İşkâl edilmiş memleketin dört bir köşesi
Demir atmış düşman gemilileri boğaza
Hüzünlü Bayrak dalgalanmaz eskisi gibi
Sokaklarda devriye geziyor İngiliz neferi
Şan ve şerefle dolu Türk’ün geçmiş tarihi
İçimde sakladığım
Afacan çocuk
Hırcın mı hırçın
Öfkelimi öfkeli
Koşuyor, koşuyor
Deli rüzgâr gibi
sessiz bir bahar akşamı
ıssız bir sahilde
küçük dalgalar okşarken kumsalı
çıkartmış pabuçlarını almış eline
yürüyor denizkızı ıslak kumların üstünde
kızıl saçları lüle lüle
Yoktu eskiden buğday öğüten fabrika
Değirmen kurulurdu akan suyun altına
Yüksekten su verince taşın çarkına
Dönerdi taşlar ilahi yaradan aşkına
Kireç taşından örülmüş duvar
Bırak yüce dağları
Zirvesi bulutların
Üstünde kalsın
İncecikten yağan kar
Esen Poyrazın önünde
Zil takıp oynasın
Güneşimsin seherde, dünyamı aydınlatan.
Üzerime çullanan karabasandan kurtaran.
Laf değil, kara günde gerçek dost olan
Elleri avuçlarımda, başı omzumda,
Rahat, kendinden emin, uykuya dalan.
Hınzır bir gülümseme yüzünde
Kumar oyna diyor şeytan benimle
Değerli bir şey saklı aklının ucunda
Belli onu koyacaksın masanın üstüne
Kırmayım seni geç otur karşıma
Seni düşleyerek koydum, başımı yastığa,
Nefesini, duyarak dalmışım derin uykuya.
Islanmışsın, sırıl sıklam,tepeden tırnağa
Gece sicim gibi yağan, sağanak yağmurda.
Islatmasın kirpiklerini
Akmasın yanağına gözyaşın
Boncuk boncuk
Ağlama çocuk
Dere yeşili gözlerin
Olmasın eleme gark
Eşek arısı soksun
Cümle kuran dilini
Beklenen iki laf
Bir muhabbet
Yıldız ve mehtap
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!