kaç kere geçtim güpe gündüz içsiz güçsüz ipsiz sapsız yıkkın bıkkın zehir zıkkım kapkaragümrüklerinizle reziller gibi içtim güpe gündüz deliler gibi didinip durdum bir köşede neler neler uydurdum derken usul usul sustu usul
ve bir akşam ki o akşam mı yalnız ben yaşamıştım baş ucumdaydınız evet ne varsa sizde vardı gün bugün beklenti ihanet ihanet zafer ve kıyamet dokunuşun yok oluşun dokunuşun yok oluşun yok olşun en güzeliydiniz gemiler duruyordu yanı başımızda birer kişilik gemiler birer birer kayboluyordu duramazdım dokunuşun yok oluşun dokunuşun yok oluşun yok olşun en güzeliydiniz ve bir akşam ki o akşamı yapayalnız yaşamıştım güzelim elleriniz elleriniz boşunaydı gözlerin güzelim gözlerinizden uzaktaydı giden kimdi bu sefil kentte kalan kimdi ve bir akşam yanı başınızda taş yağmıştı başıma ve artık olan olmuştu bana.. ve bize ve bizim biricik batasıca sevgili kapkarakaragümrüklerimize dokunuşun yokuluşun dokunuşun yokuluşun yok olşun en güzeliydiniz
Aslında başlığı kelime olara açacaktım; ama işte gece sersemliğime gelmiş. Burada Türkçe'nin ne kadar güzel bir dil oduğunu gösteren yazıyı asmak için açmıştım bu terimi:
'27 harfli Türkçe kelimeler
Zambak-Dilset’in bu sene üçüncüsünü gerçekleştirdiği “Uluslararası Yabancılar İçin Türkçe Yarışması”nda onur konuğu olarak bulunan Belçikalı Türkolog Prof. Dr. Johan Vandawalle ile Belçika’da görüşmemiz sırasında pek çok mesele üzerinde durduk.
O, Türkçenin matematik ilmi gibi açık ve berrak bir yapıya sahip olduğunu, satranç oyunundaki birleştirmeler gibi mantıkî birleştirmeler imkânına sahip olduğunu söylüyor. “Türkçede bazı fiil köklerinden iki yüz bin civarında biçim türetilebilir. Ayrıca mesela bir görmek fiiline yapılacak eklemelerle, ‘görüştürülemeyebilecekmişiz’ kelimesinde olduğu gibi 27 harf bulunabilir. Bunu başka bir dilde yapamazsınız. Diğer dillerin ayrı yazılan müstakil ekleri ve kaidesizlikleri, hatta kaideleri olsa bile istisnaları hatta istisnaların da istisnaları çok kafa karıştırıcı. Yani onlarda Türkçedeki berraklık yok.”
35 dili bilmenin verdiği geniş ufuk ve tespitlerle Türkçemiz hakkında görüşlerini beyan eden bu ilim adamı, aksansız konuşması, hoş telaffuzu ve detayları ifade eden Türkçe kelimeleri seçişleriyle dikkatimizi çekiyor. Bu durumu nasıl kazandığını sorduğumuzda “Türkçeyi tanıyıp hayran olduğum ilk günlerden itibaren hep Türkleri bulup onlarla Türkçe konuşmaya başladım. Mesela, Aydınlı bir arkadaşla tanışmıştık, ben mutlaka her hafta, hafta sonları evlerine gider, akşam yediden öbür gün sabah beşe kadar onunla Türkçe sohbet ederdim. Bunun için de Türk dili, kültürü ve sanatı ile ilgili on tane mühim soru hazırlar öyle giderdim.” diyor.
O sırada Belçikalı Türk Parlamenter Cemal Çavdarlı ile telefonla görüşme imkanı oluyor. O, bize, Johan Vandawalle ile senelerdir tanışıp görüştüğünü söylüyor.
Türkçe, Türk sanatı ve mutfağı hayranı Prof. Dr. Johan, Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç Bey’in himayelerinde yapılan bu Türkçe yarışmasının gelecek sene bir de akademisyenler boyutunun olmasını arzuluyor. Dilimizin dünya dili olmasından dolayı sürur duyuyor. Hatta Türkiye’den Belçika’ya döndüğünde aile bu durumu fark ederek kendisine “Sîmân değişmiş, mutluluğun her halinden belli oluyor! ” dediklerini ifade ediyor.
Kendisine bir rüya gibi gelen bu program için “Her sene daha görkemli olmalı... Halkınızın ilgisi çok güzel. Ben Ankara’da Maraş vs. illerden gelmiş arabaların plakalarını gördüm! ” diyor.
Arkadaşlarından kendisine e-posta ile pek çok tebrik gelmiş. O, bilhassa Türkolog olan akademisyen arkadaşlarına, “Ben sizden artık, tebrik ve takdir yerine Türkçe ile ilgili ufuk açıcı yazı ve tebliğler bekliyorum.” karşılığını yazmış.
Türkçe öğrettiği öğrencilerinin, kendisinin tavsiyesi ile Türkiye’ye gittiklerini sonra da “Bizim ülkemiz, artık havası gibi bize soğuk geliyor. Türkiye’de insanlar ve insanî münasebetler sıcak! ” dediklerini hatta bazılarının gidip yerleştiklerini, bazılarının da yerleşmek istediklerini söylüyor.
Türkçenin durum eklerinin çok mühim olduğunu, bunu öğrenmek istemeyip ‘ne lüzum var’ diye direnen öğrencilerinin Türkçeyi öğrenemediğini; ama teslim olanların kısa zamanda kavrayıp bellediklerini; kelimelerin doğru öğrenilip telaffuz edilmesinin çok mühim olduğunu hatta annesinin bir Türk lokantasında “bir” kelimesini yanlış kullanıp “Bana bira kola getiriniz” deyince garsonun kola yerine bira getirdiğini; Aydın taraflarında bir öğrencisinin meyve alırken satıcıya “Yıkar mısınız? ” diyeceğine yanlışlıkla “Yıkanır mısınız? ” deyince, “Ben pis miyim? Kirli miyim? ” diye kızgın bir karşılık aldığını söylüyor.
Ayrıca kelimelerde isim seçimlerine de dikkat çeken Johan, “Napolyon, Hollanda’nın güney bölgesini alınca, ‘Herkes kendisine bir soyadı alsın’ diye emretmiş. Onlar da bu nasıl olsa geçici bir şey olur diye kendilerine gülünç soy isimleri seçmişler. Sonra da öylece yerleşip kalmış. Bu yüzden Güney Hollanda’da çok komik soy adları ile karşılaşırsınız.” diyor.
türkcemize 2 harfin başka dillerden geldiğini çağrıştırıyor
Türk dili, alfabesi ve Türk kültürünün bir parçası
'kapkaragümrükleştiremediklerimizden' misiniz
kent ozanları kasedinde erdinç ünü nün şarkısı..
kaç kere geçtim güpe gündüz
içsiz güçsüz ipsiz sapsız
yıkkın bıkkın zehir zıkkım
kapkaragümrüklerinizle reziller gibi içtim güpe gündüz
deliler gibi didinip durdum bir köşede
neler neler uydurdum derken usul usul sustu usul
ve bir akşam ki o akşam mı yalnız ben yaşamıştım
baş ucumdaydınız evet ne varsa sizde vardı
gün bugün beklenti ihanet
ihanet zafer ve kıyamet
dokunuşun yok oluşun dokunuşun yok oluşun
yok olşun en güzeliydiniz
gemiler duruyordu yanı başımızda birer kişilik
gemiler birer birer kayboluyordu duramazdım
dokunuşun yok oluşun dokunuşun yok oluşun
yok olşun en güzeliydiniz
ve bir akşam ki o akşamı yapayalnız yaşamıştım
güzelim elleriniz elleriniz boşunaydı
gözlerin güzelim gözlerinizden uzaktaydı
giden kimdi bu sefil kentte kalan kimdi
ve bir akşam yanı başınızda taş yağmıştı başıma
ve artık olan olmuştu bana..
ve bize ve bizim biricik batasıca sevgili kapkarakaragümrüklerimize
dokunuşun yokuluşun dokunuşun yokuluşun
yok olşun en güzeliydiniz
uzunçamaltındayataruyuroğlu
:)
Aslında başlığı kelime olara açacaktım; ama işte gece sersemliğime gelmiş.
Burada Türkçe'nin ne kadar güzel bir dil oduğunu gösteren yazıyı asmak için açmıştım bu terimi:
'27 harfli Türkçe kelimeler
Zambak-Dilset’in bu sene üçüncüsünü gerçekleştirdiği “Uluslararası Yabancılar İçin Türkçe Yarışması”nda onur konuğu olarak bulunan Belçikalı Türkolog Prof. Dr. Johan Vandawalle ile Belçika’da görüşmemiz sırasında pek çok mesele üzerinde durduk.
O, Türkçenin matematik ilmi gibi açık ve berrak bir yapıya sahip olduğunu, satranç oyunundaki birleştirmeler gibi mantıkî birleştirmeler imkânına sahip olduğunu söylüyor. “Türkçede bazı fiil köklerinden iki yüz bin civarında biçim türetilebilir. Ayrıca mesela bir görmek fiiline yapılacak eklemelerle, ‘görüştürülemeyebilecekmişiz’ kelimesinde olduğu gibi 27 harf bulunabilir. Bunu başka bir dilde yapamazsınız. Diğer dillerin ayrı yazılan müstakil ekleri ve kaidesizlikleri, hatta kaideleri olsa bile istisnaları hatta istisnaların da istisnaları çok kafa karıştırıcı. Yani onlarda Türkçedeki berraklık yok.”
35 dili bilmenin verdiği geniş ufuk ve tespitlerle Türkçemiz hakkında görüşlerini beyan eden bu ilim adamı, aksansız konuşması, hoş telaffuzu ve detayları ifade eden Türkçe kelimeleri seçişleriyle dikkatimizi çekiyor. Bu durumu nasıl kazandığını sorduğumuzda “Türkçeyi tanıyıp hayran olduğum ilk günlerden itibaren hep Türkleri bulup onlarla Türkçe konuşmaya başladım. Mesela, Aydınlı bir arkadaşla tanışmıştık, ben mutlaka her hafta, hafta sonları evlerine gider, akşam yediden öbür gün sabah beşe kadar onunla Türkçe sohbet ederdim. Bunun için de Türk dili, kültürü ve sanatı ile ilgili on tane mühim soru hazırlar öyle giderdim.” diyor.
O sırada Belçikalı Türk Parlamenter Cemal Çavdarlı ile telefonla görüşme imkanı oluyor. O, bize, Johan Vandawalle ile senelerdir tanışıp görüştüğünü söylüyor.
Türkçe, Türk sanatı ve mutfağı hayranı Prof. Dr. Johan, Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç Bey’in himayelerinde yapılan bu Türkçe yarışmasının gelecek sene bir de akademisyenler boyutunun olmasını arzuluyor. Dilimizin dünya dili olmasından dolayı sürur duyuyor. Hatta Türkiye’den Belçika’ya döndüğünde aile bu durumu fark ederek kendisine “Sîmân değişmiş, mutluluğun her halinden belli oluyor! ” dediklerini ifade ediyor.
Kendisine bir rüya gibi gelen bu program için “Her sene daha görkemli olmalı... Halkınızın ilgisi çok güzel. Ben Ankara’da Maraş vs. illerden gelmiş arabaların plakalarını gördüm! ” diyor.
Arkadaşlarından kendisine e-posta ile pek çok tebrik gelmiş. O, bilhassa Türkolog olan akademisyen arkadaşlarına, “Ben sizden artık, tebrik ve takdir yerine Türkçe ile ilgili ufuk açıcı yazı ve tebliğler bekliyorum.” karşılığını yazmış.
Türkçe öğrettiği öğrencilerinin, kendisinin tavsiyesi ile Türkiye’ye gittiklerini sonra da “Bizim ülkemiz, artık havası gibi bize soğuk geliyor. Türkiye’de insanlar ve insanî münasebetler sıcak! ” dediklerini hatta bazılarının gidip yerleştiklerini, bazılarının da yerleşmek istediklerini söylüyor.
Türkçenin durum eklerinin çok mühim olduğunu, bunu öğrenmek istemeyip ‘ne lüzum var’ diye direnen öğrencilerinin Türkçeyi öğrenemediğini; ama teslim olanların kısa zamanda kavrayıp bellediklerini; kelimelerin doğru öğrenilip telaffuz edilmesinin çok mühim olduğunu hatta annesinin bir Türk lokantasında “bir” kelimesini yanlış kullanıp “Bana bira kola getiriniz” deyince garsonun kola yerine bira getirdiğini; Aydın taraflarında bir öğrencisinin meyve alırken satıcıya “Yıkar mısınız? ” diyeceğine yanlışlıkla “Yıkanır mısınız? ” deyince, “Ben pis miyim? Kirli miyim? ” diye kızgın bir karşılık aldığını söylüyor.
Ayrıca kelimelerde isim seçimlerine de dikkat çeken Johan, “Napolyon, Hollanda’nın güney bölgesini alınca, ‘Herkes kendisine bir soyadı alsın’ diye emretmiş. Onlar da bu nasıl olsa geçici bir şey olur diye kendilerine gülünç soy isimleri seçmişler. Sonra da öylece yerleşip kalmış. Bu yüzden Güney Hollanda’da çok komik soy adları ile karşılaşırsınız.” diyor.
11.07.2005 /Zaman/Abdullah Aymaz
katrankarasıkaralıyalnızlık.
birfincankahveiçinbirpennyy ;)