Pejmürde yollara düşmüş,
O gaibi aramakta.
Viran şehirler geçmiş,
O ilahi yalnızlıkla.
Aşkın izini sürmüş,
içimde bir uzay tozu
yokluğun kırık camına vurduğum adım
sesim olmayan bir yıldızın gölgesi
ve ben
hep çoğul
Güneş, çatlamış testi.
Kırık camlardan sızan ışık, yarık yarık.
Bir çocuğun gözünde takılı kaldı saat:
Ding... Kırmızı yağmur başladı.
Kaldırımlar, açılmış ağızlar.
Gahı güldüm, gahı bülbül,
Gahı Leyla, gahı Mecnun,
Gah Yunus'tum, gah Mevlana,
Bu dünyadan aşkla geçtim.
Hem isimdim, hem cisimdim,
Yârim, yârim gitme yârim,
Câna hasret katma yârim.
Zâten ömrüm on beş sene,
Onu da hîç etme yârim.
Dağ başında maral gezer,
Benim de yurdum yok imiş meğer,
Bir kuş misâli konup göçüyorum.
Ne doğduğum toprak, ne vardığım şehir,
Gönlümdeki sırra eremiyorum.
Bir çadır kurdum gurbet gecelerinde,
O gece, sandıklar çiçek açtı İstanbul’un kalbinde,
Her mühür, bir yıldız oldu; sayılar ışık dansetti.
Bir adam, “Halk benim” dedi, denizler aynasında,
Sözü bir güvercin oldu, uçtu kulelerin üstüne…
Sonra ansızın
Damarlarımdan akarken boz bulanık Ham Köy'ün tozu,
Göğsümde bir uğultu, adı yok, tarifi zor huzursuzluk.
Pınarın başında, suyun toprağa sızan çığlığı,
Her damla bir "neden?", gölgem bir yılan gibi dolandı.
Rüyalarımda eriyen Görünmeyen Köy, bir nefes ötede,
Toprak altında yatan kayıp harfler, parmaklarıma fısıldadı:
Gönül çerağım yandı bu gece,
Dertlendim derdime derman ararım.
Yaralandı sinem döndü niceye,
Belki bir merhem süren ararım
Yıldızlar şahit bu ahu zara
Gönül göç eylemiş fâni dünyadan,
Bir kâmil aramış, sırra ulaşan.
Mürşidin nefesi değse bu ruha,
Vahdet deryasında yüz bulur canan.
Bırak benliğini, olasın bir sen,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!