Hind’in sofrasında kan şerbeti ikram edildi,
Bir masum gülüş, bir beddua, bir kırık testi…
Hamza’nın ciğeri, zehrin içine bandırdığı ekmek,
“Al ya Muhammed!” diyen celladın gölgesi.
Kadehinde kin, sofrasında kalleşlik,
Zâhid, sen Tanrı'yı inkâr edersin,
Secde etmeyeni şeytan sanırsın.
Secde ettirmeyen Tanrı değil mi?
Hakk'a şirk koşandan farkın yok senin.
Gelen dört kitabı hak görmez misin?
Kurtuba’nın Işığı
Kurtuba’da yandı bir meşale,
Adı İbn Rüşt, aklın savunucusu.
Sürgün gördü, ne hazin bir çile,
O “Büyük Şârih”, Aristo’nun koruyucusu.
Bir düştünüz dünyaya
Biri mor buluttan
Biri al şafaktan
İki kanatlı bir kuşun
Tek yüreği gibi
Çarptınız göğsüme
1
İnsanlık bir kelimenin içinde doğdu.
Sonra o kelime ikiye bölündü: “ben” ve “sen.”
İşte günah orada başladı.
> 2
Hû!
Bir sofra ki eti insan, şarabı kan!
Hind'in dişleri çatal, Ebu Süfyan'ın elleri kaşık,
Muaviye'nin zehri tuz, Yezid'in kılıcı bıçak!
Peygamber evladını yediler bu sofrada!
Şeriat kapısından girdim içeri,
On makamda öğrendim eğri, doğruyu
Tarikat yolunda yürüdüm, durdum,
On makamda ben Hakk’a ulaştım.
Marifet deryasında daldım derine,
Hak yoludur bize açılan ışık,
Sevgi ile barış kalbe yaraşık.
Adaletle dirlik, nefse dolaşık,
Gönül erleri birliğe çağırır.
Her can birdir, tenler sadece giysi,
Gece yağmuruyla ıslanmış saatler,
Boğaz'da durmuş ağlıyor
zamanın kırık bilekleri
sulara gömülüyor usulca.
Galata'nın daracık sokakları
Her sokak başında bir kedi,
Tıknaz, tombik, yuvarlak bedeni.
Patileri yorgun, bakışları tok,
Yemeğe düşkün bu şehir çocuğu.
Bir zamanlar fare kovalardı,



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!