İsmet Barlıoğlu Şiirleri - Şair İsmet Ba ...

İsmet Barlıoğlu

Şaşırtıcı Bir Olay

Fotonist Kay Rem başındaki kaksını çıkarıp koltuğunun altına alarak:
- Kaptan… Diye haykırdı. Olağanüstü bir görüntüyle karşı karşıya olduğumuzu, artık kaksa ve oksijen tüpüne gereksinmeyeceğimizi muştulayabilirim.
Birbirlerinin ardı sıra sırtlarındaki oksijen tüplerini çıkarıp kabine bırakan, giysilerinin küresel başlıklarını ellerine alan astronotlar, büyük bir sevinç içinde, lazerle kesilmiş imdat kapısından dışarı fırladılar.
Dışarıda görülmeye değer bir doğa bir başına hüküm sürmekteydi.Kabinin yakınlarından başlayan bir düzlük, oldukça ilerilerde yumuşak eğimli tepelere dek ulaşmıştı. Sık ağaçlarla örtülmüş olan tepelerde avuç içi kadarlık bir toprak parçası bile görünmemekteydi. Nitekim, zemin her yanda yemyeşil çimenlerle ve eşi-benzeri görülmemiş rengarenk çiçeklerle bezenmişti. Bu göz ve gönül okşayan yabanıl çiçek tarlasında rengarenk sınırlarıyla birbirlerinden ayrılan milyonlarca çiçek, zemini yer yer ayva rengi sarıya, kan rengi kırmızıya, deniz rengi maviye, çimen rengi yeşile, kar rengi beyaza, tırnak rengi pembeye boyuyor, varlığı izinden sezilen sevimli bir bahar yeli bu renk ve güzellik cennetini bir baştan bir başa dalgalandırıyor, çiçeklerin önce gövdeleriyle narin başlarını öne yatırarak gidiyordu.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

2.3
İnanılmaz Olaylar Yağmuru

Genç kadın, astronotlardan ayrılmış ve tek başına ormana dalmıştı.
Karşılaştığı olaylarla yorulan ruhunun dinlendiğini sezinliyor ve içinde, sözcüklerle anlamasına olanak bulunmayan derin bir rahatlama duyuyordu. Bulunduğu yöre gözalabildiğine uzanan yüksek çamlarla örtülüydü. Oldukça yükseklerden hafif hafif estiği anlaşılan, ancak aşağılarda varlığı hiç de sezinlenemeyen bir ilkbahar yeli çamların en üst dallarını eğip eğip geçmekteydi.Genç kadın havayı sık sık içine çekerek ormandan yayılması gereken çam kokularını duymak istiyor fakat ortada böyle bir kokuya her nasılsa rastlayamadığını sanıp duruyordu. Kabukları yarılmış çamların yaralarını onarmak için çıkardıkları o sarı sıvıdan ibaret bulunan reçinenin, ormanı bir baştan bir başa tatlı kokular içinde bırakması gerektiğinden kuşkusu olmamakla birlikte, nasılsa bu anda bundan bir türlü yararlanamıyor fakat üstünde durarak nedenini de aramıyordu. Çam reçinelerinin yapışkan ökselerine yakalanmış olan küçücük böceklerin ve ince, narin yapılı sineklerin varlıkları onu bundan daha çok ilgilendiriyordu. Koskoca çam ormanı, bir yandan genç kadının içindeki çocukluk günlerini cana getiriyor, bir yandan da dikkatini o sayısız ağaçlar arasında kaybolma tehlikesine çekiyordu. Tüm bunlara karşın, bir kendi kendini alamamanın içine düşmüş gibiydi. Yürüdükçe yürümek, ilerledikçe ilerlemek, gittikçe gitmek, daha derinlere, ta en derinlere ulaşabilmek istiyordu. Ormanın insanı büyüleyen, ona kendi kendini unutturan bir özelliği ve derin bir gizemli gücü vardı. Çarup bunu öteden beri biliyor, yolunu yitirme korkusunu yüreğinin ta derinliklerinde duyuyor fakat ilerledikçe ilerlemekten de kendisini alamıyordu. Genel anlamıyla bu bir tür ölüme gitmek gibi bir şeydi. Nitekim, ormanın büyülediği insan, yolunu çok büyük bir kolaylıkla yitirebileceği derinliklere itile itile, zorlana zorlana değil, isteye isteye, seve seve gidiyor, gidiyor, gidiyordu.
Genç kadının düşünceleri zaman zaman çocukluğuna doğru uzanmaktaydı. Çarup işte bu düşüncelerle çevresini saran ormandan sıyrılıp kurtulmuşa benziyordu. Bu anda sanki uçsuz-bucaksız bir ormanda değil de, bedenini son derece büyük bir zevkle yumuşak dalgalarına bıraktığı masmavi bir denizdeydi. Attığı her kulaçta kollarının ve ellerinin yanlarında bembeyaz köpükçükler oluşuyor; kaygan gövdeli, gümüş pullu, ürkek balıkların, bedeninin şurasına-burasına değip kaçtıklarını sezer gibi oluyordu. Birazcık dinlenmek amacıyla her durmak istediği anda; başını çevirip çevirip arkalarında kalan kıyılara bakıyor, orada; altından kumların bembeyaz köpüklerle öpüştüğü kıyıda çılgınca eğlenen, yüzen, konuşan, sevinç çığlıkları atan bir kalabalığın kaynaştığını görüyordu. Bu ona daha etkin bir güven duygusu verdiğinden, içinden habire kulaç atmak, daha daha çok kulaç atmak geliyordu. Denizin enginliklerinde insanı büyüleyen, sımsıkı pençelerine alan, sağlam iplerden yapılmış bir ağ gibi sarıp sarmalayan bir özellik vardı. Çeken, isteyen, sürükleyip götüren, alan ve bir daha geri göndermek istemeyen bir özellik. Bilinmeyeni bilebilmek, görünmeyeni görebilmek, ulaşılamayana ulaşmak, başarılamayanı başarmak sevdasının buram buram tüten dumanı gibi. Çarup, ancak kolları yorulduğu anda daha derine gidebilme olanağı bulamayacağını anlamıştı. İstemeye istemeye geri döndüğünde; o altın kumlu, beyaz köpüklü kıyıyı, o çılgınca eğlenen, haykıran, gülüşen, yüzen, konuşan ve bunun için de kendine güven veren insan kalabalıklarının kaynaştığı kumlukları bulmakta zorluk çekti: Kıyıda gece vardı ve karanlıkların sarıp sarmaladığı kumlarda derin bir sessizlik, ürkütücü bir yalnızlık hüküm sürmekteydi. Kıyı artık, sonsuzluğa dek yüzse varamayacağı bir yer olmuştu. Kollarındaki gücün yarısını dönüş için saklaması gerekirken bunu bir hayli geç anlamıştı. Daha doğrusu; enginin büyüsü bunu ona unutturmuşa benziyordu.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

1.7
Analiz ve Sentez Ünitesi

Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘de yakıta gerek kalmamıştı. Zira, gemi bir türlü kurtulamadığı paradoksal rotada serbest düşüş halindeydi. Dünya ile ayın manyetik çekim alanları çevresinde, bu alanların ortak manyetik etkisiyle dönüp duruyordu. Her iki etki alanına en yakın noktası, çekim alanlarının teğetteki sıfır noktasıydı. Gemi bu noktayı her geçişinde, önce dünyanın, sonra da ayın çekim çekim alanları çevresinde tur tamamlamak zorunda kalıyordu.
Foton 1 ‘de yakıt mevcudu kendi miktarını korurken enerji tüketimi her an biraz daha artıyor ve enerji göstergeleri sürekli azalma gösteriyordu.
Kaptan Çi Vaştar komuta kabininde sinirli adımlarla dolaşmakta ve öfkeli bir tutumla sağ yumruğunu sol avucuna vurup durmaktaydı. Bir ara yerine oturmaya bile gerek görmeden, öne eğilerek enerji merkeziyle bağlantılı iç görüşme tuşuna dokundu:

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Güle bir arı kondu,
Parladı kanatları güneşler altında saçların gibi,
Bana seni anımsattı,
İncecik hortumunu uzattı,
Uzattı,
Uzattı,

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Rıza-i ilan aşkına
Getir ver, yandım ey saki.
Meftunum o maşukuma,
Candan usandım, ey saki.

Bu bir irfan kisbetidir,

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Başkaları öyle anlarda ne yaparlar, bilinmez ama Ağa, biricik kızının ölüsüne elini bile süremedi, saçının bir teline bile değinip dokunamadı, yüzünü-gözünü tek bir kere bile öpemedi. Sadece ve sadece şunu yapabildi: Başını Yaşar ‘ın yanan bağrına dayadı ve gözlerinden iplik iplik yaşlar dökerek ağladı.
Yaşar, yıkılıp çöken bir dünyanın taşları-duvarları, kirişleri-sütunları, gövdesi-temeli altında kalmıştı. Zaman zaman çılgınlık belirtileri gösteriyor, gün geçtikçe bu belirtiler azgınlaşıyordu.
Koca bir dünyayı öylece bir yana itti ve birbaşına yasını pekilendi.
Hocalara baktırdılar, türbelere götürdüler, adaklar adadılar, orasına-burasına muskalar bağladılar, nefesler ettirdiler, okunmuş sular içirdiler.
Fayda etmedi.
Avuntusunu Hatun ‘un mezarının başında bulmak istiyor, ‘Terkedeptir.’ Diye bırakılmıyordu.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

38*
‘Allah var mı, yok mu? ’ Diyen avara,
Sıtkile ‘Allah’ de, O sana söyler.
Fikrin çok muannit, küfrün bedava,
‘Esteğfurullah’ De, O sana söyler.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

43*
Uyuma be Hoca ‘m; geride kaldın,
Yollar boylu yoldur, giden gelemez.
Gidip gelmek için bir söz mü aldın?
Hakikati tavaf eden gelemez.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Susun elemlerim…
Ortalığı ayağa kaldırmayın…
Çekelim başımıza gelenleri aşıklarca.
Duyurmayın mutsuzluğumu ele-güne,
güldürmeyin üstüme karasevdadan anlamayanları,
ne ağlayalım, ne haykıralım,

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

1.2
Fotonist Kay Rem

Doktor Emmol Lek:
- Rem…
Diye bir sevinç çığlığı kopardı. Gözlerine inanamıyordu. Kaosun ilk etkileri altında kendisinin gemide kalan son canlı olduğu yanılgısına kapılmış ve bunun sonuçlarını düşünmek bile istememişti. Fotonist Kay Rem, bu beklenmedik kaosun sisli yıkıntısı içinden yavaş yavaş beliren bir anıt gibi çıkıvermişti. Kumanda kabininin oksijen tanklarına açılan otomatik kapısına sırtını dayamış, öylece duruyordu. Fotonistin sol dirseğinden aşağıya kanlar sızmaktaydı ve sol kol oldukça aşağı sarkmıştı. Eli eldivensizdi ve kan açık parmaklarından aşağı damlıyordu. Eldivenli olan sağ elini kabinin duvarına yaslamıştı. Giysileri sırtında buruşmuş, saçlarının kanla ıslanan bir tutamı sol kaşının üzerine yapışmıştı.

Devamını Oku