Halep'in yarısı
bir PowerPoint sunumundaki
"before/after"slaytı gibi
silinmişti bile...
Bağdat Kütüphanesi'ndeki
Bu yarık dünyadan önce vardı
Zamanın dişlerinin aşınmadığı
Kayaların alfabesiyle yazılmış
Bir tablet gibi durur şimdi
Girişte gördüğün ilk kaya Tanrıların unuttuğu
Bir zil sesi düştü gönül ocağına
Kıvılcım oldu kirpiklerimde
Yandı cümle harf-i sûret
Hakikatin közü düştü dilime.
Ateşe adım attım pervane niyet
Medine'de bir dükkânda yanardı çerağ-ı ilm
Örsün üstünde şekillenirdi hem demir hem hilim
Her çekiç darbesiyle inlerdi arş-ı âlem
Âdem'in sırrıydı işlenen, hem nakış hem kelim
Yedi kat yerin göğün sesi karışırdı zikrine
Bir meyhaneye düştüm erenler,
Bir damla ile ummanı içtim.
Saki elinde aynı badeyi,
Kırkımıza sundu, mestan eyledi.
Şarap değil bu, aşkın pınarı,
Sabahın ilk güneşi
tıpkı bir simit gibi
ıslak kaldırımlara düşerken
bir adam
kendi gölgesini
tezgâha sermiş
Yağmur yağıyordu:
Her damla,
bir borsa grafiği gibi
—düşüyordu—
cep telefonlarına.
Pir Fazlullah himmet eyledi, İsfahan’dan doğdu bir dem,
Levha-yı İmam sırr-ı Ali, harf oldu cana merhem.
"İnsan yüzü Kuran-ı Natık, Şah görünür anda" dedin,
Zalim Yezit kılıç çekerken, sen Hakk'a ikrar verdin.
Bir güneş doğdu yarından,
Kırık aynada bin parçadan...
Sular yandı kana döndü,
Aşkın kılıcı dilimden aktı.
Ben ki ateşin soluk aldığıyım,
Adın Nesimiyse, bu diyarlarda,
Ya derin yüzülür, ya yakılırsın.
Hakikat sırrına ermeyen kişi,
Ne kendini bilir, ne de menzili.
Nesimiysen, kanar kanar yanarsın,



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!