluşturulmasında bizlere yol gösterecek ve ışık tutacak net bilgilere ne yazılı basında ve ne de internet ortamında rastlanmamıştır . Bu arada köyümüz ile ilgili olarak kaleme alınmış bazı makaleler şeklinde ki yazılara rastlanmıştır . Bu cümleden hareketle Köyümüz Eşrafından Mehmet Baki ATIŞ hemşerimizin ‘’KIL ÇADIRDAN BUGÜNE EBER ( KAPLANLI)’’ ve ‘’Kaplanlı Deresi Hikayesi ‘’ ve ‘’köyümüzde yaşayan sülaleler ‘’adlı makalelerin de ve Kaplanlı’ dan Esintiler adlı köyümüzle ilgili fotoğraf albümüne , yine köyümüz Bilim Adamlarından Profesör Doktor M. Zeki YILDIRIM kardeşimizin ‘’KAPLANLI KÖYÜ İSMİNİ NEREDEN ALDI ‘’ adlı ‘’ KAPLANLI DERESİ’’ hikayesinin anlatıldığı makalesinde köyümüzle ilgili kısıtlı bilgilere yer verilmiştir . Her iki değerli araştırmacı hemşerilerime de köyümüz tarihine sağladıkları katkılarından dolayı bir vatandaş sıfatıyla teşekkür eder taktir ve sevgilerimi sunarım .
    Açıklamaya çalıştığım genel bilgiler çerçevesinde tarafımdan köyümüzün tarihçesinin oluşturulmasında şöyle bir yaklaşım tarzı uygulanmıştır . Köyümüzün İLGİ ve ETKİ sahasına girdiği bölgenin tarihçesi bir bütün olarak incelenmiş , soyundan geldiğimiz var sayılan Kara veya Sarı Keçili Yörüklerinin tarihçeleri araştırılmış , Özellikle ; Isparta , Burdur , Dinar , Keçiborlu , Dazkırı ve Başmakçı bölgelerine yerleştirilen Yörük Aşiretleri detaylı olarak araştırılmış , köyümüzün ismi olan EBER adının nereden gelebileceği konusu bilimsel yönden incelenmiş , NORGAS (Pınarlı) Köyü bölgesinde konar/göçer yaşam tarzına devam ederken Osmanlı Devlet memurları ile vergi yüzünden yaşanan tartışmalardan sonra köyümüz halkının yöremize gelerek yerleşmesi konusu araştırılmış , köyümüzün Eski Köy bölgesine geldiği var sayılan 1780/1790’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar bu bölgedeki faaliyetleri ulaşılabilen devletin resmi kayıtları taranmış , bölgemiz de komşu köylerden özellikle Aydoğmuş Köyü ile yaşanan anlaşmazlık konuları elde edilebilen bilgi ve belgeler çerçevesinde incelenerek köyümüzün yaklaşık olarak 1700’lü yıllardan başlayarak 2020’li yıllara kadar üç yüz yirmi (320) yıllık tarihçesi oluşturulmaya çalışılmıştır . Zira bu yaklaşım tarzı bir bakıma atalarımızdan bizlere kadar intikal edem DUYUMLAR veya RİVAYETLER şeklinde ki bilgilerin ip uçlarıdır . Bana göre , deneyimli bir Asker ve Akademisyen olarak şu an itibariyle köyümüzün geçmişi ile ilgili elle tutulur , gözle görülür objektif bilgi ve belgeler olmadığına veya ulaşamadığımıza göre , köyümüzle ilgili bu ip uçlarını gerçek BİLGİ ve BELGELERLE desteklediğimizde veya bu ip uçları gerçek bilgi ve belgelere dayandırdığımızda , Köyümüzün Tarihçesi ortaya konulmuş olacaktır ki , bu yaklaşım tarzı izlenerek Köyümüzün Tarihçesi oluşturulmaya çalışılmıştır . Elbette ki böyle bir yaklaşım tarzının da doğruluğu tartışılabilir . Ancak , şu an itibariyle başka bir alternatif olmadığına göre bir başlangıç olarak denemekte fayda görülmüştür. Ayrıca , bu çalışmalarım köyümüz ile ilgili bilimsel nitelikli ilk çalışma özelliğini taşıyacaktır . Ümit ediyorum ki , gelecek nesiller bizim çalışmalarımızı bir başlangıç kabul ederek köyümüzle ilgili daha kapsamlı çalışmalar yapacaklardır .
    Benim , çocukluk yıllarımdan itibaren yani 1950/1960’ lı yıllarda konuşma fırsatı bulabildiğim köyümüz ileri gelenlerinin anlattıkları , Tarım Aktüel program yapımcısı ONUR ÇARKÇI’ nın 2014 yılında o zaman ki köyümüz muhtarı , imamı ve köyümüzün ileri gelenleriyle yaptığı söyleşilerde ( bu söyleşi halen internet ortamında yayınlanmaya devam etmektedir ) ve YEŞİL ÇAT (Aşağı Eber) köylülerinin AFYON/ Koca Tepe Üniversitesi Saha Araştırma Elamanları ile yaptıkları söyleşiler de köyümüzün tarihçesi ile ilgili olarak verilen bilgiler , yukarıda açıklamaya çalıştığım yolu doğrular nitelikte görülmüştür.
    Keza , 05 Eylül 2020 tarihinde , Aydoğmuş Köyünden Emekli Öğretmen ve Araştırmacı Yazar , Doktor Mehmet TEKİN tarafından kaleme alınan ve bana da bir adet gönderilen ‘’AYDOĞMUŞ TARİHİ’’ adlı eserin de hem köyümüzün tarihçesine ışık tutacak genel bilgilere , hem de Yukarı Eber Köylüleri ile Aydoğmuş Köylüleri arasında yaşanan mera , sınır ve arazi ihtilaflarına , bu konularda köylüler arasında yaşanan anlaşmazlıklara ve kavgalara ilişkin bilgilere yer verilmiştir . Kitabım da ve olayların akışı içinde ‘’kaynak gösterilmek ‘’kaydıyla Doktor Mehmet TEKİN’ in müsaadesini alarak (telefonla bizzat görüşerek) ve hoşgörüsüne sığınarak kitabından ‘’NORMAL ve YASAL’’ alıntılara yer vermeye çalışılmıştır .
    Köyümüz Yöresinin Tarihçesi
    Köyümüzün de içinde bulunduğu ISPARTA yöresin de ; M.Ö. altıncı (VI) yüzyılda Barış Şehir Devletinin var olduğu tarih kitaplarında yer almaktadır . Yine bu bölgeye tarihi bir akış içinde baktığımızda , sırasıyla LİYON , LİDYA , PERS , HELLEN Devletleriyle , Doğu Roma İmparatorluğunun yani Bizanslıların hüküm sürdüğünü tarih kayıtlarında görebiliyoruz . Yöremizin Türk hakimiyetine geçmesi ise Anadolu Selçuklu Sultanı KILIÇARSLAN ' ın 1204 yılında bölgemizi fethetmesiyle başlamıştır . Anadolu da hakimiyetini elinde bulunduran Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu da bir çok beylikler kurulmuştur . Köyümüzü de içine alan bölgemiz de ise HAMİDOĞULLARI BEYLİĞİ Kurulmuştur . Daha sonraki tarihlerde de bölgemiz Osmanlı Devleti topraklarına dahil edilmiştir . O tarihlerde SANCAK Beyliği olan ISPARTA . yine aynı tarihlerde KONYA EYALETİ 'ne bağlı bulunmaktaymış . Oluşturulan bu yapı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasına kadar sürdürülmüştür .
    Köyümüzün Tarihçesi
    Köyümüzün tarihçesi , İLGİ ve ETKİ sahasına girebileceği çevre il ve ilçelerin tarihçeleri ile birlikte Aydoğmuş Köyünün Tarihçesi de ele alınmış ve incelenmeye çalışılmıştır. Bu cümleden hareketle ISPARTA (1)(2)ve BURDUR (3)(4) İlleri ile KEÇİBORLU (5) ve DİNAR (6) İlçelerinin ve AYDOĞMUŞ TARİHİ (6a) adlı eserle Aydoğmuş Köyünün tarihçeleri detaylı bir şekilde incelenmiş , kendi görüş ve yorumlarımı da katarak köyümüze uyarlaması yapılmış , köyümüzün tarihçesi oluşturulmaya çalışılmıştır.
    Açıklayıcı not : (1) ,(2) , (3) gibi rakamları içeren işaretler yazıların oluşturulmasında istifade edilen KAYNAKLARI içermekte olup faydalanılan kaynak bilgilerini içermekte olup yazılarımın sonunda ki KAYNAKÇA bölümünde yayınlanacaktır .
    Çocukluk ve gençlik yıllarımda konuşma fırsatı bulabildiğim İmamların HÜSEYİN(1879) dede , KARABIÇAK(1868) dede , Deli Göz Oğlu MEHMET (1885) dede ve Hasan Çavuş ile Köyümüz de Öğretmenlik yapan NURİ YILMAZ ve Eğitmenlik yapan MUSTAFA BAYSAL’ ın anlattıklarına göre ; genel olarak köyümüz 1780/1790’lı yıllarına kadar göçebe hayatı yaşıyormuş . Başka bir deyişle aslı Yörük soyundan geldiği tahmin edilen köy halkı konar/ göçer hayatı yaşıyormuş . Köylülerimiz bölgemize geldikten sonra yaz aylarında halen konuşlandığı Söğüt Dağları'nın kuzeye ve batıya uzantısı olan bölgelerde konaklar , sonbahar geldiğin de ise kısmen sıcak ve korunaklı yer olan Eski Köy ve kuzeye uzantısı bölgesine dönerlermiş . Köyümüzün halen yerleşik düzende bulunduğu bölgeye gelmeden önce de bir takım yerlerde konar / göçer hayatı yaşayarak bölgemize geldiği yukarıda isimlerini açıkladığım köyümüz ileri gelenlerince de ifade edilmiştir . Ancak , bu bilgileri teyit edici yazılı belgelere ulaşılamamıştır .
    Çocukluk ve gençlik yıllarımda anlatılanlara göre , büyük atalarımız olan dedem Molla Musa’nın (1858-1917) babası olan büyük dedemiz YUSUF’ tan (1835-1907) duyum yoluyla intikal eden bilgilere göre , köyümüz Yörükleri önceleri Afyon/Çay / Bolvadin bölgesinde bulunan EBER GÖLÜ yöresinde yaşıyorlarmış . Bölgede meydana gelen sıtma hastalığından veya başka nedenlerden dolayı EBER GÖLÜ bölgesinden göç ederek DİNAR bölgesine gelmişlerdir . Yine büyük dedem YUSUF’ un anlattıklarına göre Dinar Bölgesine yaklaşık yirmi(20) ailenin kıl çadırlarda ve hayvanları ile birlikte göç ederek geldiğini , bunlardan beş (5) ailenin NORGAS köyü bölgesine yerleştiğini (ki bunlar bizim köy Yörükleridir) , sekiz (8) ailenin ise Aşağı EBER Köyü bölgelerine yerleştiklerini , yedi ( 7) ailenin de Dinar ve Dikici ve Ak Toprak Köyleri bölgesine yerleştiklerini dedem Molla Musa’ya anlatmıştır . Bu göç olayının kıl çadırlarda konaklayarak sığırları , keçiler , koyunları , merkepleri ve atları ile birlikte yaklaşık 50/60 yıl sürdüğünü , muhtemelen bizim köylülerimizin 1770’ li yıllarda NORGAS (Pınarlı) Köyü bölgesine ulaştıklarını ve bu bölgede konar/göçer hayatını yaşamaya başladıklarını ifade etmişlerdir . Bu bilgilerin kaynağı KARABIÇAK dede ile Ninem ÜMMÜ GÜLSÜN’ dür . Kara Bıçak dede bizim çocukluk ve gençlik yıllarımız da köyümüzde ve yöremizde Sağlık Memuru olarak görev yapan Kemal KARABIÇAK’ ın babasıdır . KARABIÇAK(1868) dede 1910’lu yıllarında dedem Molla Musa ve ninem ÜMMÜ GÜLSÜN ile birlikte Dere Ağılı bölgesinde çadır komşulukları yapmış , anlatılan ve yaşanan göç olayını , o zamanlarda dedem Molla Musa’ dan duyduğunu , 1953/1954’lü yıllarda Aşağı EMİRGAZİ bölgesin de KARABIÇAK dede ile birlikte kuzu ve buzağı otlatırken bana anlatmıştı . Hatta 1910 yılında Aydoğmuş Köylüleri ile bizim köylüler arasında yaşanan Dere Ağılı kavgasına ve silahlı çatışmasına bile dedem Molla Musa ve Ninem ÜMÜ GÜLSÜM ile birlikte nasıl katıldıklarını , Aydoğmuş Köylülerini Dere Ağılı bölgesinden nasıl kovaladıklarını böbürlenerek ve ballandırarak anlatmıştı . O zamanla da KARABIÇAK dede ve ninem ÜMMÜ GÜLSÜN kırklı yaşlarında , dedem Molla Musa ise elli iki yaşındaymış . KARABIÇAK dede ninem ÜMMÜ GÜLSÜN (1768-1955) ile aynı yaşta olduğunu söylerlerdi . KARABIÇAK dede ile 1950’li yıllardan itibaren , yani çocuklu ve gençlik dönemlerimde Aşağı Emirgazi bölgesin de kuzu ve buzağı otlatırken çok güzel anılarımız olmuştur .
    Keza en son 14 Eylül 2014 tarihinde Tarım Aktüel program yapımcısı ONUR ÇARKÇI’ nın , o tarihlerde köyümüz muhtarı olan Mehmet YİĞİT , köyümüz imamı olan Yusuf Ziya YEYEN ve köyümüz ileri gelenleri ile yaptığı söyleşide de ( yapılan söyleşi halen internet ortamında aktif olarak paylaşılmaktadır ) ifade ettikleri gibi köyümüz halkı halen yerleşik düzende bulunduğu bölgeye gelmeden önce Afyon/Bolvadin yöresinde ki EBER Gölü bölgesinde konar /göçer hayatı yaşadığını , köyümüzün EBER adını EBER GÖLÜ isminden aldığını , oradan NORGAS/Pınarlı köyü bölgesine geldiği , NORGAS Köyü bölgesinde Osmanlı Devleti vergi memurları ile kavga ettiklerini , bilahare bölgemize geldiğini ifade etmişlerdir . Özetle ifade etmek gerekirse köyümüzün tarihçesini yazmak için oluşturmaya çalıştığımız yöntemin doğruluğunu ulaşabildiğim tüm kaynaklar tarafından doğrulanmakta ve desteklenmektedir .
    Sevgili hemşerilerim ve okurlarım ; köyümüz tarihçesi ile ilgili olarak açıklamaya çalıştığım bilgilerin bazıları yine bu sitede önceki günlerde sizlerle paylaşılmaya devam edilecektir . Hatırladığım kadarıyla dün 15 Şubat 2021 tarihinde de soyundan geldiğimiz Yörüklerin EBER GÖLÜ bölgesindeki yaşantıları ve EBER GÖLÜ bölgesinden göç ederek DİNAR /NORGAS(Pınarlı) Köyü gelişlerini açıklamaya çalışmıştım . Bu arada bazı hemşeri ve okurlarım , Köyümüzün EBER adını nereden nasıl aldığı konusundaki bilgilere ulaşamadığını telefonla arayarak bana ulaşmışlardır . Daha önce bu sitede özetle yayınlanan bu bilgiler Antoloji.com site ekip ve elemanlarının hoşgörüsüne sığınarak tekrar yayınlıyorum .
    Köyümüz EBER Adını Nereden Aldığı Konusunda Bir Araştırma
    Sevgili hemşerilerim ve okurlarım tarihi kaynaklara göre , hiçbir yer veya köy ismi rastgele verilmez veya konulmaz . Her ismin mutlaka bir verilme hikayesi veya bir verilme nedeni vardır . Önemli olanın verilme hikayesini bulabilmek veya verilme nedenlerini bilimsel açıdan tespit edebilmektir . EBER kelimesi Lügat anlamı itibariyle ; hayırlı , şerefli ve faziletli anlamlarına gelmektedir . Köyümüz isminin nereden gelebileceği konularında yaptığım bilimsel araştırmalar da aşağıda açıklamaya çalışacağım bilimsel sonuçlara ulaşılmıştır . Ülkemizin ileri gelen Yörük ve Türkmen araştırmacı yazarlarından Prof. Dr. Cihangir DOĞAN ve Prof. Dr. M . Sait DOĞAN’ ın ‘’Tarihi Gelişim Sürecinde Yörükler ‘’ adlı eserlerinde ifade ettiklerine göre genel olarak Yörüklerin ve Türkmenlerin özellikle kırsal yerleşim alanlarda ki köy isimlerinin verilmesinde aşiret boyu veya oymak adının , cemaatin veya aşiretin önemli şahsiyetlerinin adlarının verildiği , Osmanlı Devleti veya Hamid Oğulları Beyliği örneklerinde olduğu gibi belirtilmektedir . Yine aynı kaynağa göre bir önceki yerleşim yerlerinin doğal şartlarına bağlı kalarak ve o bölgeden etkilenerek o bölgenin güzel anılarını hatırlamak , muhafaza etmek ve ölümsüzleştirmek maksadıyla eski yaşam bölgelerinin adlarını köy isimlerine verdikleri bilimsel olarak belirtilmektedirler . Keza günümüz de , Afyon Kocatepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Hakkı Yazıcı ve Doç. Dr. Nusret Koca’nın bu konulara ilişkin yani köy isimlerinin nereden geldiğine ilişkin Sandıklı , Dinar , Başmakçı ve Dazkırı İlçeleri yörelerini de içine alan/saha araştırmasın da , bölgelerinde ki Yörük veya Türkmen soyundan geldikleri tahmin edilen Aşağı Eber (Yeşil çat) , Dikici , Ak Toprak , Pınarlı (NORGAS) , Körkuyu , Bademli köylüleri ile yaptıkları bire bir (Yüz yüze ) söyleşilerde bu bilgilerin doğruluğu teyit edilmiş ve bilimsel netlik kazanmıştır . Ben yalnızca YEŞİLÇAT köylüleri ile yapılan söyleşilere yer vererek yetinmek istiyorum .
    Afyon Kocatepe Üniversitesi saha araştırma elemanlarının Yeşil Çat (Aşağı Eber) Köylüleri ile yaptıkları söyleşiler de yukarıda ifade etmeye çalıştığım bilgiler doğrultusunda Aşağı Eber köyü halkının tahminen 1700’lü yıllarda EBER GÖLÜ bölgesinde yaşadıklarını , AŞAĞI EBER isminin EBER GÖLÜ isminden kaynaklandığını ve Eber Gölü bölgesinde ki anılarını/ hatıralarını yaşatmak için EBER KÖYÜ adının verilmiş olabileceği görüşüne vurgu yapmışlardır. Ayrıca atalarından intikal eden bilgi ve rivayetlere göre Aşağı Eber Yörüklerinin muhtemelen 1700’lü yıllarda Afyon ili bölgesinde ki EBER GÖLÜ yöresinde konar/göçer hayatı sürdürdüklerini , salgın şeklinde çıkan sıtma hastalığından veya başka nedenlerden dolayı Eber Gölü bölgesinden göç ederek halen bulundukları bölgeye sekiz(8) Yörük ailesi olarak gelip yerleştiklerini ifade etmişlerdir . Yine rivayet ve duyumlara göre bölgelerine yerleşen Yörük Aşiretinin Sarı Keçili Yörüklerinden olduğunu , liderliğini Kısa ALİ ile kardeşi DEŞTEBAN Hacı Mehmet’ in yaptıklarını ifade etmişlerdir . O zamanlar da Kır Bekçilerine DEŞTEBAN derlermiş . Osmanlı Devletinin gelirlerinin kaydedildiği ve DİNAR Nahiye Müdürlüğünce tutulan TAHRİR defteri kayıtlarına göre Aşağı Eber köylülerinin 1775/1780’ li yıllardan itibaren bölgelerine gelerek yaşamaya başladıklarını , vergi vermeye başladıklarını , bu cümleden olarak , gelirlerinin yüzde onu (%10) olan AŞAR (öşür) vergilerini ödediklerini , ayrıca hayvan başına alınan AGNAM ve otlakıye vergilerini de muntazam olarak ödediklerini yine TAHRİR defter kayıtlarında , tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları kayıtlarına yer verilmiştir . Ayrıca Dinar Nahiye Müdürlüğünce 1843 yılında tutulan TEMETTÜAT Defteri kayıtlarında ise Aşağı EBER köylüleri ile ilgili çok daha detaylı bilgilere yer verildiğini açıklamışlardır . Görüldüğü gibi günümüz de yaşayan YEŞİL ÇAT köylüleri de Koca Tepe Üniversitesi saha taraması yapan elemanları ile yaptıkları söyleşiler de köyümüzün tarihçesine benzer bilgilere yer vermişlerdir .
    Köyümüz ile ilgili konulara ilişkin Araştırmacı Yazarlar olan Ahmet ERGÜN ve Mehmet TERZİ ise ‘’Osmanlı Nüfus Kayıt Defteri 1843 Isparta ‘’ adlı eserlerinde bizim köylülerimizi , Sarı Keçili Yörüklerinden ‘’EBER YÖRÜKANİ CEMAATİ’’ mensupları olarak ifade etmişlerdir . Diğer taraftan atalarımızdan ve köy eşrafı ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalar ışığında EBER KÖYÜ adının EBER GÖLÜ adından kaynaklandığını söylemek en mantıklı ve doğru bir yaklaşım tarzıdır . Keza aynı yazarlar bu ifadelerini köylülerimizin Eski KÖY bölgesine yerleşme aşamasında Aydoğmuş Köyüne birkaç saat mesafede ki Mezra(eski köy ) bölgesinde yaşamlarını sürdüren Yörüklerin 30/40 yıl önceden yani 1780/1790’lı yıllardan itibaren mezra bölgesinde yaşamaya başladıkları görüşlerine yer vermişlerdir . Her ne kadar bu eser 1831 yılının nüfus sayım bilgilerini içermekte ise de köylülerimizin Sarı Keçili Yörük Aşiretinden olduğunu ve 1831 yılından 30/40 yıl önce yani 1780/1790’lı yıllarından itibaren Eski Köy bölgesine yerleşmeye başladığı görüşüne yer vermeleri bizim görüşlerimizi doğrular niteliktedir .
    Başka bir yaklaşım tarzıyla kaynak olarak ifade etmeye çalıştığım tarihi belgeler ışığında , köylülerimizin ve Aşağı Eber köylülerinin ifadeleri çerçevesinde hem köyümüz adının EBER olduğuna , hem Sarı Keçili Aşiretinden geldiğine , hem de Eski Köy bölgesine 1780/1790’lı yıllarda yerleşmeye başladığını söyleyebiliriz . Köyümüz isminin EBER olması nedenleri olarak ta araştırmacı yazarlarında ifade ettikleri gibi , köylülerimizin EBER GÖLÜ bölgesindeki güzel anılarını hatırlamak , anmak ve güzel anıları ile birlikte mutlu olarak yaşamak için köyümüzün adını ‘’EBER KÖYÜ’’ olarak verildiğini kabul edebiliriz .
    Bilindiği gibi NORGAS (Pınarlı) köyü bölgesi de çok sulak bir bölgedir. Büyük Menderes Nehrini besleyen önemli kaynaklardan birisi olan su kaynağı , Söğüt Dağlarının kuzeye uzantısı olan bu bölgeden çıkarak DİNAR ovasında , DİNAR , DİKİCİ ve KARAKUYU bölgelerinden gelen diğer kolları da alarak Büyük Menderes Nehrini oluşturmaktadır. Büyük Menderes Nehri de , Denizli ve Aydın ovalarını kat ederek ve etrafında yaşayan bölge halkına hayat ve yaşam sevinci vererek Söke ovasında Ege Denizine ulaşmaktadır . Başka bir ifadeyle İÇ BATI ANADOLU EŞİĞİNDEN çıkan ve Söğüt Dağı ile AK Dağ tarafından beslenen su kaynakları ülkemizin en verimli topraklarına hayat ve yaşam sevinci vererek ve ülkemizin en verimli ovasını oluşturarak Ege Denizine ulaşmaktadır denilebilir .
    Bu arada bir konuya açıklık getirmek istiyorum . Bilindiği gibi SITMA ve KOLERA hastalıkları , 1700’ lü yıllardan başlayarak 1950’ li yıllara kadar tüm dünyada etkinliğini sürdürmüştür . 27 Mayıs 1928 yılında ATATÜRK tarafından kurdurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsün de , 1940’ lı yıllara kadar SITMA ve KOLERA başta olmak üzere tifo , tifüs difteri , boğmaca , kuduz ve benzeri bir çok hastalıkların aşılarının üretimi yapılmış ve bu aşılar sayesinde SITMA ve KOLERA hastalıklarının ülkemiz de ve dünya da kökleri kazınmıştır . Hatta bazı kaynaklara göre , HIFZISSIHA ‘ da üretilen SITMA , KOLERA ve benzeri aşılar , ÇİN ve RUSYA başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesine de gönderildiği tarih kayıtlarında belirtilmektedir . Nitekim , günümüz de KORONA Virüsü salgın hastalığı nedeniyle , ÇİN Devlet yetkililerince ülkemize gönderilen hastalığı teşhis ekipmanları için bedelinin 1940 lı yıllarda ATATÜRK tarafından ödendiğini belirtilerek Çin Devlet yetkililerince ülkemizden para talebinde bulunmamışlardır . Ne yazık ki gönümüzde politik mülahazalarla aşı üretimi yapılan bu güzelim ve güzide tesisler kapatılmış veya satılmıştır . Ülkemiz de her türlü aşıyı ithal eden bir ülke konumuna getirilmiştir .
    EBER GÖLÜ yöresinde meydana gelen salgın şeklindeki sıtma hastalığının doğruluğunu teyit etmek için yaptığım araştırmalar da aynı tarihlerde , BURDUR GÖLÜ civarında yaşayan KINALI Aşiretin de ve BEYŞEHİR GÖLÜ yöresinde yaşayan SARI KEÇİLİ YÖRÜKLERİ Aşiretlerinde de sıtma hastalığından dolayı büyük miktarda insan kaybının yaşandığı tarih kayıtlarında yer almaktadır .
    Ayrıca bizim çocukluk yıllarımızda , halen köyümüzde yaşayan ve yaş arkadaşlarım olan NEVZAT , RAMAZAN , SELAMİ , YAHYA , Yaya’ kız kardeşi DÖNE , SÜLEYMAN , MEVLÜT , ŞÜKRÜ ve Celil’in HASAN ve diğerlerinin de çok iyi hatırlayabileceği gibi , 1940 lı yıllarda , tüm ülke genelinde SITMA SAVAŞ DERNEKLERİ vardı ve etkin bir şekilde köyümüzde ve yöremizde de çalışmalarını sürdürüyorlardı . Hatırlayabildiğim kadarıyla köyümüz eşrafında Kemal KARABIÇAK ağabeyimiz 1940’ lı yıllarda GÖNEN KÖY ENSTİTÜSÜ’ nün sağlık bölümünden mezun olarak köyümüz de ve civar köylerde sıtma savaş sağlık memuru olarak yıllarca çalışmıştı . Bizim aile , YUKARI MEZARLIK bölgesin de ekin biçerken köyümüz de muhtemelen 1947/1948’li yıllarda KIRAN ŞEKLİNDE SITMA HASTALIĞI meydana gelmişti . Temmuz veya Ağustos ayları gibi yaz aylarının ve çok sıcak bir mevsimin olmasına rağmen aile büyüklerimizin üzerimize örttükleri iki üç tane yün yorganın altında bile sıtma hastalığından dolayı üşüyorduk ve tiril tiril titriyorduk . KİNİN diye toz bir sıtma ilacını anne ve babamız suyla karıştırıp bizlere veya hastalananlara içiriyorlardı . Nitekim o yıl köyümüzden çok miktarda çocuk ve yetişkin insan kıran şeklinde ki sıtma hastalığından dolayı hayatını kaybetmişlerdi. Bizler şans eseri hastalıktan paçayı kurtarabilen şanslı çocuklardandık . Özetle ifade etmek gerekirse duyumlara ve rivayetlere dayandırılan bu bilgiler gerçeklerle bire bir örtüşmekte ve bilgiler de bir birlerini doğrulamaktadır . Selam , Saygı ve Sevgilerimle . Musa KURT

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademisyen

    Sevgili Hemşerilerim ve Okuyucularım : Bu gün sizlerle mensubu olduğumuz Yörük Aşiretinin EBER GÖLÜ yöresinde ki yaşantıları ve EBER GÖLÜ yöresinden DİNAR/ NORGAS KÖYÜ Bölgesine gelişlerini paylaşmak istiyorum .Ancak GÖÇ YOLUNU gösteren HARİTA ile LOTUS/NİLİFER ve EBER SARISI çiçek resimlerinin resimlerini taşıyamadım . Sizlerden özür diliyorum .



    a . Mensubu Olduğumuz Yörüklerin Eber Gölü Bölgesindeki Yaşantıları .
    Daha önceki bölümlerde ifade etmeye çalıştığım gibi çocukluk ve gençlik yıllarımda , yani 1955/1960 ‘lı yıllarda görüşlerini alabildiğim ve isimlerini açıklamaya çalıştığım köy eşrafının ve köy ileri gelenlerinin anlattıklarına göre , köyümüzün de içinde olduğu var sayılan Sarı Keçili veya Kara Keçili Yörüklerinin bazı aşiretleri , 1700’ lü yıllarda AFYON/BOLVADİN , ÇAY, SULTANDAĞ arasında kalan EBER GÖLÜ bölgesinde konar /göçer hayatı yaşıyorlarmış . Yaptığım araştırmalarda , gerek AFYON ilinin , gerekse BOLVADİN ve ÇAY İlçelerinin tarihçelerinde , Sarı Keçili ve Kara Keçili Yörüklerinin yörelerinde yaşadıklarını ve halen BOLVADİN’ e bağlı ve EBER GÖLÜ kıyısında Kara Keçi Yörüklerinden olduğu bilinen YÖRÜK KARACAÖREN adında bir köyün bulunduğunu , keza ÇAY ilçesine bağlı Sarı Keçili Yörüklerinden olduğu söylenen Eber Gölü yakınlarında EBER KÖYÜ’ nün (bazı kaynaklar da EBER KASABASI olarak ta ifade edilmektedir) bulunduğunu tespit edebildim . Her iki Yörük Köyünün de bölgelerinden göç etmeyerek yerlerinde kalan Yörüklerin olduğu tahmin edilmektedir .
    Ulaşabildiğim kaynaklara göre ; EBER GÖLÜ yöresi 1700’lü yıllarda , hayvan otlatmaya elverişli olmanın yanında çok verimli mümbit ve sulak bir bölgeymiş . O zamanlar da EBER GÖLÜ yöresi , göl üzerinde ve çevresinde ki sazlıkların arasında yetişen çiçekleri ile de çok meşhurmuş . Adeta bir çiçek bahçesi niteliğinde ki göl bölgesi özellikle ilkbahar mevsiminde seyrine doyum olmayan muhteşem bir görünüm arz edermiş . Çiçeklerin en meşhurları ve günümüze kadar gelebilen türleri arasında bir bataklık çiçeği (su çiçeği) olan ve halk arasında LOTUS (Nilüfer) çiçeği tabir edilen çiçekleri ile EBER SARISI çiçekleriymiş . Her iki çiçek türü de bölgede halen varlıklarını sürdürmekte olup NADİDE ÇİÇEK KAPSAMINDA oldukları için devlet yetkilerince koruma altına alınmışlardır . Harika görünümlerinin yanında bir şifa deposu özellikleri taşımaları nedeniyle her iki çiçek türüne de özetle değinmek istiyorum .

    LOTUS/ NİLİFER çiçekleri insanların GİZEMLİ ve KUTSAL bulduğu bir çiçek türüymüş . Doğu kültüründe ve özellikle yöre de yaşayan halkın inanışlarına göre , lotus çiçekleri ‘’ RUHSAL UYANIŞIN SEMBOLÜ’’ ve ‘’SONSUZ YAŞAMIN SİMGESİ’’ olarak ta nitelendirilirlermiş . Lotus/Nilüfer çiçeği aslında bir bataklık ve su çiçeği olduğu için yalnızca bataklıklarda ve tatlı suyu olan göller üzerinde yaşama özelliklerine sahipmiş . Ülkemizde tatlı suyu olan Abant , ULUBAT ve benzeri bir çok göl üzerinde görülebilmekteymiş . Bir bataklık çiçeği olmasına rağmen en iyi şekilde kendi kendini temizleme özelliğine de sahipmiş . BİR DAMLA YAĞMUR SUYU ile kendi kendini temizleme özelliğine sahip olan bu çiçeğin beyaz , pembe , kırmızı , mavi ve mor olmak üzere türlü türlü renkleri de varmış . Her bir rengin anlamı ve manası da varmış . Mesela BEYAZ RENKLİ LOTUS çiçeği saflığı , temizliği , güzel ruhluluğu ve erdemliliği ifade edermiş . Göl yöresinde yaşayan Bekar Yörük Kızları BEYEZ Renkli Lotus çiçeklerini saçlarına takarlarmış . Taktıkları bu beyaz nadide LOTUS çiçekleri ile obaların da veya civar obalar da yaşayan Yürük delikanlılarına hava atar , onların ilgisini/dikkatini çekmeye ve gönüllerini çelmeye çalışırlarmış . LOTUS/ NİLÜFER çiçekleri , Yüz dört bin kilometre karelik yüzölçümü olan EBER GÖLÜ’ nün üzerinde yeşil sazlık alanların arasında adeta bir renk cümbüşü oluşturuyorlarmış .

    EBER SARISI çiçeği yalnızca EBER GÖLÜ ve az da olsa Ak Şehir Gölü civarında yetişen ve dünyanın başka hiçbir yerinde yetişmeyen veya rastlanmayan nadide çiçek türlerindenmiş . Bu nedenle yalnızca bu yöreye mahsus olan bu çiçeğe EBER SARISI çiçeği deniliyormuş . EBER GÖLÜ civarında ki nemli/rutubetli havadan ve verimli toprak ortamından nemalandığı tahmin ediliyormuş . Nadide çiçekler kapsamında nitelendirilen bu çiçek te devlet yetkilileri tarafından koruma altına alınmıştır . Gerek Lotus /Nilüfer çiçeğine ve gerekse Eber Sarısı çiçeğine bilerek ve isteyerek zarar verenlere altmış bin (60.000) TL ceza uygulanmaktaymış. Özetle ifade etmek gerekirse , yörede yaşadıkları Eber Gölü bölgesi , atalarımız olan Yörük Aşiretleri üzerinde çok olumlu ve unutulmaz anı hatıra ve izlenimler bırakmıştır . Başka bir ifadeyle atalarımız olan Yörükler EBER Gölü bölgesini çok çok seviyorlarmış ve hep güzel anılarını ve yaşantılarını anmak ve yaşatmak istemişlerdir .
    Bu genel bilgileri sizlerle paylaştıktan sonra gelelim mensubu olduğunu tahmin ettiğimiz bölgede yaşayan Sarı Keçili veya Kara Keçili Yörüklerinin durumlarına . EBER GÖLÜ bölgesi , bir taraftan LOTUS/Nilüfer ve EBER SARISI çiçekleri ile bölgeye hayat ve yaşam sevinci verirken öbür taraftan da yine gölün bataklık olmasından kaynaklanan sivri sineklerin oluşmasına ve üremesine zemin hazırlıyormuş . Sıtma mikrobu taşıyan ANOFEL tabir edilen sivri sinekler de sıtma mikrobunu taşıyarak hastalığın bölge genelinde yayılmasına sebep oluyormuş . 1700/1720’li yıllar da bölge genelinde KIRAN ŞEKLİNDE SITMA HASTALIĞI meydana gelmiş ve yıllarca süren sıtma hastalığından dolayı yörede yaşayan ve mensubu olduğumuz tahmin edilen Yörük Aşiretin de çok miktarda insan kaybı yaşanmıştır . O zamanın koşullarında sıtma hastalığına karşı çare bulamayan Yörükler çareyi bölgeden göç etmekte veya kaçmakta bulmuşlardır .
    b . Mensubu Olduğumuz Yörük Aşiretinin Eber Gölü Bölgesinden Dinar Yöresine Gelişleri


    Atalarımız olan Yörüklerin Muhtemel Göç Yolları haritada kesik kesik kalın siyah çizgilerle gösterilen güzergahı takip ederek EBER GÖLÜ bölgesinden ÇAY , ŞUHUT güneyi , SANDIKLI DAĞLARI güneyi ile KARAKUŞ DAĞLARI kuzeyi arasında kalan vadiyi takip ederek DİNAR yöresine göç ettikleri tahmin edilmektedir . Bu göç olayına üç grup halinde , yaklaşık yirmi (20) çadırdan oluşan Yörük Aşiret mensubunun katıldığı , kıl çadırları ve hayvanları ile birlikte bu göç olayının elli altmış (50/60) yıla yakın bir zaman aldığı tahmin edilmektedir . Kaynak olarak ulaşabildiğim köy eşrafından Mehmet Baki ATIŞ’ ın ‘’Yukarı Eber’ in Doğuşu’’ adlı makalesinden , görüşlerini alabildiğim KARABIÇAK dedenin , dedem Molla Musa’nın 1910’lu yıllarda anlattıklarına ve Ahmet ÖZKURT amcamın notların da göre , göç olayının yaklaşık elli/altmış (50/60) yıl sürdüğü duyumları bilgilerine yer verilmiştir . Üç grup halinde göç eden Yörük Aşireti beşli , yedili ve sekizli ailelerden oluşan obalar halinde ki göç olayını gerçekleştirmişlerdir . Adı geçen vadi bölgesin de EBER GÖLÜNÜ besleyen AKAR ÇAY ile KALİ ÇAYI geçmekte olup KARAKUŞ dağları kuzeyi , SANDIKLI DAĞLARI güneyi yamaçlarından inen yazın kuruyan bazı küçük çaylar da vadi içindeki ana çayları desteklemektedir . Yani atalarımız olan Yörükler , hayvanları için hayatı önem taşıyan sulak yerleri takip ederek Dinar bölgesine gelmeye özen göstermişlerdir . Yukarıda açıklamaya çalıştığım kaynaklara göre bölgeden göç eden aileler şu şekilde iskan edilmişlerdir . Bizim köylülerin de içinde bulunduğu tahmin edilen Yörükler , yaklaşık beş aile olarak , DİNAR ‘ ın 5/6 kilometre güney batısın da bulunan NORGAS KÖYÜ muhtemelen bu günkü Pınarlı Köyü bölgesin de konar /göçer hayatını sürdürmeye başlamışlardır . Diğer iki obanın ise yedi aileden oluşan bir grubun Dinar , Dikici ve Ak Toprak Köyleri bölgesine , sekiz aileden oluşan diğer obanın ise Aşağı Eber (Yeşil Çat) Köyü bölgesine yerleştikleri rivayet ve tahmin edilmektedir . Dinar yöresine önceden gelen Yörükler , özellikle Çöl Ovası bölgesine yerleşen Türkmenler bölgeye yeni gelen Yörüklere , yani bizim köylülere EBER YÖRÜKLERİ derlermiş . Bazı kaynaklar da ise yeni gelen gruba , EBER YÖRÜKANİ CEMAATİ denilmektedir .

  • Musa KURT emekli asker ve Akademisyen
    Musa KURT emekli asker ve Akademisyen

    Köylülerimizin NORGAS (Pınarlı ) Köyü Bölgesinde Konar/ Göçer Hayatı Sürdürürken Osmanlı Devlet Memurları ile Tartışmaları ve Yukarı Eber Köyü Bölgesine Göç Etmeleri Olayı

    Bir rivayete veya duyumlara göre , köylülerimiz muhtemelen 1770/1780’li yıllarda NORGAS KÖYÜ yöresinde bu günkü PINARLI KÖYÜ bölgesinde konar/göçer hayatını sürdürürken Hayvan Miktarı ve Hayvan Vergisi ile Otlakıye parası yüzünden vergi toplayan Osmanlı Devleti Memurları ile tartışmalar ve kavgalar yaşamışlardır . Bilindiği gibi , o zamanlarda Osmanlı Devletinin temel felsefesi ; devlet sınırları içindeki arazi , toprak ve tarlalar ile otlakıyelerin tamamı devlet malı statüsündedir . Devlet malı durumunda ki bu gayrimenkullerden ve otlakıyelerden istifade eden tüm vatandaşlar Osmanlı Devletince belirlenen oranda bedelini vergi olarak ödemek zorundaydı . Bu dönemde köylülerimizin ekip biçtikleri arazi ve tarlaları olmadığı için AŞAR (öşür ) vergisi ödememekte ve bundan dolayı da Dinar Nahiyesi TAHRİR defteri kayıtlarında köyümüzün ismi geçmemektedir. Ama bu dönem de Aşağı Eber Köyü aşar vergi kayıtları Dinar Nahiyesi Tahrir Defteri kayıtlarında vardır . Bu tartışma/kavga ve kargaşa sırasında bizim köylülerin açtığı bir ateş sonucu Vergi Toplayan ve Tahsildar olarak adlandırılan bir Osmanlı Devlet Memuru kaza kurşunu ile vurularak öldürülmüştür . O zamanlar da Osmanlı Devleti EYALET Sistemi esaslarına göre yönetiliyormuş . Eyaletlerin bir alt unsuru olarak ta Kazalar bulunmakta imiş Kazalarda da en büyük devlet yetkilisi olarak KADILAR bulunmakta imiş . Özellikle Kadılar idari ve yönetim konularında yetersiz kalıyorlarmış . Nahiyeler de ise Nahiye Müdürleri bulunuyormuş . En önemlisi , bu olayın yaşandığı tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu Gerileme Dönemi içinde bulunmaktaymış . Başka bir yaklaşım tarzıyla Osmanlı Devleti SOKOLLU Mehmet Paşanın ölümünden sonra DURAKLAMA Dönemine girmiştir . Tarih kayıtlarında DURAKLAMA DÖNEMİ 1579/1699 olarak ifade edilmektedir . 1699 yılında imzalanan KARLOFÇA Antlaşmasından başlayarak 1792 tarihinde imzalanan YAŞ Antlaşmasına kadarki dönemde ise Osmanlı İmparatorluğun da GERİLEME DÖNEMİ başlamış olup devlet tüm unsurları ile büyük bir çöküş içine girmiştir . Devlet Yönetiminde her konu da otorite boşluğu oluşmuş ve devlet etkinliğini kaybetmeye başlamıştır . Bundan dolayı da uygulamalarda önemli ölçüde aksamalar oluşmaktaymış . Farklı kültürlerden gelen ve yönetici konumundaki Sancak Beyleri Kadılara söz geçiremiyor , Nahiye Müdürleri de Kadıları dinlemiyorlarmış . İşte bu ortamda Osmanlı yasalarına ve Eyalet sistemi esaslarına göre işlenen her suç ve suçlu , suçun işlendiği eyalette sorgulanıyor ve yargılanıyormuş . Eğer suçlu başka bir eyalete kaçarsa işlediği suçtan dolayı kaçıp gittiği başka eyalette sorgulanamıyor ve yargılanamıyormuş . Bu durumun Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu hiyerarşik düzenin çalışmamasından ve bunun sonucu olarak ta otorite boşluğundan kaynaklandığını unutmamak gerekir . Bizim köylüler de suçun meydana geldiği NORGAS Köyü bölgesinden pılısını , pırtısını hayvanlarını ve çadırlarını toplayarak halen ikamet ettikleri YUKARI EBER KÖYÜ bölgesine göç etmişlerdir. Başka bir ifadeyle KÜTAHYA EYALETİ bölgesinden KONYA EYALETİ bölgesine kaçmışlardır . Zira suçun işlendiği NORGAS KÖYÜ bölgesi ile AŞAĞI EBER KÖYÜ bölgeleri KÜTAHYA EYALETİ sınırları içinde kalıyormuş . Kütahya Eyaleti , aynı zamanda ANADOLU SANCAK BEYLİKLERİ’ nin yönetildiği MERKEZ Eyaletmiş . YUKARI EBER KÖYÜ bölgesi ise ISPARTA SANCAK BEYLİĞİ (bazı kaynara göre ise HAMİD ELİ SANCAĞI Beyliği) vasıtasıyla KONYA EYALETİNE bağlıymış . Burada ki hassas bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum . Osmanlı Devleti zamanında ki (1780’ li yıllar ) Eyalet sınırları ile (KÜTAHYA/KONYA )günümüz (2020’li yıllar) CUMHURİYET döneminde ki (AFON /ISPARTA) il sınırları aynı yerlerden geçirilmektedir . Ülke yönetimlerinde devamlılığını ve temelini oluşturan bu sınır yapısı , halen de KAPLANLI KÖYÜ ile kuzeyimizde kalan YEŞİL ÇAT KÖYÜ arasında güncelliğini muhafaza etmektedir . Bizim köylüler suçun işlendiği eyaletten başka bir eyalete kaçarak , işledikleri suçtan dolayı her hangi bir ceza almadıklarını ballandırarak anlatırlarmış . Halbuki burada ki esas neden devletin otorite boşluğundan kaynaklanan bir iletişim kopukluğu ve devletin zafiyetidir . Köylülerimiz de devletin bu zafiyetini iyi değerlendirmişlerdir . Yoksa , Osmanlı Devletinin gerek KURULUŞ gerekse YÜKSELME Dönemlerin de böyle bir otorite boşluğu söz konusu olmamış ve görülmemiştir .

  • Musa KURT
    Musa KURT

    Köyümüzün Tarihçesinin oluşturmasında ne yazılı basında ne de internet ortamında net ve yol gösterici nitelikte bilgilere rastlanmamıştır . Ancak makaleler şeklinde yazılmış çok kısıtlı bilgilere rastlanmıştır . Elde kesin bilgi ve belgeler olmadığına göre köyümüzün tarihçesinin yazılmasında şöyle bir yöntem uygulanmıştır . Köyümüzün de içinde bulunduğu İLGİ ve ETKİ sahasında kalabileceği ISPARTA ve BURDUR İlleri ile Keçiborlu , Dinar İlçelerinin ve Aydoğmuş Köyünün tarihçeleri detaylı bir şekilde incelenmiştir . Büyük atalarımızdan bizlere kadar intikal eden duyumlar ve rivayetler şeklinde ki bilgiler çerçevesinde soyundan geldiğimiz tahmin edilen Sarı Keçili Yörüklerinin ulaşabildiğimiz kaynaklar çerçevesinde 1700'lü yıllardan itibaren EBER Gölü bölgesinden başlayarak önce Dinar/NORGAS (Pınarlı ) köyü bölgesine gelişleri , daha sonra da Osmanlı Devlet Memurları ile hayvan vergisi ve otlakıye parası yüzünden çıkan tartışmalar nedeniyle halen bulunduğu bölgemize gelişleri tarihi bir akış için de incelenmiştir .Elde edebildiğimiz bilgilere göre köylülerimiz 1780'li yıllardan itibaren bir taraftan konar/göçer yaşam tarzlarını sürdürürken bir taraftan da bir kısım unsurlarıyla da Eski Köy bölgesinde yerleşik düzene geçmeye başlamışlardır . Aynı tarihlerde Yörüklerin yerleşik düzene geçmelerini öngören ve Osmanlı Devleti tarafında çıkartılan ZORUNLU İSKAN KANUNU çerçevesinde , devlet tarafından köylülerimize arazi , tarla, ve otlakıye yerleri tahsisleri yapılmıştır . Köylülerimizin ,1780/1790'lı yıllardan itibaren de Aşar(öşür) , Ağnam (hayvan vergisi) ve Otlakıye parası ödemeye başladıkları devletin resmi kayıtları olan TAHRİR Defteri kayıtlarında , daha sonraları ki yıllarda da TEMETTÜAT Defter kayıtlarında yer almaktadır . Yine Köyümüzün tarihçesi kapsamında 1800'lü yıllarda itibaren komşumuz olan Aydoğmuş köylüleri ile yaşanmış olan Mera , Köy Sınırları , Dere Ağılı olayları gibi anlaşmazlık konularına genişçe yer verilmiştir . Önümüzde ki tarihlerde köyümüzün ilk adı olan EBER' in nereden ve nasıl verildiği daha sonra da KAPLANLI adının hikayesini siz okurlarımla paylaşacağımı bildirir Selam , Saygı ve Sevgilerimi sunarım. Musa KURT .

  • Musa KURT Emekli Asker ve Akademiyen
    Musa KURT Emekli Asker ve Akademiyen

    Kaplanlı köyü aslında bir Yörük köyüdür . Sarı Keçili Yörüklerindendir .Eski adı EBER olan köyümüzün adı1968'li yıllarda KAPLALI KÖYÜ olarak değiştirilmiştir . Köyümüz halkı 1700'lü yıllarda AFYON/ BOLVADİN civarında ki EBER GÖLÜ yöresinde konar /göçer hayatı yaşıyorlarmış ,EBER KÖYÜ adının da EBER Gölü isminden kaynaklandığı tahmin edilmektedir . Bölgede çıkan kıran şeklindeki SITMA hastalığından dolayı köylülerimiz halen bulunduğu bölgeye 1780'li yıllarda göç ederek gelmiştir .Halen bulunduğu yöredeki ilk yerleşim yeri ESKİ KÖY bölgesidir .Osmanlı Devletinin 1800 lü yıllarda çıkardığı ZORUNLU İSKAN FERMANI uyarınca köylülerimize arazi tarla ve otlakıye yerleri verilerek yerleşik düzene geçmeleri sağlanmıştır .Köylülerimiz yaşamlarını 1900' Lü yıllara kadar ESKİ KÖY bölgesinde sürdürmüşlerdir . Ancak Eski Köy bölgesinde ki su kaynaklarının mecra değiştirerek başka yönlere akıp gitmesi köyümüz halkını suyu daha bol olan yeni yerleşim yerine göç etmeye zorlamıştır . 1901/1902 yıllarında başlayan göç olayı 1916 yılında tamamlanmıştır . Köyümüzde ilk okul binasının yapılması ve eğitim öğretim faaliyetleri 1947 yılında başlamıştır .1980' li yıllarda beş sınıf ve öğretmen ile eğitim ve öğretim yapan köyümüzde bu gün öğrenci azlığından dolayı ilk okul binası kapatılmış ve yıkılmaya terk edilmiştir .Köyümüzde kalan öğrenciler de taşıma sistemi ile komşu köylere gitmek zorunda bırakılmıştır . Tüm olumsuzluklara rağmen Köyümüz de okur yazar oranı yüzde yüz (%100)olduğu söylenebilir . Emekli asker Subay ve Astsubayından tutun da , doktor , mühendis , hakim , savcı
    öğretmen ve profesörüne kadar bir çok değerli insan yetişmiştir ve yetişmeye de devam etmektedir . Anca köyüz arazilerini yetersiz ve kurak olması halkımızı göçe zorlamaktadır . Nitekim köyümüzde 1870'l, yıllarda 300 kişi yaşarken nerede ise iki asır sonra bu gün köyüz de 120 kişi yaşamaktadır .Selam , Saygı ve Sevgiler