Meyhanenin kırık aynasında gördüm yüzümü:
Tükürük izli, alın yazım çamurla mühürlü!
Pîrim Tevfik’in neyinden düştüm yollara
Küfrüm aşkın mıhı, dilim melâmet bıçağı...
Bir sahipsiz köpek uludu gece yarısı
Kütüphanenin son cildi alev aldığında,
Harfler kanatlandı
Her "elif" bir turna,
Her "lam" bir yaralı şahin oldu.
Sessizliğin içinde,
Küller semaha durdu.
Dokuz yaşında düştü yola, kundağından sökük,
Kül rengi İstanbul, sırtında kocaman bir çuval.
Çocuk avuçlarıyla ördü annenin örtüğü,
Her taş, bir Bektaşi sırrı, her adım "Ya Hak!" bir nidal.
Aslan postu omzunda, yokluk soğuğunda ince,
"Kün" dedi Hakk, durmadı bir an,
Alem var oldu değil, var oluyor can!
Big Bang'le başladıysa bu devran,
Hâlâ pişiyor nimet, kaynıyor kazan.
Her sabah güneş doğarken,
Bir radar, göğe dikilmiş dev bir mum,
ışığını karanlığın ciğerlerine saplıyor.
Her dalga, toprağın altında unutulmuş
Ermeni çeşmelerinin ağzında donuyor.
Kürecik dağları, kemiklerinden söylüyor türküsünü,
Kuyuda Yusuf, tahta Yusuf birdir,
Aynadır aynaya bakan bilir bunu.
Gönül sarayının sultanı olan,
Hakikati kendinde bulur usul usul.
Bir tenhada düştüm kuyunun dibine,
Mansur'u astılar bir sabah vakti,
Gölgesi kaldı darağacında.
"Enel Hak" dedi, sesi,
Mekânsız bir noktaya sığdı...
Nesimi'nin derisi yüzüldüğünde,
Shenzhen'de uyanıyor göz kapaklarım
Her kirpik bir montaj hattı
Pazarlama departmanı diyor ki:
"Bu gözyaşları
Çocuk işçi katkılıdır"
Çalarken neyimi kaldırım taşında uludum
Tükürükler yağdı gökten sofuların duâsıydı!
Yaralandı sırtım taşla, kanadım çamurla
Melâmet köpeğiyim, aşkın düşkün avânesi...
Nefesim paslı borudan geçti “Hû” oldu
Hû diyelim, aşkın demine, nefes söyleyenlerin devranına!
Meryem kalktı Hakk'ın divanına, Zülfikâr'ı kuşandı beline.
"Erkek cümlesi benim nârımdan," dedi, "kadın cümlesi benim zârımdan!"
Hakikatin kılıcı kuşanıldı, dişil ve eril sır bir oldu o anda.
Kırklar'ın badesi onda durdu, Sekine'nin sırrı onda göründü.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!