Bir zil sesi düştü gönül ocağına
Kıvılcım oldu kirpiklerimde
Yandı cümle harf-i sûret
Hakikatin közü düştü dilime.
Ateşe adım attım pervane niyet
Bir meyhaneye düştüm erenler,
Bir damla ile ummanı içtim.
Saki elinde aynı badeyi,
Kırkımıza sundu, mestan eyledi.
Şarap değil bu, aşkın pınarı,
Sabahın ilk güneşi
tıpkı bir simit gibi
ıslak kaldırımlara düşerken
bir adam
kendi gölgesini
tezgâha sermiş
Yağmur yağıyordu:
Her damla,
bir borsa grafiği gibi
—düşüyordu—
cep telefonlarına.
Pir Fazlullah himmet eyledi, İsfahan’dan doğdu bir dem,
Levha-yı İmam sırr-ı Ali, harf oldu cana merhem.
"İnsan yüzü Kuran-ı Natık, Şah görünür anda" dedin,
Zalim Yezit kılıç çekerken, sen Hakk'a ikrar verdin.
Bir güneş doğdu yarından,
Kırık aynada bin parçadan...
Sular yandı kana döndü,
Aşkın kılıcı dilimden aktı.
Ben ki ateşin soluk aldığıyım,
Adın Nesimiyse, bu diyarlarda,
Ya derin yüzülür, ya yakılırsın.
Hakikat sırrına ermeyen kişi,
Ne kendini bilir, ne de menzili.
Nesimiysen, kanar kanar yanarsın,
Ey can! Dinle bu sırrı, derinden gelen sesi,
On İki İmam'ın nurunda saklı, kadının nefesi.
Ali'yle Fatma, çift Cebrail inen nurdandı,
Biri Zülfikâr'ı çaktı, diğeri eşiği nurlandı.
"Meydan," dedi Aslan, "Fatma'nın teriyle yoğruldu,"
Bir çerağ uyandı gönül şehrinde,
Hakikat şem'ine niyaz eyledim.
Yol bir, sürek binbir, erkan özünde,
Dosta divan durdum, niyaz eyledim.
Ali-yi Velî'dir sırrın aynası,
Ölüm kol geziyor,
Yaradılanların arasında.
Ölüyor her şey,
Değmeden bir serçenin gagasına.
Yağmurlar demliyor bir ağaç,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!